Français | Türkçe | English

Değer­li yazar Aslı Erdoğan’ın öyküsünü anla­tan ve tar­i­hin arşivin­de bir refer­ans taşı ola­cak ola­cak bu biyo­grafik belge­sel, uzun bir süredir şah­si imkan­lar­la iler­liy­or. Pro­jenin son ham­lesi­ni gerçek­leştirme­si, ve ekran­larımıza yan­sı­ması için, desteğe gerek var.

Aslı Erdoğan’la dayanış­mayı yürek­ten sürdür­müştük, ve bugün de her gerek­tiğinde “bura­dayız” dem­eye devam ediy­oruz… Eğer bir çok etkin­liğe müte­vazi bir katkımız olduysa ne mut­lu, ama biliy­oruz ki, beyaz çakıl taşlarını bir araya getir­erek koca­man bir dayanış­mayı gerçeğe dönüştüren aslın­da sizlersiniz.

Bu satır­lar siz ulaştıysa, büyük ihti­malle Aslı’nın okuyu­cu­ları ve destekçi­leri arasın­dasınız… Bu pro­j­eye küçük de olsa destek ver­mek isteye­bile­ceğinizi düşündük.

Bakın, Adar Bozbay, bu belgesel projesi için bizlere neler anlattı…

 

• Sevgili Adar, bu pro­j­eye başlarken kafan­da bir plan, bir sinop­sis var mıy­dı? Yok­sa Aslı’nın adım­larını izleyip, olay­lar seni ner­eye götürüy­or­sa ken­di­ni bu akışa mı bıraktın?

Pro­j­eye Aslı Erdoğan ceza­evin­deyken başladım. Aslı’nın ede­biy­atını 90’lı yıl­lar­da özel­lik­le Kürtler hakkın­da yazdığı yazılar­dan keşfet­miş­tim. Kürt köy­lerinde yapılan zor­balık­ları anlat­tığı yazıların­dan… Beyaz bir Türk’ün Kürt­lerin yanın­da dur­ması, hem de 90’lar gibi tehlike­li bir dönemde bunu yap­ması, bir Kürt olarak beni çok etk­ilemişti. Ardın­dan çeşitli gazetel­erde yaz­maya ve roman­ları da çık­maya başladı.

Kısacası Aslı Erdoğan’ın ede­biy­atını takip eden ve sev­en­lerinden, hayran­ların­dan biriy­dim. Son­ra ceza­evine gir­ince, ona bir şey­leri öde­mem gerek­tiği his­sine kapıldım… Bunu nasıl ifade ede­bilir­im? Kendi­mi ona borçlu his­set­tim. O bizler­le bir dayanış­ma içindey­di, en tehlike­li dönem­lerde bile Kürtler hakkın­da yazmıştı, biz­im yanımız­da duran bu kadının yanın­da dur­mam gerek­tiği­ni düşündüm. O zaman­lar Bigu­di adın­da, kadın­lara özel bir bar işletiy­or­dum. Bu mekan­da Aslı için iki etkin­lik düzen­ledik. Bir ceza­evine toplu mek­t­up gön­derme etkin­liği, bir de Almanya’­dan gelen iki mil­letvek­ilin­in de katıldığı, Aslı için konuş­malar, oku­malar yapılan bir gün düzenledik.

Ardın­dan bir video hazır­la­maya başladım. Aslı Erdoğan üzerinden, Türkiye’de­ki hak ihlal­ler­ine değinecek­tim. Çünkü Aslı’nın yazıları beni buraya götür­müştü. Türkiye’de ötek­ileştir­ilen herkese dair yazdığını görüy­or­dum; Kürtler, Erme­nil­er, Yahudil­er, cin­siyet ayrımı poli­tikaları… Yal­nız Türkiye’de değil bütün dünya­da ötek­ileştir­ilen­ler hakkın­da yazıy­or­du. Ben­im de hem bir Kürt hem de Queer bir birey olarak yaralarım vardı, her tür­lü ötek­ileştir­ilm­eye maruz kalmış biriy­dim. Aklım­da­ki pro­jeyi hazır­la­maya çalıştım. Aslı çık­tık­tan son­ra ona bir tek­lifte bulun­dum. Aslın­da kab­ul etmeye­ceği­ni düşünüy­or­dum. Onun daha çok ken­di iç dünyası­na dönük bir kadın yazar olduğunu Aslı’nın yakın arkadaşı ve şim­di ortak arkadaşımız olan Mehmet Atak’­tan da biliy­or­dum, ve bu tek­li­fi kab­ul etmesinin çok zor ola­cağını düşünüy­or­dum. Ama, kab­ul etti. Bilmiy­o­rum, sanırım güvendi…

