Yet­mişli yıl­ların sonuy­du. Bütün Orta­doğu­lu çocuk­lar gibi ben de Fil­istin — İsr­ail yangınının kıyısın­da büyümekteydim.

İsrail’in Filistin’de çıkardığı yangının üzerinde öyle çok poli­tik rüz­gar esiy­or­du ki, alevler yal­nız­ca Fil­istin’i değil bütün bir Orta­doğuyu sarmıştı.

Siy­onizmin Fil­istin işgali ve petrol krizinin yarat­tığı bu, “devletler arası terör arenası“nda, hay­at pahalılığı, enflasy­on ve devlet terörünün bütün kentlere ve köylere yayıldığı 1978 Türkiye’sinde, İstanbul’da, yok­sul bir mahallede yaşıyordum…

Devlet uzan­tılı faşist çetelerin polisle bir­lik­te hal­ka saldırdığı, devrim­ci sol gru­pların ise, “savun­masız yok­sul halkı faşist çetel­er­den ve polis terörün­den koru­mak” adı­na, “yakın devrim hay­al­leriyle örgütlü, mil­i­tan bir mücadele” ye kanal­ize ettiği, ama daha çok, bir­bir­ler­ine karşı silahlı “ikti­dar” mücade­le­si yürüt­tüğü bu gün­lerde, pek çok akranım gibi, yaşım­dan ve boyum­dan büyük bir savaşın içinde saf tut­mak zorun­da kalmıştım.

Mahal­lel­er, fab­rikalar, üniver­sitel­er, lisel­er ve hat­ta ortaokullar bile bu son derece korkunç ekonomik sosyal savaşın ve kara miza­hi “mod­el devrim” kav­galarının tozu dumanı içindey­di. İşte bu gün­lerde yok­sul mahal­lel­erde­ki halkı devletin polisin­den ve çetelerinden koru­mak için savun­maya gelen “üniver­siteli devrim­ci gençler“in arasın­da Fil­istin­li öğren­cil­er de vardı.

Bu öğren­cil­er­den biri de biz­im “Ali Osman” adını verdiğimiz anti faşist Fil­istin­li bir savaşçıy­dı. Onun mahallem­izi kuşatan polislere ve faşist çetelere karşı korkusuz­ca sergilediği olağanüstü cesareti, beni çok etkilemişti.

Bir gün onun­la bir­lik­te mahallem­izin direniş nöbetinde soh­bet ederken, ona polislere ve faşistlere karşı neden biz­den daha fazla cesaretli ve korkusuz olduğunu sor­dum. Bana, “Biz Fil­istinlil­er mahal­l­enize saldıran polis­lerin ve faşist­lerin vahşe­tinin mis­lisi­ni ken­di toprak­larımız­da, daha anne­m­izin karnın­dayken yaşıy­oruz. Biz nesiller boyu süren bu savaşın vahşeti içinde, kor­ka kor­ka kork­ma­mayı öğrendik. Cesare­timiz ve korkusu­zluğu­muz bur­dan geliy­or” dedi. Son­ra belin­de­ki silahın kabza­sının kabarık­lığı­na doku­narak ekle­di, “Toprak­larımızı dört mevsim, gece gündüz bom­bal­ayan siy­onizme karşı savaş­mak­tan ve kork­ma­mak­tan baş­ka çarem­iz yok” .

Ali Osman’ın biz­im­le dayanış­ması söme­stir dönem­leri dahilindey­di. Okul tatil olduğun­da bir gün bile gecikme­den Filistin’e dönüy­or ve İsr­ail’e karşı savaşarak aile­si ve Fil­istin için sağ kalmaya çalışıy­or­du. Onu, “bel­ki bir daha görüşe­mey­iz” diy­erek, biz­im­le ve yok­sul gecekon­du halkı ile helalleştiği o son veda günün­den son­ra bir daha hiç göremed­im. Kim bilir, bel­ki bir sokak çatış­masın­da, bel­ki de bir hava bom­bardı­manın­da “sağsal­im kalma” şan­sı olmamıştır.

Kuşat­ma altın­da­ki kireç badanalı yok­sul evlerin duvar dip­lerinde faşistlere karşı bir­lik­te, omuz omuza, tetik­te geçen yorgun ve uykusuz geceler­im­izi, sağsal­im güneşli sabahlara taşıdığımız bu Fil­istin soluk­lu anti-faşist savaşçıyı yıl­lar son­ra baş­ka bir diyar­da, baş­ka düşünsel bir yol­cu­luk­ta-Fil­istin’e bom­balar yağarken hatır­la­mak, onu da beni de bu yazının ilk özne­si yap­mış oldu.

İsrail’in ağır bom­bardı­manı ve Hamas’ın roket­leri ile Filistin’de yeni bir ”ikti­dar ve güç savaşı”na gir­iştiği bu gün­lerde Fil­istin­li Ali Osman­’ın 1978’de İstanbul’da, faşist kuşat­ma altın­da­ki mahallem­iz için gös­ter­diği unutul­maz dayanış­ma ne kadar anlam­lı ise, bugün de biz yeryüzü dost­larının İsrail’in bom­baları­na karşı Fil­istinlilere karşı göster­mem­iz gereken anti­siy­on­ist anti- apartheid ve anti­mil­i­tarist dayanış­ma da o den­li anlam­lı ve önem­li diye düşünüyorum…

FOTO

İsrail’in ağır bom­bardı­manı ve Hamas’ın roket­leri ile Filistin’de yeni bir ”ikti­dar ve güç savaşı”na gir­iştiği bu gün­lerde Fil­istin­li Ali Osman­’ın 1978’de İstanbul’da faşist kuşat­ma altın­da­ki mahallem­iz için gös­ter­diği anti faşist dayanış­ma ne kadar anlam­lı ise, onların şim­di, şu anda Filistin’de yaşadığı İsr­ail saldırıları­na karşı yeryüzünü dostluğu ve barışı adı­na mücadele eden herkesin bu savaşın mağ­du­ru olan Fil­istin­li ve İsr­ailli halk­lar­la dayanış­ma içinde olmasının da o den­li anlam­lı ve önem­li olduğunu düşünüyorum.

