8 Mart Dünya Emekçi Kadın­lar Gününde Paris’te tüm ulus­lar­dan kadın­lar­la bir­lik­te Türkiye zin­dan­ların­da ölüme terkedilen has­ta tut­sak kadın­lar ve LGBTİ+lar da ile dayanış­mak için ken­disi­ni deklare eden “Has­ta Poli­tik Kadın ve LGBT+lara Özgür­lük Bileşen­leri”, Bir­leşik Devrim­ci Mücadele ile bir­lik­te bir pan­el gerçekleştirdiler.

Kuru­luşun­da has­ta poli­tik kadın ve LGBTİ+ tut­sak­ların Fransa’daki sesi ve soluğu ola­cak­larını ifade eden bileşenin ilk etkin­liğine Türkiye’den insan hak­ları savunucusu Avukat Gülizar Tuncer ve mücadele hay­atının 30 yılını ceza­evin­de geçir­miş olan Güneş Arduç Eli­uy­gun katıldı.

Sunumun­da Türkiye’deki son 40 yılın ceza­e­vi tar­i­hinin bir öze­ti­ni yaparken; “Türkiye’deki sis­tem poli­tik tut­sak­lara her zaman rehabilite/tedavi edilme­si gereken has­ta insan­lar olarak bak­tı” diye sözüne başlayan Gülizar Tuncer; “12 Eylül darbe­si ve son­rasın­da ceza­evin­de yaşanan­ları o zaman­ların tut­sağı Güneş’e bırakıy­o­rum. 19 Aralık 2000’de yir­mi ceza­evine aynı zaman içinde yapılan o korkunç baskın­da 30 devrim­ci insan yaşamını yitir­di. Tabi bunun bir önce­si vardı, Ulucanlar’da, Diyarbakır ceza­evin­de çivili kalaslar ile korkunç şek­ilde katledilen devrim­ci­leri unut­ma­mak gerek. Bütün bun­lar­la, devletin aslın­da hiç şaş­madan, düzen­li bir şek­ilde, poli­tik tut­sak­lar ile bir savaş içinde olduğunu ifade edebiliriz.

12 Eylül zul­mün­den geldik bu gün­lere. Düşünün, 12 yaşın­da­ki çocuk­lar şayet poli­tik tut­sak ise çocuk­luk­ları bir kenara bırakılarak reşit insan­lar için yapılan bütün uygu­la­malara tabi tutul­du­lar. Bugün ceza­ev­lerinden çocuk­lar, kadın­lar, 70 — 80 yaşların­da yaşlıların cenazeleri çıkıy­or. Geçmişte uygu­lan­masa da bir ceza­e­vi hukuğu vardı, günümüzde hiç bir hukuk­tan söz etmem­iz mümkün değil.

Devletin poli­tik tut­sak­lara karşı savaşını biliy­oruz, ancak her şeyi develete mal ederek de işin içinde çıka­mayız. 1996 ve 2000’lerdeki ölüm oruçlarının da hesabını devrim­cil­er ver­me­lidirler. Bu eylem­ler ile devrim­ci bir nesil yok edil­di. Şim­di kimse çıkıp ‘zafer biz­im, kazandık’ slo­gan­ları ile kim­seyi kandır­maya çalış­masın. Ceza­ev­leri Türkiye’de derin bir yaradır. Bu yara hep­imizindir, ve herkesin mut­la­ka yapa­bile­ceği şeyler vardır.”