Ona pro­jeyi anlat­tım, İst­anb­ul’un yedi köşesinde çeke­ceğimiz, yedi kitabını ele ala­cağım, yedi bölüm­lü bir film pro­je­si olduğun­dan bah­set­tim. Aslın­da pro­jeyi tam olarak bu şek­ilde gerçek­leştiremedik. Ceza­evin­den çık­tık­tan son­ra­ki dönemde Aslı’nın yurt dışı yasağı vardı, pas­apor­tu ver­ilmiy­or­du. Bahar ve yaz ayların­da sürek­li görüştük, konuş­tuk. Ağus­tos sonu, Eylül başı İst­anb­ul’da çekim­lere başladık.

Çekim­ler­den son­ra Aslı, Erich Maria Remar­que barış ödülünü almak üzere Almanya’ya gide­cek­ti. Ben de ona eşlik ettim. Ama oradan döneme­di… Gazetel­erde çok fark­lı şeyler yazılıy­or­du, müeb­be­tle yargı­landığı davası devam ediy­or­du. Açıkçası dön­mesi çok riskliy­di. Her an yeniden göz altı­na alın­abilir, ceza­evine dönebilir­di, ve sağlığı da iyi değil­di. Bütün bun­lar tedir­gin­lik veri­ciy­di. “Evimin cam­larını bile kap­at­madan, iki, üç gün için geldiğim Almanya gezisin­den döne­miy­o­rum” diy­or­du. Çok acı bir şey­di bu. Çok zor bir karardı. Bunu ken­disi daha iyi ifade eder ama, bu zor kararı aldığın­da ben de onun yanın­da olan­lar­dan biriydim.

Aslı döneme­di, Almanya’­da kaldı. Ora­da bir yazarlık bur­su aldı, yani yaz­maya ora­da devam etmek istiy­or­du. Ben Türkiye’ye döndüm. Ama Aslı Almanya’­da kalın­ca ben­im için de Avru­pa yol­cu­luk­ları başladı. Aslı’yı ard arda gelen ödül tören­lerinde izled­im. Fransa’­da Simone-de-Beau­voir Kadın Hak­ları Ödülü, İsveçte PEN’in Tuchol­sky Ödülü… Bazıların­da çekim yapa­bildik, bazıların­da ise Aslı’nın sağlığı dolayısıy­la yapa­madık. Ama o süreçlere de şahit oluy­or, ve Aslı’yı git­tikçe daha bire­bir, daha fazla tanıy­or­dum. Ve elbette, belge­selin seyri de değişti…

Aslı bir şek­ilde yazıların­da oluş­tur­duğu karak­ter­lerin yaşamın­dan geçiy­or­du. Tıp­kı Taş Bina’da olduğu gibi… Taş Bina’yı yazıy­or, ardın­dan tutuk­lanıy­or, ceza­evi­ni yaşıy­or… Evet, başlangıç­ta filmin bir sinop­sisi vardı ama bu dört, beş kez değişti… Her değişimde yeniden çekim­ler yapıy­or­duk. Belge­selin başlangıç­ta­ki hede­fi olan “Türkiye’de­ki hak ihlal­ler­ine değin­me” çizgisi de fark­lı bir şek­ilde evril­di, Aslı’nın sağlık sorun­ları, sürgün­de­ki yaşamı, ve bu zor şart­lar­da yaza­ma­ması gibi konu­lara yönel­di. Çünkü Aslı’yı her gün görüy­or­dum, sağlığı hem psikolo­jik, hem fizik­sel olarak kötüye gidiy­or­du. Hastalık bir yan­dan, stres bir yan­dan, sürgün hay­atı onu derinden etk­iliy­or­du. Bir yan­dan Türkiye’de müeb­bet isteği ile açılan davası devam ediy­or­du. Aslı tüm bun­lar­la savaşıy­or­du… Filmde bun­ları işle­m­eye çalıştım.