Öte yan­dan, işgal toprak­ların­da savaşın bit­meyen ve din­meyen acısıy­la iç içe yaşayan yeni nesil Fil­istin­li ve İsr­aillilerin, siy­on­ist işgal­ci­lerin bom­baları­na, apartheid duvar­ları­na ve mil­liyetçi Hamas geri­cil­iğinin Fil­istin halkının barışçıl mücade­le­si üzerinden yürüt­tüğü fır­satçı intikam saldırıları­na karşı, karşılık­lı dayanış­mayı büyüt­meleri ve iki halkın gerçek barışı­na giden nihai yolu bir­lik­te açmaları da bugün bir o kadar hay­ati ve tayin edi­ci bir öneme sahip. Çünkü bütün tra­jik sonuçlarıy­la tek­er­rür eden bu, kahro­lası savaşın “ateşkes“leri, mev­cut ikti­dar­ları ve çıkar gru­plarını ne zaman ve han­gi barış masasın­da bir araya getirirse getirsin, Fil­istinlil­er ve İsr­ailliler arasın­da gerçek bir barışı sağlamayacaktır.

İsr­ail devleti ve Fil­istin Yöne­ti­mi bir ‘barış“ ‘ anlaş­ması­na varır­sa, İsr­ail’in vatan­daşları için “güven­lik” arzusun­dan ve Fil­istin’in “bağım­sı­zlık” arzusun­dan kay­naklan­may­a­cak­tır. Bu, her şey­den çok, ulus­lararası güç­lerin çıkar­larının yapı­landırıl­masının bir parçası ola­cak­tır, çünkü bu tür kavram­lar düşünce tar­zları­na yabancıdır. Poli­tikacılar ve iş insan­ları tarafın­dan başlatılan Cenevre anlaş­maları, amaç­landığı gibi imza­lanır ve uygu­lanır­sa, hay­al ede­bile­ceğiniz diğer siyasi anlaş­malar­da olduğu gibi bu çıkar­ların ifade­si olacaktır.”

Dolayısıy­la İsr­ail ve Fil­istin arasın­da­ki barış, ne Cenevre anlaş­malarıy­la ne güven­lik kon­seyi karar­larıy­la ne de ben­z­eri ulus­larararası diplo­matik görüşmel­er­le çözülebilir. İsr­ail ve Fil­istin halkı arasın­da­ki gerçek barış, ancak ve ancak iki halkın ortak­laşa­cağı “anti apartheid anti mil­i­tarist ortak mücadele” ile mümkün olacaktır.

Soykırımlar ve ulus devlet ilişkisinde iki çarpıcı örnek

Ermeni soykırımı ve Mapuçe Soykırımı

Dünya ölçeğinde büyük bir tra­jediyle ve insan­lık suçuy­la andığımız Yahu­di soykırımın­dan önce Nazilere argü­man sağlayan Ermeni soykırımı ile, Arjan­tin ve Şil­i’de­ki işgal­ci sömürge­cilere “yeni ulus devlet” olma imkanı sağlayan “Mapuçe soykırımı” arasın­da çok büyük ben­z­er­lik­ler var.

Kendi­ler­ine “vadedilmiş kut­sal topraklar”ı ele geçirmek için büyük soykırım­lara gir­işen bu devlet­lerin, dün­den bugüne uzanan soykırım günahlarını, ver­ili tar­i­hi koşulları içinde incelediğimizde, bütün bu soykırım­ların temelinde baş­ka ulus­ların kanın­dan “ulus devlet yarat­ma” anlayışı olduğunu görmek­tey­iz. “Ermeni Techiri” adıy­la soykırım yap­tık­tan son­ra el değiştirip yeni Türkiye Cumhuriyeti devle­tine dönüşen Osman­lı hanedan­lığın­da olduğu gibi…

Osmanlı’nın Ermeni Soykırımı, müs­lü­man Türkler­den oluşan homo­jen bir (pan-türk) devlet yarat­ma planını maskeleyen 1. dünya savaşının örtüsü altın­da pro­gram­landı. Bu den­klemde Erme­nil­er, Asurlu­lar ve Yunan­lılar için yer yok­tu. İşte Osman­lı devle­tinin “Ermeni Techiri” adını verdiği ve Anadolu’­dan Mezopotamya diyarları­na kadar uzanan toprak­lar­da 1,5 mily­on Ermeni’nin soykırımı böyle gerçekleşti.

İlk olarak 24 Nisan 1915’te İstanbul’da yüzlerce Ermeni aydın ve poli­tikacı tutuk­landı ve idam edil­di. Ardın­dan bütün Anadolu’ya ve Kürt diyarları­na yayılan soykırım harekatı başladı. Kadın­lar çocuk­lar ve yaşlılar en ağır işkence yön­tem­lerinin insafı­na kaldılar ve açlık, hastalık tecavüz ve kıyım­lar­dan geçtik­leri Suriye ve Mezopotamya çöl­ler­ine sürüldüler.

Osman­lı impara­tor­luğu­nun yıkıl­masın­dan son­ra tra­jediyi bir perde kapladı ve Türkiye’nin yeniden doğuşunu onay­ladı. Bir diğer açı­dan ise, Ermeni soykırımı, Osmanlı’dan son­ra yeni Türkiye Cumhuriyeti devle­tinin (Kürt coğrafyasın­da ve Der­sim böl­gesinde büyük korku­lar ve susku­lar­la perdeley­erek sürdürdüğü katlia­maların­da olduğu gibi), Nazilere de yahu­di soykırımın­da­ki büyük eylem­leri için argü­man sağladı.

Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgal etmesin­den önce Hitler’in sar­fet­tiği şu sözler çok manidard­ır: “Bugün Erme­ni­lerin imhasını kim hatırlıyor?”

Ermeni soykırımın­dan sorum­lu olan­ların sesi­z­lik zaferi, yeni Türkiye Cumhuriyeti devle­tinin yol­unu açan, ve ağzın­da 106 yıldır süren bir inkar söylem­ine dönüşürken, şov­enizmin göl­gesin­den kur­tu­la­mayan, sol­dan sağa, pek çok kes­imin ses­sizce ya da yük­sek sesle onay­ladığı toplum­sal bir “utanç”a dönüştü.

