Mut­fak­larımızın vazgeçilmez ele­manı sarım­sak mucize­vi bir bit­ki. İtir­af etmeliy­im ki, aman ha birine yak­laşıp konuş­mam gereke­bilir, ya da sevgilime rast­lay­a­cağım tutar diye meğer kendi­mi yıl­lar­ca mahrum etmişim bu lezzetten ve nimetlerinden.

Sarım­sağın yemek­lere kat­tığı tat tartışıl­maz. Aranız­dan kim­s­enin buna karşı çıka­cağını düşüne­miy­o­rum. Dünyada­ki birçok mut­fak geleneğinde yeri­ni bul­ması boşu­na değil, ama sarım­sağın meziyeti sadece aro­masın­da da değil. İçerdiği mad­del­er bir baş sarım­sak­tan koparıla­cak bir dişi deva yapıyor.

Sarım­sak % 84,09 su ‚% 13,38 organik ve % 1,33 inor­ganik madde­den oluşuy­or­muş. A, B1, B2, B3, C ve E vit­a­min­leri yanın­da, 33 çeşit kükürt bileşiği, 17 çeşit amnio­a­sit, kar­bon­hidrat­lar, ger­ma­ni­um, çinko, demir, pota­syum, man­ganez, fos­for, selenyum, mag­nezyum gibi mad­del­er içeriy­or­muş. Kalsiyum oranı ise diğer bitk­ilere nazaran 58 kat daha fazlaymış. Sarım­sağa özel koku ve lezzeti veren şey ise taşıdığı kükürtlü uçu­cu yağ.

Son yıl­lar­da yapılan araştır­maların sarım­sağın mükem­mel biyoak­tif bileşik­ler içerdiği­ni kanıt­lamış olduğunu öğreniy­oruz . Kısacası bil­im adamları şaman­lara da, nineler­im­ize de hak vermiş.

Mut­fağın bir köşesinde elim­izin altın­da bulun­dur­duğu­muz bu mucize bit­ki tam anlamıy­la bir ilaç. Antibiy­otik, antivi­ral, antiparaz­i­tik, antibak­teriyal, anti­sep­tik özel­lik­leri bir çok derde çare. Grip, nezle, ses kısık­lığı, astım, badem­cik, öksürük, bronşit, rom­a­tiz­ma, eklem enfek­siy­on­ları… Ter­leti­ci etk­isi nedeniyle ateş düşürülme­sine yardım­cı, zehirlen­m­eye karşı etk­ili… Tan­siy­onu düşürüy­or ve şek­er mik­tarını den­geliy­or. Kan pıhtılaş­masını önlüy­or, damar sertliği­ni azaltıy­or. Sivrisinek ve böcek­leri vücut­tan uza­k­laştırıy­or… Güç ve ener­ji ver­me­si, dinç his­set­tirme­si yanın­da cin­sel gücü artırdığı da iddia ediliyor…

Yan etk­isi çok az… Yük­sek oran­da kükürt bileşik­leri içer­me­si nedeniyle aller­jik tep­kil­er doğura­biliy­or. Aşırı çiğ sarım­sak tüke­ti­mi bağır­sak flo­rasının zarar görme­sine neden olabiliyormuş.

Sarım­sağın şifası­na kavuş­mak için günde 3–4 diş yemek gerek­tiği­ni öğreniy­o­rum. Yedik­ten son­ra eve kapanıp, yal­nı­zlığa karşı dişinizi sık­mak­tan baş­ka çare yok. “Şu koku sorunu da olmasa!” diye­ceksiniz… Sarım­sağı soy­mak ve kesmek için kul­lanılan bıçak ya da her­han­gi bir met­al su altın­da ova­landığın­da gerçek­ten de elde koku kalmıy­or. Ağız kokusunu gider­mek içinse may­danoz yen­mesi gerekiy­or ama bu bana pek yeter­li bir çare gibi gelme­di. Devasını isteyip, koku soru­nun­da töke­zleyen­ler bilsin, kokusu alın­mış tabletler halinde de piyasa­da kolay­ca bulunuyor…

sarımsak

Ansik­lo­pe­d­im şöyle diy­or: “Sarım­sak veya sar­mısak (lat­ince ismi ile “Alli­um sativum”), 25–30 cm yük­sek­lik­te, yeşil­im­si beyaz veya pem­be çiçek­li, otsu bir kültür bitk­i­sidir. Nadir olarak tohum bağlar. Bu neden­le soğancık­ları (diş) ile üretilir. Ülkem­izde “Beyaz sarım­sak” ve “Siyah sarım­sak” olmak üzere 2 çeşit yetiştir­ilmek­te­dir. Beyaz veya pem­be­m­si ren­kli, az adette soğancık­tan (diş) mey­dana gelir. Diş­lerin hep­si bir ara­da bir kabuk tarafın­dan sarılmışlardır. Çok kuvvetli ve keskin bir kokusu ve yakıcı bir lezzeti vardır”.

