Geçtiğimiz ay, İtalya Fransa sınırında, Briançon — Clavières hattında yaşanan mülteci akınlarını gözlemlemek ve burada oluşan mülteci dayanışmAsına katılmak üzere sınır boylarında uzun bir yolculuk yaptım.
Gözlem ve deneyimlerimi sizlerle bölümler halinde yayınlayacağım bir yazı serisi ile paylaşmak istiyorum.
3 | Sınır boylarında • Parmakların ucunda yürümek
Montgenèvre sınır boyunda geceleri parmak ucunda yürüyen mültecileriz…
Bu gece, Kekou, Miguel ve ben gündüzden provalı mülteci adımlarla bir yürüyüşe çıkacağız. Her gece, karla kaplı yasaklı sınır boylarını umutla ve kaygıyla adımlayan mülteci gruplarına bu defa biz de eşlik edeceğiz.
Hummalı bir hazırlık var. Ben de hazırlanıyorum. Ve işte bütün ekipmanımla hazırım. Tele, geniş açı, mikrofon yedek piller, herşey tamam. Tek kaygım, gece karanlığı ve ışık yetersizliği. Çünkü flaş, spot ışığı, cep telefonu, kafa lambası, el feneri, çakmak, sigara, hiç bir ışık kaynağı kullanmamamız gerekiyor. Bu, mülteci adımlı gecenin bana ve herkese fısıldadığı ilk kural…
Çıkıyoruz. Teknik nedenlerle önce belli bir yere kadar aracımızla gideceğiz, sonra da yaya devam edeceğiz. Montgenèvre ana yolunun alt tarafındaki ırmağın yan yoluna geçeceğiz. Burada ise Briançon istikametine uzanan karlı dağ ve orman güzergahına, mülteci ana geçiş hattına konumlanacağız.
Nihayet Fransız sınır kontrol noktasını sorunsuz ve olağan bir halde geçip aracımızı ara sokalarıdan birinin girişinde uygun bir yere park ediyoruz. Araçtan çıkmadan önce kural gereği, cep telefonlarımızın pillerini çıkarıp telefonlarla birlikte alüminyum bir tencerenin içine koyup kapağını kapatıyoruz.
Bu gecenin tüm anlarını, mültecilerin karanlık gecede ne şartlarda ilerlemeye çalıştığını gözlerinizin önüne getirebilmeniz için yazıyorum… Bizim bir can derdimiz yok, ve yakalanma riskimiz ve sonuçları mültecilerin riskleri ile elbette ki mukayese edilemez!
Gece 02:00 suları… Kamerayı geniş yağmurluğumun içine gizleyip Montgenèvre’in ıssız ara sokaklarını adeta parmak uçlarımızda yürüyerek geçiyoruz Arada, yürüdüğümüz ara sokakların ana caddeye açılan köşe başlarına dikkatle sokulup, siren lambaları yana-döne geçen sınır jandarma ekiplerine ve faşist milislerin (Génération İdentitaire) olası gece devriyelerine dikkat kesiliyoruz. Bir süre sonra ana caddeyi gören kar makinası parkına doğru ilerliyoruz. Sınır jandarma devriyeleri sıklaşmadan ana caddeyi ve ırmak yolunu gören bu noktaya farkedilmeden konumlanmamız gerekiyor. Ancak bu pek de kolay görünmüyor. Çünkü burada Montgenèvre Meydanını ve ana arterleri izleyen bir kaç kamera var ve onlara mümkün mertebe görünmememiz gerekiyor. Sorunsuz bir çalışma için jandarma ve faşist milis devriyelerine de yakalanmamamız gerekiyor.
