Türkçe | Kürtçe gorki.de | English gorki.de

Still Strong” Berlin’de bulu­nan Max­im Gor­ki tiy­a­tro­su­nun fark­lı bölüm­lerinde göre­bile­ceğiniz bir etkin­lik. Can Dün­dar’ın hazır­ladığı “Silivri hücre­si” ve “Küçük Şeyler Müze­si”, Timur Çelik’in tut­sak portreleri ve Zehra Doğan’ın ceza­e­vi res­im­ler­ine yer veren “5 numar­alı ceza­e­vi” isim­li kişisel ser­gisi 1 Hazi­ran — 19 Eylül tar­ih­leri arasın­da görülebilecek.

Alman gazete­ci ve yazar Arno Wid­mann, Zehra’y­la Gor­ki için bir söyleşi gerçekleştirdi…


Gazete­ci ve ressam Zehra Doğan, Mardin’in Nusay­bin ilçesinde sokağa çık­ma yasağı ve güven­lik operasy­on­ları sırasın­da çizdiği res­im­leri sosyal medya­da pay­laştığı ve 10 yaşın­da­ki bir çocuğun not­larını haber­leştirdiği için hakkın­da örgüt üyeliği suçla­masıy­la açılan dava­da, örgüt pro­pa­gan­dası suçun­dan 33 ay hapis ceza­sı­na çarp­tırdı. Hazi­ran 2017’de tutuk­lanan Doğan 24 Şubat 2019 tar­i­hinde tahliye oldu.

 

maxim gorki berlin

ZEHRA DOĞAN • PRISON N°5


 

  • Zehra Dogan Gorki exhibition by Ute Langkafel
    Zehra Doğan • Max­im Gor­ki (Pho­to © Ute Langkafel)

Yak­laşık 600 günü Türkiye’nin fark­lı ceza­ev­lerinde geçir­di­niz. Hapis­hane­den arkadaşlarınıza yazdığınız mek­tu­pları okuduğum­da, bu uzun sürenin sadece korkunç kelime­siyle nite­len­e­meye­ceği izlen­i­mi­ni edindim. 

Türkiye’de hapis­hanede ede­biy­at ve sanat üre­ti­minin bir tar­i­hi, geleneği var. Ceza­evine girdiğinizde sadece bir hücre içine gir­miy­or­sunuz, aynı zaman­da yeni bir yaşam ener­ji­sine, rit­mine dahil oluy­or­sunuz, yoğun deney­im­ler yaşıy­or­sunuz. Ben­im için de böyle yaşandı bu süreç.

İçerdeyken sürek­li res­im yap­tınız. Bun­ların arasın­dan seçilen 70 civarın­da yapıt 2021 Şubatı’n­da Gork­i’nin Kiosk adlı ser­gi mekânın­da gerçek­leştir­ile­cek kişisel bir sergiyle izleyi­ciye sunula­cak. Aynı zaman­da o dönem gün­lük tut­tunuz, öyküler ve hat­ta bir roman kaleme aldınız. Okuduğum kadarıy­la tuvalet sırasın­da geçirdiğiniz uzun sürel­er de oluyordu. 

Tuvalet konusu şöyle: İçerdeki kadın sayısı­na oran­la çok az tuvalet vardı. İshal gibi bir durum olduğun­da, tuvalet­ten çıkıp tekrar sıranın sonuna eklen­mek gereke­biliy­or­du. Ceza­evin­de­ki yoğun çalış­ma konusuna gelirsek: aslın­da ben­im tem­bel bir yapım var. Ama siyasal tutuk­lu­ların, mahkum­ların arası­na girmek bir disi­pli­ni de beraberinde getiriy­or. Sabah yedide kalkılıy­or, gece­yarısı­na kadar çalışılıy­or. Ben de bir nok­tadan son­ra, biraz zor da olsa bu ritme alıştım. Depresy­ona iyi gelen bir şey aynı zaman­da bu meşguliyet. Ayrı­ca ben­im içeriye alınışımı haber yap­mış gazete­ci arkadaşlar da katıldılar aramıza ve bu bende ayrı bir sorum­lu­luk duy­gusu oluş­ması­na neden oldu. Her şeyi bel­gele­mek istiy­or­dum. İçerde infaz görevlilerinin ve hapis­hane yöne­ti­minin yaşat­tığı hak ihlal­leri­ni kay­da geçirmek üzere bir gazete çıkar­ma fikri­ni geliştirdik.

