Facebook’ta bir arkadaşımız Fransa eski çevre bakanı Yves Cochet’nin bir videosunu paylaşmış. Onu takip eden arkadaşlar da haklı olarak “video fransızca, alt yazı da öyle, biz Fransız kaldık. Ne diyor ?” diye sorunca, özetle çeviriverdim. Paylaşımın altında sıralanan fikir alışverişlerini kısaca bu yazıda toplamak ve aranızda Facebook’tan uzak duranlarla da paylaşarak ortaklaştırmak istiyorum.
Öncelikle belirteyim, videoyu yayınlayan kaynak ana basına dahil olsa da, en azından videolarını işitme özürlüler için altyazılı yayınlama inceliğini gösteriyor. Alt yazıların da Fransızca olmasının açıklaması bu.
Bu konu benim için de yeni… Derinlemesine bilgim yok. O yüzden temkinli yaklaşıyorum. Video, özet çevirisi ve arkadaşlarla tartışmalarımızın ardından, Türkçe kaynakların azlığını gözlemlediğim için, aydınlatmak ve arşiv oluşturmak amacıyla bulduğum bilgileri de özetleyeceğim. Video vesilesi ile aramızdaki fikir alış verişlerinde yorulamalarımız oldukça doğru görünüyor… Sanırım, sizler de buna katılacaksınız.
Eski çevre bakanı çöküşe hazırlanıyor…
“Dünyanın sonu geldi diyorum diye, insanlar psikopat, deli diyor benim için. Halbuki bu çok somut. Kızımla bu evi aldık, 13 yıl önce. Çünkü 2025–2030 arasında olabilecek dünyanın genel ve sistemik çöküşünü öngördük”.
Ve geziyoruz… “Toplam 7 hektar, 3 hektar koruluk, 4 hektar çayır”. Göletin yanında “su sahibi olmak çok önemli çünkü devletin verdiği şu kesilebilir” diyor. “Suyu kaynatmak gerek”, bakterilerden, suyun pestisit içermediğinden bahsediyor… Sonra kuyuya geliyoruz. “Buraya mekanik kollu kuyu yapılacak. Elektrik pompalı değil, çünkü 15 yıl sonra elektrik olmayabilir” diyor. “Neden elektrik olmayabilir?” diye soruyor gazeteci. “Fransa’da elektrik %75 nükleer. Petrolsüz nükleer diye bir şey yok. Bu bir zincir, Nijerya’daki madenden ya da başka yerlerden elektrik düğmenize kadar kamyonlarla geliyor”. Gazeteci soruyor “ekolojik arabalar hakkında….”, sözünü kesiyor “ne ekolojik arabası?” diye. “Varolan arabalar, heryerden teknolojik malzeme gerektiriyor. Yarın araba da olmayacak, uçak da olmayacak. At olacak.” diyor atları göstererek.
“Dünya çöküncee yerel komşularınızla yaşayacaksınız. Ya birbirinizle dayanışacaksınız ya birbirimizi katledeceksiniz”… Devam ediyor. Özetle, “gelecekte temel hizmetler olmayacak. Elektrik, su, güvenlik…. İkinci dünya savaşında yaşadıklarımız bunun yanında bir hiç. Hayatta kalmanız konusunda rakipleriniz en yakınızdakiler olacak. Bu korkunç bir şey…”. Sonra ormanı tanıtıyor. Kesilen odunu vesaire gösteriyor.
“Böyle birey yaşamaya beynimiz alışık değil”.
“Tüm dünyada bir istihkak politikası uygulamak gerekiyor. Aile başı şu kadar petrol, şu kadar buğday vs… Savaşta olduğu gibi. Eşitlik çok önemli”.
“En küçük arazi permakültüre ayrılmalı. Şehir içindeki meydanlarda bile” diyor. “Öyle pedagoji için mahalle bostanı değil, beslenmek için. Bu bir bütün politika”.
