Türkçe | Français
Uyuyacağım birazdan. Gözümü mutlulukla yumacağım ve eğer ki yaşıyor olursam yarın sabah, mutlulukla bakacağım dünyaya. Mutlulukla uyumanın ve uyanmanın kıymetini biliyorum artık yirmi beş metre karelik evimde…
Ben oyun oynamaya sekseninci doğum günümde, bugün başladım kendime bir pasta alarak. Gülümsedim pastaya kendim diktiğim o tek mumu üflerken. Pasta almak ve mum üflemek, ne güzel bir oyundu benim için…
Anımsadığım nice oyunlarım var sekseninci doğum günüme kadar; hiçbiri de mutluluk oyunu değil…
Dört yaşında kaybettim annemi. Evimizin karşısındaki mezarlığa gömülmüştü annem. Uzunca bir süre, neredeyse her gün mezarlığa gittim tek başıma. Hep yalan söyledim anneme ben. “Babam beni dövmüyor” dedim mesela. “Matematik sınavım iyi geçti” dedim. “Okulun basketbol takımına seçildim” dedim. “Aşık olduğum kız ona yazdığım şiiri çok sevdi” dedim. “Üniversite okuyorum” dedim. “Askerlikten korkmuyorum” dedim. Anneme yalanlar söylerken içimden bir ses dedi ki bana, “annen biliyor her şeyi ve seni sevmeye devam ediyor olduğun gibi…” Annemle yorgunluk oyunları oynadım, mahzunluk oyunları… Ben sessiz harfleri senden öğrendim anne. Küçük ünlü uyumuyduk birbirimizin; senin gözlerin küçüktü, benimse bedenim. Yüreğin bir mezarda değil, yüreğimin içinde her daim…
Altı yaşındaydım. Babam her hafta sonu farklı bir kadınla eve geliyordu gece yarıları. Ben uyumuş gibi yapıyordum. Duyuyordum babamın ve kadınların seslerini. Gülüyordu kadınlar, neşeliydi sesleri ve daha da geç saatlerde iniltileri geliyordu kulağıma. Ben annemi düşünüp ağlıyordum sessizce. O kadınlar mutlu değildi oysa. Anlıyordum bunu. Annem de hiç mutlu değildi babamla. Bunu daha da iyi anlıyordum. Annem benimle uyumayı severdi, babamla değil! Anlamalarım yaralıydı hep, yaralı anlamlarla oynamaya başladım altı yaşında…
Dokuz yaşındaydım. Anneannem ve dedemlerdeydim bir pazar sabahı. Kahvaltıda bana dediler ki, “baban bakamıyor sana ve biz de çok yaşlıyız.” Sustum. “Babanın tarafı çok hayırsız” dediler. İçime bir ürperti geldi o anda. “Babanla konuştuk, seni bir yere göndereceğiz” dediler. Dizlerim titremeye başladı. “Güzel bir yer” dediler, “bir sürü arkadaşın olacak.” Nefessiz kaldığımı hissettim. “Okuluna bırakacaklar seni, almaya da gelecekler.” dediler. Başımı öne eğdim. “Yemekleri de çok iyiymiş ve her sabah kahvaltı yapabileceksin” dediler. “Sizde kalsam olmaz mı?” dedim fısıldayarak. “Gücümüz kuvvetimiz yerinde değil artık” dediler. Yetiştirme yurdunun ranzalarında düşler kuracaktım artık. Charlie Chaplin babamdı mesela, resim defterime çizdiğim gökkuşağı anneannem, ay dedeyse dedemdi. Annem kadar onlar da seviyordu beni. Ama annem nasıl yanımda değilse, onlar da yanımda değildi. İnsanlara değil, sevgilere değer verdim. Bir hayal perdesinde Şarlo’nun yanı başında bitiverdim. Sevgi böyle bir şeydi ve dokuz yaşında sızılı düşlerle oynamaya başladım…
On yaşındaydım ve Kurban Bayramı’nda kesileceğimi söyledi yurt müdürü. Matematik dersinde sınıfın en zayıfıydım. Bu da yetmezmiş gibi beden dersinde takla atamıyordum ve her sözlüye kalktığımda dilim lal oluyordu. Yazılılarda doğru cevaplıyordum soruları, ama sözlülerde tek kelime bile konuşamıyordum. Bunun bir cezası olmalıydı. Çok ciddiydi kesileceğimi söylerken o şerefsiz adam ve ertesi gün bayramdı. Yurt koğuşundaki arkadaşlarıma anlattım bunu. Onlara da aynı şey söylenmiş. “Sizi kesip kurtulacağız sizden!” Hiç kimse tek yatmadı ranzasında o gece. Bir ranzada üç çocuk yattık kimimiz birbirimize sarılarak. Her birimizin şikayeti aynıydı, boğazımızın yanması… Ana babasının kuzusu değildi hiçbirimiz, ah nasıl anlatmalı bunu size… Bayram sabahı dizdi bizi karşısına o adam ve dedi ki, “devletimize kurban olun hepiniz, zor da olsa ikna ettim büyüklerimizi, kesilmeyeceksiniz!” Bayram hediyemiz buydu ama boğazımda, bu yaşımda bile bir yanma hissederim. On yaşımda ölgündü oyunlarım artık ve kuzulara bakınca et değil, can görüyordum…
