Ortaçağ despotizminden beri katolik ve evanjelist misyonerler eliyle yerli halkları hedef alan ve günümüze kadar uzanan sömürgeciliğin asimilasyon ve soykırımların en önemli kurbanları hep yerli çocukları olmuştur.
Kanada, Araukanya (Patagonya Şili-Arjantin) ve Türkiye başlıkları altında birbirini tamamlayan üç makalede sömürgeleştirme endüstrisinin izini süreceğiz.
Yazı dizisinin bütününe buradan ulaşabilirsiniz
Sömürge Araukanya’da Evanjelizasyon ve kültürel direniş
Misyonerler ve Mapuçeler (1600–1818)
Amerika’nın fethi, İspanyol toplumunda her zaman yeni bir dünyanın inşası perspektifinde her türlü sömürgeciliği uyandırdı. İspanyol fetihlerinden sonra rahipler geldi, Katolik inancını dünyanın bilinen tüm halklarına genişletmek için evanjelist çağrıyı gerçeğe dönüştürmeye karar verdiler.
Şili’deki İspanyol egemenliğinin ilk yüzyılı, yerli nüfusu emperyal bir modele tabi tutmak ve ülkenin eski sakinlerinin kültürel kimliğini kökten değiştiren bir yaşam tarzı empoze etmek için sonsuz bir şiddet ve yıkım izi bıraktı.
1598’deki büyük Mapuçe isyanı, iki dünya arasında fiziksel bir sınır yarattı: İspanyollaştırılmış Central Valley ve Bío-Bío nehrinin güneyinde bağımsız bir yerli nüfus…
İsa toplumunun 1593’te Şili’ye gelmesi, Hispanikler ve Mapuçeler arasında yeni bir ilişki biçimi anlamına geliyordu. Tüm halkların onlarla birlikte “Müjde“nin tohumunu aldıklarına ikna olan Cizvit misyon kavramı, misyonerlerin etkili eylemleriyle “ruhların kurtuluşu” fikriydi. Fethin ilk yıllarında dayatılan şiddet kültürleşme modelinden daha güçlüydü.
İlk nesil Cizvitler arasında rahip Luis de Valdivia göze çarpıyordu. İnancın gönüllü dönüşüm yoluyla değil, silahlarla girmesi gerektiğine ikna olmuş, yerlilere dayatılan kişisel hizmeti, müjdenin nüfuz etmesinin önündeki en büyük engel olarak sert bir şekilde sorgulamıştır. Bu rahip, İspanyolların Mapuçe topraklarında her yıl yaptıkları köle baskınlarına karşı, karşılıklı saldırıları sona erdiren ve Araukanya’ya misyonerler gönderen bir savunma savaşı sistemi önerdi. Önerisi 1626’da iptal edilmesine rağmen, on yıllık uygulamadan sonra, yerli “halkın Cizvit savunması” 17. yüzyıl boyunca devam etti. Düzenin evanjelizasyon stratejisi, yerli dilleri öğrenmenin yanı sıra, toplumlarına nüfuz etmede önemli bir faktör olan geleneklerini ve göreneklerini anlamayı da içeriyordu. Cizvitler, Mapuçe nüfusunun “kurtuluşunu sağlamak” için kutsal yolda ısrar eden bir “correríaş”, yani gezici misyonlar sistemi kurdular. Ancak 18. yüzyılın ortalarında, yerli nüfusun tam bir dönüşümünü başaramadıklarına işaret eden Cizvit yöntemlerine yönelik artan eleştiriler vardı.
1756’da Fransiskenler Şili’de “Misyoner Propaganda Koleji” kurdu ve bölgede yeni bir misyoner stratejisi başlattı. Burada, misyonerler Araukanya’daki çalışmaları için hazırlandılar ve Fransiskenlerin Mapuçelerin tam bir dönüşümünü sağlamak için eğitmeye özen göstererek istikrarlı bir misyon ağı kurdukları bir operasyon üssü oluşturdular. Fransişken misyonerlik çalışmaları, “Naturales Koleji“nin Chillán’a devredilmesi ve 1767’de Cizvit misyonlarının da kabul edilmesiyle güçlendirildi. Piskopos Fray Pedro Ángel de Espıñeira’nın 1765–1769 yılları arasında Mapuçe topraklarına yaptığı ziyaret, valiler tarafından sınır sisteminin istikrarında kilit bir faktör olarak görülen yeni misyonerlik sisteminin düzenlenmesine yardımcı oldu.
Misyonerlerin çalışmaları, inatçı Mapuçe direnişiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Genel olarak evanjelizasyon, Mapuçeler tarafından kültür ve etnik kimlik kaybı olarak anlaşıldı. 19. yüzyılın son üçte birinde, Araukanya’nın Şili birlikleri tarafından askeri yenilgisi ve işgali ile, “medeniyet” adına yeni bir kültürleşme politikası ortaya çıktı.