Gazeteci “Böyle bir eve sahip olmak için para geri. Bunu herkes yapamaz ki” diyor. “Haklısınız. Biz kızımın ekonomileri ile yaptık. Belki biz de kurtulamayız ama en azından direniş ve dayanışma örneği olarak ekoköylerin olabileceği örneğini vermek istiyoruz. Eğer bunu komşularımız ve yakın köylerle yapabilirsek… Tabii ki Paris’in orta yerinde oturuyorsanız böyle birey yapamazsınız.”
Video’nun içeriği özetle bu.
Ben şahsen, ilk anda ne diyeceğimi bilemedim … Gözlemlere katılıyorum. Ama beni rahatsız eden bir şeyler vardı… Özeti okuyan arkadaşlardan da tepkiler geldi. Bazıları daha radikaldi ama herkes sorguluyordu.
A - “Bir çevre bakanı bunları söylüyorsa, dinlemek lazım”
S - “Bu öngörüde olan o kadar çok insan var ki. Ama bişey yapmak için de ne kadar olanağımız var. Bu bile bir zenginlik gerektirmiyor mu?”
A - “Sanırım bu eski çevre bakanı yorulmuş. kendi köşesine çekilmiş ve ne haliniz varsa görün der gibi. Evet bu öngörüde bulunan bir çok insan var fakat, bu vatandaşın sözünü ettigi beş vada on yıl kadar yakın bir zaman…”
S - “Eski ya da yeni farketmez ki. Ben günümüz koşullarında düşünerek söylüyorum, kaç kez aklıma geldi böyle bir inziva yaşamak. Kendimizi ikna etmek yetmiyor ki.”
A - “Ben yinede bu kadar kısa bir süre içerisinde, sözünü ettiği bir çok şeyin bu kadar hızlı değişebileceğini düşünmemiştim.”
S - “Şu son bir iki aydır insanlar kendini izole ettikçe doğadaki değişimi farketmiyor musun… Doğa nefes aldı Korona sayesinde.”
A - “Evet onu sorarsan, doğa ve hayvanlar adına mutluyum bu olanlardan.”
S - “Bardağın dolu tarafından bakmak dedikleri bu olsa gerek :)”
As - “Böyle marjinal görüşlü, tarikatlar, gruplar, insanlar dünyanın heryerinde. Kendilerince bir gelecek dünya hayali kuruyorlar, pozitif yada negatif. Ehh parada var. ‘Sesimiz de çıksın, aykırı olalım’ durumu da var. Bunun bir üst basamağı…”
A - “Çevre ile bir şekilde içli dışlı olmuş eski bir çevre bakanının söylediklerini dinleyip anlamaya çalışmayı önemsiyorum ben. Videoda gösterdiği yeri kızı ve kendisi ortak almışlar. Ve öyle yerler Fransa’da çok paralar gerektiren ya da alınamayacak kadar pahalı değiller.
As - “Çevre bakanı olması çevreyi sevdiği önemsediği anlamına falan gelmiyor benim için. Sadece eski bir siyasetçi. Kendine ve efradına falan izole bir yer almış. Kendinin derdindeki burjuvaların fantazilerini, konforunu kıyamet kopsa da hala arayacak züppeleri insanlığa, topluma örnek sunmak doğru mu?
A- Yok öyle değil. Yukarıda söylemeye çalıştığım gibi adamı hiç tanımıyorum. Ne iş yaptığıda , statüsüde çok önemli değil. Önemli olan düşünceleri.
Naz - Ben de merak ettim. Biraz araştırdım. Duruşu biraz kendine özel, radikal bir çevreci olduğunu öğreniyorum. Radikal terimi iyi anlaşılsın, hayatında antikapitalist olmamış bir çevreci… Zaten bir elitten geliyor, halktan değil. Dolayısıyla “burjuva’nın teki konuşuyor” hissine kapılmak şaşırtıcı değil… Pek ciddiye de alınmıyor sanki. “Bana deli diyorlar” diye başlamış zaten… Ayrıca başka programlardaki (kimi zaman gerçekten sapır saçma) konuşmalarından, dünyanın bazı bölgelerini bir kenara koymuş olduğunu anlıyoruz. Mesela Afrika… “Onlar zaten kurtulamaz” bakışı ile bakıyor, problemli durumlarının “gelişmiş ülkeler yüzünden” olduğunu işaret etmekle beraber. Yani biraz “beyaz” bir hayatta kalma mücadelesinden bahsediyor. Çok kaygan bir zemin bu. Hani bir fırt daha ayağı kaysa, eve silah depolayan “survival” savunucusu amerikalı faşistlerle yolu kesişecek gibi.
