Bugün 19 Kasım “Dünya Tuvalet Günü”. Günün anlam ve öne­m­ine ithafen, doğa­da yaşam deneyimlerimizden…

Yedik içtik de peki boku­muzu ne yapacağız?

Uyarı: Ken­di dışkısın­dan tiksi­nen ve bu işle­vi yer­ine getiren organın­dan bah­set­meyi ayıp sayan­lar yazının devamını okumasınlar.

Yabana göçtük­ten son­ra barın­ma, yeme içme gibi çözüm­lemel­er içindeyken ilk defa yüzleştik boku­mu­zla. Yuvamızı inşa ettik, bostanımızı kur­duk, çok doğal yaşa­maya çalışıy­oruz da, boku­muzu ne yapacağız?

AlakırŞehirde yaşarken hiç kafa yor­madığımız, zat­en hep ayı­planan, pek bahsedilmeyen, kapalı ortam­lar­da, etrafa asılmış koku yayan, süsler­le bezeli, bakıl­mayan, kok­lan­mayan, çek sifonu unut gitsin idi bizler için de tuvalet işi çoğu insan gibi. Dediğim gibi yabana göçünce yüzleştik biz boku­mu­zla ilk defa.

Çok doğal, sağlık­lı.. yaşayıp besleniy­oruz, yaşamımızın her anını ona göre kur­gu­layıp buna göre kafa yoruy­oruz da, aca­ba sağlık­lı, doğal.. sıça­biliy­or muyuz?

Süreç içerisinde sırasıy­la biz de alışagelin­miş şek­ilde yabanın ortasın­da da olsa devam ettirip ekolo­jik uyarla­malar yap­maya çalıştık tuvalet konusun­da. Klasik anlam­da bir çukur kazıp, o çuku­run içine kakamızı yaparak gideriy­or­duk ihtiy­acımızı. Kuru tuvalet deniy­or­du bu yön­teme. Kakanızı yap­tık­tan son­ra sifon çek­mek yer­ine koku ve sinek­len­meyi önle­mek için bir iki avuç kül ya da talaş atılan, hava­landır­ma içinde yatay ve dikey soba boru­ları yer­leştir­ilen sis­tem. Çukur dol­un­ca yenisinin açılıp üzer­ine tekrar bir kon­strük­siy­on yapılan. Kepçe ile dev çukurlar açılıp içine beton dökülen, dol­un­ca da vidan­jör çağrılıp içi çek­tir­ilip bir yer­lere boşaltılan fos­ep­tik­ler değil tabii ki bahsettiğim.

Alakır

Ancak her seferinde birkaç senede bir çukur kaz­mak da bir süre son­ra saç­ma ve sürdürülebilir gelmediğin­den nihai bir yön­tem keşfet­tik basit kuru tuvalet yapımı için. Bu yön­temde hem çukur kaz­mak gibi yıpratıcı bir fizik­sel eylem yok hem de hay­atınızın sonuna kadar kul­lanacağınız, bir sefer­lik inşa ede­ceğiniz bir yön­tem. Bunu bir iki metre­lik kot farkı olan arazil­erde uygu­la­mak çok kolay. İskele gibi düz ayak iki kabin inşa ediy­or­sunuz yan yana. Alt­tan bir kapı ile dışkınızı tahliye ede­bildiğiniz. Bu yan yana iki kabinden altı ay biri­ni altı ay diğeri­ni kul­lanıy­or­sunuz. Kul­lan­madığınız bölümde­ki dışkınız altı ayda toprak oluy­or zat­en. Alt­tan kürek­le tahliye ede­biliy­or­sunuz. Bunu bostanınız­da da kul­lan­abilirsiniz gübre olarak.

Tuvalet ve arıt­ması konusun­da son dönemde geli­nen en acayip uygu­la­mayı Fransa­da birinin yaşam alanın­da gör­müştü bir arkadaşımız. O da, oluş­tu­ru­lan bir göletin üstün­de­ki bir kabinde direkt gölete kaka yap­mak. Bir­d­en fazla basamak­tan oluşan bu gölet­lerin her birinde bel­li su bitk­i­leri var arıt­ma için. En son havuz ya da gölete ulaşan bu su içilebilir hale geliy­or. Biy­olo­jik, bitkisel, kara su arıt­ma olayı artık iyice basit ve uygu­lan­abilir bir halde dünyada.

