…der­ler ki; ağaç, ateşte yandığın­da, karınca
ağacı bırak­maz, kaçmazmış.
o da ağaçla bir­lik­te yan­ar­mış. zamanın birinde, derler,
ağa­ca ikrar ver­miş karınca;
‘beni kendinde sak­la, ateşinde sak­la, külünde…’ derler.

M.Çetin

Haf­ta­lar öncey­di. Ormanın ve ırmağın düş­manı endüstriyel hay­dut­luğa dire­nen­lerin bu kez bir otoy­ol pro­je­sine karşı, Fransa’nın Mont­pel­li­er ken­ti yakının­da oluş­tur­duğu, Lien ZAD’ın­da, ulu bir çınara ikrar ver­miş­tim. Onu ve onun­la bir­lik­te orada­ki bütün eko­sis­te­mi siv­il ve res­mi hay­dut­ların saldırıların­dan koru­maya gelmiş­tim. Ancak beni kötü bir sür­prizin bek­lediğin­den habersizdim.

Malum, Covid devrinde yaşa­maya devam ediy­oruz… ZAD’­da da virüs insan­dan insana sıçra­yarak ölüm­cül tehdi­ti­ni sürdürüy­or­du. Belir­til­er asır­lık çınarın koca­man dal­ları­na kur­duğum çadırım­da ken­di­ni gös­ter­di. Evet, sonun­da olan olmuş ve ben de Covid’le karşı karşıya gelmiştim…

Bir kara­biber tadı… Ter­li soluk­lu yağ­murlu bir gecenin ortasın­da ulu çınarın kol­ları­na tır­manırken, gen­z­i­mi yakan o kara­biber tadı getir­di bana kötü mesajı. Sal­gının bir­in­ci dal­gası­da Italya’da Covid’e yakalanan bir kadının iyileştik­ten son­ra söylediği cüm­le aklı­ma ilk gelen şey oldu. “her şey bir kara­biber tadıy­la başladı”.

Bir yan­da silahlı sivil/resmi hay­dut­lar bir yan­da Covid, iki boyut­lu bir kuşat­manın ortasın­da ulu çınarı ve onun eko­sis­tem­i­ni savun­maya çalışıy­or­dum. Zor­du ve çetre­filliy­di her şey. Fizik­sel ruh­sal eko-radikal biolo­jik-sosyal bir savaşın zaman tünelinde gibiy­dim. Lien ZAD’ın­da ben­im­le aynı Covid kaderi­ni pay­laşan yedi genç kardeşim­le bir­lik­te, bu kuşat­madan sağ sal­im çık­mak­tan baş­ka çarem­iz yoktu.

Sadık Çelik Ulu çınar

Belir­ti­leri his­set­tiğim gecenin sabahın­da kendi­mi topar­layıp şehir merkezin­de­ki mobil sağlık bir­im­ine gidip test yap­tırdım. Sonuç, bek­lediğim gibi poz­i­tif çık­tı. ZAD’a dönüp kardeş­ler­im­le yakın temas kur­madan kendi­mi izole etmeliy­dim. Bu ara­da on gün boyun­ca bağışık­lık sis­temi­mi destekleye­cek vit­a­min ve doğal koruyu­cu çay­lar ve besin­ler almalıy­dım. Bir park­ta otu­rup yakın bir arkadaşımı aradım. Ona kısaca duru­mu­mu anlatıp onun yardım­cı öner­i­lerinden kendim için bir liste hazır­ladım. Son­ra da Mont­pel­lier’de­ki bir eczane­den ve organik ürün­ler satan bir mar­ket­ten alış ver­iş yapıp ZAD’a döndüm.

Barikat­ta­ki arkadaşları­ma duru­mu­mu açık­layıp kendi­mi ulu çınarın kol­ların­da izole etmek için harekete geç­tim. Bu ara­da, Covid’e yakalanan yedi arkadaşım da kendi­leri­ni izole etmişti.

