Français | Türkçe | English
Değerli yazar Aslı Erdoğan’ın öyküsünü anlatan ve tarihin arşivinde bir referans taşı olacak olacak bu biyografik belgesel, uzun bir süredir şahsi imkanlarla ilerliyor. Projenin son hamlesini gerçekleştirmesi, ve ekranlarımıza yansıması için, desteğe gerek var.
Aslı Erdoğan’la dayanışmayı yürekten sürdürmüştük, ve bugün de her gerektiğinde “buradayız” demeye devam ediyoruz… Eğer bir çok etkinliğe mütevazi bir katkımız olduysa ne mutlu, ama biliyoruz ki, beyaz çakıl taşlarını bir araya getirerek kocaman bir dayanışmayı gerçeğe dönüştüren aslında sizlersiniz.
Bu satırlar siz ulaştıysa, büyük ihtimalle Aslı’nın okuyucuları ve destekçileri arasındasınız… Bu projeye küçük de olsa destek vermek isteyebileceğinizi düşündük.
Bakın, Adar Bozbay, bu belgesel projesi için bizlere neler anlattı…
• Sevgili Adar, bu projeye başlarken kafanda bir plan, bir sinopsis var mıydı? Yoksa Aslı’nın adımlarını izleyip, olaylar seni nereye götürüyorsa kendini bu akışa mı bıraktın?
Projeye Aslı Erdoğan cezaevindeyken başladım. Aslı’nın edebiyatını 90’lı yıllarda özellikle Kürtler hakkında yazdığı yazılardan keşfetmiştim. Kürt köylerinde yapılan zorbalıkları anlattığı yazılarından… Beyaz bir Türk’ün Kürtlerin yanında durması, hem de 90’lar gibi tehlikeli bir dönemde bunu yapması, bir Kürt olarak beni çok etkilemişti. Ardından çeşitli gazetelerde yazmaya ve romanları da çıkmaya başladı.
Kısacası Aslı Erdoğan’ın edebiyatını takip eden ve sevenlerinden, hayranlarından biriydim. Sonra cezaevine girince, ona bir şeyleri ödemem gerektiği hissine kapıldım… Bunu nasıl ifade edebilirim? Kendimi ona borçlu hissettim. O bizlerle bir dayanışma içindeydi, en tehlikeli dönemlerde bile Kürtler hakkında yazmıştı, bizim yanımızda duran bu kadının yanında durmam gerektiğini düşündüm. O zamanlar Bigudi adında, kadınlara özel bir bar işletiyordum. Bu mekanda Aslı için iki etkinlik düzenledik. Bir cezaevine toplu mektup gönderme etkinliği, bir de Almanya’dan gelen iki milletvekilinin de katıldığı, Aslı için konuşmalar, okumalar yapılan bir gün düzenledik.
Ardından bir video hazırlamaya başladım. Aslı Erdoğan üzerinden, Türkiye’deki hak ihlallerine değinecektim. Çünkü Aslı’nın yazıları beni buraya götürmüştü. Türkiye’de ötekileştirilen herkese dair yazdığını görüyordum; Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, cinsiyet ayrımı politikaları… Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada ötekileştirilenler hakkında yazıyordu. Benim de hem bir Kürt hem de Queer bir birey olarak yaralarım vardı, her türlü ötekileştirilmeye maruz kalmış biriydim. Aklımdaki projeyi hazırlamaya çalıştım. Aslı çıktıktan sonra ona bir teklifte bulundum. Aslında kabul etmeyeceğini düşünüyordum. Onun daha çok kendi iç dünyasına dönük bir kadın yazar olduğunu Aslı’nın yakın arkadaşı ve şimdi ortak arkadaşımız olan Mehmet Atak’tan da biliyordum, ve bu teklifi kabul etmesinin çok zor olacağını düşünüyordum. Ama, kabul etti. Bilmiyorum, sanırım güvendi…
Ona projeyi anlattım, İstanbul’un yedi köşesinde çekeceğimiz, yedi kitabını ele alacağım, yedi bölümlü bir film projesi olduğundan bahsettim. Aslında projeyi tam olarak bu şekilde gerçekleştiremedik. Cezaevinden çıktıktan sonraki dönemde Aslı’nın yurt dışı yasağı vardı, pasaportu verilmiyordu. Bahar ve yaz aylarında sürekli görüştük, konuştuk. Ağustos sonu, Eylül başı İstanbul’da çekimlere başladık.
