Sevgiyi de bilir, kavgayı da. Yumuşacık bir okşama da sunabilir tokat da atabilir. Hayat verir, güzellikler yaratır. Vurur, kırar, öldürür, yok eder.
Beş yapraklı çiçek, niyeti kime ait olduğuna bağlı…
El dediğimiz araç, başka araçların “uzantısıyla”, kalem, fırça, alet haline gelir. Yaratır, inşa eder, onar. Ama bir yandan da pençe, kelepçe, mızrak, bıçak, kılıç, tüfek olur, şiddete dönüşür… El gerçekten de fikrin uygulayıcısı, bir aracı. Devlet eliyle, diyoruz örneğin…
İnsan bedeni mucizevi bir makina. Kolumuzun ucunda ise ne var ? Çoook önemli ve işlevsel organik bir alet : EL ! 5 parmağın binbir yeteneğe kapı açmak üzere bir araya geldiği el, insanı insan yapan sayılı şeylerden biri. “Parmaklar olmasaydı, el bir kaşık olurdu” diyor bir Afrika atasözü… Başparmağın diğer parmaklarla karşılıklı çalışabilmesi ele çok ince işler yapabilen karmaşık özelliğini kazandırıyor. Şimdi, “maymunların da eli var ama…” diyeceksiniz. Tamam, onlar da kuzenimiz, ama insan beynindeki eli temsil eden alan maymunlardan da diğer hayvanlardan da çok fazla geniş, fark da buradan geliyor.
Mühendislik şaheseri
Küçüklü büyüklü 27 kemikten oluşan yapısı, elin her türlü hareketi kolayca yapmasını sağlıyor. Hadi sayalım :
Elimiz bilekten yarım kürenin içini okşayacak şekilde 360° dönebiliyorsa bu düzensiz gibi görünen bir biçimde dörderden iki sıraya dizilmiş 8 bilek kemiği sayesinde…
Avuç kısmında bulunan el tarak kemikleri var : yaz listeye 5 adet metakarpal !
Parmaklara gelince 14 tane falanks, yani el parmak kemiği, başparmakta 2, diğer parmaklarda 3 olmak üzere kardeş kardeş yerleşmiş.
İş kemiklerle bitmiyor tabi ki. Hareket için kaslar filan da lazım ya, önkol kaslarından uzanan 12 tendon, yani kiriş, bileğin ön yüzündeki bağın (ligament), altından geçerek parmaklara kadar ulaşıyor. Bunlar parmaklarda içe doğru bükülmeyi sağlıyor. Buna da fleksiyon deniyor. Anatomide hareket terimleri Türkçe’ye hep latince geçmiş. Devam… Avucun aşağı dönmesi pranosyan, yukarı dönmesi de supinasyon oluyormuş. Bu arada supinasyon hareketinin en fazla insanda gelişmiş olduğunu da not edelim.
Simdi elinize bakın bir hadi. Başparmak ve beşinci parmak köklerinin altında bulunan iki kabartıyı görüyor musunuz? İşte orada el tarak kemikleri arasındaki boşlukları dolduran kaslar var. Parmakların birbirlerine yaklaşıp, uzaklaşmalarını ve el içi oynaklarındaki hareketleri sağlayan da onlar. Ele kanı getiren iki atardamar yani kolun iç tarafından ilerleyen ulnar arter ve başparmak tarafından gelen radial arter, avucun dokuları içinde birleşiyor, biri derin biri de daha yüzeysel olan iki kemer oluşturuyor. Bu anayoldan ayrılan dallar, tek tek her parmağın iç ve dış yanlarına uzanıyor.
Sinir yapısı ise şöyle (ama elinize bakarak okuyacaksınız tamam mı ?): ulnar sinir, küçük parmağın ve dördüncü parmağın iç yarısının ön yüzlerindeki derinin hissetmesini sağlıyor ve ayrıca beşinciyle dördüncü parmağın ve ortaparmağın yarısının arka yüzünün hissinini kazandıran sinir de o. Median sinir ise, ön yüzde diğer parmaklara gidiyor ve bütün arkadaki uçlarını sinirlendiriyor. Radial sinir de elin, arka yüzünde geri kalan bölgelere doğru dallanarak hissiyat veriyor…
Mimari asıl ama?