Sessiz adımlarla, araba farlarından ve arada bir geçen jandarma devriyelerinden sakınarak ilerlerken bir an 1991’deki Irak Körfez savaşı günlerine gidiyorum. Savaştan ve ölümden kaçan Kürt mültecilerin Türkiye Kürdistanı sınırlarına akın ettiği o trajik göç yollarında yürüdüğüm günlere…
1991 yılında aralarında annemin1de bulunduğu bir grup insan hakları aktivisti ve gazeteci ile birlikte Türkiye-Irak (Hakkari, Çukurca ve Üzümlü) sınırında inceleme yapmaya gitmiş ve bu çalışmalar sırasında bana klavuzluk eden bir Kürt genci eşliğinde jandarma, özel tim ve paramiliter korucuların takiplerini atlatmış ve sonra da Üzümlü sınırındaki o mayınlı yasak arazide ölü eşekler ve koyunlar arasında işte yine böyle parmak uçlarında, pür dikkat yürümek zorunda kalmıştım.
Photo: Max Pixel
Kar makinası parkındayız…
Ekipmanımı hazırlıyorum. Kamerayı ana yol ve Irmak tarafındaki loş alana doğru fiksleyip dikkatle beklemeye koyuluyoruz. Bu arada Kekou sesizce, kameranın üzerindeki mikrofon ışığını işaret ediyor. Siyah saç lastiği ile mikrofon ışığını kapatıyorum. Ancak bir süre sonra meydandaki ana aydınlatma lambasının ışığı sönüyor ve görüş alanımızı kaybediyoruz. Kekou yerimizi değiştirmemiz gerektiği söylüyor ve başka bir nokta bulmak için yanımızdan ayrılıyor. Bir süre bu kör noktada kalıp bekliyoruz. Miguel, ana yola doğru bakarken bir şey farkediyor ve kamerayı o yöne doğru çevirmemi işaret ediyor. Ana yolun ırmağa bakan sırtındaki bir reklam panosunun gerisinde ağaçların gölgesinde ayakta duran biri var. Miguel kulağıma eğilip, “Gözcü faşo milislerden biri olabilir” diyor. Ancak adam hiç hareket etmeden öylece duruyor. Bir süre sonra tam olarak kim olduğu anlayamadan da ortadan kayboluyor. Bu arada Kekou dönüyor ve ana yolun karşı tarafına geçmemizi yani ırmakla orman arasındaki alanda bulunan evlerin olduğu yere konumlanmamızı öneriyor. Fakat ana yolu dikkatle ve çok hızlı bir şekilde geçmemiz gerektiğini de ekliyor. Hazırlanıp yine sesizce ve dikkatle sokaklara dönüyoruz. Kekou önde, Miguel ve ben arkada ana yola çıkan ara sokakların gerisindeki karanlık ara sokak yolunda sessizce ilerliyoruz.
Konumlanacağımız yere yakın bir hizaya gediğimizde Kekou, Miguel ve benim bulunduğumuz yerde beklememizi, ana yolu önce kendisinin geçeceğini ve sonra da güvenli bir anda bizim de geçmemiz için işaret vereceğini söylüyor. Kekou ana yolu hızla geçiyor. Yolun karşısındaki üst geçit kavşağında yer alan bir reklam panosunun arkasına geçip bekliyor. Bu arada bir kaç araç geçiyor. Derken Kekou, bir gece kuşu sesiyle işareti veriyor. Biz de ana yolu geçip Kekou’nun bulunduğu reklam panosunun arkasındaki karanlık noktada buluşuyoruz.
Tam arkamızdaki üst geçide yönelirken ilerdeki bir ara sokaktan ana yola çıkan sınır jandarma aracı, siren lambaları açık ağır ağır bize doğru ilerliyor. Hemen olduğumuz yere çöküp jandarma aracının geçmesini bekliyoruz. Aracın sesi ve siren lambası yanıbaşımıza kadar yaklaşıyor… Araç üst geçit kavşağını dönüp yanımızdan geçerken farları üzerimizi yalıyor adeta. Kıpırtısız, öylece kalıyoruz. Ve, nihayet araç kavşaktan dönüp ana yolda geldiği yöne doğru uzaklaşıyor… Tamamen gözden kaybolduktan sonra üst geçidi hızla geçip, ilerde ırmağı ve yan yolu gören evlerin bulunduğu sırta tırmanıp bir evin bahçe duvarının dibinde, küçük bir ağacın altına konumlanıyoruz.