tecrit paris

30 yılını Türkiye’de ceza­ev­lerinde geçir­miş Güneş Arduç Eli­uy­gun; “Hay­atım boyun­ca en çok utandığım şeyler­den bir tane­si ben ceza­evin­den çık­tık­tan son­ra bir­i­lerinin dönüp bana ‘Türkiye ceza­ev­lerinde 30 yıl yatan kimse var mı?’ diye sor­maları oldu. Ben bunu anlayamıy­o­rum, çünkü bunu bana soran­lar devrim­ci insan­lar. Bir şeyi hiç unut­ma­mak lazım, Osman­lı zin­dan­ları ile ünlüdür. Türkiye’de ceza­ev­leri­ni yöneten­ler de bu zin­dancıların torun­larıdır… Ceza­e­vi sadece içine attık­ları tut­sak­lar için değil, bütün toplum için bir test alanıdır. Korku toplum­larını yönet­mek kolay­dır, onun içindir ki Türkiye’de her zaman en devrim­ci, üretken, özgür beyin­ler hep tut­sak edildil­er. Onları toplum­dan kopararak toplumu korku ile yönet­mek istediler.

Ceza­ev­lerinde yaşanan tecrit bütün topluma yediril­di, Ada’da bir poli­tik tut­sak ile bütün toplumu tut­sak ettil­er. Bir ülkeyi tanı­mak istiy­or­san ceza­ev­ler­ine baka­cak­sın. İşte bugünün Türkiye ceza­ev­leri de Türkiye devle­tinin ta ken­di­sidir. Poli­tik tut­sak­ları doğru­dan öldürmek için kurul­muş bir sis­temdir Türkiye’deki ceza­ev­leri… Ceza­evin­den yeni çık­tım sayılır, son yıl­lar­da ceza­ev­ler­ine getir­ilen Kürt genç kadın ve erkek­lere uygu­lanan işkence ve tecavü­z­leri anlat­maya dil­im ve yüreğim var­mıy­or. Onlar da bu insan­lık dışı uygu­la­maları biz­im­le pay­laşamıy­or­lardı, ancak bizler onların vücut hareket­lerinden, değişen beden­lerinden başları­na nelerin geldiği­ni anlaya­biliy­or­duk. ‘Onca genç insan ceza­evin­de neden inti­har eder?’ diye kendimize sor­mak zorun­dayız. Dargeçitli Garibe Gezer’i lüt­fen unutmayın.”

Türkiye’deki ceza­ev­lerinde yaşanan­ları hep kadın ve erkek­ler üzerinden anlatıy­or­sunuz, bun­ların içinde LGBTİQ+lar hiç yok muy­du, onlar nel­er yaşadılar?” sorusu üzer­ine başlayan soh­bet ve tartış­ma­da sol örgütler içinde LGBTİQ+ birey­lerin kendi­leri­ni açık edemedik­leri ifade edil­di. Her ne kadar “herkes için özgür­lük” gibi bir şiar olsa da, eşit­lik kadın ve erkek olmak üzerinden tanım­lanıy­or­du. Aslın­da bir yerde, karşı olduk­larını ifade ettik­leri sis­teme ait toplum­sal cin­siyet kod­ları ile devam ediy­or­lardı. Bura­da özgür­lük­ler anlamın­da cid­di bir sakatlık vardı. Sol da aynen, karşıtı olduk­larını ifade ettik­leri erkek egemen/militer sis­temin yap­tığı gibi LGBTİQ+ bireylere has­ta gibi bakıy­or­lardı. Onun için kim­s­enin ken­disi­ni açık etmesi mümkün değil­di. Ancak zaman­la bu tabu konuşul­maya başladı. Bu da ancak fem­i­nist kadın mücade­le­si ve de LGBTİQ+ birey ve de yapıların mücade­le­si ile oldu. Hala da bu konu­da sol içinde cid­di sıkın­tılar devam etmek­te­dir. Açık­tan ifade edilmese de içten içe bir oto­san­sür devam ediyor.

Tut­sak­lar ile dayanış­ma için nelerin yapıla­bile­ceği üzer­ine tartış­malar ile pan­el tamamlandı.

Ercan Jan Aktaş / Mert Doğan


Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Ercan Jan Aktaş
Auteur
Objecteur de con­science, auteur et jour­nal­iste exilé en France. Vic­dan retçisi, yazar, gazete­ci. Şu anda Fransa’da sürgünde bulunuy­or. Con­sci­en­tious objec­tor, author and jour­nal­ist exiled in France.