Bir de endüstriyel uygarlık çöküntüye uğrayıp, gezegeni de bu çukura çektiğinde, neden illa ki öncelikle insanın hayatta kalması gereksin ki? Bu öncelik, özellikle ve birinci derecede ortaya koyulması, insanın doğadan, diğer hayvanlardan kopuk bir canlı olarak ele alınması demek. Ki hepimiz biliyoruz, bir gün bir şeyler değişecekse, doğanın ve gezegenin tutarlı bütünlüğünün korunması en temel ilke. Bütün bugünkü bokluklar bu uyumun bozulmuş olmasından gelmiyor mu zaten?
Dolayısıyla, videoyu size çevirdikten sonra, neden doğru saptamalara rağmen neden rahatsızlık hissedildigini olduğumu hissettiğimi yazma gereği duyduğumu hep birlikte anlamış olduk.
Konuşmalarımız sakince devam ediyor…
As - “Ben en başından kıl olmuştum. Yeraltına trilyonluk sığınak yapan marjinal zenginlerden biri işte. Bir de herkese salık veriyor şöyle böyle yapın diye. Pasta yiyin versiyonunun bir başkası işte.”
Naz - “Hadi hemen girişmeyim dedim, ama biraz öyle. 😉 Ama gerçekten, yerel olarak örgütlenmek, yardımlaşmak tek yöntem. Neyse ki, işgal evleri/köyleri, ekoköyler vs, (“beyaz” zihniyete düşmeden) dünyanın bir çok yerinde, kollektif projeler yaratıyor… Bu tip yerleri mültecilere açıp, birlikte yaşamak gibi örneğin. Bu tip deneyimleri gördükçe içim ümit doluyor. Belki sonucunu biz göremeyiz ama varlar!”
Sadık - “Ben de bir kaç şey söyleyeyeyim naçizane. Koronalı sosyal tecrit koşullarında ve insanlığımız ile gezegenimiz arasında oluşturduğumuz tahribatın bumerang etkisiyle, küçük küçük de olsa, yüzleşme fırsatımız doğdu. Bu gezegenimizin ekolojik sosyal geleceği adına olumlu bir durum. Karantina günleri uzadıkça bu gergin sürecin ortaya çıkardığı çıkaracağı sonuçlar üzerinden daha epey şey konuşacağız; virüsün ölümcül etkileri etrafımızı sardıkça bu yüzleşme de kendi doğallığında toplumsallaşacaktır kuşkusuz…
Videodaki eski fransız çevre bakanının düşüncelerine geçmeden önce, izin verirseniz korona ile ilgili düşüncelerimi söyleyeyim. Öncelikle, mevcut küresel “korona virüsü “ile ilgili absürde kaçan zortlatma komplo teorilerini sollayarak şunu söylemeliyim: bu virüsü başımıza fena halde musallat eden bizzat bizim insanlığımızdır! Koronavirüsün yaratıcısı da taşıyıcısı da insan. Büyük ölçüde bozulmamış yerlere gidiyoruz ve oralardaki ekolojik dengeyi bozuyoruz. Dolayısıyla oralardaki türlerin taşıdığı virüslere maruz kalıyoruz. Virüslerin daha kolay iletildiği habitatlar yaratıyoruz ve sonra yenilerine sahip olduğumuza şaşırıyoruz. Ormansızlaştırma , petrol, maden şirketleri, soya ve hayvan çiftçiliği, Cargil, Burger King, İkea, Nestle vb., ormanlardaki hayvan popülasyonlarına müdehalenin birinci dereceden zanlılarıdır.
