Teneffüsü uzatmak için, dizinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Uçmak… Yer çekimini yok sayarak, ya da ona inat gökyüzüne doğru yükselmek. Kuşlar, kelebekler gibi kanat çırpmak. Hiç bir çaba sarfetmeden, bir bulut hafifliğiyle gezinmek. Ok gibi çevik, füze gibi güçlü, hızla yol almak. Uçmak, özgürlük duygusunun fiili. Ayakları yerden kesen mutluluk halinin resmi. Kendinden geçmenin, aklını yitirmenin şiiri. Kısacası, insanın hareket kısıtlılığını kafasına kafasına vuran ve onu en çok heyecanlandıran şeylerden biri…
“Gönlüm uçmak isterken semavi ülkelere ayağım takılıyor yerdeki gölgelere” diyor Necip Fazıl. Mevlana ise : “Aşk göğe uçmak, her solukta yüzlerce perdeyi yırtmaktır”.
Bir de “Söz uçar yazı kalır” diye bir deyiş var, ve adeta kendi anlamını kanıtlarcasına, bir yerlere yazılmış olsa gerek ki, ta Romalılardan bize kadar kalmış… Mısır hiyerogliflerinde uçmak fiili bir kuşla simgeleniyormuş. “Uçmak” sözcüğü bir çok eski dilde “cennet” anlamına geliyormuş.
Cennet. “Sıkılıyorum!”. Naz Oke 2009 adoptart.net
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde 17 anlam veriliyor uçmak sözcüğüne. Üşenmedim alıntıladım.
1- Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak “Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu.”- S. F. Abasıyanık. 2- Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak. 3- Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek. 4- Rengi solmak. “Rengi birdenbire uçtu.”- P. Safa. 5- Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek 6- Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak. 7- Belirmek. “Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu.”- S. F. Abasıyanık. 8- Patlayıcı madde ile parçalanmak. 9- Uçar gibi dalgalanmak : “Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor.”- A. İlhan. 10- Çok hızlı gitmek: “Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür.”- R. N. Güntekin. 11- Hava yolu ile gitmek 12- (mecaz) Yok olmak, ortadan kaybolmak. 13- (mecaz) Çok sevinmek. 14- (mecaz) Gerçek hayattan uzaklaşıp düşlere dalmak. 15- (argo) Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra kendinden geçmek. 16- (şaka yollu) Aşırılmak: 17- (din b.) Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek.
Kimbilir diğer dillerde neler var…
Pterodaktili yani kuş olma evrimine girmiş ama tam olarak uçamayan sürüngen dinozoru ve archaeopteryx, ya da pterosaurus gibi uçabilen dinozorları havada görmek için Jurrassic Park filmini beklemek zorunda kalacak olan insan, baştan beri kuşları, kelebekleri, pervaneleri, arıları, sinekleri, böcekleri kıskana kıskana yaşamış, hatta uçan balıkları bile görüp hayret etmiş. Kendi yarattığı kutsal kişiliklerin bir çoğu da uçsuz bucaksız gökyüzünde yaşayan, kanatlı veya kanatsız ama özel güçlerle yükselen, yani uçan kişilikler olmuş tabii ki…
Pegasus, Floransa’da Boboli bahçelerinde. Hermes kanatlı ayakkabılarını giyerken… Icarus ve Daidalus. Charles Paul Landon (1799)
Melekler, peri kızları başımızın üzerinde fır dönüyor. Mitolojide deniz tanrısı Poseidon ile yılan saçlı Gorgon Medusa’nın oğlu olan Pegasus kanatı beyaz bembeyaz at. Zeus’un oğlu haberci tanrı Hermes’in ise kanatlı ayakkabıları var. Girit’li İkarus balmumu ile yapıştırılmış kaz tüylerinden yapılma kanatları ile öyle bir zevklenip yükselmiş ki denizin nemi ve güneşin sıcaklığından kanatları eriyip gitmiş.
