Türkçe | Français | English
“Atina, Sintagma Meydanı, 15 Haziran: Polisle protestocular arasında yaşanan onlarca hadiseden biri diğerlerine nispeten bir adım öne çıkıyor.
Dur durak bilmeksizin saldıran polis, gaz bombalarını pervasızca insanların üstüne üstüne atarken, meydanın orta yerindeki bir grup müzisyense bütün maharetleriyle enstrümanlarını konuşturuyor. Yüzlerinde gaz maskeleriyle çalmaya devam ediyorlar; alaycı bir reddedişle devlet şiddetini, bu bütünlüklü asimetriyi güzel bir şeye dönüştüren bir öfke: Neşeli bir öfke, haysiyetli bir öfke.” diyor, Holloway Öfke Günleri adlı metnin girişinde.
Öfke kelimesi temel olarak algılanan bir tehdit karşısında gösterilen saldırganlık olarak tanımlanıyor. Genel olarak öfke kişisel amaçlar ve küçük kavgalar uğruna meydana çıkan yıkıcı bir güç unsuru ya da tepkisel bir durum. Böyle olunca da öfke kavramı olumsuz ve yıkıcı bir kalıba sokuluyor.
Konuya girerken alıntıladığımız yazar Holloway, öfkenin yıkıcılığının ötesine geçmeye çalışmış ve kavramın bu yönüyle yetinememiş. Holloway öfkemizi kanalize edeceğimiz alanları ve durumları iyi seçmemiz ve öfkemizi bireysel amaçlardan öteye taşımamız gerektiği tavsiyelerini veriyor bize: “Toplumsal öfkenin muazzam dalgaları, bu öfkelilerle, çatlaklarla, akıntıya karşı yüzmek için çaba sarf edenlerle bir araya gelince aniden çok güçlü bir akışa dönüşüyor”.
Zira genelde sevgilimize, arkadaşımıza, patronumuza öfkeleniriz. Paramız olmadığı için öfkeleniriz, ay sonunu getiremediğimiz için yahut sınavlardan çaktığımızda. Fakat bu öfke ve akabinde çağırdığı kavga bireysel durumlarda genelde yıkıcı ve yıpratıcı oluyor ve bir çözüm getirmiyor. Holloway ise bize kolektif bir öfke öneriyor: bireylerin ötesinde ve iktidarların tam karşısında. Bu, kulak kabartılacak, çok yerinde bir tavsiye gibi duruyor.
İktidarın/egemenin öfkesi/şiddeti yasalar ile meşru kılınmaya çalışırken halkın öfkesi yasaların dışına itiliyor. Halk sürekli kontrol altında tutulmak adına, sağduyulu olmaya çağrı yapılıyor. Holloway’in deyimiyle “Öfke aklın karşıtı olarak gösterilmeye çalışılıyor”. Ama aklını yitirmiş bir iktidarın/egemenin karşısında akıl ya da sağduyu bir karşıt tepki olamaz, buna verilebilecek yegane karşıt tepki öfkedir.
Tam da bu yüzden öfkenin akış halini değiştirmeliyiz. Öfke iktidarlar ve baskı karşısında olumlanacak en yerinde duygudur belki de. Holloway’in deyimiyle “Öfkemizi haysiyetin idaresine bırakmalıyız.”
Tabii Holloway bu öfkenin ne şekilde yansıtılacağı konusunda da tavsiyelerde bulunuyor. Ona göre “Bankacıları gebertin! Zenginleri gebertin!” sloganı son derece çekici olabilir, ancak yapısal açıdan “Yahudileri gebertin!” ya da “Göçmenleri gebertin!” demekten bir farkı yok. Bir polisi yakmak da yapısal açıdan aynı olacak ki, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “haysiyetli protestocular” polis merkezini binayı tahliye ettikten sonra ateşe vermişlerdi. Çünkü bu kalabalığın farkında olduğu şey, belki de bir polisin tek başına iktidarı temsil edemeyeceğiydi. O yüzden polisleri yakmak bireysel ve yıkıcı bir öfkenin ötesine geçemezdi, ama o bina iktidarın bir temsiliyetiydi ve iktidarı elbette daha çok rahatsız edecekti.
Sadece ABD’de değil tüm dünyada şiddet, eşitsizlik, adaletsizlik ve faşizm artıyor. Faşizmin yükselmesine karşılık olarak verilen bu tepki haybeye değil, gereksiz ve irrasyonel de değil, yerinde ve haklı bir saldırganlık. Bir şeyleri “yapmak/inşaa etmek” adına girişilen bir saldırganlık.
“İktidar varsa direniş vardır” diyordu Michel Foucault, o halde iktidar artıyorsa direniş, öfke de artmalı.
Çünkü artık “Bizim düşlerimiz sizin çuvalınıza sığmaz” demeyi öğrendik. Bu noktada en güzel enstrüman öfke olabilir, akordunu iyi ayarlamak kaydıyla.
Tamika Mallory’nin de dediği gibi “Şiddeti sizden öğrendik”.