Français | Türkçe

Zehra Doğan’ın çiz­gi romanı, geçtiğimiz gün­lerde Fransa’­da Edi­tions Del­court Prison N°5, İtalya’da Bec­co Gial­lo yayınevin­den Prig­gione n°5 isim­leriyle, eş zaman­lı olarak yayınlandı.

Zehra, 2017’de Diyarbakır ceza­evin­de bu grafik hikay­eye başlarken, sanat malzemesin­den yok­sun­du. 2017–2019 yıl­ları arasın­da ulaşa­bildiği her şeyi malze­m­eye dönüştür­erek yarat­tığı üçyüz­den fazla res­im için olduğu gibi, adını tar­i­he “Amed zin­danı” olarak yazmış 5 no’lu ceza­evinin siyasi kadın koğuşun­da, mek­tu­pların verdiği küçük özgür­lük paran­tezi­ni de bir imkana dönüştür­erek bu çiz­gi romanı yok­tan var etti. Arkadaşı Naz Öke’nin hemen her gün yazdığı ve arka yüzünü boş bırakarak yol­ladığı mek­tu­pların kraft kağıt­ları­na kurşun kalem ve kaçak olarak edindiği nadir ren­kler­le çiz­di. Bu mek­tu­plara Zehra’nın verdiği cevap­lar, Avru­pa fem­i­nist kadın hareke­tinin  tar­i­hi temel taşların­dan biri olan Edi­tions des femmes yayınevi (Paris) tarafın­dan, 2019 yılı sonun­da “Nous aurons aus­si de beaux jours” (Güzel gün­ler­im­iz de ola­cak) yayın­lanırken, çiz­gi romanın ori­ji­nal­leri Zehra’nın tahliyesin­den bir yıl kadar son­ra, 2020’de, Berlin Bien­ali’nde sergilen­di. Ori­ji­nal say­falar, Almanya’­da, doğu Berlin’in efsanevi mekan­ların­dan biri olan Maxime Gor­ki Tiy­a­tro­su’­nun yeni galerisi Kiosk’­ta, 1 Hazi­ran’­da açıla­cak “Stronger Still” ser­gisinde yer alan ceza­e­vi res­im­lerinin ile bir­lik­te yer alıyor.

İlk kez Fran­sız­ca ve İtalyanca olarak gün ışığı­na çıkan bu kitap, uzun, gizli ve zor bir sürecin son adım­larını oluş­tu­ruy­or. İçerde ve dışar­da kate­dilen bu süreç dayanış­ma ve ortak bir mücade­leyi kay­da geçiriy­or. Sürecin somut­laşmış obje­sine dokunul­duğu anda, bu uzun nefes­li doğu­mun, uyandırdığı mecbu­ren gecik­miş tahliye hissinin etk­isi altın­da kalma­mak olası değil…

Dayanış­may­la oluşan “gizli tünelde”, lojis­tik bir role soyu­nan Kedis­tan çeviri ve adap­ta­sy­onu üstlen­di, ancak bu pro­jenin kita­ba dönüşme­si sayısız dost insanın paha biçilmez emeği ve en son dönemde de Del­court ekib­inin özen­li ve heye­can­lı çalış­maları ile gerçekleşti.

Küratör ve çiz­gi roman yazarı olan Elet­tra Stam­boulis bu zin­cirin önem­li hal­kaların­dan biri. Kedis­tan’la tanış­masının kök­leri 2018’de gerçek­leşen dayanış­ma kam­pa­nyası­na dayanıy­or. O dönem­den bu yana, önce Bres­cia San­ta Giu­lia müzesinde, ardın­dan Milano Çağ­daş Sanat müzesinde (PAC) gerçek­leşen, Zehra’yı İtalya’da tanı­tarak büyük bir heye­can ve ülke basının­da geniş yankı uyandıran sergiler Elet­tra’nın kuratör­lüğünde düzen­len­di. Kısacası Elet­tra, Milano’­da bulu­nan Prom­e­teo Galeri’nin yöneti­ci­leriyle bir­lik­le, Zehra’nın İtalya’da sanat dünyasın­da ve kamuoyun­da ördüğü sıcak kadın-yürek ağının zanaatkar­ların­dan biri… Elbette, Zehra Doğan, Aslı Erdoğan ve Şeb­nem Korur Fin­cacı’ya yer veren “Terörist” belge­sel filmi­ni gerçek­leştiren Cre­ative Nomads Stu­dio’yu ve Kürt halkı için ses ver­mek adı­na, Zehra’yı kucak­la­yarak işi­ni, sanatını ve mücadelelerinin özünü ödül­lendiren fes­ti­val ve kurum­ları da unut­ma­mak gerek…