On üçümde aşık olmuştum sınıfımdaki bir kıza. Sesim titreyerek açıkladım ona olan sevgimi. “İki oğlan daha aşık bana. Bir şiir yazacaksınız, hangisi hoşuma giderse, onu yazanla çıkacağım” dedi. Bir an düşündüm. “Niye bir yarış içinde olayım ki?” dedim. “Ne gerek var ki buna?” dedim. Ama çok sevmiştim o kızı. Aşk işte, aşk olsundu bana… Yurtta herkes uyuduktan sonra, yorganımın altında, bir elimde el feneri, bir elimde çizgili dosya kağıdı, şunu yazdım.
ey gün yüzüm
ne yazmayım başındaki
ne yazgıyım canındaki
gül kokusu olayım ben
avucunun içindeki…
Utana sıkıla verdim şiirimi ertesi gün bir zarf içinde. “Gitme” dedi, “okuyacağım hemen.” Bana “gitme” demişti sevdiceğim. Ben sevinmiştim, çok sevinmiştim… Açtı zarfı. “Çizgili dosya kağıdına yazmışsın” dedi kibirle ve başladı şiiri sesli okumaya. “Ben senin gün yüzün müyüm?” dedi gülerek. “Evet” dedim. Diğer iki şiiri gösterdi çantasından çıkartarak. “Bak” dedi, “bir şiirde bana tapılacağı yazılı, diğerindeyse benim için ölüneceği. Ya sen ? Sen ne yapabilirsin benim için?” “Gül kokusu” dedim, “gül kokusu olmak isterim avucunun içindeki…” “Sen kim aşktan anlamak kim” dedi bana suratını asarak. “Sen aşktan ne anlıyorsun?” dedim, “sen ne yapabilirsin sevdiğin için?” “Bana tapsın, benim için ölsün yeter ki, her şeyi yaparım” dedi. “Aşk yaşatır” dedim, “bin yaşatır aşk, coşkuyla, dopdolu, rengarenk…” Alaycı bir bakış beliriverdi yüzünde. İncitilmişlik oyunları oynuyordum on üçümde…
On beşimde sigaraya başladım. Matematikte hâlâ sınıfın en zayıfıydım, hâlâ takla atamıyordum ve sevdiğim kızlarca reddediliyordum. Ziyaretime gelen hiç kimse yoktu. Babamın umurunda değildim. Babamız devletti, öyle söyleniyordu. Bir gün okul bahçesinde ihtiyar bir sokak köpeği gördüm. Yanıma geldi, kıvrıldı. Sevmeye başladım, gözlerime baktı huzurla. “Baba” dedim ona, patisini uzattı. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Sizin anlamayacağınız bir dilde söyleşmeye başladık. “Oğlumu özledim” dedi. “Nerede?” dedim. “Öldü” dedi. “Niye?” dedim. “Sokaklardaki kediler, köpekler, çoğunlukla erken ölürler” dedi. “Ben erken ölecek miyim?” dedim. “Yaşayacaksın” dedi, “ben baban olacağım senin ve körpecik bir can mutlu edecek seni ömrünün son deminde.” Arkadaşlarım geldi yanıma. “Bir sigara” dedim, “bir sigara verin bana…” Beni evladı gibi gören bir sokak köpeğinin başını okşayarak içtim ilk sigaramı. On beşimde birçok ihtiyar sokak köpeğiyle gözyaşı ve izmarit dolu oyunlar oynuyordum…
On yedimde üniversite değil, mesela gökyüzünü okumayı seçtim. On sekizimde yurttan çıkartıldım ve devletin bulduğu hiçbir işte çalışmadım. Bütün arkadaşlarım devleti baba biliyordu, bense köpekleri! İlk işim balon satmaktı. Anne babalarının ellerinden tutarak geliyordu çocuklar yanıma. Seviniyordum çocukların mutlu olmasına, güvende olmasına, huzurlu olmasına. Bir kapıcı dairesinde kalıyordum dört kişiyle daha. Yurt ranzasında değil, kapıcı dairesinde şiir yazma oyunları oynuyordum.