İzol­asyon için çınarın dal­ları­na tır­manırken, beni zor­lu bir sürecin bek­lediğin­den emindim. Çadırı­ma yer­leştiğimde, yavaş yavaş bil­incim kar­maşık bir moda gir­di. Gerçek ile hay­al iç içe geçmişti. Var­lığı­ma dair iç konuş­malar yapıy­or­dum. Söz­ler­im retorik pus­lu bir uza­ma dökülüy­or­du san­ki. Bu evren de var mıy­dım, yok muy­dum ayırdın­da değildim artık. Ulu çınarın kol­ları­na asılı çadırım­da mitolo­jik bir gir­da­pa düşmüş gibiydim.

Son­ra kasları­ma bıçak­lar saplan­maya başladı. Kram­plar dayanıla­cak gibi değil­di. Metab­o­liz­mam sarsılıy­or­du. Kasları­ma sızan micro canavar­lar beni için için kemiriy­or­du. Gündüz ve geceler­im öksürük­lü bir kabus nöbeti halinde iler­liy­or­du. İshal ve kus­ma da cabasıy­dı. Güle­ceksiniz bel­ki, ama bu durum ulu çınarı savun­mak için bana yeni bir savun­ma silahı sağlamıştı. İshal ve kus­muk­la dolan bir “bokatar kovası”. Ulu çınarı ne olur­sa olsun ter­ket­meye­cek­tim, hem milis ve jan­dar­ma taci­z­ler­ine baş eğmey­erek, hem de karan­ti­namı sürdüre­cek­tim. Bil­incim açık olduğu sürece, on gün­lük bir savun­ma strate­jisi uygu­lay­a­cak­tım. On gün son­ra bağışık­lık sis­temim nor­male dön­erse, ulu çınarın kök­ler­ine ikin­ci bir savun­ma ve topar­lan­ma çadırı kura­cak­tım. Her han­gi bir saldırı duru­mun­da çınarın kol­ları­na daha çabuk tırmanabilecektim.

Bu plan­lar­la, bir haf­tanın sonuna geldim, ancak hiç bir iyileşme emare­si yok­tu. Hiç bir şey yiyemiy­or, yedik­ler­i­mi bokatar kovası­na der­hal iade ediy­or­dum. Çok hızlı kilo kaybe­diy­or­dum. Doğuş­tan “koku körü” olma sıkın­tım varken, şim­di tad duyu­munu da kaybe­diy­or­dum. Bu durum beni çok demor­al­ize ediy­or­du. İçtiğim suyun tat­sı­zlığı korkunç bir şey­di. Her şey mide bulandırıcı bir ıslak­lık hissi veriy­or­du. Kas ağrıları, bitkin geceler­i­mi dayanıl­maz bir kabusa çeviriy­or­du. Bil­incim giderek daha kar­maşık hale geliyordu.

Sadık Çelik Ulu çınar

Bir gece sancılar içinde uyu­maya çalışırken ulu çınarımın dalı­na bir baykuş kon­du. Bir korku fil­mi sah­ne­si gibiy­di bu… Baykuşun hiç sus­mayan sesi bil­inçaltım­da­ki ölüm duy­gusunu kışkırtıy­or­du ade­ta. Oysa ölümü düşün­mek ve kab­ul­len­mek için henüz hazır değildim. Hat­ta hiç sırası degil­di. Ama tal­ih­siz bir olasılık olarak ölüme bir o kadar da yakındım. Bu lan­et virüsün yaşam­dan yana tanım­lan­abilir hiç bir garan­tisi yok­tu çünkü. Ama her ne olur­sa olsun, ev sahipliği­mi yapan, beni koy­nun­da ısı­tan ulu çınarı ter­ket­meye­cek­tim. Ölürsem de onun dal­ların­da ölecektim.