Elet­tra Stam­boulis’in grafik romanın İtalyanca baskısı için kaleme aldığı önsözü, isteği ve izni üzer­ine okuyu­cu­larımı­zla paylaşıyoruz.

Eğil aşkım, fırtına geçene kadar.
Ben öylesi eğildim ki sırtım bir yay. Ne zaman atacaksın okunu?
(Uzat elini ve bir avuç unu bul)
Eğil aşkım, fırtına geçene kadar.
Ben öylesi eğildim ki sırtım bir köprü. Ne zaman geçecesin o köprüden?
(Ayağını kıpırdatmaya çalışıyorsun, ama demir kıpırdamaz)
Eğil aşkım, fırtına geçene kadar.
Ben öylesi eğildim ki sırtım bir soru işareti. Ne zaman cevap vereceksin?
(Görüşmeyi yapan memur bir alkış rekoru kırdı).
Mahmut Derviş
Sıradan bir hüzün günlüğü

Darwish’in, Edward Said ile bir­lik­te, vatan­sız Fil­istinlilerin kültür­lerinin var­lığı­na tanık­lık eden ses olduğu söylenir. Öyle ki yaşadık­ları toprak­ların Avru­pa’nın işlediği büyük kötülüğün tazmi­natı olarak başkaları­na ver­ildiği­ni söylüyorlar.

Aynı şek­ilde Kürtler de vatan­sız bir halk olsalar da, Batılı güçlere bu şek­ilde direkt olarak bağlı olmadık­ları için, çoğun­luk­la toprak­sı­zlar lis­tesinde unutu­lu­veriy­or­lar. Ancak baş­ka bir neden daha var: sarsak hafıza­mız. Dünyanın en güçlü ordu­larının bile zor­landığı çatış­maları çözmek için sadece saha­da yarar­lı müt­te­fik­ler haline geldik­lerinde Kürt­leri anım­sayan hafıza­mız. Bu halkın ses­leri­ni duy­mayışımı­zla, bu kültüre karşı olan umur­sama­zlığımı­zla bir­leştiğinde daha da sarsak­layan hafızamız.

Zehra Doğan, bu ses­si­zleştir­ilen ses­lerin ikonik bir sen­tezi olan en yetk­ili ses olduğunu gös­ter­di. Bu sesin kadın olması tesadüf değil.

Zehra’nın ve diğer­lerinin iddi­alı sanat­sal, siyasi ve entelek­tüel yol­cu­luk­ları bu önem­li Graph­ic Mem­oir’da (Grafik Hafıza) da görülebile­ceği üzere Türkiye’de siyasi mahkum olan Öcalan’ın geliştirdiği jine­olo­jî gibi önem­li bir ide­olo­jik temele dayanıy­or. Kürt ide­olog, 1999 yılın­da kaçırıl­ma ve tutuk­lan­masın­dan önce kaleme aldığı 2013 yılın­da İngilizce olarak yayın­lanan Lib­er­at­ing Life: Wom­an’s Rev­o­lu­tion (Özgür Yaşam — Kadın­ların Devri­mi) met­ninde, ataerkil­liğin inşası­na yol açan antropolo­jik süre­ci anal­iz ediy­or­du. Sosyal­ist deney­im ve özgür­leştiri­ci süreçlere ilişkin sınır­lar hakkın­da derin­leme­sine incelemeleri onun, kadının özgür­leşme süre­ci olmadan özgür­lüğün tam olarak elde edile­meye­ceği sonu­cu­na var­ması­na neden oldu.

