Türkçe | Français | English
Dün akşam, Bakırköy cezaevinde tutsak, Kürt sanatçı Dilan Cudî Saruhan’dan mektup geldi… Bu mektupla Kedistan’ın okuyucularına, ve ona kart, mektup yollayan destekçilerine sesleniyor. Hemen paylaşıyoruz…
Sevgili Kedistan ailesi,
Yine yeniden merhaba. Sizleri yaklaşan baharın umudu ve coşkusu ile kucaklıyorum. Öncelikle sağlıklı olduğumu, aynı zamanda moral ve motivasyonumun yüksek olduğunu da belirtmek isterim. Ayrıca, siz sevgili Kedistan ailesiniden, kıymetli okuyucucu ve destekçilerinden aldığım duygu dolu kartların, mektupların da beni nasıl mutlu ettiğini paylaşmak isterim.
Evet, 7 kapılı, 21 kilitli bir dünyada tutulmaktayım. Sizlerden, sevdiklerimden, ailemden, dostlarımdan uzaktayım. Bir parça çamurdan, bir avuç topraktan, bir çoğu gibi ben de uzaktayım.
Siz dışarda pandemi ile uğraşırken, burada da neler olmadı ki! Çok şey oldu. Dünyayı kasıp kavuran bu salgın dolayısıyla cezaevindeki yaşam şartlarımız daha da zorlaştı. Koronanın Türkiye’ye giriş yapmasıyla, aile ve arkadaş görüşlerimiz uzunca bir süre ortadan kaldırıldı. Bunun yerine haftalık 20 dakika telefon görüşmeleri getirildi. Sizce bu hak ihlali değildir de nedir? Tüm dünya olağanüstü hal ilan edip, cezaevlerini boşaltırken, Türkiye “Yargı İnfaz Paketi” kapsamında özel çıkartılmış kanunlarla, kendince belirlediği kişileri, kadın katillerini, mafya baronlarını, ya tahliye etti, ya da izin altında özgür bıraktı. Birçok hasta siyasi tutsak ise hala içerde. Ben ve benim gibilerse, dokunmaktan, sarılmaktan men edilerek, izolasyon adı altında, sevdiklerimizden uzak tutulduk. Cezaevleri kimileri için boşaltılırken, kimileri için yer açıldı. Elbette düşünce suçluları, siyasi suçlular için… Her geçen gün, koronaya rağmen, bir çok arkadaşımız tutuklandı. Karantina bahanesiyle, aylarca hücrede tek başına kalmaya mecbur bırakıldı.
Revir, hastane gibi daha nice sorun… Örneğin bu süreçte, hatta daha da uzun süreden beri, hiç bir kültür-sanat dergisini ne görebildim, ne okuyabildim. Yani anlayacağınız üzere, burada, hiç bir pratik, kuram, kültür, sanat yayını elimize geçmedi. Kitaplarımız ise sınırlı. Tüm cezaevilerinde “kitap kotası” denen bir uygulamaya geçilmiş durumda. Yani herhangi bir konu ile araştırma yapmak istesem, kaynak bulundurma, okuyup araştırma sorunu yaşıyorum. Ya da, sıkıldıkça, daraldıkça açabileceğim başucu kitaplarım yok, çünkü kitaplar sayılı veriliyor…
Başka şeyler de yapıyorum elbette… Yoksunluğun içerisinde hayaller kuruyorum. Bunu gözlerim açıkken yapıyorum, çünkü burada hayaller daha gerçekçi ve güçlü. Kahve içiyor, fal bakıyor, telvesiyle beyaz kağıda bir dünya renklendiriyorum. Çünkü burada, beyaz dışında başka bir renk yok. Dikip biçme işlerime devam ediyorum, yazıyorum, çiziyorum işte… Bazen oturup boşluğu şekillendirmeye çalışıyorum. Ellerim ve gözlerimle toprağı yakalıyorum, insanı görüyorum, sonra kendi sıcaklığımla onların sıcaklığını bir arada düşlüyorum. Ardından parmaklarımın arasında bir parça çamuru evirip çevirdiğimi, yoğurduğumu düşünüyorum. Tepeden tırnağa, dağı, taşı, denizi, toprağı seviyorum. Doğayı seviyorum. Baştan aşağı dünyayı gezip, gördüklerimi yazıp çizmek, yoğurmak istiyorum. Evet, anlayacağınız gibi, atölye havasını, ahşap kokusunu, mermer tozunu, çamurun yumuşaklığını çok özledim.