aç avucunu
yorgun bir aşk şiiri gibi
sesim düştü düşecek
nice umutlar süzdüğüm
incecik yaşam çizgine senin
boylu boyunca uzanıverecek
aç avucunu…
Yirmi yaşında vatan hizmetindeydim, askerlikte. Benim vatanım yeryüzü, doğa ve evrendi oysa, bir de yüreğim. Hiç kimse bilmiyordu bunu. Çiçeklerle konuşmak bir vatan hizmetiydi mesela, derelerle dertleşmek ve yıldızlara isimleriyle seslenmek de öyle. Korktum askerdeyken ve nicesinin yaptığı gibi atış talimlerinde birinci olduğumu iddia etmedim, en hızlı koşan olduğumu söylemedim ve eksi on beş derecede bile üşümediğimi anlatmadım gururla! Vatanım yüreğimdi ve yüreğim yalnızdı, çok yalnız. “Tertip” dedim bir gün koğuş arkadaşıma, “ranzamız soğuk”. “Her şey soğuk tertip” dedi, “ranza, yatak, su ve insanlık.” “Yalnızız tertip” dedim ve bir türküye başladım. Sonunu ne o getirebildi, ne de ben. İkimizin de gözlerinde yaşlar birikiverdi… Yalnızlık oyunlarım askerdeyken daha da çoğaldı yirmi yaşında…
Evlenmedim hiç, evliliğe inanmadım. Yetiştirme yurtlarına gittim hafta sonları, çocukları evladım bildim. Bana küfrettiklerinde bile öz evladımdı onlar. Çocuklara da şiirler yazdım.
çocuk
oyun oynayacak arkadaş bulamayınca bir gün
ilk kez
kendisi gibi yalnız olduğunu düşündüğü
tanrı’yı çağırdı yanında
ellerinde bir sürü misket
sesi öyle nemli, öyle titreyerek…
Tutunamamışlığımla oynadım yıllarca, dalgın şiirlerle, küskün çocuklarla, kapıcı dairelerinden asla büyük olmayan hanelerdeki ampullerden süzülen ışıklarla, güvercin tedirginlikleri ve yorgun argın umutlarımla. Yorgun argın umutlarımla oynayarak ihtiyarladım…
Bugün bir çocuk parkında otururken bir kız çocuğu geldi yanıma. “Amca, sen kaç yaşındasın?” dedi. “Seksen” dedim. “Doğum günün ne zaman?” dedi. Birden aklıma gelmedi doğum günüm. “Dur kızım” dedim, “nüfus cüzdanıma bakayım.” Nüfus cüzdanımı çıkartıp baktım, “bugünmüş” dedim. “Gel” dedi, “sana hediye vereceğim ben.” Karşımızda anne babası, gülümseyen bir çift yürek. Kalktım banktan, tuttu elimden, salıncağa götürdü beni. “Otur salıncağa amca” dedi. Oturdum. “Seni sallayacağım” dedi, gülümsedim. Küçücük bir kız çocuğu salladı beni sekseninci doğum günümde. Gözlerim doldu sallanırken. “Ağlama amca” dedi, “bugün senin doğum günün…” Beni nice sokak köpeği, çam ağacı, çakıl taşı sahiplenmişti, ama ilk kez bir insan, körpecik bir kız çocuğu bana böyle koskocaman bir içtenlikle baktı. “Hediye al amca” dedi, “param olduğunda ben sana hediye alırım, ama bugün kendine bir hediye al.” “Söz” dedim, “hediye alacağım kendime…” Doğum günümü sekseninci doğum günümde kutladım ilk kez. “Ne hediye alsam ki kendime?” diye düşünürken, on beşimde söyleştiğim o sokak köpeği beliriverdi gözlerimin önünde. “Ah oğlum” dedi, “can oğlum” dedi, “sen hiç pasta yemedin ki, pasta al kendine …”
Ben oyun oynamaya sekseninci doğum günümde, bugün başladım kendime bir pasta alarak. Gülümsedim pastaya kendim diktiğim o tek mumu üflerken. Pasta almak ve mum üflemek, ne güzel bir oyundu benim için…
Mutluluk oyunları oynamak da varmış nasibimde; bunu da sekseninci doğum günümde öğrendim…
Kedistan’ı destekleyin, bağışlarınızla yaşatın
Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.