İkarus’tan bahsedip Hezarfen Ahmet Celebi’yi anmadan olmaz… Hezarfen uçma sevdası peşinde yanıp tutuşmuş bir Osmanlı bilginiymiş ve 1632’de kuş kanatlarını model alan bir araçla Galata Kulesi’nden mavi gökyüzüne bırakıvermiş kendini. İstanbul boğazını geçip Üsküdar’a indiği anlatılıyor.
1500 yıllarında Leonardo da Vinci’nin uçma imkanlarını bilimsel olarak inceleyen, yani “havadan daha ağır” bir cismin nasıl uçabileceğini sorgulayan çalışmalarından Herzarfen Ahmet Celebi de etkilenmiş midir, kim bilir? Hoş, Da Vinci’den de öncesi var…
Örneğin 850’de berberî bilim insanı Abbas İbn Firnas, kanat gibi açılabilecek genişlikte hazırlattığı bir manto ile İspanya Kurtuba’da bir kuleden atlamış. Aslında o uçmayı hedefliyormuş ama bu şekilde paraşütün atasını yaratmış, şanslıymış ki sadece birkaç çizik ve kırıkla kurtulmuş. Ardından 875’de kanatla, planör arası bir aletle bir minareden uçmayı denemiş. İnişte iki ayağını kırmasına rağmen bu uçuş bir başarı olmuş çünkü uçuş tam 10 uzun dakika sürmüş. Uçuş aletine bir de kuyruk eklemesi gerektiğini sonradan anlayan İbn Firnas kendini ilerki yıllarda izleyecek uçma delilerine öncü olmuş.
1738 yılında Mongolfier kardeşler de balonla uçmayı başarmış. İngiliz Sir George Cayley, 1796’da fransızların çalışmalarından esinlenerek bir model helikopter inşa etmiş, 1808’de hem insan boyutlarında olan hem de kanatlarını çırparak uçan bir ornitopter, 1809’da ise yolcusuz uçacak bir planör yapmış…
Bağdat’ta Abbas ibn Firnas’ın heykeli. Mongolfier kardeşlerin balonu. Sir George Cayley’in icadının 1973’te gerçekleştirilen kopyası.
Aslında birçok ülke kendi uçma tutkunlarının adları ve başarılarını sayıp havacılığın babası olduğunu iddia ediyor. 1900’lerin başlarında ülkeler arasındaki milli rekabet bazen tarihi olayları kaydetmekteki tarafsızlığa gölge düşürmüş. Örneğin kimi kaynaklarda Wright kardeşlerin havacılığın babası olduğu yazılıyor ama kimileri de başka isimler veriyor. İlk “cidden” uçan insanın : 1891 ve 1896 yılları arasında Berlin yakınlarındaki yapay bir tepecikten yola çıkarak 2000 planör uçuşu gerçekleştiren Otti Lilienthal olduğunu da kabul edebiliriz….
Bu isimler sadece bazıları. Onların açtığı yolda bir çok uçma tutkunu uğraşmış durmuş. Öncelikle hafif araçlar insanın aerodinamiği anlamasını ve uçma yolunda ilerlemesini sağlamış. Ve sonunda motorlu, yani “havadan daha ağır olur gene de uçabilen” araçların yolu açılmış. Motorlu bir araçla ilk uçan ise bir fransız : Clément Ader. İlk denemesini 1890’da yapmış ama şahit olarak sadece yanında çalışanlar varmış. Uçuş denemesi bittikten sonra, ancak yerdeki tekerlek izlerinin ortalarda 20 veya 50 metre silinmiş olduğu saptanarak Ader’in “uçtuğuna” yani kısa bir hoplama yaptığına inanılmış. Charles Lindbergh, yani takma ismiyle “Yalnız Kartal” amerikalı bir havacı. Lindbergh, Atlantik Okyanusu’nu 33 saat 30 dakikada geçerek New York – Paris uçuşunu hiç konmadan yapan ilk pilot olarak kaydolan isim.