Çekimlerden sonra Aslı, Erich Maria Remarque barış ödülünü almak üzere Almanya’ya gidecekti. Ben de ona eşlik ettim. Ama oradan dönemedi… Gazetelerde çok farklı şeyler yazılıyordu, müebbetle yargılandığı davası devam ediyordu. Açıkçası dönmesi çok riskliydi. Her an yeniden göz altına alınabilir, cezaevine dönebilirdi, ve sağlığı da iyi değildi. Bütün bunlar tedirginlik vericiydi. “Evimin camlarını bile kapatmadan, iki, üç gün için geldiğim Almanya gezisinden dönemiyorum” diyordu. Çok acı bir şeydi bu. Çok zor bir karardı. Bunu kendisi daha iyi ifade eder ama, bu zor kararı aldığında ben de onun yanında olanlardan biriydim.
Aslı dönemedi, Almanya’da kaldı. Orada bir yazarlık bursu aldı, yani yazmaya orada devam etmek istiyordu. Ben Türkiye’ye döndüm. Ama Aslı Almanya’da kalınca benim için de Avrupa yolculukları başladı. Aslı’yı ard arda gelen ödül törenlerinde izledim. Fransa’da Simone-de-Beauvoir Kadın Hakları Ödülü, İsveçte PEN’in Tucholsky Ödülü… Bazılarında çekim yapabildik, bazılarında ise Aslı’nın sağlığı dolayısıyla yapamadık. Ama o süreçlere de şahit oluyor, ve Aslı’yı gittikçe daha birebir, daha fazla tanıyordum. Ve elbette, belgeselin seyri de değişti…
Aslı bir şekilde yazılarında oluşturduğu karakterlerin yaşamından geçiyordu. Tıpkı Taş Bina’da olduğu gibi… Taş Bina’yı yazıyor, ardından tutuklanıyor, cezaevini yaşıyor… Evet, başlangıçta filmin bir sinopsisi vardı ama bu dört, beş kez değişti… Her değişimde yeniden çekimler yapıyorduk. Belgeselin başlangıçtaki hedefi olan “Türkiye’deki hak ihlallerine değinme” çizgisi de farklı bir şekilde evrildi, Aslı’nın sağlık sorunları, sürgündeki yaşamı, ve bu zor şartlarda yazamaması gibi konulara yöneldi. Çünkü Aslı’yı her gün görüyordum, sağlığı hem psikolojik, hem fiziksel olarak kötüye gidiyordu. Hastalık bir yandan, stres bir yandan, sürgün hayatı onu derinden etkiliyordu. Bir yandan Türkiye’de müebbet isteği ile açılan davası devam ediyordu. Aslı tüm bunlarla savaşıyordu… Filmde bunları işlemeye çalıştım.
Aslı’nın deneyimine yakından bakınca, aynı durumda olan tüm insanların bu sorunları yaşadığını düşünmeye başladım. Sayısız gazeteci, akademisyen, aktivistin hayatı aynı zorluklarla doluydu… Tüm bu insanların içinde Aslı bir sembol gibi duruyordu. Tanınan bir isim olduğu için daha çok görünüyordu, ama bir çok insan Aslı’nın yaşadıklarını yaşıyordu. Ve bu da başlı başına, bambaşka bir işkenceydi. Belgesel, en son hali ile, Aslı’nın içinden geçtiği zorlukları, sağlık, sürgün, ve yazma zorluklarını anlatıyor.
• Çekimlere bir 3 yıl önce başladın. Aslı’yla ilgili önceki dönemi oluşturman gerekmiş olmalı. Özgür Gündem dönemi, mahkeme, tutsaklık, uluslararası dayanışma… Bunlar için hangi arşivlere başvurdun?
Belgesel aslında üç yıldan da fazla sürdü… Çekimlere 2017’de, anlamlı olsun diye 1 Eylül “Dünya Barış günü“nde başladık… Ama elbette onun öncesinde, bir hazırlık dönemi vardı. Mart’tan Eylül’e kadar, özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında Aslı Erdoğan’la görüşüyorduk. Altınoluk’ta annesiyle birlikteyken uzun telefon konuşmalarımız oldu. En yakın arkadaşı ile, cezaevi arkadaşlarıyla ve annesiyle de sık sık görüştüm. Aslı’nın dünyasını daha yakından keşfetmeye başladım.
