Daha başlığı atarken, bana bir şeyler oluy­or. Canım çekiyor…

Ağzımız­da yayılan o soğuk lezzetin yeri bam­baş­ka değil mi? Don­dur­ma hep­imizin sevgilisi. Sev­eninin yaşı yok. 77’lik dede de keyif alıy­or, daha “don­dur­ma” demesi­ni bile­meyen bebe de… Üste­lik don­dur­ma yerken ikisinin de eksilmiş ya da henüz çık­mamış diş­leri düşün­me der­di yok!

Yaz, kış, bahar, her mevsim dil­im­izin üzerinde kayan don­dur­ma, en sevilen yiye­cek­lerin başın­da geliy­or. Yemek son­rası tatlı rolünü en mükem­mel şek­ilde oynadığı gibi, en olmadık saatlerde oburluk telim­ize basıveriy­or. Han­gi tipte seçtiğinize göre fark­lı zevk­leri var. İki top, üç top, avu­cun içine cuk diye otu­ran külah­ta, yavaş yavaş yürüy­erek… Külahın kenarların­dan akıt­ma­maya dikkat ederek… Dikkat etmeden olmaz. Şaş­maz kuraldır, beyaz giymişs­eniz illa ki üstünüze damlar. Bebelerin eline ver­ince illa ki yere düşer, ve ufak­lığı ağlatır. Kaldırım­da­ki kay­mak­lı top yarı erim­iş halde sar­man kediye kıs­met olur, çuku­latayı köpekcik lüple­tir. Seçim sırasın­da gönül frigoya git­miş ise, ambal­aj özen­le yırtılarak soyu­lur ve söyle bir bakılır. Üstünü kaplayan ince çuku­la­ta, ya da meyveli taba­ka çat­lak çıkarsa, insan bir bozu­lur… Kimisi tepesin­den ısırarak başlar, kimisi önce çuku­latayı kemirir. Kimisi de sonun­da elde kalan çubuk­ları birik­tirir. Kok­teyl kupasın­da­ki kom­pozisy­onun üstü bir karış kre­ma bulu­tudur. Bazıları önce bu bulu­tu tüke­tir. Bazıları da uzun kaşık­la arke­olo­jik kazı yapar gibi diplere iner. Teknik ve biçim ne olur­sa olsun zevki­ni çıkara çıkara yenen bir şey­dir dondurma…

Don­dur­ma yal­nız damak zevkine değil, göze de hitap ediy­or. Her şey­den önce göze! Kardeş kardeş bir küla­ha sığışan iki renk, iki aro­ma en gelenek­sel görün­tü. İsp­anya’da küla­ha yaprak yaprak konan ve sonun­da ortaya nefis bir gül çıkaran don­dur­malar kısa sürede dünyaya yayıldı.

do

Forêt aux trois par­fums” (Üç aro­ma­lı orman). Naz Oke 2021. adoptart.net

İlk temas göz olduğu için az son­ra bizi key­i­flendi­re­cek lezzeti hay­al ederek, arzu­la­yarak seçim yapıy­oruz. Seçim yap­mak da ne zor­dur yani. Çeşit çeşit ambal­a­jların sardalyalar gibi üst üste bek­lediği don­duru­cu­nun önünde, cam­lı kapı açıl­madan derin bir düşün­me anı yaşanır. Top don­dur­ma­cının vit­rinin­de­ki sıram sıram kare kapların için­de­ki ren­klere bakarak hülyalara dalınır. Neyle neyi bir­leştire­ceğine karar ver­m­eye çalışan don­dur­ma­sev­er, cid­di kararsı­zlık­lar yaşar. Arkada­ki sıra­da sabırsı­zlanan­lar stres yaratır. Ya her zaman­ki ikili, ya da üçlü seçilir, ya da yeni kok­teyller denenir.

Gez­gin don­dur­ma­cılar, insan­ları bir araya toplayan sosyal bir unsur gibidir. Çocuk­lar ellerinde bozuk para ile cıvıl­da­yarak yak­laşır. Seçenek­ler kısıtlıdır ama o bildik lezzet ağız­da belir­ince yüzlerde mut­lu­luk okunur. Bu cüm­leyi yazarken, limon­lu don­dur­manın tadı beyn­ime doluyor…

Maraş don­dur­ması biz­im ellerin damağı­na çok yakışan bir lezzettir. Ama bir çoğu­muz don­dur­ma­cının bize yapacağı işkenceleri önce­den düşünüp, almak­tan vaz geçer­iz. “Ben tur­ist değil­im, bana yap­maz” diyen­ler yanıl­sa, tuza­ğa düşse kızarıp bozarsa da sonun­da sakı­zlı-kay­mak­lısını yer!