Gaia’nın parmakları
Mitoloji diyor ki: ana tanrıçaların anası, Gaia, yalnızlık hissedince güneş ve buhardan, Kronos’u yaratmış. İda dağında dünyaya nice evlatlar getirmiş. Ama Kronos olacak eril yaratık, çocukları kıskanıyor ve öldürüyormuş. Artık bir seferinde Gaia, Kronos farketmesin diye, doğum yaparken ses çıkarmamak için çaba sarfetmiş. Ay ışığı altında, acı içinde, gık çıkarmadan, elleriyle toprağı sıktığını görür gibi oluyoruz… Toprakta bıraktığı el izinin beş parmağından beş yağız delikanlı çıkmış ortaya. Ve kılıçlarıyla kalkanlarına vura vura dans ederek yeri göğü öyle bir inletmişler ki, yeni doğan bebeciğin ağlamasını duymamış bile koca Kronos. Bu doğan toraman oğlan ise Zeus. Büyüyünce Titanların pabucunu dama atıp, başımıza tanrı kesilen Zeus. Yavaştan babaerkilleşen toplumların inançlarındaki “eril tanrı” gereksinimini gidermek için doğmuş gibi.
Neyse, el izine dönelim… Bu gürültücü delikanlıların adı “daktil”. Turistlerin daha gemiden inerken burun buruna geldiklerinde yüreklerini ağzına getiren kılıç-kalkan ekibinin ataları oluyorlar, büyük ihtimal. Daktil eski Yunanca’da parmak demek. Dans adımları da parmakların falanks kemiklerini izliyor: Baş parmak: bir alt falanks, bir üst falanks, diğerleri ise bir alt falanks, iki üst falanks. İşte aynen bu şekilde, “adım at, hopla, adım at, hopla hopla” !
Eh, klavyenin atası daktilonun adının nerden geldiğini de tahmin ettiniz zaten.
Daktil, ayrıca şiirde de, ritm üzerine kurulmuş bir ölçü. Önce Yunan şiirinde ve Latince’de kullanılmış ve sonra tüm dillerin şiirine yayılmış.
Dünya kaç karış?
Uzunluk, hacim ve miktar ölçüsü olarak da imdadımıza koşuyor eller. Hangimiz eve eşya alma niyetiyle tam kapıdan çıkarken, “Hay Allah, duvarı ölçmeyi unuttum, teyzem de aşağıda arabada bekliyor, şimdi kim mezurayı arayacak” diye panik yapıp ölçü almak için duvarı karışlamadık ki? Pazarda çorap alırken eli yumruk yapıp, çorabı etrafına sararak ölçmek de pratik bir uygulama…
Büyüklerimizden bir yemek tarifi isteyin de görün, bir avuç şundan, iki tutam bundan… Hatta birine kızınca “alnını karışlarım” diyoruz. Şaka maka, el dünyanın hemen her köşesinde değişik şekillerde ölçü olarak kullanılmış ve hala kullanıyoruz. İşaret parmağının kemiklerinin ve bileğe kadar uzanan kısmın oranları Mısır piramitlerinin, Panteon’un, katedrallerin mimarisinde kullanılan altın oran prensibine uyuyormuş. Onluk sayı sisteminin de parmak sayılarından geldiği kuşkusuz… Bizim tarih öncesi adam mamutları sayarken elinin altındaki en pratik şeyden, yani elinin ucundaki parmaklardan başka ne kullanabilirdi ki? El her an elimizin altında, kullanmamak elde değil. Orta bire geçti hala parmak hesabı yapıyor diye çocuğunuzu azarlamayın! Toplama yaparken bile hepimiz demiyor muyuz : “Elde var ikiiii!”.
Yazıyı yazan el, ama yazılanda da el izi var
Bu yalnız sayı işi değil… Yazıyı yazan el tamam, ama yazılanda da elin izi var. 30.000 yıllık duvar resimlerindeki el, yazının icadındaki ilk tohum. Mısır hiyeroglifi gibi resimli yazılarda eylem sembolü olarak beliriyor. Çin etimolojisinde grafiğe katılıyor. Örneğin pencere sözcüğünde (pencereyi iten iki el), veya boyamak, fırça sözcüklerinde…
Kutsal unsurlardan duygulara kadar yüzlerce şeyi simgeleyen el figürü var. El, Hindistan’dan Japonya’ya, bütün sanat dallarında ortaya çıkmak yanında özellikle heykel ve dansta vazgeçilmez bir dil oluşturuyor.
Bir sanatçının el hareketleri büyülü gibidir hep. Kile sekil veren parmaklar, boyaya bulanmıs parmaklar… Danseden, tuşlarda ya da tellerde gezinen o parmaklar. Ellerin ellerde dogurduğu sanat.