O süreçte araştırmalar yaptım. Arşivlerden yararlandık elbette. Kedistan’ın arşivleri de buna dahil. Türkiye’den bir çok gazeteci ile çalışmalarımız oldu, yayın kuruluşlarından destek aldım. Aslı’nın çocukluğu, Rio’daki günleri… Bunlara dair fotoğraflarla arşivler de oluşturduk. Bu da ayrı bir çalışma süreciydi… Kitaplarını yeniden, ve defalarca okudum. Basın arşivlerini de yeniden açtım, Özgür Gündem’deki, Radikal’deki yazıları… Dayanışma kampanyası çerçevesinde dünyanın dört bir köşesinde gerçekleştirilen etkinlikleri inceledim.
Bunları gördükçe Aslı’ya hayranlığım daha da artmaya başladı (gülüyor). Oldukça zordu benim için; hem hayranısınız hem belgeselini çekiyorsunuz. Aslında benim orada yönetmen olarak konumlanmam ve o filmi yönetmem gerekiyor, ama karşımda bir kadın duruyor ve ben onu keşfettikçe, hayranlığım artıyor. CERN, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde çalışan ilk Türk fizikçilerden biri olmuş, Higgs bozonu üzerine çalışmış. Afrikalılar üzerine yazmış, Kürtler üzerine yazmış, bunlarla ilgili tehditler almış… Çok iyi bale yapan bir insan. Çok derin bir müzik ruhuna sahip. Kitapları, kalemi muhteşem. Buna benzer o kadar çok şey var ki… Dört, beş yaşında okumayı söküyor. “Dahi çocuk” diye nitelendiriliyor. Kitaplarla iç içe geçen bir hayatı var…
Annesinden, arkadaşlarından böyle şeyler öğreniyorum ve neresinden başlasam diye heyecanlanıyorum. O kadar çok yönlü bir kadın, ve her konuda başarılı bir kadın ki, belgesel için tüm bunların içinde kaybolacağımı düşündüğüm de oldu. Hepsi çok önemli konulardı. Ama hepsini bir tek belgeselde işleyemezdim. Bir konu, bir açı bulmam ve bu yolda ilerlemem gerekiyordu. Böylesi çok yönlü bir kadının, her yönüne değinsem bir dizi belgesel orataya çıkardı (gülüyor). Bir yerden yaklaşmak zorundaydım ve seçim yapmam çok zor oldu. Ardından, az önce de söylediğim gibi, Aslı ile git-geller, eşlik etmeler, ziyaretler arasında belgeselin seyri kendi kendine oluştu.
• Bu emek ve zaman isteyen projeyi kendi imkanlarınla ilerlettin değil mi ? Ayrıca pandeminin ortaya çıkması yeni zorluklar da yaratmış olmalı. Yaşadığın zorluklardan, bulduğun desteklerden bahsetmek ister misin?
Evet kendi imkanlarımla ilerledim. Zaten projeye de tek başıma başladım. Ama gerçek şu ki, sinema kolektif çalışma gerektiren bir sanat dalı, ve (gülüyor) maalesef dünyanın en pahalı sanat dalı… Ama bir yandan da en güçlü ve en çok ses getiren sanat dalı. Elbette bir kitapla, bir resimle de birşeyler değiştirebilirsiniz, bunlar çok güçlü sanat dalları. Ama bir filmle çok daha fazla kişiye ulaşabilirsiniz. Best seller olması dışında, bir kitabı milyonlarca kişi okumaz, ama milyonlarca kişi bir filmi izleyebilir. Aynı anda birçok kişi oturup bir evde bir filmi paylaşabilir.
Sinema güçlü olduğu kadar da zor bir sanat dalı. Çok yüksek bütçeler gerektiren bir dal. Bir yazarın kalemini alıp ürettiği gibi tek başına icra edilemeyen de bir dal. Bir ekip söz konusu. Görüntü yönetmeni, kamera, ses, yönetmenin desteğinde asistanlar, belgeselse arşiv, kurgu film ise oyuncular, animasyon kullanılıyorsa sanatçılar, montaj aşaması, ses, renk… O kadar çok aşaması ve boyutu var ki hepsini sayamayacağım. Zor ve imkan gerektiren bir süreç. Tüm emek verenler mesleklerini icra ederek hayatlarını kazanıyor, ve doğal olarak bu emeğin bir karşılığı, dolayısı ile projenin önemli bir bütçesi oluyor.