Peki boku­mu­zla yüzleşme­den ondan kur­tul­maya çalış­malı mıy­dık aca­ba tuvalet inşa ederek yabanda?

Yüzleşe­lim bi dedik. Ve çok şeyler farkettik.
En önem­lisi boku­mu­zla ağaç, sebze eke­bildiğimizi görmekti.

Tuvalete değil de açık­ta yapın­ca, kakamızın için­den yediğimiz bazı meyve ve sebzelerin fil­i­zlendiği­ni gördük. En çok da dut, domates, biber, salatalık, kavun, karpuz, kabak.. gibi. Düşüns­enize. Bir tane dut yiy­or­sunuz arkanız­da koca bir ağaç bırakıy­or­sunuz. Büyü gibi!

Alakır

Ayrı­ca boku­muzun hemen toprak olduğunu gördük. Veg­an beslendiğimiz­den ötürü direkt gübre oluy­or­du dışkımız.

Ama asıl bizi şaşır­tan farkın­dalık ise boku­mu­zla yüzleş­menin çıkarım­ları idi. Ne yediğimizi bu kadar sorgu­larken ne sıçtığımızı sorgu­la­ma­mak çok önem­li ve yaşam­sal bir döngüyü, çem­beri kır­mak demek­miş meğer. Sadece bir yüzyıl önce­sine kadar insan­lar doğada­ki tüm can­lılar gibi bok­larıy­la yüzleşe­biliy­or­lardı. Kokusun­dan, rengin­den, sağlık­larını takip ede­biliy­or­lardı. Ve bu konu­da öyle çok fazla bil­giye de sahip olmak gerekmediği­ni far­ket­tik biz de. Sadece bokunu görmek ve kokusunu duy­mak bile vücut­ta birçok mekaniz­mayı hareketlendiriy­or­du. Bir sağlık raporu gibi aslın­da. Göz bunu görüp değer­lendiriy­or ve eğer bir sorun varsa ona göre bir takım önlem­ler ya da iyileştirmel­er yap­maya başlıy­or­du. Biz­imk­isi sadece gözlem ve hissiy­at. Bil­im­sel bir veri değil tabii ki. Ama araştır­maya değer san­ki. Çünkü sağlık­sız beslen­mek bir yana, boku­mu­zla yüzleşe­memenin ve sindirim çem­berinin tamam­lana­ma­masının kanser dahil birçok hastalığa neden ola­bile­ceği­ni ya da önleyi­cil­iği­ni yer­ine getiremediği­ni far­ket­tik bir nevi.

Göz boku görünce sindirim işle­mi tamam­lanıy­or­du aslın­da. Bu vücud­u­muz­da­ki birçok şeyi, özel­lik­le de sindirim sis­tem­i­ni iyice deng­eye getirip düzene sok­tu bizde.
Kakadan çıkan ağaçlar, sebzel­er de bu çem­berin öne­m­i­ni betim­ledil­er her seferinde.

Bu tuvalet, bok, hijyen konusu açılmışken bir anımı pay­laşayım çok kakanız gelmeden.

90’lı yıl­ların 2. yarısının başları… Karay­oluy­la Hindis­tan’a yol­cu edildiğimiz yıl­lar Hay­darpaşa garın­dan. O zaman­lar Hay­darpaşa var, tren var, gar var,kara var, yol­cu­luk var, gezgin­lik var, yoldaşlık var. Uçak yok, inter­net yok… Var da kul­lanımı yaygın­laş­mamış henüz diğeri­ni yiyip bitire­cek kadar.

Hindis­tan­la, yol­la, ner­eye git­tiğimi­zle ilgili hiçbir fikrim­iz yok yani. O kadar heye­can­lı ve keyifli.

Bize herkesin tek söylediği “Ne yapçan oğlum orası çok pis. İns­anl­ar ora­da kakasını sokağa yapıy­or­muş“tan öte birşey değil. Hindis­tan­la ilgili tek bil­gimiz bu yani.