Geçtiğimiz günlerde kendi Facebook sayfamdan da paylaştım. Bir grup bilim insanı bozulmuş habitatlardaki türlerin insanları enfekte edebilecek daha fazla virüs taşıma ihtimalini araştırıyor. “Daha basit sistemler bir amplifikasyon etkisi elde eder” diyen bilim insanları, birlikte kalan türlerden gelen hastalıkların insan tarafından taşındığını ileri sürüyorlar. Liverpool Üniversitesi enfeksiyon ve küresel sağlık Enstitüsü’nün bulaşıcı hastalıklar Başkanı Eric Fevre, “orada bir noktada insanlar için bir tehdit oluşturabilecek sayısız patojen var” diyor. “Hayvanlardan insanlara atlayan patojenlerin riski her zaman olmuştur”. Fevre, şimdi ve on yıl önce arasındaki farkla, hastalıkların hem kentsel hem de doğal ortamlarda ortaya çıkmasının muhtemel olduğunu söylüyor. “Yanımızda yarasalar, kemirgenler ve kuşlar, evcil hayvanlar ve diğer canlılar olan yoğun şekilde paketlenmiş popülasyonlar yarattık. Bu, türlerden türlere geçmek için yoğun etkileşim ve fırsatlar yaratıyor” diyor. Emory Üniversitesi çevre Bilimleri bölümünde doçent olan hastalık ekolojisti Thomas Gillespie ise, “projeler tür sınırlarına saygı duymazlar” diyor. Doğal habitatların küçülmesini ve değişen davranışların hayvanlardan insanlara dökülen hastalıkların risklerine nasıl katkıda bulunduğunu araştıran Gillespie, “Koronavirüs salgını hakkında hiç şaşırmadım” diyor. “Patojenlerin çoğunluğu hala keşfedilecek. Buzdağının en ucundayız”. Evet, gerçekten de buzdağının en ucundayız. Sonuca gelirsem, bu kendi ellerimizde (ister bioloji laboratuarlarımız yoluyla ister hayvan popülasyonlarına yaptığımız müdehaleler ile olsun) yarattığımız felaket aralığında yeni tip virüs semptomlarıyla ya da mevcut olanlarla tekrar tekrar karşılaşabiliriz.
Şimdi geleyim eski Fransa çevre bakanının söylediklerine.
Başta da dediğim gibi, sosyal tecriti günlerinde insanlığımız ile gezegenimiz arasında oluşturduğumuz tahribatın sonuçları üzerinden insanlığımızı sorgulayacağız. Ve bu da bizi gezegenimizin ekolojik sosyal geleceğine dönük yüzümüzü hiç olmadığı kadar aydınlatacak yeni toplumsal düşüncelerle, projelerle tanıştıracaktır. Ya da şöyle söyleyeyim, bu yeni toplumsallık sürecinde insanlığın büyük bir bölümü, bugüne kadar görmediği, görmezden geldiği yada burun kıvırdığı alternatif eko-sosyal yaşam pratiklerine nerdeyse can havliyle iç güdüsel bir reflex halinde dört elle sarılacaktır. ZAD, ya da Hambach Forest gibi radikal mücadele projeleri de dahil, gezegene dost pek çok yeni tip alternatif yaşam projelerine yönelecektir. Eski bakanının düşünceleri belli noktalarda tartışılabilir elbette. Ancak bu yeni bir yaklaşım ve dahası onun alladığı pulladığı kadar yeni bir deneyim değil. Türkiye de dahil, dünyanın pek çok yerinde yıllardır var olan ve son on yılda daha çok yaygınlaşan alternatif eko-sosyal yaşam pratikleri mevcut. Bunu Şimdi görmeye, anlamaya başladık sadece… Dolayısıyla, eski çevre bakanının düşüncelerini yaşadığımız bu yüzleşme sürecinin kendince bir yansıması olarak değerlendiriyorum.
Eski bakan tam olarak neden bahsediyor ?