Üç yıl boyunca bunların hepsini ben karşıladım, çünkü bir yapımcım da yoktu. O dönemde başka işler de yapıyordum. Bigudi barı işletiyordum, klip yönetmenliği yapıyordum. Bunlardan elde ettiğim gelirleri belgesel için kullandım. Aslında oldukça masraflı bir belgesel oldu, çünkü Aslı’nın Avrupa yolculuklarında ona eşlik etmek bile ayrı bir bütçe oluşturuyordu. Belgesele başladıktan sonra yönetmen yardımcılığını üstlenen partnerim Melek Bal oldu ve bana çok destek verdi. Yardımcılığın ötesinde bir yapımcı gibi, bütçe olarak da, organizasyon olarak da, fikir olarak da çok büyük desteği oldu. Belgeseli özellikle onun sayesinde daha ileri taşıyabildim, ama elbette bir çok farklı konuda çok emek veren birçok arkadaşımız var.
Pandemi döneminde gerçekten çok zorlandım. Mart ayında bütün barlarla birlikte, Bigudi de kapandı. Ve bir daha da açılmadı, açma izni çıkmadı. Böylece ana gelir kaynağım kesilmiş oldu. Ama artık projenin sonuna yaklaşmıştım, post-prodüksiyon süreci kalmıştı.
Destek olarak… Pek fazla maddi destek almadım. İlk başladığımızda Göteborg kitap fuarı küçük bir destek verdi, birkaç kişi şahsi yardımlar sundu. Ama tabii ki bu destekler üç buçuk yıllık bir projeyi kapsayacak yeterlilikte değildi. Son post-prodüksiyon sürecinde, neticede, Ekim ayında Norveç’te bir belgesel yapımcısı olan Jorgen Lorentzen ile anlaştık. Renk ve müziklerini Norveç’te yapmaya karar verdik. Avrupa ayağı olarak, Fransa’da prodüksiyon amiri arkadaşımız da Tahin Demiral. Ancak özellikle belgesele eklenmesi gereken animasyon bölümler için hala bir bütçeye ihtiyacımız var.
Bu filmin bir festival yolculuğu olacak. Mümkün olduğu kadar çok seyirciye ulaşabilmesi için gereken herşeyi yapmak istiyoruz. Bu film güçlü bir film olacak, çünkü ışık tuttuğu yazar kadının kalemi çok güçlü. Ayrıca sürgünün insanların üzerinde yarattığı tahribatı da insanların görmesini, anlamasını ve farkındalık kazanmasını istiyorum. Bir yerde, tarihe bir not düşüyorsunuz, bu notu ne kadar çok kişiye ulaştırabilirseniz o kadar mutlu olursunuz. Filminizi televizyon kanallarına göndermek istiyorsunuz, bunun bir bütçesi var. Festivallere başvurmak istiyorsunuz, bazı festivaller için yine bir bütçe söz konusu. Kısacası proje tamamlandıktan sonra bile bütçe gerekliliği devam ediyor…
Film Şubat başı, Mart sonu hazır olabilecek gibi görünüyor. İşte bu son aşamalar için acil bir bütçeye ihtiyacımız var, ve bir crowdfounding kampanyası oluşturduk. Projenin son hamlesinin de bitip, mümkün olduğunca çok yerde görülmesi için, insanların destek olacağını umuyor ve bekliyoruz.
• Aslı, yetenekli, değerli ve özel bir kaleme sahip, uluslararası düzeyde tanınan ve sevilen bir edebiyatçı, ama bunun yanında, insan olarak da kendine has ve çok özel bir kadın. Bu konuda söylemek istediğin şeyler var mı?