M.Ö. 2000 yıllarında Meksika’dan Peru’ya, iki anlam taşıyarak uzanıyor : yaratıcı (yani Tanrı eli) ve cezalandırıcı, yok edici. Maya yaratıcılık tanrısı Kabul’ün diğer ismi de harbiden “El Tanrısı”. Maya, Aztek yazılarında el, ölçü birimi olduğu gibi, stilize bir biçimde (yatay çizgi ve altında noktalar) aritmetiğe de girmiş. Batı sözcüğü, elin altında bir güneşle temsil edilmiş. Eylem ve gün ifadelerinde de el var. Buna biraz içim fena oldu ama; enerji kazandırdığına inanılan el, yani bildiğimiz el kesilip muska olarak taşınıyormuş. İsterseniz biz, şans getiren, nazardan koruyan bir simge olarak, Fatma’nın eli kolyesi takmaya devam edelim…
Hangi sanatçıların eserlerine eli yaratıcılığa malzeme ettiğini düşününce Mikelangelo’nun Vatikan’daki Sixtines kilisesinde Ademin Yaratılışı isimli freskinde, insanoğluna can veren tanrı eli kuşkusuz ilk aklımıza gelen olur…
Tanrılara, dine değinmişken, haç çıkarmak vs gibi, farklı dinlere farklı ait hareket adetleri var. Ama çoğu inançta dua ederken eller kullanılıyor.
Bir güç simgesi olarak el
El karşımıza bir güç simgesi olarak da çıkıyor. Sayısız kültürde, hükümdarların asasını süslemiş. Game of Thrones’daki “Kralın eli” durup dururken uydurulmamış yani… Armacılık sanatında kapalı el gizem, açık el ise güvenirlilik anlamına geliyormuş. Adalet konusunda da el var. Örneğin Fransa’da “Adaletin eli”, yetkiyi temsil ediyor, ve 13. Yüzyılda taç giyme törenlerinde kullanılıyormuş. Fransa krallık monarşisinin özel eşyalarından biri: ucunda üç parmağı açık bir el olan bir âsâ.
Şeriat, hırsızın çalmak için kullandığı eli keserken, Yakuzalar da bir hatayı temizlemek için ya da baş eğme simgesi olarak parmaklarından birini kesiyorlar. Çeşitli mafyalarda da ceza niteliğinde bir uygulama bu… Kimi zaman da bir göz dağı olabiliyor.
Bana ellerini göster kim olduğunu söyleyeyim
El çok önemli, gerçekten… Öncelikle sağlığın aynalarından biri. Birçok hastalığın belirtilerini elde görmek mümkün. El masajının gerginlik atması bir yana, el akupunkturu gibi Uzak Doğu teknikleri de vücudun değişik yerlerindeki organlara ulaşmanın yollarından biri.
Darwin, insanın elleri olmasaydı asla dünyaya hükmeden yerini alamayacağını söylemiş. Engels, Maymunun İnsana Dönüşmesinde Ellerin Rolü isimli bir deneme yazmış. Aristo, insanı “alet yapan hayvan” olarak tanımlarken, el için “araçların aracı” diyor. Bu noktada, eller bir yerde iş gücünün sembolünü oluşturuyor. Eli hamurdan çıkmamak, elinden her iş gelmek, beceri çalışkanlık, eli cebinde dolaşmak, eli boş gezmek, eli armut toplamak ise tembellik…
Eller insanın kimliğini, işini, yaşını ele veriyor : işçi eli, piyanist eli, bebek eli, ihtiyar eli dendiğinde gözlerinizin önünde hemen canlanan ikonlaşmış görüntüler var. Bir gruba ait olmak da ellerde okunabiliyor : hoyrat işlerde çalışanın nasırlı elleri olduğu gözlenirken, entellektüel bu tip işlerle “elini kirletmiyor”… Birbirine benzeyen eller başka başka şeyler de ifade edebiliyor kanlı eller, adı üstünde adamın elini kana bulamış olduğunu anlıyoruz, ama kirli eller imajının yukardaki güç işine burun kıvıran dantel entellektüelle pek ilgisi yok…
Eller konuşuyor
Değişik kültürlerde eller kına, doğal boya ya da dövme ile bezeniyor. Bunların dekoratif özelliği yanında sosyal ve ritüel anlamları olabiliyor. Bir gruba ait olduğunu ifade etmek ya da politik, sanatsal veya güncel mesajlar vermek için de eller kullanılıyor.