Yves Cochet bir matematikçi ve “collapsology” uzmanı. Türkçe karşılığı var mı bilmiyorum, ama “collapsology” günümüzde varolan endüstriyel uygarlığın, çevresel ve toplumsal risklerini ve yaşanacak bir çökmeden sonra toplumun nasıl evrileceğini inceleyen bilim insanlarını bir araya toplayan bir ideoloji. İdeolojinin temelini, 2011’de Fransa’da Institut Momentum denen bir laboratuarda atanlar da Yves Cochet ve yine çevreci bir yazar ve gazeteci olan Agnès Sinaï. Bu “uzmanlara” da “collapsologist” deniyor.
“Collapsology” sözcüğü, bir ziraat mühendisi olan Pablo Servigne ve sosyo-ekolojik sistemlerin dayanıklılığı konusunda uzman olan Raphael Stevens tarafından biraz da “ironi” ile icat edilen bir yeni bir sözcük. 2015 yılında yayınlanan bir kitabında yer almış ilk kez.
Latince collapsus sözcüğünden geliyor, collabi fiilinin geçmiş zamanı, yani “düşme, çökme” (İngilizce’ye de to collapse diye geçmiş). Logie de bildiğiniz gibi logos, yani çalışma, bilimsel yaklaşım anlamında…
Collapsology, insanın çevresini sürdürülebilir bir şekilde değiştirdiği ve özellikle küresel ısınma ve biyoçeşitliliğin çöküşüyle ilgili ekolojik acil durum kavramını yaydığı fikrinin bir parçası. Bununla birlikte collapsologistler endüstriyel uygarlığın çöküşünün farklı krizlerin birleşmesinden kaynaklanabileceğine inanıyor : çevresel kriz, aynı zamanda enerji krizi, ekonomik, jeopolitik, demokratik krizler gibi. Dolayısı ile, collapsology, “disiplinler arası” niteliğine sahip. Yani ekoloji, ekonomi, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, biyofizik, biyocoğrafya, tarım, demografi, siyaset, jeopolitik, biyoarkeoloji, tarih, futuroloji, sağlık, hukuk ve sanat disiplinlerini içeriyor.
Kimi bilim insanları tarafından eleştirel bakılsa ve bilimsel karakterini inkar etse de, İngiltere’deki Oxford veya Cambridge gibi prestijli üniversitelerim konunun incelenmesine adanmış araştırma merkezleri kurmuş olduklarını da belirtmek isterim.
Bazı bilim adamları, kaçınmak için hiçbir şey yapılmazsa, küresel bir sistemik çöküşün muhtemel olduğuna inanıyorlar. Ek olarak, bilimsel olarak da, belirli toplumlar ve ekosistemler için çökmelerin devam ettiğini veya zaten gerçekleştiği tespit ediliyor zaten.
“Çöküş”, ani bir olay değil de bir süreç olarak görülüyor. “Onlarca yıla, hatta yüzyıla bile yayılabilir” deniyor. Tahmin ve projeksiyonlar mevcut bilimsel veriler kullanılarak, bilgisayar veya matematiksel modeller ve çeşitli varsayımlarla geleceğe yansıtmaya çalışılıyor.…
Geleneksel eskatolojik düşüncenin, yani “insanlığın nihai kaderi” felsefesinin aksine, collapsology çağdaş bilimsel çalışmalardan elde edilen verilere ve kavramlara dayanıyor. “Dünyanın sonu” fikrine katılmıyor, ancak bir dünyanın sonu hipotezini, “termo-endüstriyel” yani fosil enerji kullanan medeniyetin hipotezini yapıyor. Bir de collapsology, insan kaynaklı olmayan nedenlerle, yani kozmik etkiler, depremler veya geçmiş doğal iklim değişiklikleri gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanmayan nedenlerle ilgilenmiyor.
En 2020 de nombreuses personnalités gravitent dans, ou autour, de la sphère des collapsologues. Toutes n’ont pas la même vision de l’effondrement civilisationnel, certaines même réfutent ce terme de « collapsologue », mais toutes se retrouvent pour admettre que la civilisation industrielle contemporaine, et la biosphère dans son ensemble, sont sur le point de subir une crise globale d’une ampleur sans précédent. Selon elles, le processus serait déjà en cours, et il ne serait désormais possible que de tenter d’en réduire les effets dévastateurs à plus ou moins brève échéance.
