Ortaçağ despotizminden beri katolik ve evanjelist misyonerler eliyle yerli halkları hedef alan ve günümüze kadar uzanan sömürgeciliğin asimilasyon ve soykırımların en önemli kurbanları hep yerli çocukları olmuştur.
Kanada, Araukanya (Patagonya Şili-Arjantin) ve Türkiye başlıkları altında birbirini tamamlayan üç makalede sömürge endüstrisinin izini süreceğiz.
Yazı dizisinin bütününe buradan ulaşabilirsiniz
Bir çocukta bir Kızılderiliyi öldürmek…
Mayıs ayında, Kanada’daki gizli mezarlarda 215 çocuğun kalıntıları bulundu. Haziran ayında, Saskatchewan eyaletinde 751 kişinin gömüldüğü başka bir mezar bulundu. Birkaç gün sonra, Cranbrook kasabası yakınlarında da 182 çocuğun kalıntıları bulundu.
Bu 1.148 bedenin bulunduğu toplu mezarların ortak bir yönü vardı: Hükümet ve Katolik Kilisesi tarafından işletilen yatılı okulların bulunduğu yerdeydiler.
1883 ve 1996 yılları arasında, 150.000’den fazla yerli çocuk ailelerinden ayrıldığını ve fiziksel, cinsel istismar ve hastalıklara maruz kaldıkları bu tür okullara zorla gönderildiğini öğreniyoruz.
Son buluntular ise başta Kanada olmak üzere dünya çapında bu katolik devlet soykırımına karşı öfkeye neden oldu. Daha da önemlisi, sömürgeciliğin “soykırım kökeni” olan dinin, devletlerin elinde nasıl bir suç örgütüne dönüştüğünü sorgulatan bir süreci başlattı.
Din kökenli soykırım ve asimilasyon, kıtadaki bütün hristiyan devletlerin yerli halklara karşı uyguladıkları en eski ve en etkili sömürgecilik suçlarından biri.
Tarih boyu yerli halkları sömürgeciliğin köleleri olarak “kutsayan”, yani asimile eden katolik ve evanjelist misyonerler, günümüzde de bu faaliyetlerine devam etmekte. Eğitim ve insani yardım adı altında ağırlıklı olarak Afrika ve Amazon’daki izole yerli halkları hedef alan katolik ve evanjelist misyonerler, asimilasyon faaliyetlerini çeşitli şirketlerin finansörlüğünde sürdürüyorlar. Amerikan merkezli Etnos360 adlı evanjelist örgüt bunların başında geliyor. 2500 misyonere sahip olan Etnos360 Afrika, Asya ve Amazon ülkelerindeki kilise ve okullarında ortaya çıkan (Filipinler ve Senegal gibi) pedofili ve tecavüz suçlarıyla tanınıyor. İşte onlardan birkaçı…
2014 yılında Brezilya’da misyoner olarak çalışırken Warren Scott Kennell, çocuk pornografisi üretmek ve birkaç çocuğa cinsel tacizde bulunmak için elli sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2018’te, örgütün bir başka üyesi olan Manoel de Oliveira, kaju plantasyonunda yerli Zoe’yi köleleştirmekten üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Öte yandan, 2020 yılında medya tarafından, koronavirüs salgını bağlamında, izole edilmiş yerli halkları evanjelize etme misyonlarını sürdürdüğü için, bu çok savunmasız popülasyonlar arasında hastalığın yayılma riski altında eleştirildi. Ethnos360, 2019’te göreve gelen Başkan Jair Bolsonaro ile iyi ilişkiler sürdürüyor. Örgütü yerli halkları evanjelize etmek için on yıl boyunca New Tribes Mission için çalışan Ricardo Lopes Dia’yı Brezilya’daki yerli halkların korunması ile sorumlu kurum Funai’ye başkan atadı.
Misyonerliğin tarihçesi
Kökeni Latince ‘göndermek’ anlamına gelen ‘mittere’ fiiline dayanan ‘mission’ kelimesi Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiş. Bu kavram ‘özel görev, özel görevli kurul, dini görev ve yetki’ anlamına geldiği gibi aynı zamanda Hıristiyan olmayan ülkelerde bu dini yaymak için kurulan teşkilata verilen bir isim olarak da kullanılıyor.1
Hıristiyanlık inanışına göre Hz. İsa etrafına topladığı havarilerine: “İmdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin, onları Baba ve Oğul ve Ruhulkudüs ismiyle vaftiz eyleyin, size emrettiğim herşeyi tutmalarını onlara öğretin; ve işte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim” diyerek onları vaaz etmek için görevlendirmiş.2 Bundan dolayı ‘Havariler’ ilk misyonerler olarak kabul edilir.