Amerikalılar’ın West Cost ve East Cost’u (orta parmak ve yüzük parmağı üst üste getirilerek, ve el yatay ya da dikey tutularak E ve W harfleri ortaya çıkıyor), Heavy Metalcilerin iki parmağı (işaret parmağı ve küçük parmak havada), Rapçilerin 1001 çeşit el hareketleri… Irkçıların, ülkücülerin, rabiacıların sevimsiz el hareketlerine karşılık, gökyüzüne uzanan, yumruklar ve zafer işaretleri… Ve tabii ki hemen aklınıza geldiğini tahmin ettiğim bilimum ayıpçı el hareketleri…
Hareketler daha ince ve sistemli bir yapılanma ile dil olarak da kullanılabiliyor. Duyma ve konuşma özürlüler çareyi ellerde buluyor. Görmeyenler de Braille alfabesini parmaklarıyla okumuyorlar mı?
Alkışlayarak ya da konuşurken el hareketleri ile söylediklerimizin anlamını zengileştiriyoruz. Hatta konuşulan dil ne olursa olsun, tek bir söz bile söylemeksizin, eller “Tüh, kahretsin!”, “Nerdeee?” gibi tepkilerimize tercüman oluyor.
Hatta ele veriyor…
Elin insanoğlunun kendini ifadesinde, içinde bulunduğu psikolojik durumu yansıtmasında oynadığı rol de çok önemli. Sıkıntılı anların el ovuşturmaları, parmak çıtlatmaları, ellerin saçta, üstte başta dolaşması, tırnak yemek…
Varoluş biçiminin de bir aynası eller. Gevşek ve mıymıntı bir el sıkışla, candan tokalaşmanın ilk temasta ne kadar farklı bir etkisi vardır değil mi? Bir anlaşma anının noktası el sıkışarak konulur. Bir düşünsenize tokalaşan iki el kim bilir kaç şirketin, markanın logosu olarak kullanılmıştır… Cıcığı çıkarılmış bir sembol, gerçekten de.
“Eller yukarı!” uyarısı boşa değil. El kaldırarak selam vermenin ve tokalaşmanın, “ellerim boş” yani “silahlı değilim, barışla yaklaşıyorum” mesajının çok eskilerden bugüne kadar gelen hali olduğu düşünülüyor. Dostça gelen tarih öncesi adamı görüntüsünden yola çıkalım; el sallamaktan geçip, her fırsatta gözümüze sokulan asker selamını görmemezlikten gelip, nazi selamını unutmaya çalışıp, uzaklara gidelim, taaaa Mr. Spock’ın iki parmak ayrık selamına kadar uzanalım…
Şimdi, böyle bir anda tarih öncesinden, Uzay Yolu’na doğru zaman atlayınca aklıma geldi. Bir de el falı diye bir şey var yani, değil mi? Avucun aynasına bakıp bakıp da geleceği gören komşunuz “Uzun yaşayacaksın, ama hayat çizginde bir kesiklik var, 40 yaş civarı bir hastalık görüyorum. Elini yumruk yap bakiyiiim… Bak küçük parmağın altında 2 çizgi oluştu, iki çocuğun olacak senin…” dediğinde inanıyor musunuz bilmem. Ellerden okunsun okunmasın, hayat dediğin bir poker, iyi el de gelir, kötü el de.
Elini sallasan elli yerden el çıkıyor
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler romanında şöyle demiş : “Süleyman Bey ilk önce bana baktı. Sonra bütün mahalleyi korkutan uzun, geniş ellerine baktı. Ona göre insan eli üç işe; kadın kalçası okşamaya, at dizgini tutmaya ve kızdığını dövmeye yarardı”. Elleri kırılsın!