  • Kharpert’te­ki Amerikan Yakın Doğu Yardım yetimhanesinin tahliye­si (Bridge­man / 1922)

Bir baş­ka örnek ise, Mapuçe Soykırımı ile ulus devlete geçen dik­tatör­ler ülke­si Arjantin…

Arjantin’in ulus devlet olma sürecinin bir­biri­ni tamam­layan iki soykırım­cı figürü başkan Domin­go Fausti­no Sarmien­to ve Gen­er­al Julio Argenti­na Roca’dır. Güney Patagonya’daki eşsiz güzel­lik­te­ki ver­im­li bakir “toprak­ların insan­ları” olan Mapuçe (Tehuelche) yerliler­ine karşı Gen­er­al Roca’nın, “Çölün Fethi”adıyla gerçek­leştirdiği soykırımının ana fikri, sözüm ona Arjantin’deki özgür­lük demokrasi ve medeniyetin tem­sil­cisi, Başkan Sarmiento’nun şu söz­lerinde for­müle edilmişti:

Yerlileri yok ede­bile­cek miy­iz? Amerika’nın vahşi­leri için çare­si ola­mayan, yenilmez bir tiksin­ti hissediy­o­rum. O aşağılık pis yerlil­er şu anda yeniden ortaya çık­salar şim­di yeniden asarım. Lau­taro ve Caupolicán pis iki yer­li, çünkü hep­si böyle. İlerl­eme yeteneğin­den yok­sun olduk­ları için imhaları ilahi ve yarar­lı, yüce ve büyük­tür. Hali hazır­da medeni insana karşı içgüdüsel bir nefret besleyen küçük çocuk­ları bile affetmeden yok etmek gerekir.”
(El Nacional, 11/25/1876)

Domingo Faustino Sarmiento

Domin­go Fausti­no Sarmiento

Başkan Ser­mien­to ise, 1864–1870 arasın­da Paraguay nüfusu­nun üçte ikisi­ni yok eden soykırımı şu söz­leriyle meşru­laştır­maya çalışmıştı:

Guarani Irkı (Paraguaylılar), vahşi yerlil­er ve kölel­er man­tık­la değil içgüdüyle hareket eder. Onlar ilkel bar­bar­lığa ve sömürgeleşm­eye mahkum­dur. Yüz elli bini çok­tan ölmüş cahil köpeklerdir… Bir tiranın tüm bu Guaraní halkını öldürme­si kut­saldır. Dünyayı tüm bu yaratık­lar­dan tem­i­zle­mek gerekiy­or­du… Gau­cho kanın­dan tasar­ruf etm­eye çalış­mayın. Gau­cho’lar bu ülk­eye fay­dalı olması gereken bir gübredir.”
(1872)

Zal­im olduğu­mu düşün­meyin. Tüm bu Guarani halkının öldürülme­si zorun­ludur; tüm bu insan dışkısın­dan dünyayı tem­i­zle­mek gerekiyordu”
(Domin­go F.Sarmiento 13 Eylül 1859)

Bir mason misy­on­er olarak Arjan­tin oli­garşisininin ilk ırkçı ide­o­logu olan Sarmien­to, gerek Paraguaylı yer­li kızılder­ililere uygu­ladığı soykırım, gerek Paraguay’dan savaş maliyetinin ortaya çıkardığı ekonomik kriz, ve ayrı­ca bu dönemde Buenos Aires’te yaşanan sarı hum­ma sal­gınının yarat­tığı sosyal kriz nedeniyle, 22 Ağus­tos 1873’te, seya­hat ettiği arabaya ateş eden iki İtalyan anarşist kardeşin başarısız suikast gir­işi­minin hede­fi oldu.

Ancak gelen gideni arat­madı… Sarmiento’nun mirasını takip eden Gen­er­al Julio Argenti­no Roca, 1879 ve 1884 yıl­ları arasın­da, komu­tasın­da­ki 20.000 kişi­lik işgal ordusuy­la “Çölün Fethi” kam­pa­nyasını gerçek­leştir­di. Kam­pa­nyanın amacı, yer­li halk­ların o dönemde nasıl algı­landığını yan­sıtıy­or: var­lık­ları­na rağ­men, bu toprak­lar Arjan­tin devleti tarafın­dan “çöl” olarak tanım­landı. Bu işgal­ci müda­hale ufuk­ta­ki yeni ve güçlü Arjan­tin ulus devle­tinin toprak­larını genişletme harekatıy­dı bir anlam­da… Bugün ulus­lararası kamu hukuku kap­samın­da hala bir anlaş­ma­zlık konusu olan Patagonya Mapuçe böl­ge­si, Şili devleti tarafın­dan fethedilmek üzere olduğunu iddia eden Arjan­tin devle­tinin poli­tik gerekçe­si olsa da, aslın­da bu toprak­ların daha son­ra Arjan­tin ve Şili arasın­da pay­laşıla­cağı “1881 Anlaşması“nın konusuydu.

Arjan­tin devleti, Gen­er­al Roca aracılığı ile Mapuçe halkını yok ederek ele geçirdiği hek­tar­lar­ca araziyi sat­tı, ancak bazılarını işgal kam­pa­nyasın­da rol oynayan poli­tikacılara ve diğer etk­ili pay sahip­ler­ine hediye olarak sun­du. Böylece Roca 30.000 hek­tar­lık bir alana layık görüldü.

Yer­li tut­sak­ların çoğu Patagonya’nın en çorak böl­geler­ine, araların­dan 3.000’i ise Buenos Aires’e sürüldü. Üremeleri­ni önle­mek için cin­siyete göre ayrıldılar: kadın­lar şehrin fark­lı böl­geler­ine dağıtılıp hizmetçi olarak kul­lanılırken, erkek­ler özel­lik­le birkaç yıl izole edildik­ten son­ra büyük çoğun­luğu­nun öle­ceği Martín Gar­cía adası­na sürgün edildiler.

  • mapuche
    Selk­nam halkının soykırımı

Soykırı­ma karşı dire­nen son lonko (şef)) İnayakal ise esir alınıp uzun yıl­lar boyun­ca bir müzede soykırım envan­teri gibi sergile­nen halkının kafa­taslarının bekçil­iği­ni yap­maya mahkum edil­di. İnayakal’ın bu tra­jik serüveni, üzer­ine giy­dirilen işgal­ci üni­for­mayı yırtıp müzenin mer­di­ven­lerinden ken­di­ni aşağı attığı gün sona erdi.

Arjan­tinli şilili ve İngiliz hay­dut­ların Mapuçe halk­ların­dan Selk­nam’ların toprak­ları­na gelişi ile bir­lik­te böl­g­eye çek­ilen mac­er­acılar, altın avcıları, yer­leşim­cil­er, kısacası yer­li — yabancı yeni toprak sahip­leri ile bir­lik­te Patagonya’nın etno ekolo­jik soykırımı, 150 yıl boyun­ca devam ede­cek olan Mapuçe halkı ile işgal­ci devlet hay­dut­ları arasın­da­ki asimetrik çatış­manın kay­nağı olacaktı.

