Türkçe | Français
“Musa Orhan, kızımı, ‘Devlet adamıyım, ayda 13–14 bin TL maaşım var, bana güven’ diyerek ikna etmiş. Yanına almış. Kızımı yine uzman çavuş olan bir arkadaşının evine götürmüş. Kızıma hap ve alkol vererek sarhoş ediyor. 4. gün kızım, ‘Niye nikâh yapmıyorsun, beni niye bu hale getirdin, aileme dönemiyorum’ diyor. Musa Orhan ise, ‘Operasyona gidiyorum. 1–1.5 ay operasyonda kalacağım. İzmir’de kuzenim var, al 500 TL oraya git. Hemen gelir nikâh basarız’ diyor. Kızım İzmir’e gittiğinde Musa Orhan telefonunu kapatıyor. Kızım, Batman’a döndükten sonra Musa Orhan’a 4 gün boyunca mesaj yazıyor ama cevap verilmiyor. İntihardan 1 hafta önce savcılığa şikâyet dilekçesini verdik. Kızım Musa Orhan’a yazdığı mektupta, ‘Beni tehdit ettin, ya kendimi ya da seni öldürecektim. Sana gücüm yok’ diye yazmış.”
Baba Fuat Er’in yukarıdaki açıklamaları, Batman’da Musa Orhan isimli uzman çavuş tarafından evlilik vaadiyle kandırılarak tecavüze uğrayan İpek’i trajik intiharına kadar sürükleyen süreçle ilgili hangi pencereden bakıldığına göre yorumu değişebilecek birçok veri koyuyor önümüze…
Evet, her kafadan bir ses çıkmasına yol açabilecek cümleler bunlar; fakat ortada sosyal medya aracılığıyla kurulmuş bir ilişki bulunmasına rağmen hiçbir kötücül bakış açısının değiştiremeyeceği net bir gerçek var ki o da bu ilişki kurulurken taraflarından biri, “İstediğin yere şikayet et, bana bir şey olmaz; daha önce de çok yaptım, bir şey olmadı,” şeklindeki sözlerinden de anlaşıldığı üzere kasten ve taammüden “ırza tasaddi” suçu işlemeye hazırlanan bir “seri tecavüzcü” iken; diğerinin, hem kendisini seveceğine hem de yaşadığı yoksulluktan kurtaracağına inandığı bir erkekle romantik evlilik hayalleri kuran deneyimsiz bir genç kız olması…
Ve o genç kız, kendini tabancayla vurmadan önce bıraktığı intihar mektubunda aynen şunları söylüyor:
“Ben 18 yaşında köyde yaşıyorum. Musa Orhan hayallerimi, hayatımı, umutlarımı yıktı, beni kirletip dünyamı başıma yıktı. Benim canım acıyor dayanamıyorum. Beni kandırdı Musa Orhan. Arkadaşının evine götürdü. 1 gün bana dokunmasına izin vermedim. 2’nci gün zorla namusumu kirletti. Tecavüz etti. Beni tehdit etti. Eğer söylersem beni öldüreceğini söylüyordu. Artık öleceğim için korkmama gerek yok.”
Gerek İpek’in mektubundan, gerekse babasının açıklamalarından ortaya çıkan ve hiçbir şekilde yoruma açık olmayan net gerçeklik, zanlının “evlilik vaadiyle kandırarak alıkoymak ve tecavüz” yolu ile ölüme sebebiyet vermekten yargılanması için yeter sebeptir. Ve fakat ne yazık ki suçlunun savunmasını dayandıracağı en temel nokta da bu açıklama olacaktır. “Rızası vardı,” diyecektir yine seri tecavüzcü, “Kendisi bana geldi…” Ve mahkeme heyeti de kararını bu doğrultuda verecektir.
Babası-dedesi yaşında, iş güç kariyer sahibi yirmi herifin toplu tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç’nin ve daha nice taciz tecavüz kurbanının davalarında, “maktulün rızası olduğu” gerekçesiyle hüküm veren yurdum yargısından beklenecek tavır başka ne olabilir.
Hele de karşısında anlı şanlı bir kahraman Türk askeri varsa!..
Zanlı Musa Orhan’ın, İpek’in tabancayla intihar etmesinin ardından otuz üç gün çırpındığı hastanede bugün hayata gözlerini yumması üzerine tutuklanmasının, sırf kamuoyu tepkisini sönümlendirmek için yapılan göstermelik bir manevra olduğunu hepimiz biliyoruz.