Aslı’nın deney­imine yakın­dan bakın­ca, aynı durum­da olan tüm insan­ların bu sorun­ları yaşadığını düşün­m­eye başladım. Sayısız gazete­ci, akademisyen, aktivistin hay­atı aynı zor­luk­lar­la doluy­du… Tüm bu insan­ların içinde Aslı bir sem­bol gibi duruy­or­du. Tanı­nan bir isim olduğu için daha çok görünüy­or­du, ama bir çok insan Aslı’nın yaşadık­larını yaşıy­or­du. Ve bu da başlı başı­na, bam­baş­ka bir işkencey­di. Belge­sel, en son hali ile, Aslı’nın için­den geçtiği zor­luk­ları, sağlık, sürgün, ve yaz­ma zor­luk­larını anlatıyor.

Aslı Erdoğan

• Çekim­lere bir 3 yıl önce başladın. Aslı’y­la ilgili önce­ki döne­mi oluş­tur­man gerek­miş olmalı. Özgür Gün­dem döne­mi, mahkeme, tut­sak­lık, ulus­lararası dayanış­ma… Bun­lar için han­gi arşivlere başvurdun?

Belge­sel aslın­da üç yıl­dan da fazla sürdü… Çekim­lere 2017’de, anlam­lı olsun diye 1 Eylül “Dünya Barış günü“nde başladık… Ama elbette onun öncesinde, bir hazır­lık döne­mi vardı. Mart’­tan Eylül’e kadar, özel­lik­le Tem­muz ve Ağus­tos ayların­da Aslı Erdoğan’la görüşüy­or­duk. Altınoluk’­ta annesiyle bir­lik­teyken uzun tele­fon konuş­malarımız oldu. En yakın arkadaşı ile, ceza­e­vi arkadaşlarıy­la ve annesiyle de sık sık görüştüm. Aslı’nın dünyasını daha yakın­dan keşfet­m­eye başladım.

adar bozbay asli erdogan bitmemis cumleler filmO süreçte araştır­malar yap­tım. Arşivler­den yarar­landık elbette. Kedis­tan’ın arşiv­leri de buna dahil. Türkiye’­den bir çok gazete­ci ile çalış­malarımız oldu, yayın kuru­luşların­dan destek aldım. Aslı’nın çocuk­luğu, Rio’­da­ki gün­leri… Bun­lara dair fotoğraflar­la arşivler de oluş­tur­duk. Bu da ayrı bir çalış­ma süre­ciy­di… Kita­plarını yeniden, ve defalar­ca okudum. Basın arşiv­leri­ni de yeniden açtım, Özgür Gün­dem’de­ki, Radikal’de­ki yazıları… Dayanış­ma kam­pa­nyası çerçevesinde dünyanın dört bir köşesinde gerçek­leştir­ilen etkin­lik­leri inceledim.

Bun­ları gördükçe Aslı’ya hayran­lığım daha da art­maya başladı (gülüy­or). Oldukça zor­du ben­im için; hem hayranısınız hem belge­seli­ni çekiy­or­sunuz. Aslın­da ben­im ora­da yönet­men olarak kon­um­lan­mam ve o fil­mi yönet­mem gerekiy­or, ama karşım­da bir kadın duruy­or ve ben onu keşfet­tikçe, hayran­lığım artıy­or. CERN, Avru­pa Nük­leer Araştır­ma Merkez­i’nde çalışan ilk Türk fizikçil­er­den biri olmuş, Hig­gs bozonu üzer­ine çalışmış. Afrikalılar üzer­ine yazmış, Kürtler üzer­ine yazmış, bun­lar­la ilgili tehditler almış… Çok iyi bale yapan bir insan. Çok derin bir müzik ruhu­na sahip. Kita­pları, kale­mi muhteşem. Buna ben­z­er o kadar çok şey var ki… Dört, beş yaşın­da oku­mayı söküy­or. “Dahi çocuk” diye nite­lendiriliy­or. Kita­plar­la iç içe geçen bir hay­atı var…

Annesin­den, arkadaşların­dan böyle şeyler öğreniy­o­rum ve neresin­den başlasam diye heye­can­lanıy­o­rum. O kadar çok yön­lü bir kadın, ve her konu­da başarılı bir kadın ki, belge­sel için tüm bun­ların içinde kay­bo­la­cağımı düşündüğüm de oldu. Hep­si çok önem­li konu­lardı. Ama hep­si­ni bir tek belge­selde işleye­mezdim. Bir konu, bir açı bul­mam ve bu yol­da iler­lemem gerekiy­or­du. Böyle­si çok yön­lü bir kadının, her yönüne değin­sem bir dizi belge­sel orataya çıkardı (gülüy­or). Bir yer­den yak­laş­mak zorun­day­dım ve seçim yap­mam çok zor oldu. Ardın­dan, az önce de söylediğim gibi, Aslı ile git-geller, eşlik etmel­er, ziyaretler arasın­da belge­selin seyri ken­di kendine oluştu.