Daha kimler kimler var uçan…. Saint Exupery’yi unutup haksızlık yapmayalım. O, güzelim Küçük Prens’in babası, 1944’de görevdeyken uçağı ile kaybolmuş pilot, yazar ve şair…
Hatta gelmiş geçmiş uçan adam ve kadınları, uçma tutkununu selamlayalım.
Bu arada birçok dilin hava jargonunda uçan ekibe “uçanlar”, yerdeki ekibe de “sürüngenler” dendiğini öğreniyorum.. Pek sevimli gelmedi değil mi ? Hostese de “uçan memeli” denmesi de tahammül edilmez derecede kötü bir şaka!
Şöyle bir bakalım başka ne var? Elbette uçan kahramanlarımız var! Superman en süper uçan adam… Aslında Spiderman de, Batman de uçuyor sayılabilir sanki… Matrix elemanlarına hiç girmeyelim, arkasından gelecek çok X‑man, falan filan…. yani sonu yok. Hayır! “Uçan Hollandalı” bir çizgi film kahramanı değil Richard Wagner’in üç perdelik operası!
Peki çocuklar için kimler uçuyor? Hadi Arı Maya’nın uçması normal de uçan fil Jumbo “havadan daha ağır olur gene de uçabilen” sıfatına mı sahip? … Şirinlerin bile bir tanesi uçuyor, adı da doğal olarak “uçan şirin”.
Madem eskilere gittik, Roger Vadim’in Barbarella filminde John Philipp’in canlandırdığı kör melek Pygar’a çocukluğumdan beri aşık olduğumu da itiraf edivereyim. Ah Pyger ah… uçan kahramanım.
Tabii ki, cadılar da var! “Uçan” ve “cadı” dendiğinde “çalı süpürgesi” geliyor hemen gözümüzün önüne. Harry Potter bile vazgeçememiş. Mary Poppins’in uçması ise çok normal, çünkü dünyanın eşyasını sığdırdığı çantasında o meşhur uçan şemsiyesi de var.
Bu uçurucu eşyalar yanında bir de “uçan halı” var ki, adeta toplu taşımacılığa adım atıyoruz. Alaaddin’di, Sinbad’dı cümle alemi taşıyor, cümbür cemaat. Yani “uçan halı” bir yerde masalların taksisi.
Masallardan çıkıp gerçeklere dönersek insanoğlunun uçma arzusunu biraz olsun doyuran araçlar zaten hayat boyu gözümüzün önünde. Daha kundakta başlıyor hikaye. Bebeyken “Uçtu uçtu kuş uçtuuuu!” diye hoppala hoppala uçuruluyoruz. Sonra salıncakta “uçarken” aynı heyecanları arıyoruz. Hoplaya zıplaya büyüyünce heyecan yaratan lastikle atlama, balon, planör, paraşüt ve paraşütün yamaç, deniz vesaire binbir hali, heyecan arayanları, adrenalinle hoplatıp, yumuşaklıkla bulutlara götürüyor… Yani sürekli bir “hop hop” durumu… Helikopter pratik bir pervane böceği, büyüklü küçüklü uçaklar zaman kazancı. Ve bunun bilim kurgudan gerçeğe ve aydan bilinmedik gezegenlere kadar yolu var….