Toprak­ları ele geçir­ilip Şili ve Arjan­tin sınır­ları ile kod­lanan Mapuçel­er, tıp­kı İsp­anyol sömürge­cil­iğin­den önce olduğu gibi, ata­larının özgürce yaşadık­ları toprak­ları geri kazan­mak için mücadel­eye başladılar. Patagonya’nın iki tarafın­da süren bu mücade­lenin 1900’lerin başların­da çok önem­li otonom deney­im­lere mücadelelere yol açtığını da belirt­meliy­im. 27 Tem­muz 1918’de Pun­ta Are­nas’­ta birçok işçinin katledildiği Mag­el­lan işçi Fed­erasy­onu direnişi ve 1921’de yüzlerce işçinin katledildiği San­ta Cruz’­da­ki Patagonya işçi isyanı gibi…

Öze­tle, Şili ve Arjan­tin arasın­da pay­laşılan Patagonya’­da­ki Selk­nam halkının yok olması, kimi Arjan­tinli ve Şilili devlet tar­i­hçi­lerinin iddia ettiği gibi, “cahil bir oburluk”, “kabile savaşı” ya da “zaval­lı bir fizi­ki yapı” gibi şey­lerin bir ürünü değil­di. Şili ve Arjantin’in Güney ucun­da­ki Mapuçe yur­dunu ele geçiren ve iki devletin en etkin oli­garşik gücü haline gelen “Patagonya Kralı” mahlaslı İsp­anyol Jose Menen­dez gibi soykırım­cı sömürge­ci­lerin eseriy­di. “Bankaları ve nakliyeyi ekle­m­eye gelen ekonomik impara­tor­luk, ticaret, ster­lin karşılığın­da İngiltere’ye sat­tık­ları koyun yünün­den kay­naklandı. Koyun­ların böl­g­eye sokul­ması ve daha son­ra bu böl­gel­erde yaşayan bir hay­van olan gua­na­co’­nun yer değiştirme­si, yer­li halkın en büyük katliamların­dan birinin kay­nağıdır ve soykırımı ört­bas etmek için o yıl­ların tam edi­to­ryal gücüne sahip­tir.” diy­or bu soykırım hakkın­da yayın­lanan bir makale.

Patagonya’daki yer­li Mapuçe insan­larının var­lığını tama­men yok etmek isteyen ve tra­jik tekrar­ları günümüze kadar uzanan bu vahşi soykırım­cı toprak yağ­masın­da, yer­li Mapuçe halkı­na yöne­lik aşağıla­malar, tecavü­zler, gözaltın­da kayı­plar, ve  öldürmel­er, bugün Menendez’in hay­dut geleneği­ni sürdüren Benet­ton ve Joe Lewis gibi çağ­daş yabancı hay­dut­ların kon­trolünde devam etmekte.

Büyük bir çıkar hırsı ile Patagonya eko­sis­tem­i­ni geri dönüşü olmayan bir nok­taya getiren hay­dut şir­ketler ve hükümetler, böl­genin  bio çeşitlil­iğine ve onun­la bir­lik­te var olan bütün can­lı var­lık­lara;  toprağa, suya, ormana, hay­vana, insana yani kadın­lara, çocuk­lara, gençlere, yaşlılara ve ötek­ileştir­ilen bütün kim­lik­lere karşı uygu­ladık­ları her tür­den tecavüzün şid­detin ve sömürünün ifade­si olan Ter­risit1 karşısın­da her­han­gi bir yüzleşme ve maliyet ödeme­den büyük ekolo­jik sosyal yıkım­larını sürdüyorlar.


Ter­risit” konusun­da okuyabilecekleriniz :
Doğaya ses olan Mapuçe Moira İvana Mil­lán ile söyleşi
“Ter­risite Son!” • “Buen Vivir” – İyi Yaşam Manifestosu


Yahudi Soykırımının anatomisinden doğup Filistin’de işgalci ve soykırımcı bir devlete dönüşen siyonist İsrail

Tar­ih­sel künye­sine bak­tığımız­da yüzyıl­lar önce Fil­istin­li, Yahu­di, Bede­vi, Dürzi ve daha pek çok kadim halkın barış içinde bir ara­da yaşadık­ları toprak­lara ev sahipliği yapan Fil­istin, 20.yüzyılla bir­lik­te Nazi­lerin yahu­di soykırımı son­rası şaşırtıcı bir şek­ilde, Yahu­di halkının “önce­lik­li, ayrı­calık­lı ve üstün bir halk” olduğunu iddia eden İsr­ail siy­oniz­mi tarafın­dan ilhak edildi.

İsr­ail Devle­ti­ni tanım­la­mak için en uygun etiket “APARTHEİD“dir. Bunun sadece eski impara­tor­luk­lar tarzın­da bir halkın bir başkası tarafın­dan fethedilme­si olmadığını söyle­mek gerekiy­or. Bu ne İnc­il’d­en alı­nan bölün­memiş bir İsr­ail toprak­ları­na olan inancın ifade­si, ne de yer­leşim­ci­lerin lid­er­lerinin güçlü lobisinin baskısın­dan kay­naklanıy­or ve kesin­lik­le etkin bir rol oynuyor.

Apartheid kuralı, birkaç güçlü çıkara hizmet eden bir şey olarak görülme­lidir. İlk olarak, İsr­ail ekonomi­sine hizmet etti, yani İsr­ail kap­i­tal­ist­leri, çoğun­luk­la küçük ve orta ölçek­li işv­eren­ler tarafın­dan üre­tim ve inşaat­ta kul­lanılan ucuz işgücü sağlayarak…

1948’den 1966’ya kadar askeri yöne­tim altın­da olan İsr­ailli Ara­plar bu role ve daha da önem­lisi 1967’de işgal edilen böl­gelerin sakin­ler­ine hizmet etti. Ancak son zaman­lar­da, El-Aksa İnt­ifadaşının ve geçi­ci iş göç­men­lerinin kitle­sel “itha­latının” bir sonu­cu gibi, bu işgücüne serbest erişim kesin­tiye uğradı. Büyük İsr­ailli şir­ketler 1967 işgalin­den kar elde ettil­er, çünkü onlar için rakip­leri olmayan büyük bir tüketi­ci pazarı açtı. İsr­ail’de her zaman güçlü olan askeri kuru­luş ve üst düzey per­son­eli, asker­lik hizme­ti­ni bitirdik­ten son­ra hükümet ve endüstride her zaman emin kariy­er­lere sahip olmuş ve kon­um­larını ve hak­larını güvence altı­na almak için aparthei­d’i ve çatış­mayı uzat­mak için kazanılmış bir çıkara sahiptir.