Ana­vatanı Orta Asya ya da Kuzey Hindis­tan olarak tah­min edilen sarım­sağın 5000 yıldır kul­lanıldığı düşünülüy­or. Mısır’dan Filistin’e ulaştığı, oradan da Anadolu ve İronya’ya dağıldığı, ilk defa haçlı sefer­leri sırasın­da Fransa’ya geldiği ve Avrupa’ya oradan yayıldığı sanılıyor.

Sarım­sağın nerel­erde yetiştir­ildiği soru­muza ise cevap şu : En çok Kuzey Afri­ka, Orta ve Güney Avru­pa, ABD ve Meksika’da… Sarım­sak Türkiye’de ise 12.yy dan bu yana yetiştir­ilmek­te. Bugün dünyanın her tarafın­da üretilen sarım­sak, ülkem­izde selenyum­ca zen­gin toprak­ları ile en iyi ve kaliteli yetişme ortamını sağlayan Kas­ta­monu ilim­izin Taşköprü ilçesinde yoğun olarak yetiştir­iliy­or­muş ve hemen hep­si ihraç ediliy­or­muş. Yörede sarım­sağa “beyaz altın” adı ver­iliy­or. Her yıl Eylül ayının ilk haf­tasın­da gerçek­leştir­ilen bir şen­lik bile var : Taşköprü Sarım­sak Festivali.

Sarım­sak” sözcüğünün bazen “sar­mısak” olarak telaf­fuz edilme­sine takılıy­or aklım. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ikisi de var. İmla kılavuzun­da yal­nız­ca “sarım­sak” bulunuy­or. Ben “sarım­sak” diye öğrendim ama emin olmak istiy­o­rum. Bel­ki baş­ka dilden gelmiş bir sözcük­tür, ben­z­er­leri vardır diye düşünüy­o­rum. Diğer dillerde sarım­sağın eti­molo­jik izi­ni arıy­o­rum ama hiç bir dilde türkçe­si ile ben­z­er­lik bulamıy­o­rum. İnadım inat, bu kez türk dil­leri­ni araştırıy­o­rum, yani az buçuk ulaşa­bilip en azın­dan alfabesi­ni çöze­bildik­ler­i­mi. Ve işte soru­muzun cev­abı için üç örnek: Uygur­ca “sam­saq”, Uzbekçe “sarım­soq”, Azerice “sarım­saq”. Bu son örnek­ler “Sarım­sak” telaf­fuzu­nun doğru olduğunu düşündürüyor.

Kay­nakları karıştırdıkça ilginç şeyler­le karşılaşıy­o­rum. Tar­i­hin ilk çağların­da Sümer­lerin sarım­sağı bildik­lerinin ve ilaç olarak kul­landık­larının arke­olo­jik kayıt­lar­dan anlaşıldığı gibi… Tar­i­hçi Heredot’un dediğine göre Mısır’da M.Ö. 3750’den kalma toprak­tan sarım­sak figür­leri bulun­muş ve Mısır’da bol­ca yetiştir­ildiği anlaşılmış. Eski Mısır­lılar sarım­sağı her derde deva olarak kab­ul edip, kul­lan­mışlar. Here­dot, Mısır piramit­leri­ni yapan işçi ve kölelere hastalık­lar­dan korun­maları, sağlık­lı ve diri kalmaları için sarım­sak ver­ildiği­ni yazmış. Hat­ta ilk sosyal çatış­manın sarım­sak yüzün­den çık­tığı bile ileri sürülüy­or: Piramit­lerin yapımı sırasın­da kölelere sarım­sak dağıtımı red­dedil­ince! Mısır­lı annel­er çocuk­larını bağır­sak kurt­ların­dan koru­mak için boyun­ları­na sarım­sak asar­lar­mış. Bu bir sarım­sağın antiparaz­it özel­liği­ni batıl inançlar­la har­man­la­mak olsa gerek. Dr. Hafız Cemal 1943 yılın­da yazdığı “Lok­man Hekimin Ye Dediği Şifalı Bit­ki Sarım­sak” adlı kitabın­da, sarım­sağın günümüzde birçoğu kanıt­lanan fay­dasının yanı sıra Roma­lıların savaşa giden asker­ler­ine ener­ji ve cesaret ver­mek için bol bol sarım­sak yedirdiği­ni anlatıy­or… Bel­ki de daha Roma­lı asker­ler yak­laşırken düş­man­ları koku­dan sapır sapır dökülüy­or­lardı, kim bilir ? Bir “diş” le iki kuş vur­mak diye de buna denir.

Sarım­sağın Ortaçağ’da vebaya karşı kul­lanılmış olduğu ancak antibiy­otik­lerin keş­fi ile göz­den düştüğü ileri sürülüy­or. Eskil­er sarım­sağın özel­lik­leri­ni mucize­vi olarak yorum­lamış, ilk tıp bil­gin­lerinden Hipokrat bile bu bitkiyi ter­leti­ci ilaçlar sınıfı­na sokmuş.