Kızımı düşünüy­or­dum. Böyle­sine sür­priz bir son­la veda etmek ona karşı çok büyük bir hak­sı­zlık­tı ve bu kalbi­mi acıtıy­or­du. Son­ra baş­ka sevdiğim insan­ları düşündüm… Ömrüme eşlik eden ve bende güzel anılar hatıralar bırakan sevdik­ler­i­mi, sevgililer­i­mi hatır­lıy­o­rum. Her birinin güzel gülen yüz­leri geçiy­or buğu­lu göz­ler­im­den. Asi özgür­lüğümün esir Mapuçe yur­du, Araukanya’yı, Patagonya’yı düşünüy­o­rum son­ra. Macare­na Waldes’in aile­si, hay­laz Antülen, Kim, Panço, Alex­iey, Baba Ruben ve Nino geçiy­or aklım­dan, tek tek… Son­ra Wall Mapu’­da Bio­Bio orman­larını koruyan Mapuçeleri, Camilo’yu, Pablo’yu… Arjan­tin Patagonya’sın­da Hay­dut Benetton’a karşı canını Mapuçe’ler için feda eden anarşist San­ti­a­go Mal­don­a­do’yu düşünüy­o­rum ardın­dan…, Aynı toprak­ların dünkü ve bugünkü isyancılarını; Osval­do Bay­er, Moira Mil­làn ve onun­la bir­lik­te Ter­risite ve patri­arkal erkek şid­de­tine karşı yürüyen Puel Mapu’­nun dire­nen bütün kadın savaşçılarını, ve elbette ağaçlara sarılan kadın­ları

Ruhum derin bir sesi­z­lik içinde buruk bir görsel şölene tutul­muş, beni Mapu’­nun iyileştiri­ci büyüsüne doğru itiy­or­du adeta.

Baykuşun sesi orman­da yankılanıp dururken çadırımın fer­muarını açıp sesin geldiği yöne doğru bakıy­o­rum. Pus­lu ay karan­lığın­da yaprak­la yük­lü dal­ların arasın­da kıpırtısız duran, ama hiç sus­mayan o küçük gizem­li var­lığın silue­ti­ni görüy­o­rum. Geceyi sesiyle doldu­ran o küçük göl­g­eye uzun uzun bakıy­o­rum, ve bir an geliy­or, onu ölüm­cül bir duyguy­la düşün­mek­ten vaz geçiy­o­rum. Onu tekrar küçük sevim­li bir var­lık olarak algılıy­o­rum. Bil­inci­mi bulanık­laştıran o ver­ili — gelenek­sel — kötümser, uğur­su­zluk algısını ter­sine çevirip onu yanıbaşım­da bana yaşam sağal­tan şirin bir var­lık olarak görüyorum…

Gezi parkın­dan, Sivens, Notre Dame des Lan­des, Car­net ve Ham­bach ZAD’ları­na ve oradan Patagonya ve Ama­zon cangıl­ları­na uzanan bütün yaşam savun­ma yol­cu­luk­larım­da baykuşlar­la hep göz göze, yan yana oldum. Ben­im gözümde baykuşlar, Orman eko­sis­te­minde­ki bütün can­lı var­lık­lara göz kulak olan yaşam nöbetçileriydi.

İşte Lien ZAD’ın­da­ki o küçük baykuş da üç gece boyun­ca bana sesiyle yaşam sağalt­tı ve git­ti. Onüçüncü gece­mi huzurlu bir uyku­nun kol­ların­da geçirdim ve o her zor anım­da karşım­da beliren anne­min şefkatli yüzü ile güneşli bir saba­ha uyandım. Karan­ti­na­ma artık son verebilirdim.

Mızıka­ma uzanıp doğaçla­ma melodil­er­le güneşi selam­lıy­o­rum önce. Son­ra tır­manış kemer­i­mi takıp, neşeli bir ıslık eşliğinde görkem­li çınarın zirvesin­den kök­ler­ine doğru usul usul süzülüyorum.

Toprak, su ve güneşle besle­nen ulu çınar beni gün­ler ve gecel­erce kendinde sak­ladı ve yaşam­la emzir­di. Onu saygıy­la selam­layıp kucak­lıy­o­rum. Artık Lien ZAD’ın­da­ki direnişçi kardeş­ler­im­in arası­na karışabilirim…


Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.