© Jalaa Marey / JINI

Apartheid, anti-Siyonist sol, iki devlet modeli ve FKÖ’nün kuruluşuna yardımcı olan İsrail

Bir hatır­lat­ma: Bir Fil­istin devle­tinin kurul­masıy­la ilgili cid­di görüşmel­er ilk İnt­ifada’nın sonuna doğru başladı. Ana Siy­on­ist sol­un lid­er­lerinden ve günümüzün daha radikal sol­un­dan neredeyse hiç kimse böyle bir anlaş­mayı hay­al etme­di. Oslo döne­m­i­nin başın­da bile hala özerk­lik hakkın­da konuş­mak­tay­dılar. FKÖ ve anti-Siy­on­ist sol, tüm vatan­daşlarının laik bir devle­tinin kurul­masın­dan bahsediy­or­du. Aslın­da Fil­istin Yöne­ti­mi, İsr­ail bu rolde FKÖ’NÜN kurul­ması­na yardım edene kadar hiç mev­cut değil­di. İki ülke için iki devlet öngören barış anlaş­ması, yal­nız­ca ilk İnt­ifada ve küre­sel dünya ekonomisin­de­ki değişik­lik­lerin ardın­dan İsr­ail ve ABD kap­i­tal­ist­lerinin bölüm­lerinin çıkar­ları­na uymaya başladığın­da gün­deme girdi.

Böyle bir barış ne anla­ma geliyor?

Genişletilmiş İsr­ail’deki duru­mun apartheid olarak tanım­lan­ması­na devam eder­sek ve bunu Güney Afrika’­da var olan­la karşılaştırır­sak, barışın İnt­ifada’nın İsr­ail’e hizmet ede­cek bir kom­prador Fil­istin lid­er­liğine sunul­ması anlamı­na geldiği­ni göre­bil­i­riz. Genel­lik­le “nor­malleşme” olarak adlandırılan böyle bir barış, küre­selleşme etiketi altın­da tüm dünya­da mey­dana gelen süreçler­le ve “tüm Akd­eniz ülkelerinin serbest ticaret böl­ge­si” ile sonuçlanacak şek­ilde tasar­lanan bölge­sel ticaret işbir­liği gir­işim­leriyle ilgi­lidir. Tüm dünya­da, bu tür anlaş­malar yer­el ekonomi­lerin çok ulus­lu kaygılar­la ele geçir­ilme­sine, temel insan hak­larının ihlal edilme­sine, kadın ve çocuk­ların statüsünde ve koşulların­da bozul­maya, sosyal şid­dete ve çevrenin tahrip olması­na yol açmıştır.

Böyle bir anlaş­ma ve barış en azın­dan şid­detin sona ermesi­ni sağlay­a­cak mı?

Pek olası değil… Ekonomik sıkın­tılar ve sosyal boşluk­lar arta­cak, mül­te­ci sorunu çözülmeye­cek. (..) Devletler bir çıkar sis­te­mi içinde hareket eder­ler ve biz­im gibi sıradan insan­lar kaygı lis­tesinde yük­sek değildir. Daha iyisi için her­han­gi bir değişik­lik yap­mak, boşluk­ları azalt­mak ve karşılık­lı öldürmeyi dur­dur­mak istiy­or­sak, garip “demokratik” protesto­dan baş­ka bir şey yap­mayan Avru­palılar ve Amerikalılar tarafın­dan finanse edilen siyasi lid­er­lerin itaatkar kuk­laları olarak davran­ma­malıyız. Bunun yer­ine, ulusal bölüm­leri kaldır­mak ve her şey­den önce karşılık­lı ve sürek­li katlia­ma neden olan askeri güçlere diren­mek için hareket etmeliyiz.

Cenevre anlaş­maları ya da baş­ka bir alter­natif olsun, siyasi bir pro­gramı teşvik etmem­ize gerek yok. Bunun yer­ine, böl­genin tüm sakin­leri için tama­men fark­lı bir yaşam tarzı ve eşit­lik talebi­ni gün­deme getirmeliy­iz. Bağım­sız ve yer­el bir şek­ilde hareket etsek bile, devletler olduğu sürece ve kap­i­tal­ist sis­tem var olmaya devam ettiğince, elde etmeyi başardığımız her geliş­menin kıs­mi ve kalıcı bir tehdit altın­da ola­cağını hatır­la­malıyız. Bu neden­le, mücadelem­izi dünya kap­i­tal­izmine karşı tüm dünya­da sürdürülen mücade­lenin bir parçası olarak görmeli ve sınıf baskısının, sömürünün kaldırıl­ması­na dayanan devrim­ci bir değişim çağrısın­da bulun­malı ve yeni bir toplum inşa etmeyi hede­flemeliy­iz: sınıf­sız bir anarşist-komünist toplum. Devlet zor­la­masının olmay­a­cağı, örgütlü şid­detin kaldırıla­cağı, şov­enizmin varol­may­a­cağı ve kap­i­tal­ist döne­min diğer tüm kötülük­lerinin kaldırıla­cağı bir toplum.”

Bu satır­lar 15 Mayıs 2004’te Tel Aviv’de düzen­le­nen bir gös­teride, “Anarşist Komünist Gir­işim” imza­sıy­la dağıtılan broşürde geçiy­or. “Anarşist Komünist Gir­işim”, bazıları İsr­ail Refüs­nik hareke­tine en başın­dan beri dahil olan ve protesto­larının bir sonu­cu olarak hapis ceza­sı­na çarp­tırılan üç fark­lı şehir­d­en küçük bir grup İsr­ailli anarşist tarafın­dan kuruldu.

Yer­leşik siy­onizmin her İsr­ailli gibi bütün sol düşünce biçim­ler­ine de sir­ayet ettiği­ni düşünecek olur­sak, İsr­ail sol­un­da bu den­li radikal anti siy­on­ist, anti mil­i­tarist bir söylem çok şaşırtıcı ve çok anlam­lı değil mi?

Batı Şeria’ya Apartheid duvarı

Batı Şeria duvarı

Batı Şeria’ya Apartheid duvarı

Duvar güven­liği değil, böl­geyi ilhak etmeyi ve yer­leşim pro­jesi­ni genişlet­meyi amaçlıyor!

Ekim 2000’den Ocak 2004’un sonuna kadar, 445’i reşit olmayan 2.376 Fil­istin­li öldürüldü. Aynı dönemde 600 İsr­aillileri öldürüldü, araların­da 74 küçük­ler vardı. Son 3 yıl­da bölgede 18 yasin altın­da 500’den fazla çocuk öldürüldü. Şid­detli İsr­ail işgali, yasadışı yer­leşim­cil­er pro­je­si ve işgal altın­da­ki Fil­istin toprak­ların­da­ki siv­il nüfusa yöne­lik zulüm­ler, 1967 sınır­larıy­la Yeşil hat­tın  İsr­ail tarafın­da­ki siv­il topluma zarar verdi.