Neyse İran, Pak­istan derken vardık Hindis­tan’a ve kurul­duk kut­lu Ganj nehri’nin kenarın­da­ki dünya­da hala yaşanılan en eski şehir Benares’te bir ailenin yanıbaşına.
Laf lafı açtı sor­du­lar tabi “ner­densin?”. Dedik; “Türkiye”. Deme­zler mi; “Türkiye çok pis­miş. Doğru mu?” diye. “Yahu asıl biz­imk­il­er size pis diy­or” muhab­be­tine bulaş­madan sor­dum; “Neden?”. Dedi ki hintli baba; “Sizin ora­da tuvaletler evin içindeymiş. Doğru mu? İns­an yaşadığı evin içinde nasıl sıçar?”. Yani biz onlara dışarı sıçıy­or­lar diye, onlar da bize evimizin içine sıçıy­oruz diye “pis” diy­or­lar­mış.. Bakış açısı işte…

Anadolu’ya gelen ilk Türk boy­ları olan yörük­ler­den de duy­dum son­raları “Bir­im­izin boku diğerinin boku­na değmez” lafını bir kara kıl çadırın altında.

Kuzey Afrikanın çöl­lerinde yaşayan yer­el halk­lar mis­afir­leri­ni yedirip içirdik­ten son­ra tek dilek­leri kakalarını bostana yapıp git­meleriymiş. Çöl olduğu için sadece kakadan toprak yapa­biliy­or­lar ve ona eke­biliy­or­lar­mış. Ne güzel bir döngü değil mi? Bu döngünün öne­m­i­ni kavradıkça insan onun kırıl­masının, yok sayıl­masının ne büyük bir felaket olduğunu daha iyi anlıy­or aslında…

Bu biz­im bildiğimiz “tuvalet” çok da eski değil bu toprak­lar­da. Rah­metli Dur­muş Amca hatır­lıy­or­du “tuvalet“in ilk gelişi­ni Alakır Vadi­sine. O zamanın hükümeti bun­dan 50, 60 yıl kadar önce bir genelge yayın­la­yarak muhtar­lara “köy­de­ki herkesin bir tuvalet çuku­ru açmasını ve bun­dan böyle artık o çukurları kul­lan­masını” emret­miş. Uygu­la­mayan­lara ceza gele­cek­miş. Köyde zaman­la biri har­iç herkes uymuş bu emire. “Biri çok direndiy­di” der­di Dur­muş Amca gülüm­sey­erek. “Öyle pis şey mi olur­muş herkesin aynı deliğe sıçtığı!” diy­erek diren­miş epey.

Tuvalete karşı yaşanan ilk direniş Alakır Vadisinde!

Uzun lafın kısası bu bok muhab­betinde, deney­im­ler­im­izin ışığın­da der­im ki kır­sal­da­ki dost­lara hava müsaitse tohum­layın, gübre­leyin etrafı fer­ah fer­ah seyir eyley­erek hergün baş­ka bir man­zaradan. Bok açık­ta olun­ca çok daha çabuk kuruyup gübre oluy­or çok sinek­lenip kok­madan. Hava yağ­murlu yada açık hava ter­ci­hiniz değil ise, tar­ifi­ni verdiğim kuru tuvale­tinizi ola­bildiğince fer­ah inşa edin ve gübre olarak kul­lan­abilin kakanızı.

Alakır

Son olarak Alakır Buluş­masın­da inşa ettiğimiz kuru tuvaletin içine astığımız son cüm­le­si aynı zaman­da ilk cüm­le­si olan yazı:

Ne ekersen onu biçersin.

Ne biçersen onu yersin.

Ne yersen onu sıçarsın.

Ne sıçarsan o gübre olur.

Ne gübre olur­sa ona ekersin.

Ne ekersen onu biçersin.

Boku özgür olmayanın kendi özgür olamaz.
Başka bir bok mümkün!

Bugün aynı zaman­da HES­çil­er tarafın­dan suyu­muzun kesilmesinin ve tüm yetk­ililerin bu en ağır insan hak­ları ihlali­ni seyret­m­eye devam etmesinin 42. günü.
Sifon…

Birhan Erkut­lu

Alakır Nehri Kardeşliğialakır
Internet sitesi | Facebook | Twitter @ALAKIRINSESi

Français : Bien mangé, bien bu, mais que faire de notre merde ? Cliquez pour lire (tra­duc­tion en cours)

Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Kerema xwe dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Auteur(e) invité(e)
Auteur(e)s Invité(e)s
AmiEs con­tributri­ces, con­tribu­teurs tra­ver­sant les pages de Kedis­tan, occa­sion­nelle­ment ou régulièrement…