İniş pisti. Naz Oke 2009 adoptart.net
Uçak korkusu, yükseklik korkusu içimizde “hop hop” yapar. Bu kez korkudan ama gene de “hop hop” işte…
Kimimiz hiç korkup çekinmeden, hayal gücü, yalan dolan, yüksekten uçarız. Kimimiz uçana kaçana saldırırız, kiminin de elinden bir uçanla bir kaçan kurtulur. Uçan kuşa borcu olanlar, şu veya bu şekilde kafayı uçuranlar, yuvadan uçup gidenler, rengi uçanlar, en azından rüyasında uçanlar….. Uçma sevdasına uykuda kavuşan, rüyasında uçtuğunu gören bir tek biziz belki. Rüya görüyor mu, hayal kuruyor mu bilinmez ama devekuşu da kanatları olmasına rağmen uçamayan tek kuş cinsiymiş…
Kavga sahnesinde, havada uçuşan yumruklar. Sahada, “uçan kaleci”! Üreten beyinler ise koyulunca uçuşan fikirler…
Kuşların okuldan çıkmış… Naz Oke 2009 adoptart.net
Uçuran rüzgar. Uçuşan sonbahar hali : yapraklar, şemsiyeler, şapkalar, saçlar, etekler. Uçuşmanın bir şiiri vardır değil mi? Boş ve loş bir sokağın ceryanında uçuşan şey bir plastik torba bile olsa (bu nereden aklımda kaldı diye uzun süre aradım, meğer American Beauty’den bir sahneymiş). Baharda burnumuzu gıdıklayan, polenler, üzerine üflenen kulağakaçanlar… Kış köşesinde uçuşan kar tanecikleri, hani arabada ilerlemeye çalışırken farlar önünde yuvarlak hareketlerle dönerek dansederler ya… Yaz köşesinde, kum fırtınasının kırbacı. Kapalı mekanlarda uçuştuğunu sadece içinden güneş hüzmesi geçtiğinde gördüğümüz tozlar. O sevimsiz toz, alelade bir naylon torba bile, rüzgarın bir mucizesi ile büyülü şiir olabiliyor işte…
Yavaaaaşça inip, ayağınızın önüne yumuşacık konuveren beyaz tüy, hangi meleğin kanadından koptuğu bilinmez…. Gökyüzünde kuyruk vurup aşağıdakileri selamlayan uçurtma. Aman kaçmasın diye tam ufaklığın bileğine bağlarken kaçırdığınız uçan balonun balkonlara, telefon tellerine değdi değecek yükselerek, süzüle süzüle uzaklaşarak gitmesi. “Uç uç böceğim annem sana terlik pabuç alacak ” Bu minik şirin böceği bulutlara yollarken, sanki onun aracılığı ile biz de biraz uçuyoruz. (Bu arada ona neden terlik ve pabuç alındığını hala çözmüş değilim).
Aşk böcüğü Herbie…
Birden Titanic filmindeki “Uçuyorum Jack!” sahnesini yazmak zorunda hissettim (bitmek bilmeyen ve seyrederken baygınlık geçirdiğim bu filmden hiç de bahsetmek istemediğim halde). Yolcu gemisininin burnunda sinemaskop şekilde uçar gibi olmak başka. Kendini arabada “yallah şöför yallah uçur beni” demiş gibi uçar bulmak başka.. Tamam ama, işte bir de altınızdaki araba uçan fosfos “aşk böceği Herbie” ise… Hatırladınız mı onu? Filmin şarkısı da vardı “çiti çiti beng beng” diye. Ama hadi biz şu şarkıyı daha uygun bulalım: “otomobil uçar gider ömrüm gibi geçer gider!….”
Ömrümüzden de yıllar böyle uçup gidiyor. Bu yazıyı 2010’a girerken yazmışım… Yaaaa işte, insan dediğin kuş misali, dün ben bunları yazıyordum, siz bugün okuyorsunuz…
İster uçuk kaçık kelebekler gibi uçuşun, ister ağırbaşlılıkla çırpın kanatlarınızı, gökyüzünüz hep açık olsun. İyi uçuşlar!
Teneffüsü uzatmak için, dizinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Başlık resmi: Flying, Naz Oke 2022. adoptart.net
Bu makale güncellenmemiş hali ile 2010’da Hillsider dergisinde yayınlanmıştır.
Kedistan’ı destekleyin, bağışlarınızla yaşatın