Kamerayı ırmağı ve yan yolu görecek bir şekilde yere fiksliyorum. Ancak ışık çok yetersiz ve mesafe aralığı da çok fazla. Arkadaşlarıma biraz daha yakına bir yere konumlanmamız gerektiğini söylüyorum. Tam hazırlanıp aşağıya doğru hareket ederken ırmağın üst tarafındaki ana yolun geçtiği meydan da bir hareketlilik başlıyor. Sınır jandarma ekipleri… Hemen bulunduğumuz yere yüzü koyun uzanıyoruz.
Arkadaşlarıma dönüp, “Kahretsin… Bugünkü geçişler için kötü, talihsiz bir an bu… Umarım bu tuzaklamaya kimse düşmez” diyorum, çaresiz.
Ard arda gelen sınır jandarma ekiplerinden inen jandarmalar telaşlı bir şekilde araçlarından çıkardıkları araç gereçlerle operasyon hazılığına başlıyorlar. Kekou “artık burada kalıp olacakları kaydetmekten başka bir seçeneğimiz yok” diyor. Ona, “bu lanet durumu haber verebileceğimiz birileri yok mu? Biz ne yapabiliriz ?” derken cep telefonlarını kural gereği arabada bıraktığımızı hatırlıyorum. Kekou, umutsuzca başını iki yana sallıyor…
Kamerayı ara ara kayda alıp olacakları beklemeye başlıyoruz. Yaklaşık bir saat süren bekleyişten sonra, bir grup jandarma ırmağa doğru hareketleniyor. El fenerleri eşliğinde ırmağın olduğu yere doğru iniyorlar. Bunu gözlemleyebiliyoruz ama çekim için ışık çok yetersiz… Bir süre orada sesizce bekliyorlar… Sonra ırmağın çevresini, ormanı ve hatta bizim bulunduğumuz alanı fenerlerle tarıyorlar. Güçlü, uzun mesafeli fenerler kullanıyorlar. Bulunduğumuz yer en uç nokta da olmasına rağmen fener ışıklar altına uzandığımız ağacın yapraklarına kadar ulaşıyor.
“Dur! Yat yere! Kıpırdama! Ellerini başının üstüne koy! Ellerini başının üstüne… Çantanı kenara bırak! Tamam, kıpırdama! Kıpırdama öyle kal!” Küçük bir kargaşa anı… Belli belirsiz bir kadın sesi, acıyla ırmağın bulunduğu alanda bir yere düşüyor. Bağırış çağırış arasında iki el feneri oradan oraya hareket ediyor. Kamera kayıtta ancak arada bir yanıp sönen polis el fenerleri dışında bir görüntü yok. Derken, jandarma el fenerinin aydınlattığı kısa, bir anlık görüntü beliriyor. Merdivenlerle ırmağın arasındaki boşlukta jandarmaların arasında genç, kırmızı pantolonlu siyahi bir erkek bu. Muhtemelen iki ya da üç kişiler. Bir kadın, iki erkek. Yerde yüzün koyun uzanmış bir halde, kamerayı sıkıca kavramış, vizöre dayadığım gözümden geçen belli belirsiz gölgeleri kaydetmeye çalışıyorum. Merdiveneleri çıkan jandarma gölgeleri… Geride, ırmağın çevresinde yanıp sönen jandarma fenerleri, anlaşılmayan konuşmalar ve hareket eden gölgeler, gölgeler, gölgeler… Ana yolda, jandarma araçları hareketleniyor… Irmağa uzanan merdivenlerin başındaki geçişin koridorunda beliren bir kaç jandarma… Geçiş koridorunun sonunda, yol kenarında dizili bir kaç jandarma aracı, araçlara binen jandarmalar… Meydan aydınlatma ışıkları hala kapalı.. Bir kaç ana yol aydınlatma ışığından başka bir ışık yok. Operasyon bitmiş görünüyor.