Asli Erdogan

• Bu emek ve zaman isteyen pro­jeyi ken­di imkan­ların­la iler­let­tin değil mi ? Ayrı­ca pan­dem­i­nin ortaya çık­ması yeni zor­luk­lar da yarat­mış olmalı. Yaşadığın zor­luk­lar­dan, bul­duğun destek­ler­den bah­set­mek ister misin?

Evet ken­di imkan­larım­la ilerled­im. Zat­en pro­j­eye de tek başı­ma başladım. Ama gerçek şu ki, sine­ma kolek­tif çalış­ma gerek­tiren bir sanat dalı, ve (gülüy­or) maale­sef dünyanın en pahalı sanat dalı… Ama bir yan­dan da en güçlü ve en çok ses getiren sanat dalı. Elbette bir kita­pla, bir res­im­le de birşeyler değiştire­bilirsiniz, bun­lar çok güçlü sanat dal­ları. Ama bir film­le çok daha fazla kişiye ulaşa­bilirsiniz. Best sell­er olması dışın­da, bir kitabı mily­on­lar­ca kişi oku­maz, ama mily­on­lar­ca kişi bir fil­mi izleye­bilir. Aynı anda birçok kişi otu­rup bir evde bir fil­mi paylaşabilir.

Sine­ma güçlü olduğu kadar da zor bir sanat dalı. Çok yük­sek bütçel­er gerek­tiren bir dal. Bir yazarın kalem­i­ni alıp üret­tiği gibi tek başı­na icra edile­meyen de bir dal. Bir ekip söz konusu. Görün­tü yönet­meni, kam­era, ses, yönet­menin desteğinde asis­tan­lar, belge­selse arşiv, kur­gu film ise oyun­cu­lar, ani­masy­on kul­lanılıy­or­sa sanatçılar, mon­taj aşa­ması, ses, renk… O kadar çok aşa­ması ve boyu­tu var ki hep­si­ni saya­may­a­cağım. Zor ve imkan gerek­tiren bir süreç. Tüm emek veren­ler meslek­leri­ni icra ederek hay­at­larını kazanıy­or, ve doğal olarak bu emeğin bir karşılığı, dolayısı ile pro­jenin önem­li bir bütçe­si oluyor.

Üç yıl boyun­ca bun­ların hep­si­ni ben karşıladım, çünkü bir yapım­cım da yok­tu. O dönemde baş­ka işler de yapıy­or­dum. Bigu­di barı işletiy­or­dum, klip yönet­men­liği yapıy­or­dum. Bun­lar­dan elde ettiğim gelir­leri belge­sel için kul­landım. Aslın­da oldukça mas­raflı bir belge­sel oldu, çünkü Aslı’nın Avru­pa yol­cu­luk­ların­da ona eşlik etmek bile ayrı bir bütçe oluş­tu­ruy­or­du. Belge­se­le başladık­tan son­ra yönet­men yardım­cılığını üstle­nen part­ner­im Melek Bal oldu ve bana çok destek ver­di. Yardım­cılığın ötesinde bir yapım­cı gibi, bütçe olarak da, orga­ni­za­sy­on olarak da, fikir olarak da çok büyük desteği oldu. Belge­seli özel­lik­le onun sayesinde daha ileri taşıya­bildim, ama elbette bir çok fark­lı konu­da çok emek veren birçok arkadaşımız var.

Pan­de­mi döne­minde gerçek­ten çok zor­landım. Mart ayın­da bütün bar­lar­la bir­lik­te, Bigu­di de kapandı. Ve bir daha da açıl­madı, açma izni çık­madı. Böylece ana gelir kay­nağım kesilmiş oldu. Ama artık pro­jenin sonuna yak­laşmıştım, post-prodük­siy­on süre­ci kalmıştı.