dondurma

Sine­ma “Frigo“suz neye ben­z­er? Eski nes­lin Frigo’­suna bir saygı duruşun­da bulu­nalım: Büyük­ler­im­izin “Çamur” olarak adlandırdığı bu Yeşilçam don­dur­ması sap­sız bir dikdört­gen priz­may­dı. İncec­ik sarı yaldız ambal­a­jın üst kıs­mı, zar zor soyu­lur­du. Yaldız parçaları çuku­lataya yapışır, hele ki dol­gu dişimiz varsa, temas ettiğinde eksi bir elek­trik hissi ile yüzümüz buruşur­du. Yine de iştahla dişlenir, kalın bir çuku­la­ta kabuk içinde gerçek­ten de çamu­ra ben­z­er bir çuku­latalı don­dur­ma keşfedilir­di. Sonuna geldikçe ele yüze iyice bulaşır, ambal­a­jın kalanı neredeyse son kıvrımı­na kadar yalanırdı. Çamur’un ayağını kay­dıran minik kaplar­da iki aro­ma­lı sunulan, ve evci­lik oynar gibi mini­cik bir plas­tik kaşık­la yenen don­dur­malar oldu. Bun­lar hala var mı bilmiy­o­rum. Bugün önümüze saçılan bin­bir çeşit, ren­garenk seçenek­lerin olsa da ara­da canı eski tat­lar­dan isteyen oluy­or­dur mutlaka.

Don­dur­ma gelenek­sel tatlıların en kral­larının üstüne taç gibi otu­rur. Cesur mut­fak­ların şefleri yeni lezzetler den­er. Bir zaman­lar, “hadi ya olur mu?” diy­erek, pek de inan­ma­yarak denediğim kekik­li, lavan­talı, rey­han­lı don­dur­maların lezzeti hala damağım­da. Zeytinyağı da son senel­erde hakketiği yere otu­run­ca, don­dur­maya da aro­ma oldu, çok da güzel oldu. “Olur mu ya?” dememek gerek demek ki… Oluy­or­muş… Son senel­erde gelenek­sel, ve sade tar­i­fler­den bir kaç kulaç uza­k­laşarak damak tadımıza sunulan yeni don­dur­malar çık­tı. Bu icat­ların çoğu çok isa­betli karışım­lardı ve bildik lezzetlere ve gün­lük alışkan­lık­larımıza gir­di bile. Ve bizler de bu ilahi tat­lar sayesinde don­dur­ma bağım­lısı ve bel­li markaların sadık müdavim­leri olduk. Yer gök araştırıy­o­rum. En iyi don­dur­malar diye bir klas­man yapılmış mı? Yok, yok… Ben köyüm­den pek çık­madığım için, gez­gin arkadaşlar­dan yardım istiy­o­rum. Herkes bir şeyler söylüy­or. Kimi “İtalyan don­dur­ması!” diye haykırıy­or. Milano’­da “Choco­lat Milano” ve “Bian­co Lat­te” adları ver­iliy­or. “Roma’­da, ‘Gela­te­ria del Teatro’­da­ki efsanevi çuku­latalıyı yeme­den ölmemek gerek” deniy­or. Bir çok kentte de açılan Grom’­dan bahsediliy­or… “ABD köken­li Ben&Jerry’s yal­nız doğal ürün­leri ile değil çevre­ci ve sosyal poli­tikasıy­la adının altını çiziy­or” deniy­or… Ben­im akıl­lı kızım “Han­gi ülk­eye, şehre gider­sin de illa ki bel­li bir mar­ka don­dur­ma yeme­den dön­mezsin?” soru­ma, ben Mc Don­ald diyarın­dan McFlur­ry yeme­den dön­mem diye cevap veriy­or! (Bu çocuğu ben mi yetiştirdim?) Arnavut­luk’­ta çok iyi don­dur­malar olduğu iddia ediliy­or… Kim­i­leri uza­k­lara git­m­eye de gerek olmadığını iddia ederek Kahra­man­maraş’a rakip tanımıy­or, kimi Moda’­da­ki Ali’nin don­dur­masını sayıy­or. Val­la ben onların yalancısıyım…