Operasyonu izleyen ve yaklaşık yirmi dakika süren bu oyalanmadan sonra bir araç dışında, bütün araçlar konvoy halinde meydandan ayrılıyorlar. Kekou bir süre daha beklememiz gerektiğini söylüyor. “Kalan araç gittikten sonra gidebiliriz.” diyor. Bu arada ben de bir süre kamerayı kapatıp soluklanıyorum. Miguel’in’ “hey, bakın bir ambulans geldi!” uyarısıyla meydana doğru bakıyoruz. Ambulans meydanda bekleyen jandarma aracının yanına yaklaşıp duruyor. Kamerayı tekrar hazırlayıp kayda giriyorum.
Muhtemelen, ırmak civarında düşen kadın yaralandı ve ambulans onun için geldi. Ancak bulunduğumuz açı net ve iyi bir görüntü almamız için pek uygun değil. Kekou ve Miguel’e dönüp, “Apartmanın arka tarafına geçmeliyiz, buradan pek iyi görüntü alamıyorum” diyorum. Kekou, “haydi o zaman…” diyor. Çabucak fırlayıp apartmanın arka tarafına, binanın garajının köşesine ana yolu ve meydanı görecek şekilde yerleşiyoruz. Ancak henüz kamerayı hazırlayıp ambulansın bulunduğu alana doğru yöneltirken, aşağıdan üst geçidin bulunduğu yönden jandarma aracı bizim bulunduğumuz yöne yani orman girişine doğru yaklaşıyor. Apar topar, garajın yan tarafındaki bahçe duvarına doğru koşup, gizleniyoruz.
Aynı anda jandarma ekibi de yirmi metre ilerimizdeki yan yola geliyor. Arabanın farı az önce bulunduğumuz köşeyi aydınlatıyor ve orman içine doğru uzanan yolda bir süre ilerleyip bir u dönüşü ile geri geliyor ve ana yola doğru uzaklaşıyor. Tekrar garaj duvarının köşesinde konumlanıyoruz. Ambulans ve jandarma aracı hala aynı yerde beklemeye devam ediyorlar. Ambulans yaklaşık yirmi beş dakika aynı pozisyonda bekledikten sonra hareket ediyor ve Briançon istikametine doğru gidiyor. Peşinden de jandarma aracı…Ancak jandarma aracı Briançon’a doğru değil sınır tarafına doğru gidiyor. Kamerayı kapatıyorum. Kekou ve Miguel’e “Artık bizde gidebiliriz” diyorum.
Mültecilerin grup geçişini görüntülemek ve onlara eşlik etmek için geldiğimiz sınır boyundaki bu hummalı ama talihsiz mülteci gecesini sabaha bağlayıp, aracımıza dönmek üzere ana yola doğru hareket ediyoruz.
Bu gece yaşadıklarımız çekim açısından pek tatmin edici olmadı belki ama, mültecilerin sınır boylarında yaşadıkları trajik ve stresli anların atmosferini doğrudan anlamamızı sağlamayı başardı sanıyorum…
*
Bir süre önce kaleme aldığım bu yazı Kedistan’da yayınlandığı gün, yani 5 Temmuz 2018 günü tekrar Briançon’dayım ve üzücü bir haber daha alıyoruz. Kaybolan ve bulunamayan, 28 yaşındaki bir mülteci gencin cansız bedeni, karın erimesiyle bulundu… Bu ne ilki ne de sonuncusu. Sınır boylarında, özgürlüğün diğer adı da ölüm…
Devamı gelecek…
1 | Sınır boylarında • Ölmek ya da ölmemek
2 | Sınır boylarında • Irkçı bariyerler ve dayanışma
3 | Sınır boylarında • Parmak ucunda yürümek
4 | Sınır boylarında • Özgürlüğün diğer adı ölüm
5 | Sınır boylarında • S O S …— …
6 | Sınır boylarında • Pusular ve kadın dayanışması
7 | Sınır boylarında • Dayanışma suç değildir!
Başlık fotoğrafı: Chez Jesus — Rifugio Autogestito