Teo­ri­leri, Rojava’­da ve diğer Kürt belediye başkan­ları tarafın­dan yönetilen illerde, yöne­tim ve eğitim uygu­la­maları­na dönüştü. Ancak her şey­den önce, tüm kültürel anlatılar­dan yola çıkan toplum­sal dönüşüm­lerde olduğu gibi kültürün içine enjek­te oldu­lar. Böylece, Kürt halkının özgür­leşme süre­ciyle bağlan­tılı olan siyasi düşüncenin temel bileşen­lerinden biri haline geldiler.

PKK lid­erinin tanım­ladığı şek­liyle Kadın Bil­i­mi, Zehra’nın ve Türkiye’de ya da Suriye’de, diğer birçok siyasi ve siyasi olmayan mahku­mun deney­im­lerinin yanı sıra aynı zaman­da bu kitabın altın­da yatan temel varsayımdır. Bu varsayımı anla­madan, kadın­ların ken­di hay­at­larının ve değişimin baş kahra­man­ları olduk­larını söyle­mek için bu güçlü karar­lılığın, kur­ban ve cel­lat rol­leri­ni altüst ederek kur­ban olmayı red­de­den anlayışın nere­den geldiği­ni göre­mey­iz. Pek çok eleştir­men bunu son­suz mut­lu­luk inancıy­la bağlan­tılı teolo­jik bir erdem olan, bu neden­le mut­lu­luğun ufkunu siyasi erişimin dışı­na çıkaran ve ütopik bir kat­e­gori olan umut karar­lılığı olarak tanım­ladı. Bu, sonuna kadar fem­i­nist olan ve bu dünya­da fark­lı bir gerçek­lik inşa etm­eye karar­lı olan Kürt aktivist­lerin bakışlarını doğru bir şek­ilde tem­sil etmiyor.

Onu ilk tanıdığım zaman­dan ve bir sanatçı olarak çalış­malarıy­la ilgilendiğim­den beri, siyasi kim­lik ile sanat­sal davranış arasın­da­ki bu içsel bağlan­tının Batılı muhat­a­plarını ne kadar zor durum­da bırak­tığını fark ettim. Nazım Hik­met ile aramız­da­ki olağanüstü aracı Joyce Lus­su onun hakkın­da şun­ları yazmıştı: “Hay­at ve şiir, eylem ve söz öyle­sine organik ve par­lak bir şek­ilde bir­birine bağlıy­dı ki hikayeleri­ni bilmek sır­larını anla­mak için aydın­latıcı oluy­or­du”. Hikaye sözcüğünü “Kürt fem­i­nizminin siyasal kültürü” ile değiştirirsek Zehra için de aynı şey söylenebilir.

Ve bu kitap tam da buna tanık­lık ediyor.

Olağanüstü tar­ih­sel, antropolo­jik ve sanat­sal değeri olan, hapis­hane ede­biy­atı (Boethius’­tan Mar­co Polo’ya), türünde bir eser­le karşı karşıyayız. 1981’de Sadat tarafın­dan hükümet poli­tikaları­na yöne­lik eleştir­i­lerinin ardın­dan hapsedilen Mısır­lı Naw­al El Saadaw­i’nin “Tehlike, elime bir kalem alıp yazdığım­dan beri hay­atımın bir parçası oldu. Yalan söyleyen bir dünya­da hiçbir şey gerçek­ler­den daha tehlike­li değildir” diy­erek eline geçen her­han­gi bir şeyle yaz­maya devam ettiği gibi Zehra da aynı şek­ilde hapis­hanede üret­m­eye devam etti. Her şey­den önce diğer­leri­ni unut­madan yap­tı, çünkü Zehra’nın yazdığı gibi “diğer­leri olmadan, kay­bolur­sun”. Naw­al da dışarı çıkar çık­maz Arap Kadın­ları Dayanış­ma Derneği’ni kurdu.