Hangi ruhani temellere dayanırsa dayansın, özünde bütün dinsel faaliyetler, insanlığı ve doğayı kontrol etme isteğinin sonucu olarak, devletlerin siyasi, sosyal, kültürel, ticari ve ekonomik çıkarlarına eşlik eden ve nihayet sömürgeciliğin gelişmesine katkı sağlayan, ve devletle içselleşen “kurumsal bir misyon” haline gelmiştir.
Misyonerlik yalnızca hristiyan kökenli bir dinsel faaliyet olarak anlaşılmasın.. Aynı biçimde İslam’da da misyonerlik vardır. İslamın günümüzdeki dini yayma misyonu “tebliğ” ekseninde kendini gösterir. “De ki: ‘İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a inanırız. Allah’ın sanı yücedir. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim’.” (Yusuf Süresi 108)
Nitekim, günümüz osmanlıcılığında da çok etkin olan “Tebliğciler”, mevcut iktidarın en önemli işbirlikçi “ruhani” dayanaklarından biridir.
İslam’da misyonerlik faaliyetleri, ‑özellikle osmanlı imparatorluğu döneminde- Endonezya, Afrika, Arap Yarımadası, Balkanlar ve Orta Asya’da önemli etkileri olmuştur. Günümüzde “Tebliğ Cemaati” adı altında devam eden islam misyonerliği, 1927’de küresel bir bir misyon için Muhammad İlyas al-Kandhlawi tarafından Hindistan’da başlatıldı. Tebliğciler, kendilerini “barışçıl bir cihad misyonu” olarak adlandırsalar da günümüzde üyelerinin çoğu El-Kaide ve IŞİD gibi selefi örgütlerin katliam ve saldırılarında yeralmaktadır. Ayrıca Balkanlar’daki işgalci Osmanlı izlerini takip eden iktidar eksenli osmanlıcılar da benzer misyonerlik faaliyetlerini sürdürmekteler. Özellikle Trakya Üniversitesi bu konuda bir islam misyonerliği kurumu gibi çalışmakta.
Tekrar Kanada’ya dönersek…
Aslında konu bir kaç yıl önce Kanada’da Hakikat ve uzlaşma Komisyonu’nun araştırma raporuyla gündeme geldi. Mevcut hükümetin desteğiyle sürdürülen çalışmalar sonunda nihayet mezarlar kanıt olarak ortaya çıkmaya başladı.
Kanada’nın işgalinden bu yana, kiliselerin evanjelizasyon yoluyla yerli kültürleri yok etmek için sistematik bir eylemde bulundukları biliniyor, ancak 1840’larda, İngiliz devleti, Ontario şehrinde, resmi olarak kültürleşmeyi yaratacağını varsaydığı ilk yerli okullarını açıyor. Bu şemaya göre, hükümet kaynakları sağlıyor ve kiliseler ise “eğitim” sorumluluğunu üstleniyor. Bununla birlikte, yerli halkların “ülkenin yaşamına dahil edilmesi” süreci bir “korku sirki” haline geliyor.
1890’da Kanada hükümeti tarafından açılan okul, misyonu yerli çocukları “yeniden eğitmek” ve onları “gerçek Kanadalılar” yapmak olan Katolik Kilisesi üyeleri tarafından yönetildi. Çocukların ailelerinden kaçırılması, zorunlu eğitim, orijinal kültürlerinin kaybı, işkence ve ölüm süreci, okul 1970 yılına kadar kapatılmadığı için neredeyse bir yüzyıl sürdü. Anglikanlar, Metodistler ve Presbiteryenler tarafından işletilen diğer okullar ise 1990 yılına kadar açık kaldı.
Çocuklarını okullara göndermeyi reddeden ebeveynler cezalandırıldı. Kaçmak imkansızdı ve kızılderililer çocuklarını cehenneme göndermek zorunda kaldılar. Bu yeterli değilmiş gibi, bu çocukların çoğu cinsel şiddet de dahil olmak üzere her türlü şiddete maruz kaldı. Kanada Avam Kamarası üyesi İnuit bölgesi kuzey kesim Nunavut temsilcisi Mümilaaq Qaqqaq, “bu, yerli halk olarak her zaman bildiğimiz bir şey, ancak şimdi bunu toplumla onaylama fırsatımız oldu ” diyordu yakın bir tarihte…
Gelecek makale: Sömürgeciliğin soykırım kökeni, Din ve Devlet #2: Araukanya
EK NOT
Ben bu yazı dizisini tamamladığım dönemde yeni gelişmeler oldu. Bunları sonradan da olsa buraya eklemek, sizlere aktarmak istiyorum.