Geceleri ay ışığı altın­da arkadaşınız Naz Öke’ye mek­tu­plar yazıyordunuz. 

Gündüz vak­ti  yapacak o kadar çok iş oluy­or­du ki, ancak geceleri vak­it kalıy­or­du kişisel mek­tu­pları yaz­maya. Sonuç­ta çok sayı­da mek­t­up birik­ti çünkü Naz’­dan rica etmiş­tim bana her gün yazsın diye… Ve arka say­falarını boş bırak­masını istemiş­tim. Böyle­lik­le bu boş say­faları kul­lanıp ilk çiz­gi romanımı üretebilecektim.

zehra dogan delcourt bd prison no 5 diyatrbakir amed graphic book

Siyasal aktivist olmanın yanı sıra, boyuy­or­sunuz, yazıy­or­sunuz. Ceza­evin­de siyasal mahkum­ların kazandırdığı disi­plin­den bah­set­miş­tiniz. Peki, şimdil­erde nasıl gidiy­or çalışmalarınız?

Eski tem­bel gün­ler­ime geri dön­med­im sonuç­ta. Yapacak o kadar çok şey var ki önümde ‑her tür pro­je, konuş­ma, sözleşilen işler. Mesela kadın dergi­leri yayın­larının kapak­larını tasar­la­mamı rica ediy­or­lar. Eğer ceza­evin­de kendi­mi çalış­ma konusun­da disi­pline etmemiş olsay­dım, şu yap­tığım işleri gerçek­leştire­mezdim. Ceza­e­vi gün­leri öncesin­den daha fazla moti­vasy­on taşıy­o­rum artık.

Arkadaşınız Naz Öke ile nasıl tanıştınız. 

2015 yılın­da ben Nusaybin’deyken.

nusaybin drapeaux zehra dogan

Burası Türk ordusu tarafın­dan kısa zaman son­ra dümdüz edilmiş olan Kürt şehri, bildiğim kadarıyla. 

Evet, 2016 yılıy­dı. Son­rasın­da da bu zaferi kut­la­maya gir­iştil­er ve bu yıkımı bel­geledik­leri fotoğrafı Türkiye’de­ki anaakım gazetelerin kapak­ları­na yer­leştirdil­er. Ben de basın­da çıkan bu imgeyi aldım ve cep tele­fon­um­la yap­tığım diji­tal müda­ha­leyle bir resme, bir karşı-eyleme dönüştürdüm. Bu yüz­den de tutuk­landım. Bir sene önce 2015’te bir röpor­taj vesile­siyle gelmiş­tim Nusay­bin’e. Naz Fransa’­day­dı ve şehirde res­im­ler yapan bir gazete­ci olduğunu duy­muş,  gazete­si için röpor­taj yap­mak üzere beni ara­maya gir­işmişti. Böylece tanıştık ve bir­lik­te çalış­maya başladık. Ama bir­bir­im­izi yakın­dan tanı­mamız ceza­evin­den gerçek­leştir­ilen mek­t­up trafiği sayesinde mümkün oldu, diyebilirim.

Mek­tu­plarınız­da ceza­evin­de yaşayan, yuvalarını tel örgülere kuran güvercin­ler­den bahsediy­or­sunuz. Okuduğum kadarıy­la, size bir mesaj verdik­leri­ni his­set­miş­tiniz. Nasıl bir mesajdı bu? 