Ulus-devletin oluşum süreci olan 1818–1850 dönem incelendiğinde, yerli halkın yasal eşitliği ilan edilmesine rağmen, yerli sorunla yüzleşmek için kullanılan, evanjelizasyon, parlamentolar ve nüfus kolonizasyonu gibi araçların 18. yüzyılda İspanyol-Creole makamları tarafından kullanılanlardan çok farklı olmadığı anlaşılıyor.
1850’den itibaren, yerli olmayan yerleşimcilerin kontrolsüz nüfusu ile karşı karşıya kalan Bío-Bío’nun güneyindeki özgür topraklar Şili devletinin yerli topraklarına karşı geliştirdiği anti-yerlileşme doktrini ile kolonize edilmeye başlandı. Bağımsızlık sırasında yüceltilen “Arauco Savaşının kahramanları“nın torunları, ülkenin modernleşmesine engel olarak kabul edildi.
İspanyol-Creoles İn sömürge döneminde Mapuçe topraklarını fethetme ve sömürgeleştirme girişimlerine rağmen, Mapuçe grupları bağımsızlık savaşları sırasında (1810–1818) hala bağımsız yaşıyorlardı. Dahası, sömürge boyunduruğuna maruz kalmaktan çok, Güney-orta Şili’nin yerli toplumları bu üç yüzyıllık temaslardan zenginleştirilmiş ve güçlendi. Yerli halkın “Fetihçilere” ve daha sonra daimi devlet ordusuna karşı direnişi, 17. yüzyılda, Bío-Bío Nehri boyunca az ya da çok istikrarlı bir sınır alanının oluşmasına yol açtı.
Ancak 20. yüzyılda bu durum radikal bir değişim geçirdi. Mapuçeleri Şili ulusal toplumuna kesin olarak entegre etmek için yerli toplulukların bölünmesi teşvik edildi. Yerli halkın çocukları üzerinden başlatılan eğitimlerle, yerli halkı kesin olarak “medenileştirmeyi” amaçlayan yeni bir politikaya geçildi. Yerli siyasi ve sosyal yapıların örgütsüzleştirilmesi ve serbest piyasa mantığının topluluklara nüfuz etmesi yoluyla yerli sorununa “kesin bir çözüm” arayan bir politikanın başlangıcıydı.
Bu süreç Halk Birliği hükümeti döneminde durduruldu. 1970–1973 yılları arasında tarım reformu, toprak ele geçirme ve yeni bir yerli yasanın yürürlüğe girmesi yoluyla yaklaşık 100.000 hektar topluluklara devredildi. Ardından, 8 Eylül 1973 darbesi ve neoliberal ekonomi politikasının uygulanması ile yerli hakların tanınmasında açık bir gerileme oldu. Bu, toplulukların “tasfiye” dönemiydi.
Mapuçeler arasındaki Anglikan çalışmaları Misyoner Derneği tarafından desteklendi. 1844 yılında Allen Gardner tarafından kurulan evanjelist misyon, her dört yılda bir, Güney Amerika’ya gönderdiği misyonerleri ile Mapuçeleri evanjelizm ile ele geçirmeye, asimile etmeye başladı.
1900 yılında, Şilili bir Anglikan inancının temsilcisi olan Don Luis Vasquez’e, yaklaşık 37 yıl boyunca, yerli halkı medenileştirme uğraşısının karşılığı olarak, eşi ile de paylaştığı “ilk Şili misyoneri” statüsü verildi. Bu misyoner çift görev süresi boyunca, okul hizmetlerini giderek genişletti. Mapuçe öğrenciler, kadın, ek sağlık hizmetleri, tarımsal rehberlik gibi alanlarda eğitimlere tabi tutuldu.
Bir toplumun asimile edilmesinde kadınların ayrı bir önemi olduğundan, tüm sömürgecilerin asimilasyon tekniklerinde olduğu gibi “Kadın bölümü” bir “kız okulu” şeklini aldı. Daha sonra okullar yatılı hale getirildi. Kızlara İspanyolca okur yazarlık gibi genel disiplinlere ek olarak, yemek pişirme ve nakış gibi ev işlerini öğretildi. Ayrıca hastanedeki misyonerlerle çalışmalarına, hatta onlarla birlikte yaşamalarına izin verildi.
40 yıl boyunca, İngiliz misyoner toplumunun bir parçası olan misyonerler, okullarında yerli çocukları teşvik etmek için onlara “misyoner ödülleri” yanında Hristiyan kilisesinin emirlerinin arkasında yer alan, “örnek” niteliğinde cezalar da verdiler. Yerli çocukların kişisel ve sosyal davranışları için “etik” bir çerçeve sağladılar. Özellikle din ve geleneklerle ilgili olarak öğrencilerde Şiliye dönüşme arzusunu yarattılar. Örneğin, Mapuçelerin ‑özellikle çocukların- titizlikle giyinmiş göründüğü giysileri misyonerler tarafından oluşturulan “Avrupa tarzı” bir gardıroptan sağlandı.