Bu kadar yoksunluğun içinde, elbette düşüncelerimin, kafamın, yoksun olmadığını söylemek isterim. Aksine, çok daha büyük bir düşünme içerisindeyim. Yoksunlukların bana sınırlar koymasına izin vermiyorum. Yıllar içinde dinlediğim bir şarkıyı, izlediğim bir filmi, okuduğu bir hikayeyi, gördüğüm bir resmi hatırlıyor, burada onlarla tekrar karşılaşmanın verdiği anlamın, özünün özüne varıyorum. Hatta yaşadığım sıkıntılar anılarımın, anılarımızın ne kadar özel olduğunu hissettiriyor.
Ayrıca, koğuş arkadaşlarımla, tüketimin bu kadar yoğun olduğu bir dünyada, bizi tüketmelerine izin vermiyoruz. Geçit vermiyoruz, tüketmek isteyenlere. Komünal yaşamımızda her şey hepimize ait. “Ben” yok, “biz” var. Mülkiyete yer yok. Bu da resimlerime esin yaratıyor. Dedim ya, yoksunlukların düşüncelerimi, yapmak istediklerimi ve hislerimi uzaklaştırmasına izin vermiyorum. Mücadeleme böyle devam ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerimi size ulaştırmam da sınırları aşmanın başka bir yolu olsa gerek.
Farklı mekanlarda da olsak, her birimiz, bizi kısıtlayan sınırları aştıkça, paylaşımları ve dayanışmayı birlikte büyüteceğine gönülden inanıyorum. Çünkü buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var…
Sizleri kucaklıyorum. Yakın bir sürede görüşmek dileğiyle.
Bitmeyen selam ve sevgilerimle…
Dilan Cudî Saruhan
29 mart 2021, Bakırköy Hapishanesi.
İşte bizlere bir süre önce, Amed zindanından yolladığı mektuplarda Zehra Doğan’ın yazdığı sözcükleri hatırlatan satırlar…
Dilan Cudî’nin tutsak olduğu Bakırköy cezaevinden, başka bir can dost daha geçti, yüreğine asla silemeyeceği izler kazınarak… ve bugün Avrupa’da sürgün, Aslı Erdoğan.
Kendisi için bir dayanışma kampanyası sürdürülen kürt şarkıcı Nûdem Durak’ı saymamak olur mu? O da hala zindanda…
Dört sanat yaratan kadın, dört farklı tutsaklık, ama her birinde ayakta tutan ve direnç veren güç, kolektif komün ruhu.
Ama, kamu oyunun tanıdığı bu dört isim, yine tanınan siyaset insanları dışında, kaç adı bilinmeyen kadın, Kürt veya muhalif oldukları için, sözde “terör” suçlamalarıyla aynı kadere sürüklendi, sürükleniyor ve unutuluyor ?
Ne yazık ki, yakın tarihte AB ve Türkiye iktidarı arasında gerçekleşen görüşmelerde bunların sözü bile edilmiyor. Oysa ki, Türkiye’de her gün ihlal edilen insan haklarının savunulması, uygulanan aşağılık ve adaletsiz rehin alma politikalarının, yüksek mevkilerde ve kamuoyu önünde en azından işaret edilmesinden geçiyor.
*
Dilan Cudî Saruhan’ın kim olduğunu öğrenmek isterseniz sizleri 2019’un Ağustos ayında paylaştığımız mektubunu okumaya davet ediyoruz.
Dilan Cûdî Saruhan
B‑4 Koğuşu
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi
Zuhuratbaba Mah. Dr. Tevfik Sağlam Cad.
Bakırköy – Istanbul