Bugün birçok kişi collapsology alanında veya çevresinde yer alıyor. Hepsi aynı medeniyet çöküşü vizyonuna sahip değil, hatta bazıları bu “çöküşçü” terimini çürütüyor, ama hepsi çağdaş sanayi medeniyetinin ve bir bütün olarak biyosferin, benzeri görülmemiş büyüklükte bir küresel kriz geçirmenin eşiğinde olduğunu ifade etmek için bir araya geliyor. Sürecin zaten epeydir devam ettiğini belirtiyor ve yakında yıkıcı etkileri azaltmaya çalışmanın da olanaksız hale geleceğinin uyarısını yapıyor.
Elbette eleştiriler var
Örneğin Profesör-araştırmacı Jacques Igalens 2017’de “Collapsology bir bilim midir?” başlıklı bir makale yayınlamış. Collapsology’nin disiplinlerarası karakterini sorgulamıyor ama tartışılan farklı konuları bir araya getiren bir paradigma ve ortak temellerin yokluğunu vurgulamış. “Çollapşology, yeni bir bilgiler yaratmayacak, çünkü bunu bağımlı olduğu bilimler zaten yapıyor. Ama ortak yaşamımızın bir anlatısını oluşturuyor, bunun bir işlevi mevcut.” diyor.
2018’te, Le Partage kolektifi ve uluslararası radikal ekoloji Örgütü Deep Green Resistance üyesi olan Nicolas Casaux, collapsology’nin tanımını “biraz belirsiz” olarak tanımlıyor. Konunun, bazen birbirine ters düşen, ya da çok kısıtlı analiz ve perspektiflerle ele alındığını, endüstriyel uygarlığın bir felaket olduğu fikri yerine, çöküşün bir felaket olduğu fikrine dayandığını, bunun da insan unsuru açısından narsist bir bakış olduğunu belirtiyor. Collapsology savunucularının, bakış açılarını netleştirmeleri; onları zehirleyerek daha kararlı bir duruş almalarına engel olan, egemen kültürden arınmaları; daha anlaşılır, biyomerkezli, ekomerkezli bir perspektif edinmeleri gerektiği, ve bu şekilde “canlılar dünyasına karşı savaş” sürdüren endüstriyel uygarlıkla mücadele edenlerin saflarına katılmaları gerektiğini söylüyor.
2018 yılında, “Sezgi ve collapsology” başlıklı bir makalede, yazar ve araştırmacı Vincent Mignerot, bu dalın özellikle metodolojik bir referans çerçevesinin tanımında netlik eksikliği nedeniyle bazı olası taşmalarla ilgili çekinceleri olduğunu ifade ediyor.
2015 ve 2018 yıllarında Belçikalı İklim ve Sosyal Adalet sivil toplum kuruluşunun kurucusu, ziraat mühendisi ve çevreci Daniel Tanuro Le Monde Diplomatique gazetesinde yayınlanan iki makalesinde (İmkansız Yeşil Kapitalizm, ve Herşey nasıl çökebilir?), kapitalizmin eleştirisinin yokluğu, sistem ve birikim arasındaki bağlantının kurulmuyor olmasının altını çiziyor. Ayrıca çöküşün kaçınılmaz yönünü, yani “kaderci istifa” olarak tanımladığı collapsology taraftarlarının duruşlarını eleştiriyor. Collapsology ve eco-sosyalizm arasında karşılaştırmalı bir analiz önererek tartışmayı derinleştiriyor. Ona göre, çöküşün anti-kapitalist tepkilerle, örneğin fosil sermayeyi genişletme planlarını engellenmesi gerekiyor.
Böylece bir videodan yola çıkıp, fikirlerimizi paylaştık, topladığımız bilgileri de ortaklaştırmış olduk.
Güzel günlerin umudu ile sağlıklı, bilinçli, ve kararlı kalın, kalalım…
Fotograf : Emre M.