Tıpkı geçtiğimiz haftalarda Dersim’de 17 dağ keçisinin öldürülmesine ilişkin ihalenin toplumsal reaksiyonu geçiştirmek için iptal edilmesi; ancak Türkiye’nin başka illerindeki yaban hayvanlarının avlanmaları için açılan farklı ihalelerin sürmesi.gibi… Artık bu belleksiz toplumun kodlarını çok iyi çözdüler. Nitekim bu ihaleleri kimsenin ruhu duymadı, duyanlar da tınmadı. Çünkü o görev ifa edilmiş, yenisine geçilmişti. Biz bir konu için bir kere totomuzu yırtana kadar bağırır, sonra asla takipçisi olmayız. Hem zaten ikinci sıraya düşen bir trajediye ya da haksızlık hukuksuzluğa bir daha sıra gelmez; çünkü her yeni günün yeni bir popüler sıcak sorunu olur mutlaka…
İpek’in yürek parçalayıcı ölüm sürecinin ve tecavüzcüsü hakkında verileceği kesin olan uyduruk hükmün yanında, olayın en az bunlar kadar kötü olan bir başka boyutu daha var ki o da kendisini sevdiğini ve evlenerek onu yoksulluktan kurtaracağını söyleyen bir erkeğe güvenen saf bir genç kız kalbinin, hem kendi halkı hem de karşı tarafın vicdan fukaraları tarafından iğrenç politik demagojilere malzeme edilerek kıyasıya yargılanması şeklinde kendini gösteren toplumsal çürümüşlük.
“Bir Kürt kızı katili ile ilişki kurduysa gebersin,” diyen Kürt’ünden, “Kendi ayağıyla gitmiş, ne tecavüzü,” diyen Türk’üne; İpek’in ölümünden çok, “Devletin üniformasının yerlere düşürülmesine izin vermeyin” diyerek vatan millet sakarya derdine düşen sözde sol muhalif popçusundan, tecavüzü değil, tecavüzcünün bozkurt işareti yaparak verdiği pozu yayınlayan gazeteyi protesto eden ülkücü derneklerine kadar koskocaman bir toplum, küçücük bir kadının ölümünün ardından kokuşmuşluğun destanını yazıyor.
Hepsi ölümle sonuçlanmasa bile, aynı konumdaki zanlıların maddî manevî güçlerini ve otoritelerini kullanarak gerçekleştirdiği sayısız kandırma, baskı, tehdit odaklı taciz tecavüz suçunun işlendiği bir coğrafyada, mevzunun Kürt meselesiyle ilişkilendirilmemesi için dansözlerle yarışan oportünistleri saymıyorum dahi…
Failin maktul üzerinde otorite kullanma yetkisi verilmiş bir kişi olmasının; aralarında hem fiziksel hem duygusal hem de sosyolojik konum olarak orantısız güç bulunmasının; kurbanın etnik, kültürel ve sosyo ekonomik durumunun hukuken hesap sormaktan, failin ise vermekten çok uzak bulunmasının tecavüz suçunun çok daha kolay işlenmesine zemin hazırlayan faktörler olduğunun ve o coğrafyada bu kolaylıklar sayesinde artık gelenek haline gelmiş olan bu tarz suçların on yıllardır sürdürülen etnik kıyımın bir uzantısını oluşturduğunun kabullenilmesi için daha kaç Kürt kadınının hayatının kararması gerekiyor acaba bilemiyorum.
Ve bu devasa vicdan fukarası yığınların karşısında, olayı yarın hafızasının çöplüğüne atıp unutacak olan birkaç bin twitter kullanıcısı ve birkaç parti dernek sözcüsü dışında yapayalnız olan bir acılı anne, “Kızımın çektiği her bir acı kadar hesap sorulmasını istiyorum” diyerek kendini parçalıyor!
“Kızımın çektiği her bir acı kadar hesap sorulsun!”
Kim soracak?
Hiç kimse!
Keşke bazılarımız Tezer Özlü’nün, “Bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi,” sözünü anmadan tek bir gün geçirebilseydik.
Rabia Mine
Yazar, şair, insan hakları koruyucusu aktivist. “Külden” adlı bir şiir kitabı var (2014).
İstanbul Üniversite’sinde Hukuk, Mimar Sinan Üniversite’sinde sinema televizyon eğitimi aldı. Yapımcılık, metin yazarlığı, bağımsız redaktörlük yaptı.
Ana resim : İpek Er’in gözü yaşlı annesi