Destek olarak… Pek fazla mad­di destek almadım. İlk başladığımız­da Göte­borg kitap fuarı küçük bir destek ver­di, birkaç kişi şah­si yardım­lar sun­du. Ama tabii ki bu destek­ler üç buçuk yıl­lık bir pro­jeyi kap­say­a­cak yeterlilik­te değil­di. Son post-prodük­siy­on sürecinde, net­icede, Ekim ayın­da Norveç’te bir belge­sel yapım­cısı olan Jor­gen Lorentzen ile anlaştık. Renk ve müzik­leri­ni Norveç’te yap­maya karar verdik. Avru­pa ayağı olarak, Fransa’­da prodük­siy­on amiri arkadaşımız da Tahin Demi­ral. Ancak özel­lik­le belge­se­le eklen­mesi gereken ani­masy­on bölüm­ler için hala bir bütç­eye ihtiy­acımız var.

Bu filmin bir fes­ti­val yol­cu­luğu ola­cak. Mümkün olduğu kadar çok seyir­ciye ulaşa­bilme­si için gereken herşeyi yap­mak istiy­oruz. Bu film güçlü bir film ola­cak, çünkü ışık tut­tuğu yazar kadının kale­mi çok güçlü. Ayrı­ca sürgünün insan­ların üzerinde yarat­tığı tahri­b­atı da insan­ların görmesi­ni, anla­masını ve farkın­dalık kazan­masını istiy­o­rum. Bir yerde, tar­i­he bir not düşüy­or­sunuz, bu notu ne kadar çok kişiye ulaştıra­bilirs­eniz o kadar mut­lu olur­sunuz. Filminizi tele­vizy­on kanal­ları­na gön­der­mek istiy­or­sunuz, bunun bir bütçe­si var. Fes­ti­vallere başvur­mak istiy­or­sunuz, bazı fes­ti­valler için yine bir bütçe söz konusu. Kısacası pro­je tamam­landık­tan son­ra bile bütçe gereklil­iği devam ediyor…

Film Şubat başı, Mart sonu hazır ola­bile­cek gibi görünüy­or. İşte bu son aşa­malar için acil bir bütç­eye ihtiy­acımız var, ve bir crowd­found­ing kam­pa­nyası oluş­tur­duk. Pro­jenin son ham­lesinin de bitip, mümkün olduğun­ca çok yerde görülme­si için, insan­ların destek ola­cağını umuy­or ve bekliyoruz.

Aslı Erdoğan

• Aslı, yetenek­li, değer­li ve özel bir kaleme sahip, ulus­lararası düzeyde tanı­nan ve sevilen bir ede­biy­atçı, ama bunun yanın­da, insan olarak da kendine has ve çok özel bir kadın. Bu konu­da söyle­mek iste­diğin şeyler var mı?

Aslı Erdoğan çok değer­li ve çok güçlü bir kalem. Fransa’­da Lire der­gisinin 2005’da açık­ladığı “gele­ceğe kala­cak 50 yazar” arasın­da Aslı da vardı. Ede­biy­at dünyasın­da çok özel ve tek bir yazar. İns­an olarak da çok fark­lı bir kişi. Bu yüz­den belge­sel için çok zor­landım… Şöyle ifade ede­bilir­im; Aslı Erdoğan eğer bir yazar, çok özel bir yazar olmasay­dı, ben yine de Aslı gibi bir kadının belge­seli­ni yap­mak ister­dim… Yetenek­li, dahi, başarılı, ama bir yan­dan da ötek­il­er için, mağ­durlar için ken­di­ni tehlik­eye atan bir iyil­iğe, yüreğe sahip. Eli­ni taşın altı­na koy­an bir kadın. Yazıları çok kuvvetli, yaz­manın hakkını veriy­or. Çok fark­lı, eşi olmayan bir kadın. Yazar olarak iç dünyası­na dönük ama otu­rup saatlerce sizin­le konuşa­bilir, pay­laşa­bilir… “Aslı’ya dair ne söyle­mek­te istersiniz?” dendiğinde, o kadar çok şey söyleye­bilir­im ki, zaman ve say­falar yet­mez. Bu, içinde kay­bolduğum bir soru…