Metodist okulların planlarıyla yönlendirilen öğretim, hem kilise hem de devlet tarafından verilen normlara göre dizayn edildi. Mapuçelerin ana dili Mapudungun’u kullanarak din eğitimini içselleştirdiler. Mapuçeler İspanyolca ve İngilizce dillerinin yanı sıra Hıristiyan doktrini derin öğretisi ile de tanıştılar. Bu süreçte, anadilin kullanımı sadece bir strateji idi. Okulları düzenli olarak ziyaret eden Metodist papazlar bu evanjelizasyon çalışmasına eşlik etti…
Arjantin ulus-devletinden Patagonya’da Mapuçe soykırımı ve köleleştirme
Çocuk köleler, “Çöl kampanyası” adı verilen soykırımın “savaş ganimetleri”ydi. Onlar, Remington tüfekleri ile öldürülen ya da hapsedilen kızılderililerin çocuklarıydı. Kölelik yapmak ya da tarlalarda çalışmak için Patagonya’daki zengin ailelere verildiler. “Yenilen” bir halkın küçük çocukları, okula gitme ya da topluma entegre olma imkanı olmadan kölelik görevlerini yerine getirmek üzere lüks evlere ya da geniş alanlara dağıtıldı.
Arjantin devletinin 1870 lerin sonu ile 1880 lerin başında gerçekleştirdiği Patagonya yerli topraklarının askeri işgalinde esir alınan, kışlalara, toplama kamplarına ve hapishanelere yerleştirililen binlerce kızılderili ise, değirmenlere, şeker fabrikalarına, veya ailelere dağıtıldı. Birçoğu yer değiştirme sırasında öldü, ancak çoğu 1950’lere kadar bazı durumlarda büyük ölçüde farklı bir sosyal koşullarda hayatta kaldı.
Şili’ye bitişik ve eski bir yerli sınırı olan Mendoza Eyaleti, bu yerleştirmelerin ana güzergahlarından biriydi. Mendoza askeri birimleri, başta Pampa ve Patagonya’dan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar olmak üzere en az üç bin kişi köle olarak transfer edildi ve dağıtıldı. Arjantin’in batısındaki soykırımların yöneticisi Albay Rufino Ortega bu asimilasyon sürecinin organize etmekteydi. Soykırımla gaspettiği toprakları yeni sahiplerine pay etmeden önce Mapuçe esirlerini seçkin ailere köle olarak dağıtıyordu. Böylece soykırım mağdurlarının yaşadığı sosyal travma, yeni ulus devletin seçkin ailerinin evlerinde etkisiz hale getirilecek, sözde medeniyete adapte edilecekti. Bu süreçte Roca ve seçkinlerden birçok aile veya birey yerli halkı yanına aldı. Ortega, Rodeo del Medio’da 1892’e kadar yüzlerce kişiye “sahipti”. Hapsetme merkezlerinde, estancia adı verilen özel malikanelerdeki seçkin aile evlerinde Mapuçe kölelerin varlıklarına dair zamanın yazılı referansları var.
Asimilasyonla birlikte devlet, anayasasına ek maddeler ekliyordu. Örnegin El Constituçional (Anayasa) gazetesinde yayınlanan 22 Ağustos 1879 tarihli bir hükümet kararnamesi, “yerli ailelerin ve küçüklerin yerleştirilmesinin”, evlat edinenlerin onları beslemesi, giydirmesi yükümlülüğü ile bir sözleşme yapması gerektiğini emretti ve yoksulların korunmasından, görevlendirilecek “kamu denetçilerinin sorumlu olacağını belirtti : “onları eğitin, aile bağlarına saygı gösterin, onlara sağladıkları hizmetlerle orantılı bir maaş fırsatı verin”. Kararnameye rağmen, hükümler bu kuralları neredeyse hiç yerine getirmedi.
Bu günlerde bazı gazeteler, yerli halkın yasadığı kötü muamele ile ilgili eleştiriler yayınladı : “Çölden getirilen ve çeşitli insanlar arasında herhangi bir kontrol olmaksızın dağıtılan yerli halkın büyük bir kısmının üzücü durumu hakkında her geçen gün ciddi ihbarlar geliyor. Bazıları aç, bazıları çaresiz, bir çoğu yalnızca hizmet ediyor. Bu ihbarların bize gösterdiği resim daha üzücü olamaz.”
Soykırımdan yüz yıl sonra Mendoza da çocuk istismarı
1880’deki “Çöl kampanyası” sırasında yerli çocukların toplama kamplarına ev sahipliği yapan Mendoza, yüz yıl sonra da sağır çocukları taciz eden rahiplerlerle anıldığını. 24 yetişkin öğrencinin tanıklıkları sonucunda açılan dava, Mendoza’da gözaltına alınan rahip Nicola Corradi’nin daha önce de İtalya’da tacizle suçlanmasını görmezden gelen ve açıklama yapmamakta ısrarlı kalan Vatikan’ın kapılarına çarpıyor.
Cinsel taciz, günümüzde “kişisel ve izole” olarak ele alınabiliyor olsa da, köklerinin yüzyıllardır sömürgeleştirme adına soykırıma dek giden bir şiddet ve tahakkümden beslendiği de unutulmamalı.
Gelecek makale: Sömürgeciliğin soykırım kökeni, Din ve Devlet #3: Türkiye
Yazı dizisinin bütününe buradan ulaşabilirsiniz