Saatlerce aramız­da tartıştık bu konuyu o zaman­lar. Önce dedik ki, tel örgüler onları ve yavru­larını kedil­er­den ve baş­ka tehditler­den koruy­or. Ama tellere takılıp kalmış, ora­da can ver­miş güvercin­leri de görüy­or­duk. Bütün dünya kendi­ler­ine açıkken niye böyle tuhaf bir yere  kur­muşlardı yuvalarını? Kürt­lerin yazgısını çağrıştırıy­or­du bu durum bana. Onlar için de dünyanın fark­lı köşeleri açık­tı ama bu coğrafya­da tehlike altın­da yaşa­maya devam ediy­or­lardı. O yüz­den bu kuşlara karşı derin bir sem­pati besliyorduk.

Kitabın başlığı “Güzel Gün­ler de Göre­ceğiz”… 

Ceza­evin­de 28 yaşın­da, iki çocuk annesi bir kadın­la tanıştım. Bir kut­la­ma sırasın­da ger­il­la kostümü giy­diği için 3 yıl dört aya mahkum edilmişti. Babası daha o küçükken dokuz yıla çarp­tırılmıştı. Hemen son­rasın­da da annesi silahlı mücadel­eye katılmıştı. O gün­den beri annesin­den hiç haber ala­mamış. On yaşın­dayken beş kardeşine bak­maya başlamış. Hay­at­tan artık pek bek­len­tisi yok­tu. Ama Nazım Hik­met’in o dize­si aklın­dan çık­mıy­or­du. Çok etk­ilen­miş­tim bu durumdan.

Anne ve babanız nel­er yapıyor?

Annem ve babam konusun­da aslın­da çok fazla söyleye­bile­ceğim bir şey yok. Aramız­da bayağı bir yaş farkı var; onlar şim­di yet­miş yaşların­dalar. Dokuz çocuk­tan sek­iz­in­cisiy­im. Aramız­da­ki ilişkiyi belirleyen şey ise sürek­li beni bek­lemiş olmaları, diye­bilir­im. Sokağa çık­ma yasağı olan gecel­erde dışar­da kalın­ca beni bek­ledil­er defalar­ca. Nusay­bin şehrinden döneceğim günü bek­ledil­er, başı­ma bir şey gele­ceği korkusuy­la. Son­ra da ceza­evin­den çık­mamı bek­ledil­er. Ben­im için ölmek ceza­evine girm­eye yeğlenecek bir şey­di neredeyse. Ama onlar beni ceza­evin­de ilk gördük­lerinde çok mut­lu oldu­lar. Baş­ta anla­mamıştım duru­mu ama son­radan kavradım, halen hay­at­ta olduğum için sevinçliydiler.

Arkadaşlarınız ziyare­tinize gelebiliy­or­lar mıydı?

Aile gelebiliy­or­du ve tek ziyarette aile­den sadece beş kişi alıy­or­lardı. Üç arkadaşımın adını da yazdıra­biliy­or­dum. Ama yazdırdığım iki arkadaşım polis tarafın­dan aran­maya başlayın­ca sadece biri gelebil­di ziyarete.

Güzel gün­ler göre­cek miy­iz? Gele­cek zin­dan­ların olmadığı bir dünyayı getire­cek mi bize?

İçerdeyken insanın gele­ceğe inan­ması gerekiy­or. Bu inan­ca sahip­tim ceza­evin­deyken; halen de onu koru­maya çalışıy­o­rum. Bir gün içinde bulun­duğu­muz sis­temin çöke­ceğine emi­nim. Ama bel­ki o kadar uzun süre­cek ki, ben göre­meye­ceğim. Türkiye’ye bak­tığımız­da ise, Kürt­lerin güzel gün­leri daha yakın bir zaman­da göre­ceğine inanıy­o­rum. Ama o gün geldiğinde bun­dan haz ala­cak durum­da olmay­a­cağım ben. Çünkü bu yol­da şimdiye kadar çok insanı kaybettik.

O zaman güzel gün­ler gelmeye­cek mi, diyelim? 

Nes­nel değer­lendirme çerçevesinde mümkün ola­bile­cek, diye­bil­i­riz. Ama ben­im için, pek sanmıyorum.