İsr­ail hükümeti bir “çözüm” bul­du: Fil­istin ve İsr­ail nüfusu arasın­da 8 metre yük­sek­liğinde sözde “güven­lik duvarı” dediği, Batı Şeria Duvarı’nı inşa ett­ti.. Yeşil hat­tın uzun­luğu­nun iki katın­dan fazla olan ve işgal altın­da­ki toprak­ların derin­lik­ler­ine kadar uzanan bu duvar, birçok köyü yakının­da­ki kasa­balar­dan ve diğer köyler­den, köylü­leri has­tanel­er­den, okulların­dan gelen çocuk­lar­dan ve köylü­leri tar­laların­dan ve işy­er­lerinden ayırdı.

Yeşil hat içinde, duvarın inşası aynı zaman­da yaşlıları uygun bakım­dan, çocuk­ları yiye­cek ve uygun eğitim­den ve halkı güven­liğin­den kopardı… Her şey­den önce duvar, İsr­ail ve Fil­istin halkının ihtiy­acı olan barış­tan, adalet­ten ve güven­lik­ten ayırdı.

Ayır­ma duvarının maliyeti kilo­me­tre başı­na yak­laşık 2,2 mily­on ABD dolardır — tüm çit için de yak­laşık 1,4 mil­yar ABD doları. Çitin ve yer­leşimin inşası için her Şekel, gıda, eğitim, sağlık ve kalkın­ma için bir Şekel daha az anlamı­na gelmektedir.

2004 rakam­ları itibariyle İsr­ailli çocuk­ların üçte biri yok­sul­luk sınırının altın­da. Yarım milyon­dan fazla insan aç. Gazze Şeri­di nüfusu­nun %13’ünden fazlası yeter­siz beslen­meden muz­darip. Batı Şeria ve Gazze Şeridi’n­de­ki Fil­istin­li nüfus arasın­da %50’den fazla işsi­z­lik var…

Yeşil Hat’la gelen Siyonist işgal ve Apartheid politikası

Fil­istin toprak­larının pay­laşımı üzer­ine dönen çatış­ma, diğer bir dey­işle, iki halkı bir­birinden ayırıp siy­on­ist işgale ve  Apartheid ‘e zemin hazır­layan ilk bölün­me, Yeşil Hat’la bir­lik­te başladı.

İsr­ail’in ‘Bağım­sı­zlık Savaşı’n­dan veya Fil­istinlilerin ‘Felaket Günü’n­den (bakış açısı­na göre değişir ama her halükar­da 15 Mayıs 1948 ve 20 Tem­muz 1949 tar­ih­leri arasın­da vuku bul­du) önce bile her iki tarafı da tat­min ede­cek bir pay­laşım planı öner­mek mümkün değil­di. İsr­ail ve Fil­istin böl­geleri ya iç içe geçmişti ve ayrıla­may­a­cak kadar dip dibey­dil­er, ya da fiilen örtüşüy­or­lardı. Örneğin, 1947’de Bir­leşmiş Mil­letler Fil­istin Özel Komite­si, Fil­istin toprak­ların­dan bitişik bir İsr­ail Devleti kesip çıkar­mayı başara­mamış, ve dolayısıy­la, siyasi olarak bağım­sız fakat coğrafi olarak örtüşen ve bir­birine bağlı iki devlet –İsr­ail ve Fil­istin Devlet­leri– kurul­masını öner­mek­le yet­in­mek zorun­da kalmıştı. Yeni İsr­ail Devleti ile 1949 Ateşke­si sırasın­da­ki komşu­larını ayıran Yeşil Hat’ın yapım sürecinde 700.000 Fil­istin­li ya yer­lerinden edil­di ya da res­mi İsrail’deki evleri­ni terk etm­eye mecbur edildi.

Mül­te­ci­lerin büyük bir çoğun­luğu ‘geçi­ci’ olarak, maale­sef ama oldukça tah­min edilebilir bir şek­ilde tam da İsrail’in 1967 savaşı son­rasın­da ele geçirip işgal etm­eye koyu­la­cağı toprak­lar arasın­da bulu­nan Gazze şeri­di ve Batı Şeria’ya yer­leşti. İsr­ail, 1967’nin sonu itibariyle ve hem ulus­lararası hukuku hem de ken­di yasalarını açıkça ihlal ederek –o gün bugündür İsr­ail Yük­sek Mahkemesi’nde mücadele ediliy­or– sis­tem­atik bir biçimde Batı Şeria’ya ve Gazze şeri­dine “yer­leşm­eye” başladı – yani, buraları kol­o­nize etm­eye… Sina Yarı­madası 1982’de Mısır’a iade edilmiş olsa da İşg­al Altın­da­ki Toprak­lar­da­ki yasadışı yer­leşim­ler israil savun­ma Kuvvet­leri komu­tasın­da çoğal­maya devam etti.”
(Hollav Land İsrail’in işgal mimarisi)

İsrail Savunma Kuvvetleri (iSK) ile İşgal Topraklarını Haritalandırmak

Hollov Land projesi

Büyüt­mek için tıklayınız

Hol­low Land İsr­ail’in işgal mimarisi” adlı kitabın yazarı Eyal Weizman’ın aktardığı­na göre :

Küre­sel eğil­im­leri izleyen İSK, son yıl­lar­da yöne­timin fark­lı kademelerinde bazı enstitüler ve düşünce kuru­luşları” kur­dur­muş­tu. Bun­lar­dan biri de, İsr­ail ordusun­da­ki tüm üst düzey görevlilere –ve ABD deniz piyade sınıfının bazı men­su­pları­na– eğitim veren Operasy­onel Kuram Araştır­ma Enstitüsü (OTRİ) idi. OTRİ, 1996–2006 yıl­ları arasın­da, ikisi de emek­li tuğ­gen­er­al olan Simon Naveh ve Döv Tamarı’nın yöne­ti­mi altın­da faaliyet­leri­ni sürdürdü. OTRİ’nin en ateşli öğren­ci­lerinden biri olan Tuğ­gen­er­al Aviv Kocavi, İsr­ail ordusu­nun Mart-Nisan 2002’de Nablus’taki Bal­a­ta mül­te­ci kam­pı ile Batı Şeria’daki bazı Fil­istin kent­leri­ni hedef alan saldırısını yönet­mişti.” Weizman’la yap­tığı bir söyleşide Tuğ­gen­er­al Aviv Kocavi, işgal starate­jisi­ni nasıl gerekçe­lendirdik­leri­ni şöyle açık­lıy­or­du: “Düşman[ımız], mekâni gelenek­sel, klasik bir tarz­da yorum­luy­or. Bu da demek oluy­or ki sokak, [biz­im açımız­dan] içinde yürün­mesi yasak olan bir yer; kapı, için­den geçilme­si yasak olan bir yer; pencere, için­den bakıl­ması yasak olan bir yer çünkü sokak­ta bizi bir silah, kapıların arkasın­da bizi bir bubi tuza­ğı bekliyor.”
(Hollav Land İsrail’in işgal mimarisi,  s. 198).