2019’da Kahve Dünyası bir araştır­ma yap­mış ve şun­ları açık­lamış : “İst­anb­ul ve Muğla Türkiye’nin en çok don­dur­ma tüketen illeri… Mar­mara ve Doğu Anadolu böl­geleri Kay­mak­lı, İç Anadolu Böl­ge­si Sütlü Çiko­latalı, Ege ise Bit­ter Çiko­latalı Don­dur­ma seviy­or”. En çok don­dur­ma tüketilen zaman ince­lendiğinde Ağus­tos ayı bir­in­ci sıraya yer­leşiy­or, Cuma, Cumarte­si, özel­lik­le Pazar, don­dur­ma gün­leri olarak öne çıkıy­or­muş. Araştır­ma yapılalı bir kaç sene oluy­or ama bu alışkan­lık­lar pek değişmemiş olmalı.

Ülkem­izde don­dur­ma tüke­ti­mi son yıl­lar­da kişi başı­na 3 litr­eye yük­selmiş. Bu mik­tar bazı ülkelere göre düşük seviyede. Don­dur­ma tüke­ti­mi Amerika’­da kişi başı­na 26 litre ve arkasın­dan Avus­tralya, Norveç, İsveç, Dan­i­mar­ka, İtalya ve Almanya… Avru­pa’­da don­dur­ma tüke­ti­mi orta­la­ma kişi başı­na 8 litreymiş.

Don­dur­ma ana bileşeni süt olan ve çeşitli mad­delerin ilavesiyle, ya da meyve suyu veya özü ile hazır­lanıp don­duru­larak elde edilen bir gıda maddesi.

Nerede ve nasıl ortaya çık­tığı tam olarak bil­in­mese de, bazı izler mev­cut. Fark­lı kay­naklar, don­dur­manın icadını fark­lı yer­lere taşıy­or… Kısacası don­dur­manın hikayesi biraz masal gibi. “Bir var­mış, bir yok­muş” diye başlaya­bil­i­riz yani…

Birkaç bin yıl önce, Bağ­dat hal­ifeleri, kar­la karıştırılmış meyve özü içer­miş… Bu tadı­na doyum olmaz içe­ceğe “şer­bet” denir­miş. Don­dur­manın öncüsü olan şer­bet, isim olarak da bugüne kadar gelmiş. Meyveli don­dur­malara “sor­bet”, “sor­bet­ti” deniy­or hala…

Efendime söyleyey­im, Milat­tan 4 asır önce, Büyük İske­nder’in sofrasın­da da meyveli don­dur­ma görün­m­eye baslamış. En canavar impara­tor­ların bile insancıl ve zayıf bir tarafı var demek ki… Bugünkü don­dur­maların atası sayıla­bile­cek bu soğuk tatlı, meyve salatası ve balın kar ile soğu­tul­masın­dan oluşuyormuş.

Don­dur­ma İmp­arat­or Neron’un damak kapris­lerinden biri de ola­bilir… Apenines Dağı’na yol­ladığı kölelere kar ve buz getir­tip, meyve nek­tarı, bal ve şer­be­tle karıştırtıp sofrası­na mis­afir olan şanslılar­la bir­lik­te key­i­fle yiyormuş.

Latin Ameri­ka da var… Bugünkü Mek­sika’­da Aztek­ler, Peru ve Kolombiya’daki halk­lar dağ tepelerinde­ki kar­ları, yemek­leri­ni ve içe­cek­leri­ni soğut­mak için kul­lanıy­or­muş. Don­dur­manın beşiği pekala bu bölge de ola­bilir ve Portek­i­zlilerin ve İtalyanl­arın, Latin Amerika’ya gelme­siyle yaygın­laşmış olabilir.

Kimi kay­naklar don­dur­mayı üç bin yıl­lık bir Çin icadı olarak çıkarıy­or önümüze. Don­dur­manın sır­rının ise, 1296’da, Çin gezisin­den Venedik’e dönen Marko Polo’­nun cebinde Avru­pa’ya geldiği öne sürülüy­or. İtalya kral­lığı da don­dur­may­la tanışmış ve ilk cid­di tar­i­fler ortaya çık­mış. Don­dur­ma dal­gası Cather­ine de Médi­cis sayesinde Fransa’ya da yayılmış. Kral 2. Hen­ri ve tabii ki bütün saray halkı bu tatlının zevki­ni çıkar­maya başlamış.