Büyük Türk hapis­hane­siyle ilgili anlatılar­da genel­lik­le refer­ans olarak Nazım Hik­met ve onun hapis­hanede­ki şiiri vardır. Zehra’nın da hapis­hane döne­minde Fran­sız vatan­daşlığı­na geçmiş bir Türk aktivist arkadaşın­dan aldığı mek­tu­pların arkasın­da bu çiz­gi romana zemin hazır­layan zin­dan ede­biy­atının kır­mızı çizgisinin çapraz refer­ansları ve ince yayılım­ları var.

Bunun­la bir­lik­te, bu eserin hemen söylen­mesi gereken türünün tek örneği, kendine has bir özel­liği var: sanatçının çalış­malarının aktivistler ağı aracılığıy­la “kaçırıl­mak” üzere hapis­hanede can­lı olarak yapılan, dolayısıy­la diğer kadın­lar­la beraber, yakın işbir­liği içinde yaratılan ilk çiz­gi roman olması.

Aslı­na bakılır­sa, buna ben­z­er bir hapis­hane çiz­gi roman geleneği de var. Alın­tıla­mam gerekirse Hanawa, “Hapis­hanede” veya “Tehlike­lil­er” (Peri­colose) eserinde olduğu gibi hikayenin kahra­manı Zezè’nin bir çiz­gi romana dönüştürülme­si için Hermans’tan yardım almıştır, ya da aynı dere­cede güçlü ama daha ede­bi bir eser olan ve yazarlarının aynı zaman­da anlatılan hapis­hane deney­i­minin doğru­dan tanık­ları olduğu Mana Neyestanı’nın “Bir İran Başkalaşımı” adlı eseri örnek verilebilir.

Yal­nız, bura­da fark­lı bir şeyle karşı karşıyayız, çünkü bah­si geçen diğer tüm örnek­lerde mahku­miyet deney­i­minin kişisel olarak yeniden işlen­mesi dışarıya çık­tık­tan son­ra yapılmıştır. Bura­da ise Zehra yazıp çiz­erken Tarsus’taki 5 No’lu ceza­evinin hücreler­ine girme “ayrı­calığı­na” sahibiz. Karşımız­da sanat­sal bir eserin ötesinde tar­i­hi bir belge bulunmakta.

Bu son kul­landığım sıfat üzerinde bir an için duruy­o­rum, çünkü bun­da bile bir milat tar­i­hi, eşi ben­z­eri olmayan bir durum var. Aslın­da, tutuk­landığı sıra­da gazete­ci olarak faaliyet göster­me­siyle tanı­nan ve 2015 yılın­da Ezi­di kadın­larıy­la ilgili saha çalış­masın­dan dolayı presti­jli Metin Gök­te­pe ödülünü almış bir sanatçının çiz­gi romanı. 26 yaşın­da aldığı bu ödül, 1995 yılın­da polis nezaretinde hay­atını kaybe­den aynı isimde­ki gazetecinin anısı­na ver­il­di ve bir nevi kıs­men gerçek­leşen bir kehanet oldu. Ken­di şehrinde­ki Güzel Sanat­lar Akademisinde aldığı eğitim son­rası yap­tığı res­im nedeniyle tutuk­lanıp hüküm giyen Zehra, siyasi tutuk­lu­ların oluş­tur­duğu for­masy­on, kolek­tif çalış­ma, ve “hapis tem­bel­liği ile mücadele” çabaları sayesinde en derin kay­naklarını harekete geçir­erek ceza­evin­de çağ­daş bir sanatçı haline gel­di. Tahliye edilir edilmez, cezanın öngördüğü tüm gün­leri bitirdik­ten son­ra, gönül­lü sürgüne git­mek zorun­da kaldı ve Lon­dra’ya git­tiğinde Tate Galerisi’nde bir ensta­lasy­on onu bek­liy­or­du. Kısa sürede dünyanın en etk­ili 100 sanatçısından biri olarak kayıt­lara geçti.

Çiz­gi roman ve karikatürist dünyasının her zaman taşıdığı içsel suçlu­luk duy­gusunu biliy­oruz, bunun için çiz­gi roman yap­maları­na rağ­men sanatçı olduk­larını veya “çiz­gi romanın sanat olduğunu hatırlayalım”.