Ben [bu mekân] yoru­mu­na ve [ulus­lararası huku­ka] uyup son­ra da onun [düş­manın] tuza­k­ları­na düşmek istemiy­o­rum. Onun tuza­k­ları­na düşmek şöyle dur­sun, onu şaşırt­mak istiy­o­rum. Savaşın esası budur. Kazan­mam lazım. Bek­len­medik bir yer­den çık­mam gerek. Biz de bunu yap­maya çalıştık.
(Hollav Land İsrail’in işgal mimarisi,  s. 198).

Yer yüzünde her on yıl­da bir üzer­ine her gün ton­lar­ca bom­balar ve füzel­er­ler yağdırılan Fil­istin dışın­da bir coğrafya var mıdır? Ya da kuşak­lar boyu süren ve hiç bir kur­al yasa ve sözleşme tanı­mayan bu kör savaş kadar son­suz acı ve korku ile sınanan baş­ka yeryüzü çocuk­ları var mıdır?

Aynı toprak­lar­da yaşa­mak için bir­birine muh­taç iki halkı, hiç bir insanı ahla­ki değer tanı­madan bir­birinden ayıran ve yal­nız­ca karşılık­lı savaş­maya ve öldürm­eye mahkum eden siy­onizm ve geri­ci Arap mil­liyetçi Fil­istin yöne­ti­mi, ”sek­törel bir mil­i­tarist yöne­tim biçi­mi” olarak, on yıl­lardır bu kan­lı savaş­tan beslen­mek­tel­er. Eko sis­te­mi hiçe sayan, ken­di tan­rılarını bile sus­tu­ran bir savaş impara­tor­luğu bu…

1948’den beri üzer­ine kimyasal savaş yağan bu toprak­ların fau­nasının, eko­sis­tem­i­nin, insan, hay­van, bit­ki, tüm bileşen­leri ile bir­lik­te yaşadığı işkenceyi, acıyı ve ölümü düşünebiliy­or musunuz?

Kut­sal Fil­istin toprakları”nda hay­atın ve barışın biri­cik ve kut­sal besin kay­nağı sayılan zeytin ağaçlarını bile, ken­di tan­rılarının huzu­run­da yok etmek­ten çek­in­meyen siy­on­ist devlet, Yeşil hat boyun­da­ki Fil­istin­li mül­te­ci yer­leşkelerinin eko-topografisi­ni, Batı Şeri­a’­da­ki duvar­la bir­lik­te yeni işgal güz­er­gahı olarak diza­yn etmiş ve militer güç­leri ile buradalar­da­ki eko­sis­te­mi, evleri, bahçeleri, tar­laları savaş araçlarıy­la bir­lik­te yık­mış ve tahrip etmiştir. Bu eko-etnik yıkımı şöyle de yorum­laya­bil­i­riz: Siyonizm’in sözde tan­rının armağanı say­dığı yeryüzü nimet­ler­ine saygısı, onun tahrip gücü sınırsız savaş gücü ile yarat­mış olduğu bilanço­su kadardır.

Yani siy­on­ist İsr­ail ordusu ve onun işgal kur­maylığı, Bal­a­ta mül­te­ci kam­pın­da ve diğer yer­lerde savaş suçları işley­erek ilerle­di. Savaşın ardın­dan “geçi­ci” olarak işgal edilmiş bir bölgede bulu­nan siv­il halkın evler­ine girip, evleri işgal edip, savaşı bu evlerin için­den yürütüp nihayet onları yıkarak…

Duvar­ların için­den yürüme strate­jisi­ni bu yüz­den ben­imsedik… bu mikro-tak­tik­sel uygu­la­mayı başlı başı­na bir yön­teme dönüştürdük ve bu yön­tem sayesinde mekânın tamamını baş­ka tür­lü yorumlayabildik”.
(Hollav Land israil’in işgal mimarisi, s. 199).

2002’de İsr­ailli mimar Eyal Weizman’ın dünyanın ilk geniş kap­sam­lı İşg­al Edilmiş Toprak­lar har­i­tasını yayın­la­ması büyük bir yankı uyandırdı. Hol­low Land İsr­ail’in işgal mimarisi 2adlı kitabının 2007 baskısının son sözünde Weiz­man şöyle diyor:

Arazinin yük­sek nok­ta­larının nirengisi ve daha son­raları hava fotoğrafları ve uydu görün­tü­leri vası­tasıy­la per­spek­tifi­ni oluş­tu­ran har­i­tacılık çok yakın bir zamana kadar neredeyse tama­men kolonyal ikti­dar mekaniz­malarıy­la ilişk­ilendirilmiştir. Fakat, [ikin­ci] İntifada’dan beri, giderek daha yaygın bir şek­ilde ikti­dar mekaniz­maları­na başkaldır­ma ve onları sek­t­eye uğrat­ma gir­işim­leriyle ilişk­ilendiriliy­or […] 2001’de, B’Tselem’de çalışan araştır­ma­cı Yehezkel Lein’den bir dav­et aldım: yapılı çevre yoluy­la –bil­has­sa İsr­ail yer­leşim­lerinin plan­la­ması yoluy­la– Fil­istinlilerin hak­larının ihlal edil­işi­ni gözler önüne sere­cek kap­sam­lı bir raporun, Land Grab, hazır­lan­ması­na katkı­da bulun­mamı iste­di. Say­falar­ca çiz­i­mi, düzen­le­meyi, taslağı ve planı çözümley­erek, bazı saha ölçüm­leri ve tepe uçuşları gerçek­leştir­erek mimarının ve plan­la­manın en gün­de­lik kul­lanım­ların­da insan hak­ları ve ulus­lararası hukuk ihlal­leri tespit ettik […] Suçu, imar plan­ları için tasar­ladık­ları çizgiler­le, mimar­lar ve plan­la­macılar işlemişti. Kanıt ise çiz­im­lerin ken­disiy­di. Mimar­lığın işgal ile gir­iştiği suç ortak­lığını kanıt­lay­a­cak delil­leri toplarken, tüm çiz­im­leri ve imar plan­larını tek bir har­i­ta­da biraraya getirdik. ”
(Hol­low Land İsr­ail’in işgal mimarisi, s. 261–2)