13 Temmuz 2021 günü, Kanada’da bir toplu mezar daha bulundu Penelakut topluluğuna göre, batı Kanada’da eski Kuper Adası konut okulunun bulunduğu yerin yakınında 160’dan fazla yeni anonim mezar keşfedildi, bu da bir aydan biraz fazla bir süredir dördüncü keşif oldu.
British Columbia Kızılderili şefleri Birliği eski başkan yardımcısı Bob Chamberlin, “bu, buzdağının sadece görünen kısmı” dedi. Ona göre, diğer birçok anonim mezar “henüz keşfedilmedi”.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau ise gazetecilere verdiği demeçte, “Penelakut Topluluğu ve ülke çapındaki tüm yerli topluluklar için kalbim kırıldı” dedi. “Ölenleri hayata döndüremeyiz, ancak gerçeği yayabiliriz ve somut eylemlerle ayrımcılık ve sistemik ırkçılıkla mücadele etmek için yerli halklarla çalışmaya devam edebiliriz” diye ekledi.
Bölgedeki yatılı yerli okullarının arkasındaki politika “bir çocukta bir Kızılderiliyi öldürmeye” çalışmaktı. Kiliseler hükümet tarafından finanse edilirken, bu okulların tarihi 1870’lere kadar uzanıyor. Ülke genelinde 130’dan fazla bu tip okul bulunuyordu ve sonuncusu 1996’da kapandı. 150.000’den fazla kadim halk First Nation ve melez (Métis) çocuk ailelerinden alındı ve bu okullara zorla yerleştirildi. Birçoğunun kendi dillerini konuşması ve kendi kültürlerini uygulaması yasaklandı. Bugün, hala yaşayan yaklaşık 80.000 eski öğrenci var. Bu öğrencilerin birçoğu duygusal, fiziksel ve cinsel istismara uğradı ve pek çoğu bu okullara devam ederken öldürüldü. Eski öğrencilerin yaşadığı çözülmemiş travma nesilden nesile aktarıldı.
Yerli Çocuk mezarlarının tespitinde yer radarı
Araştırma komisyonuna bağlı olarak çalışan Antropolog Kisha Supernant, yerleşim okullarında gizlice gömülen yerli çocukların kalıntılarını aramak ve keşfetmek için yer radarını kullanıyor. Ekipman iki ila üç metre derinlikte bulunanları tespit etmek için en uygun frekansları kullanarak 25 santimetrelik aralıklarla bir sinyal veriyor. Antropolog, işaretsiz mezarların ve mezar yerlerinin aranması durumunda, bu ekipmanın gizli toplu mezar alanları gösterebileceğini belirtiyor..
Hem Métis hem Papaschase First Nation soyundan gelen antropolog Supernant, yatılı okullarının genellikle birçok farklı bölge ve kökenden çocukları ağırladığını, bu nedenle yapılan tüm araştırmaların kültürel uygulamalarla tutarlı olmasını sağlamak için toplulukların bir araya gelmesi gerektiğini söylüyor.
ABD’ye kadar uzanan soykırım okulları
14 Temmuz 2021 günü tıpkı Kanada olduğu gibi, ABD’de yerli çocukların kalıntıları açığa çıkarıldı. 1879’da açılışını eski bir süvari subayının kurduğu Carlisle Endüstri okulunda öldürülen çocuklardan dokuzu, bizon derilerine sarılı kalıntılarıyla Güney Dakota’ya getirildi. Soykırım ve asimilasyon kurbanı yerli çocuklar Sicangu Gençlik Meclisi üyelerinin dua şarkıları eşliğinde toprak ananın bağrına uğurlandılar.
Carlisle Endüstri okulu 40 yıl boyunca, Amerikan Kızılderili çocuklarının isimlerini, dillerini, dinlerini, geleneklerini ve aile bağlarını silerek, İngilizce konuşmaya ve beyazlar gibi giyinmeye zorlayarak ve onlara ilkel iş becerilerini öğreterek “medenileştirmek” için çalıştı. Okul, 1918’de kapanmadan önce, mezarlıkta yatan yaklaşık 180 kişi de dahil olmak üzere 10.000’den fazla çocuk Carlisle’dan geçti…
Yazı dizisinin bütününe buradan ulaşabilirsiniz
Ana resim: Kanada Kütüphane ve arşivleri / PA-042133