Zehra’nın kitabı bu yüz­den hayrete düşürüy­or, çünkü daha çok karşılaştığımız çiz­gi roman­dan sana­ta geçiş söz konusu değildir (genel­lik­le geri dönüşü yok­tur, örneğin Mar­jane Satrapi böyledir veya İtalya’dan bir örnek olarak Mar­cel­lo Jori düşünülebilir) çünkü ardıl sanat bir ceza olarak görülür. Bunun­la, Met­al Hurlant ile başlayan ve Francesca Ali­novi’nin yeni İtalyan çiz­gi romanı olarak adlandırdığı döneme uzanan, için­den çıkıl­maz bir ener­ji ve henüz atom­ik parçacık­larını tamamıy­la dağıt­mamış araştır­mayı unut­mak istemem.

Bu çiz­gi romanın say­faların­da pat­la­ma yaşıy­or­muş gibi görü­nen, ve hiç de tesadüf olmayan bir şek­ilde aynı anda Fransa ve İtalya’da ortaya çık­ması sanat­sal olay­ların kom­bi­nasy­on­larının bu çalış­ma­da bir sen­tez bul­muş olduğunu gösteriyor.

Zehra tüm bu bahsedilen­ler­le materyel olarak tanış­mamış bile olsa, ken­di yol­unu izleyen alter­natif ve araştır­ma­cı bir popüler çiz­gi roman geleneğine sahip bir ülke­den geldiği için tüm bun­ları seziy­or. Zehra da önsezi­leri­ni derlediği bu eseri, san­ki Ali­novi’nin 1982’de Flash Art’ta Jori hakkın­da yazarken, “kan damar­ları gibi dal­lan­mış tüneller aracılığıy­la doğanın ve ana rah­mine pen­e­trasy­onunu” anlat­tığı say­falar­la uyuşur­cası­na yaratıy­or. Bu say­falar için mükem­mel görü­nen bir tanım.

Son olarak, nihai bir gözle­mi de ekle­mek ister­im: Bu kitap, düşünceleri nedeniyle hapis­hane kapıların­dan geçen­lerin isim ve soy­isim­leriyle dolu. Çiz­gi roman­lar aracılığıy­la hay­at­larını hakikat ve adalete adamış olan­ların ad ve soy­ad­ları­na önem­li bir yer ayıran ilk yayınevi olarak Bec­co Gial­lo tarafın­dan yayın­lan­ması tesadüf değil diye düşünüyorum.

Böyle­lik­le, Kürt­lerin Yeni Yılı Newroz’la çakışan Lib­era ile ilk­ba­harın ilk gününde yapıldığı üzre, bu isim­leri, unutul­muş kadın ve erkek tanık­ların taşıdığı anlamı koruyan seküler bir ayın biçi­minde kita­pla bir­lik­te tekrarlıyoruz.

Zehra’nın sırtı ve diğer­leri hep­imiz (tüm kadın­lar) için bir ok, bir köprü ve bir soru işaretidir.

Elet­tra Stamboulis

Çeviri Orkide

İşte bu yüz­den yap­manız gereken tek şey, bu kitabı oku­mak ve okut­mak; böylece Zehra’nın, kişisel sızlan­malar ya da acı çeken bir egoyu anlat­mak için değil, kolek­tif mücade­lenin ve dayanış­manın asla boşu­na olmadığını göster­mek adı­na, size/bize ulaş­ması için, diken­li teller arasın­da sürdüğü kolek­tif düşünce sar­maşık­ların­da­ki düğüm­ler­den biri, zin­cird­e­ki bir hal­ka olmak…

Bu lin­ki izley­erek kitabın say­faların­dan bir seçkiye ulaşabilirsiniz.

 


Image à la Une : Maraw

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Auteur(e) invité(e)
Auteur(e)s Invité(e)s
AmiEs con­tributri­ces, con­tribu­teurs tra­ver­sant les pages de Kedis­tan, occa­sion­nelle­ment ou régulièrement…