Weiz­man’ın devrim­ci­lik gibi bir iddi­ası yok, ama hazır­ladığı hari­ta, Batı Şeria ve Gazze’deki işgalde “refor­mu” veya insanileşmeyi değil, işgali tüm­den sona erdirmeyi hede­fleyen devrim­ci bir gir­işim. Weiz­man çalış­masını, müte­vazı bir yak­laşım­la, işgale karşı mücadele eden bağım­sız örgüt­lerin çalış­maları­na ben­zetiy­or: Kudüs Uygu­la­malı Araştır­ma Enstitüsü (ARIJ), Plan­la­ma Hak­ları için Plancılar (Bimkom), Konut Yıkımı­na Karşı İsr­ail Komite­si (İCAHD) gibi… Bu örgütler, Weizman’ın ifade­siyle, “işgali sona erdirme­si için İsr­ail hükümeti üzerinde baskı oluş­tu­ra­cak eylem­ler” örgütlüy­or (s. 259–260). Weizman’a göre bu gru­pların çalış­maları, “insan hak­ları örgüt­leri ve BM organ­ları kanalıy­la Fil­istin mül­te­ci kam­plarının tasar­lan­ması­na ve iyileştir­ilme­sine, yıkılan evlerin ve kamu binalarının yeniden yapıl­ması­na, Batı Şeria’daki duvar yüzün­den erişime kapanan okul ve has­tanelerin taşın­ması­na yardım­cı olan mimar­ların yap­tığı ise taban tabana zıt”. (s. 260). Bu tür gir­işim­lerin amacı işgali sona erdirmek değil, “İsrail’in işgal reji­mi koşulların­da yaşayan Fil­istinlilerin hay­at­larını daha çek­ilir kıl­mak” (s. 260).

Keza İsrail’in Siy­on­ist solu da aynı hat­ta yer almak­tadır. Fil­istin halkının temel sorunu görmez­den gelen İsr­ail sol’u, devletin bekasının göl­gesinde yürüt­tüğü siy­on­ist devletçil­iği ile sözüm ona “Barış Kam­pı” ile savaş poli­tikaları­na karşı muhale­fet (!) yürütüy­or.Duvara Karşı AnarşistlerSiy­on­ist sol­un ken­di başı­na karşılaya­bile­ceği en iyi şey, ikin­ci sınıf vatan­daşlara (Fil­istin­li, Bede­vi, Dürzi ve yabancı işçil­er) “cömert tek­lifler” sunan Barak ya da Sharon’un “askeri demokrasi“si dir. Bu, yok­sul Fil­istin­li get­to­ların kurul­masın­dan baş­ka bir şey ifade etmez. Gerçek­ten de, sözde “barış sürecinin” başlangıcı olan 1993’ten bugüne kadar Fil­istin halkının duru­mu­nun daha da kötüleşme­si ve toprak­ların­da­ki yer­leşim­ci­lerin sayısının iki katı­na çık­ması hiç şaşırtıcı değil!

İsr­ail solu, Ariel Şaron Hüküme­tinin (ya da ondan önce Barak ya da Netanyahu ya da Rabin) acı­ması­zlığı için bir engel teşk­il etmez, çünkü elleri tale­plere, ihtiyaçlara ve İsr­ail ordusu­nun bakış açısı­na kör bir itaat içinde bağlanır. Sol kamp, askeri bir çözüme inan­maz, ancak aynı nefesle orduya katıl­mayı ve ne olur­sa olsun tam, koşul­suz destek ver­meyi de gizlemez.

Barış” kam­pı olarak adlandırılan İsr­ail solu, Fil­istin halkının toprak­ların­dan uza­k­laştırıl­masın­da Siy­onizmin sorum­lu­luğunu red­det­tiği sürece ve nüfusun beşte birinden fazlasının Yahu­di olmadığı bir ülkenin hem Siy­on­ist “Yahu­di devleti”, hem de gerçek­ten demokratik ola­may­a­cağını anla­mayı red­det­tiği sürece asla gerçek ve kalıcı bir barış kura­may­a­cak­tır.
(Duvara Karşı Anarşistler)

İsr­ail — Fil­istin soru­nunun çözümüne gerçek man­a­da bir yak­laşım getiren İsr­ailli anarşist­lerin “devlet­siz, savaşsız ve barış içinde bir ara­da var olma” düşünce­si, yal­nız­ca İsr­ail ve Fil­istin halk­ları için değil, aynı zaman­da bütün bölge halk­ları için de yegane bir çözüm arayışı­na işaret etmekte.

Daha somut ve daha ileri bir refer­ansa taşı­yarak ifade ede­cek olur­sam, İsr­ailli anarşist­lerin önerdiği barışın, israil ve fil­istin halk­larınının kaderi­ni Orta­doğu­lu halk­ların kader­leriyle bir­leştiren ve onları baş­ka tür­lü bir barışın ruhu­na çağıran Roja­va devri­m­inin somut kazanım­ların­dan biri haline gelebile­ceği­ni bile ümit edebiliriz.

İşg­alci İsr­ail siy­oniz­mi ile geri­ci mil­liyetçi hamas yöne­ti­minin karşılık­lı “ikti­dar ve güç” oyu­nuna dönüşen bu savaş­ta köy­leri­ni ve evleri­ni ter­ket­mek zorun­da kalan Fil­istin halkının ken­di yurt­ların­da esir mül­te­cilere dönüşme­sine karşı çıkan İsr­ailli ve Fil­istin­li barış savaşçıları bir gün bu kahro­lası gidişa­ta mut­la­ka son verecek.

Bu konu­da yine en somut mesajı İsr­ailli anarşistler veriyor:

Bin­lerce insan çocuk­ları için yiye­cek bul­mak için köy­leri­ni terk ediy­or. Etnik tem­i­z­lik göz­ler­im­izin önünde gerçek­leşiy­or ve tek bir seçeneğimiz var: İsr­ail demokra­sisinin kalın­tıların­dan hala sahip olduğu­muz birkaç hakkı kul­lan­mak ve ırkçı, ahlak­sız yasaları çiğne­mek. Evet, kapıları ve çit­leri kır­mak, bul­doz­er­leri beden­ler­im­i­zle engelle­mek, kapalı askeri alan­lara girmek ve düş­manı arkadaşımıza dönüştürmek. Terörün korku altyapısı olan işgal devam ettiği sürece Fil­istin ve İsr­ail direnişi devam edecektir.

Zeytin ağaçları sökülme­den önce, alt­ların­da bir­lik­te uyuduk, duvara karşı bir­lik­te yürüdük ve bir­lik­te savaş­maya devam ede­ceğiz. İsr­ailliler, Fil­istinlil­er ve enter­nasy­on­aller, herkes için, adalet ve eşit­lik için…”


Başlık res­mi: “Return Serve”, 2013 yılın­da Duvara Karşı Anarşistler yararı­na gerçek­leştir­ilen bir per­for­mans­ta Hamde Abu Rah­ma tarafın­dan çek­ilen bir fotoğraf

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.