Hipokrat’in sem­bo­lik babası sayılan Asklepios’tan bah­set­mezsem olmaz çünkü net­icede sarım­sak meziyet­leri­ni Asklepios’a borçlu. Askle­pios Yunan mitolo­jisinde hekim-tan­rı ya da hekim­lik tan­rısıdır. Apol­lon ve Thes­salia Prens­esi Koronis’in kaza çocuğudur. Onu doğanın içinde yaşayan ve doğanın sır­larını bilen Khe­ri­on büyütür. Bu durum­da Asklepion’un şifalı sular­da, otlar­da deva ara­ması şaşırtıcı gelmiy­or. Askle­pi­on usta bir hekim olarak yetişir. Hasta­ları iyileştirmek­ten de ileri gider ve ölü­leri dirilt­meyi başarır. Eh, Zeus Asklepion’un ölüme mey­dan oku­ması­na, doğal düzeni bu şek­ilde boz­ması­na izin verir mi hiç? Bir gün Askle­pi­on Zeus’un öfke­li yıldırımı ile yere ser­ilir. Hekimin az önce yazdığı bir reçete elin­den çayıra düşer. Reçet­ede yazılı mucize­vi devalar yağ­murla yıkanıp, kağıdın altın­da­ki bitkinin üzer­ine akar. Asklepion’un mucize­vi bil­gisi­ni içen o bit­ki, artık her derde deva ola­cak sarımsaktır !

Sarım­sak tar­ih boyun­ca insanoğlunu yal­nız­ca hastalık­lar­dan değil, kötülük­ler­den de koru­muş… Mitolo­jide bile bunun örnek­leri var. Odys­seia efsanesinde, Hermes’in Odyseus’e Kirke tarafın­dan domuza dönüştürmeme­si için anti­dot olarak sarım­sak ver­me­si boşu­na değil…

Pline, sarım­sağın yılan­ları ve delil­iği uzak tut­tuğunu söyler. Bor­neo Adası’ndaki fark­lı kültür­ler­den birinde sarım­sak kayıp ruh­ları bul­ma gücüne sahip­miş. Sibirya’da Buryatlar’ın inancı­na göre doğum­da ölen kadın­lar arka­da bırak­tık­ları can­lıları rahat­sız etmek için geri geldik­lerinde, yay­dık­ları sarım­sak kokusu onları ele verir­miş. Karpat çoban­ları keçi­leri­ni ilk defa sağ­madan önce elleri­ni sarım­sak­la ovalar böylece bütün sürüyü yılan­lar­dan koruduk­ları­na inanırlarmış.

sarımsak

Deko­rasy­on niyetine saht­esi­ni bile yapmışlar!

Ortaçağ’da çocuk­lar cadılar­dan korun­mak için boyun­ların­da sarım­sak taşır­mış. Vam­pir­lere karşı sarım­sak kul­lanıl­ması da büyük bir olasılık­la eski deniz­ci batıl inançların­da kay­nak buluy­or : gemi­den fırtı­na, şanssı­zlık ve deniz canavar­larını uzak tut­mak için güvert­e­den sarım­sak eksik edilmezmiş.

Bütün bu gelenek­sel inançlar­da sarım­sağın kötü şey­leri uzak tut­tuğu görülüy­or. Vam­pir­ler, zom­bil­er hat­ta büyük olasılık­la şey­tanın ta ken­disi! Eh bu hain yaratık­lara kafa tutabilen sarım­sak, nazardan da koru­maz mı? Bugün bile hala, ülkem­izde, Sicilya, İtalya, Yunanistan ve Hindistan’da birkaç baş sarım­sak bir köş­eye asılır.

Artık sarım­sağın nimet­lerinden yarar­lan­mak size kalıy­or. Cacık, işkem­be çor­bası, man­tı… bildik şeyler. Bir de gelenek­sel olmayan kul­lanımı deneyin. Domates salatasın­da, havuç rende salata­da… Çor­baya ata­cağınız üzer­ine sarım­sak sürtülmüş kızarmış ekmek parçacık­ları… Kuzu pir­zo­layı man­gala tes­lim etmeden önce üzer­ler­ine sarım­sak sürüverin, bakalım nasıl oluyor.

Sarım­sak için­den geçtiğimiz sal­gın döne­minde de başvura­bile­ceğiniz doğal ted­bir­ler­den biri ola­bilir…  Bir diş bir ısırım­la sosyal mesafeyi otomatiğe bağla­mak mümkün…

Not : Bu ara­da, sarım­sak nöbetinde­ki bu güzeli görüp de kedi­nize yedirm­eye kalk­mayın. Bileşen­leri kedil­erde cid­di sindirim ve sağlık sorun­ları­na neden olabiliyormuş…


Bu yazım güncellenmemiş şekli ile ilk kez Hillsider dergisinin 51. sayısında yayınlanmıştır.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.