“At — avrat- silah” zihniyetini ellere kadar taşıyan satırları bayıldığım için alıntılamadım. Öylesine güncel ki, açıkçası dayanamadım. Neyse Süleyman Bey’i unutalım. Eller üzerine o kadar çok yazılmış ki…
Stefan Zweig, Bir Kadının Yirmidört Saati’nde kumarbazların ellerini izleyen ve bir çift ele aşık olan bir kadının öyküsünü anlatıyor. Lanetli el, Guy de Maupassant’ın ilk fantastik öyküsünün adını taşıyan bir derlemesi. Hemen hemen tüm şairlerin ellerden bahsettigi en az bir şiiri var… Gérard de Nerval, “Büyülü el” diye çevirebileceğim bir fantastik öykü yazmış. Orta Çağ atmosferinde geçiyor. Bir kumaş satıcısı, girişeceği düelloyu kazanmak için sağ eline büyü yaptırıyor. Ama büyücüye söz verdiği gibi ne bu işin ederini ödemeye, ne de elini vermeye yanaşmıyor. Bir sürü inatlaşmadan sonra ölüme mahkum edilen kumaşçının kesilmiş eli, “sahibine kavuşmuş köpek gibi neşeyle hayat bularak” büyücüye doğru gidiyor. Bu bana Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesini hatırlattı…
Elleriniz ve Yalana Dair
Bütün taşlar gibi vekarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın…
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Nazım Hikmet
Ben Nazım’ı paylaşmak istedim sizlerle. Ama burada ellerle ilgili birbirinden güzel 15 şiir bulabilirsiniz.
Adetler, gelenekler, görgü kuralları falan filan
19. Yüzyılda kadın elinin çıplaklığı aşka kendini teslim etmenin simgesiymiş. Sevdiği kadın eldivenlerini çıkardığında aşığına her şeyini vermiş sayılırmış.
Bir de el öpmek var tabii. Hah işte, bak, bu bizim iyi bildiğimiz bir şey. Ama bayramda anne eli öpmekle, klas olmaya çalışarak bir kadının elini öpmek aynı şey değil. Görgü kurallarına göre dudaklar ele asla değmeyecekmiş. Pek Fransız bir hareket ama şunu da bilin, ki birinci locadan seyredip tanıklık ediyorum; frenk erkeklerinin %90’ı, pek havalı bir reveransla, dudaklarını eline yaklaştırıp, tam sen “Hah, bak bu monsieur işi biliyor!” diye düşündüğün anda şaaap diye bir öpücük konduruyor. Ya, boşverin bu elinin körü burjuva görgü kurallarını…
Bebeklerin birkaç aylıkken, vücutlarının yavaş yavaş bilincine varmaya başladıkları dönemin ilk adımları ellerin keşfi. Tel sarar yavrum tel sarar şarkısını söylemenin zamanı. Şarkı hikaye tabii, yani büyük insan uydurması… Bebecik hayretle parmaklarını oynatarak ellerine bakarken neler düşünüyor acaba? O iki minik eli hayran hayran seyrederken hayatı boyunca onlar sayesinde neler neler yapacağını nerden bilsin. Ve o eller, doğal olarak ne kadar da zariftir.
Şimdi bebenin önünde erirken, birden ergene, ergenden reşit insana geçiş biraz hızlı olacak ama, hayat bu… Elin hayata ait başka maharetleri de geldi aklıma. Hani Türkçe’de 31 çekmek diye bir deyim var ya. O da el sözcüğünden geliyormuş. Osmanlı döneminde “cinsel ilişkide bulunmadan meniyi dışarı çıkarma ve cinsel doyuma ulaşma” anlamına gelen istimnâ için zamanı deyimiyle “el çekmek” deniyormuş. Herkes anlamasın diye herhalde, bir de üşenmeden, ebced hesabıyla, yani harflere sayı verme yöntemiyle kodlamışlar. E ve L harfleri, lam: 30 ve elif: 1 bir araya gelince ortaya çıkmış bu meşhur 31.
Senaryosunu ve yönetimini Tim Burton’un yaptığı, başrollerini Johnny Depp, Susan Blommaert ve Winona Ryder’in paylaştıkları Edouard Makas Eller filminin kahramanı ile tanıştıysanız onu asla unutamamış olmanız gerekir. XL boy Swiss-knife ellerinin, süper-bileyli parmaklarının agresif potansiyellerine rağmen Edouard’ın yüreğinden dökülen yumuşaklıkları nasıl şekillendirdiğini hatırlayın…
El işte bu ! Seven de o, vuran da.. Veren de o, çalan da… Dedim ya, elin sahibi kimse onun niyetine bağlı.
El kaldırmak, el koymak, ele geçirmek… El emeği, el işi, el mahareti, el çabukluğu… El uzatmak, el vermek, el atmak, elinden tutmak, elele vermek, el elden üstündür, bir elin nesi var… gerisini biliyorsunuz.
Sizin elleriniz dert görmesin de, benim de elime sağlık olsun mu ?
Bu makalem güncellenmemiş hali ile Hillsider dergisinin 55 inci sayısında yayınlanmıştır.
Konu resmi : Lascaux Mağarası, Fransa. 17 000 yaşında…