Türkiye’nin Kürtlere olan yak­laşımı yakın­da değişe­cek mi?

Polis­ten kaçarken sığındığım yerde Kürdis­tan’a ya da Avru­pa’ya kaç­mayı düşünüy­or­dum. Bir dos­tum ise şöyle diy­or­du bana: biz seni sak­larız, sorun değil; zat­en 15 gün kaldı, Erdoğan reji­mi içer­den ve dışar­dan baskılara dayana­may­a­cak, bu tutuk­la­ma dal­gası­na son vere­cek ve tes­lim ola­cak. Tutuk­lan­mam­dan hemen önce, 2017’de yaşan­mıştı bu diya­log. Ceza­evin­den çık­tığım­da o arkadaşım­la tekrar karşılaştık ve karşılık­lı takıldık bir­bir­im­ize: 15 gün daha, 15 gün daha, diye.

Kuşku­lusunuz yani…

Erdoğan’ın sonunun Kürtler üzerinde uygu­lanan zul­mün de sonunu getire­ceği­ni düşün­müy­o­rum. Ben çocukken, Tan­su Çiller döne­minde (1993–96) Kürtler en korkunç yıl­ları yaşadılar. İki amcam katledil­di. Pek çok insan infaz edilip, kuyu­lara atıldı. Okul­da­ki Kürt çocuk­ları­na zor­la Türkçe day­atıldı. Haf­ta­da iki kez toplu­ca ”var­lığımızı Türk var­lığı­na armağan” ediy­or­duk, ”ne mut­lu Türk’üm diyene” diye haykır­maya zor­lanıy­or­duk. Yani mese­le Erdoğan ile başlamıy­or; korkarım ki, onun­la da bit­meye­cek Kürt­leri yok etme çabası. Erdoğan’ın dine dayanan görüş­leri gelenek­sel değer­lere ve mil­liyetçi bir temele yaslanıy­or. Kürt­lerin gele­ceğinin par­til­er arası pazarlık­lar sonu­cun­da belir­leneceği­ni düşün­müy­o­rum. Türk halkının özür dile­m­eye hazır olması gerekiy­or. Yani rejim­ler ya da kurum­lar değil, bireyler yaşanan­lar­dan dolayı üzün­tü duy­a­cak ve özür dileye­cek olgun­luğa erişmelil­er. Rejimde yaşanacak bir değişik­lik çok bir fark yarat­may­a­cak. Güzel gün­lerin gelebilme­si için men­tal­ite ve duygu­lar değişmeli ‑iki tarafta da.

O zaman gele­ceği görmek pek mümkün değil, anladığım kadarıyla. 

Ama sadece bu yol­la ilerlenebilecek.

Bu konu­da, göç­men­lerin gelişi öncesin­de­ki dönem­den daha az yardım geliy­or sanırım Avrupa’dan.

Türkiye’de­ki çatış­malı ortam ve Türkiye’nin mese­leleri askeri yön­tem­ler­le çözme ter­ci­hi Avru­pa tarafın­dan sürek­li olarak destek gördü, çünkü bir silah ticareti var orta­da. Avru­pa hükümet­lerinin Erdoğan’ın mafyavari yön­tem­leriyle ilgili pek bir sorunu yok gibi görünüy­or. Şimdil­erde Avru­pa ken­di Yakın­doğu’­da­ki jeopoli­tik çıkar­larını işler kıla­bilmek için sürek­li olarak ”göç­men sorunu”nu bir bahane olarak kullanıyor.

Çeviri: Erden Kosova

  • Timur Çelik • Max­im Gor­ki “Wit­ness”
gor­ki-zehra-dogan-prison-n5

Fotoğraf: © Esra Rotthoff

KEDISTAN on EmailKEDISTAN on FacebookKEDISTAN on TwitterKEDISTAN on Youtube
KEDISTAN
Le petit mag­a­zine qui ne se laisse pas caress­er dans le sens du poil.