Dünyaya nadiren gelen insan­lar vardır. Aslı ben­im gözümde bu nadir insan­lar­dan biri. O bu dünyaya ait biri değil san­ki, bir kahin. Bir şey­lerin sır­rı­na vakıf olmanın verdiği sıkın­tı var san­ki omu­zların­da. Her zaman kur­banın yanın­da duruy­or, ötek­i­lerin safın­da. Zayıf olanı koru­manın, onun­la kur­ban edilmek olduğunu bildiği halde… Cilalı laflar etmiy­or, süs­lü pozlar ver­miy­or, bir kedi gibi ses­siz ve nar­in adım­lar­la yürüy­or. Yazarak konuşuy­or. Bağır­madan, basitleşme­den, sözcük­leri dans ettiriy­or. İyi bir balerin olduğunu yazıların­dan anlıy­oruz. Ve bir fizikçi olduğunu kur­duğu ede­bi den­klem­ler­den. Dili­ni kesm­eye, kağıt­tan kanat­larını kopar­maya çalışsalar da, sözcük­leriyle direniy­or, bildiği ve uğruna bir çok şeyi göz­den çıkardığı tek silahla: yazıy­la. O hep yal­nız, hep ses­siz, ses­si­zliği­ni boz­mak istemelerinden kaçıy­or. Ödül tören­lerinde, her­han­gi sem­i­ner, pan­el gibi bir yerde konuşul­ması bek­lenirken ger­iliy­or. Müte­vazil­iği başarısını sus­tu­ruy­or. Herkes onu övgüyle anlatırken, utan­gaç bir çocuk gibi gülüm­süy­or, aa öyle mi diye geçiştiriy­or. Sözcük­leri hep yazıların­da. Onları sözlü olarak kul­lanıldığın­da mucizeleri­ni kaybe­de­cek­lerinden korkuy­or gibi, onları seviy­or, koruy­or, çocuğu gibi. Kelimelere aşık, sözcük­lere dokun­mak­tan keyif alıy­or, onları kağı­da dök­meyi, kok­la­mayı, solumayı seviy­or. Kağı­da ruh üflüy­or, sözcük­lerin tan­rısı o. Kelimel­er­den cüm­lel­er, cüm­lel­er­den öyküler, roman­lar yaratıy­or. Kut­sal bir kitap gibi, söz­leriyle ken­di­ni kab­ul ettire­meyen mesih gibi. “Baba, baba beni neden terk ettin?” diye­cek kadar kırgın. Son akşam yemeğinde; “beden­i­mi alın bu sizindir” diye­cek kadar fedakar. Ceza­evine götürülürken anne­sine “asla ağla­ma ve asla başını eğme” diye­cek kadar da cesur…

Nous auri­ons pu pour­suiv­re cet entre­tien des heures encore. Mais le film attend votre soutien…

BU PROJEYİ DESTEKLEMEK İÇİN BU LİNKE TIKLAYIN

Bu belge­sel, gözaltına alı­nan yazar Aslı Erdoğan’ın ceza­ev­i­den çıkışı ile başlayıp, Erich Maria Remar­que ödülünü almak için gittiği Almanya’dan ülkesine bir daha dönememesi ve sürgündeki yaşamı ile devam etmesi­ni konu alıy­or. Zora­ki bir evliliğe, yarı açık ceza­evine benzettiği Frankfurt’taki sürgün yaşamı, yazarın sağlığını giderek boz­mak­ta ve onu yaz­mak­tan uzaklaştırmaktadır. Dünyanın dört bir yanın­dan ödüller alan, eser­leri 22 dile çevrilen bir yazarın artık yaza­ma­masının tra­je­disi tıp­kı yazarın kita­pları gibi trajiktir.

Belge­selin yönetmeni yazarın çıktığı bu sürgün yolculuğunda yaşadığı trav­maya şahitlik ederek, yer yer sorduğu soru­lar­lar­la kam­erasını tıp­kı Aslı Erdoğan’ın ede­biy­atı gibi imgelere ve metafor­lara yöneltir.

Dayanış­maya çağrı!

2017 yılın­da çekime başladığımız sürgün­de­ki romancı Aslı Erdoğan’la ilgili belge­seli bitirdik. Şu anda belge­selin% 80’i bit­ti; ancak Post-Prodük­siy­on aşa­masın­da, müzik, ren­klendirme ve ani­masy­on gibi çalış­maları bitire­bilmek için bütç­eye ihtiy­acımız var. Bizler queer sanatçılarız ve Türkiye’de de yapım­cı, kuru­cu ve bütçe bul­mak için çalış­mak çok zor.
Desteğinize ihtiy­acımız var ! 
Dostluk­la, barışla kalın. İst­anb­ul’d­an sevgiler!

Adar Bozbay


Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.