Aslı Erdoğan çok değerli ve çok güçlü bir kalem. Fransa’da Lire dergisinin 2005’da açıkladığı “geleceğe kalacak 50 yazar” arasında Aslı da vardı. Edebiyat dünyasında çok özel ve tek bir yazar. İnsan olarak da çok farklı bir kişi. Bu yüzden belgesel için çok zorlandım… Şöyle ifade edebilirim; Aslı Erdoğan eğer bir yazar, çok özel bir yazar olmasaydı, ben yine de Aslı gibi bir kadının belgeselini yapmak isterdim… Yetenekli, dahi, başarılı, ama bir yandan da ötekiler için, mağdurlar için kendini tehlikeye atan bir iyiliğe, yüreğe sahip. Elini taşın altına koyan bir kadın. Yazıları çok kuvvetli, yazmanın hakkını veriyor. Çok farklı, eşi olmayan bir kadın. Yazar olarak iç dünyasına dönük ama oturup saatlerce sizinle konuşabilir, paylaşabilir… “Aslı’ya dair ne söylemekte istersiniz?” dendiğinde, o kadar çok şey söyleyebilirim ki, zaman ve sayfalar yetmez. Bu, içinde kaybolduğum bir soru…
Dünyaya nadiren gelen insanlar vardır. Aslı benim gözümde bu nadir insanlardan biri. O bu dünyaya ait biri değil sanki, bir kahin. Bir şeylerin sırrına vakıf olmanın verdiği sıkıntı var sanki omuzlarında. Her zaman kurbanın yanında duruyor, ötekilerin safında. Zayıf olanı korumanın, onunla kurban edilmek olduğunu bildiği halde… Cilalı laflar etmiyor, süslü pozlar vermiyor, bir kedi gibi sessiz ve narin adımlarla yürüyor. Yazarak konuşuyor. Bağırmadan, basitleşmeden, sözcükleri dans ettiriyor. İyi bir balerin olduğunu yazılarından anlıyoruz. Ve bir fizikçi olduğunu kurduğu edebi denklemlerden. Dilini kesmeye, kağıttan kanatlarını koparmaya çalışsalar da, sözcükleriyle direniyor, bildiği ve uğruna bir çok şeyi gözden çıkardığı tek silahla: yazıyla. O hep yalnız, hep sessiz, sessizliğini bozmak istemelerinden kaçıyor. Ödül törenlerinde, herhangi seminer, panel gibi bir yerde konuşulması beklenirken geriliyor. Mütevaziliği başarısını susturuyor. Herkes onu övgüyle anlatırken, utangaç bir çocuk gibi gülümsüyor, aa öyle mi diye geçiştiriyor. Sözcükleri hep yazılarında. Onları sözlü olarak kullanıldığında mucizelerini kaybedeceklerinden korkuyor gibi, onları seviyor, koruyor, çocuğu gibi. Kelimelere aşık, sözcüklere dokunmaktan keyif alıyor, onları kağıda dökmeyi, koklamayı, solumayı seviyor. Kağıda ruh üflüyor, sözcüklerin tanrısı o. Kelimelerden cümleler, cümlelerden öyküler, romanlar yaratıyor. Kutsal bir kitap gibi, sözleriyle kendini kabul ettiremeyen mesih gibi. “Baba, baba beni neden terk ettin?” diyecek kadar kırgın. Son akşam yemeğinde; “bedenimi alın bu sizindir” diyecek kadar fedakar. Cezaevine götürülürken annesine “asla ağlama ve asla başını eğme” diyecek kadar da cesur…
Nous aurions pu poursuivre cet entretien des heures encore. Mais le film attend votre soutien…
BU PROJEYİ DESTEKLEMEK İÇİN BU LİNKE TIKLAYIN
Bu belgesel, gözaltına alınan yazar Aslı Erdoğan’ın cezaeviden çıkışı ile başlayıp, Erich Maria Remarque ödülünü almak için gittiği Almanya’dan ülkesine bir daha dönememesi ve sürgündeki yaşamı ile devam etmesini konu alıyor. Zoraki bir evliliğe, yarı açık cezaevine benzettiği Frankfurt’taki sürgün yaşamı, yazarın sağlığını giderek bozmakta ve onu yazmaktan uzaklaştırmaktadır. Dünyanın dört bir yanından ödüller alan, eserleri 22 dile çevrilen bir yazarın artık yazamamasının trajedisi tıpkı yazarın kitapları gibi trajiktir.
Belgeselin yönetmeni yazarın çıktığı bu sürgün yolculuğunda yaşadığı travmaya şahitlik ederek, yer yer sorduğu sorularlarla kamerasını tıpkı Aslı Erdoğan’ın edebiyatı gibi imgelere ve metaforlara yöneltir.
Dayanışmaya çağrı!
2017 yılında çekime başladığımız sürgündeki romancı Aslı Erdoğan’la ilgili belgeseli bitirdik. Şu anda belgeselin% 80’i bitti; ancak Post-Prodüksiyon aşamasında, müzik, renklendirme ve animasyon gibi çalışmaları bitirebilmek için bütçeye ihtiyacımız var. Bizler queer sanatçılarız ve Türkiye’de de yapımcı, kurucu ve bütçe bulmak için çalışmak çok zor.
Desteğinize ihtiyacımız var !
Dostlukla, barışla kalın. İstanbul’dan sevgiler!Adar Bozbay