1660’da Sicilya’li Pro­co­pio di Coltel­li, Paris’te hem kahve hem de don­dur­ma sunan ilk mekanı açmış: Café de Tor­toni. Lezzet yel­pazesinde, gülden, kızarmış por­takal çiçeğine, bir­birinden fark­lı ve bazen hayret veri­ci 80 çeşit don­dur­ma olan bu mekan son derece ilgi uyandır­mış. Bu ilgi üzer­ine, 1676’da café patron­ları don­dur­ma imal hakkını res­mi olarak ele geçir­miş. 1798’de yeni don­dur­malar icat edilm­eye başlanmış.

Örneğin Café de Tor­toni’de 1828 yılın­da sunulan “Plom­bières”. Üç katlı piramit şek­linde kalı­planan ve şek­er­leme meyvel­er içeren, don­durul­muş muhallebiye ben­zeyen bir don­dur­ma çeşi­di bu. Fran­sız­ca­da plomb, kurşun anlamı­na geliy­or. O zaman­lar don­dur­ma kalı­pları kurşun­dan yapıldığın­dan bu ismi almış olmalı. Biz­im bildiğimiz, adı İtalyanc­a’d­an gelen “Tut­ti frut­ti”, ve bil­mum şek­er­leme meyvel­er­le dolu don­dur­maya ben­ziy­or yani…

İtalyan usta Tor­toni’nin içi don­dur­ma dolu bisküvisi de baş­ka bir örnek…

19. yy’­da ilk gez­gin don­dur­ma­cılar masalımıza katılmış. Tabii ki don­dur­manın bozul­ma­ması için koru­ma teknikleri de buna para­lel olarak gelişm­eye başlamış. 1862’de Lon­dra Evrensel Ser­gisi’nde, fran­sız mühendis Fer­di­nand Car­ré, saat­te 200 kg ve kesin­ti­siz olarak buz küp­leri imal eden bir cihaz sergilemiş. Birkaç yıl son­ra da Charles Tel­li­er, ilk soğu­tu­cu dolabı icat etmiş. 1904’de ABD’de gerçek­leşen Saint-Louise Evrensel Ser­gisi’nde ise ilk külahlar sivri uçlarını göster­miş. Kor­net kon­sep­ti Avru­pa’ya ancak 20 yıl­da gelebilmiş.

Fer­di­nand Car­ré’nin buz makinesi.

Türkiye don­dur­ma ile, Cumhuriyet döne­minde tanışmış. Don­dur­ma gelinc­eye kadar Anadolu’­da da yaz aylarının harareti­ni gider­mek için şer­betler içilir ve bazı yer­lerde karsan­baç adı ver­ilen kar hel­vaları kaşık­lanır­mış. Ülkem­izde de birçok meyve lezzetli don­dur­ma vardır ki bun­lar süt ve kre­ma ihti­va etme­zler, don­dur­manın atası gibi meyve şer­bet­lerinden yapılır­lar. Kahra­man­maraş’ın dövme don­dur­ması Türkiye ile özdeşleşmiş, özel bir çeşit. O kadar ağdalı ve sert ki, kas­ap kan­cası­na asılır ve bıçak­la kesilerek servis yapılıy­or. Türk don­dur­masını özel yapan unsurların en önemlileri sahlep ve sakızıdır. Bun­lar don­dur­manın yur­du­muza attığı ilk adım­dan beri değişmemiş şeyler… Bu ara­da sakız lezze­tinin hala Avru­pa’ya ulaş­mamış olmasını asla anlayamıyorum.

1929’da amerikalı Clarence Bird­s­eye, “derin don­dur­ma” pren­si­b­i­ni devr­eye sokun­ca, don­dur­ma artık iyice uçmuş… Bugünkü soğut­ma teknikleri ile hem tip, hem aro­ma olarak çeşitlenerek çoğalmış. İyi­ce demokratik­leşerek, don­dur­ma dükkan­ların­dan, bakkala, süper­mar­ket­ten, evlerin buz­dolapları­na kadar yayılmış. İyi ki de yayılmış!

Don­dur­ma nasıl bir şey?” diye düşününce, cev­abım hemen : “Don­dur­ma mut­lu­luk veren bir şey!” oluy­or. Fazla düşünüp taşın­maya da gerek yok. Hadi açın yüreğinizi. Oburluk telin­izin bal­lı sesi­ni din­leyin, bir don­dur­ma seçip baslayın yem­eye. Çocuk­lar gibi mut­lu olun…


Bu makale güncellenmemiş hali 2011’de ile Hillsider dergisi  N°63’te yayınlanmıştır.

Başlık res­mi:  Kulak ver 2022, Naz Oke. adoptart.net

Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.