‘’Bugün çıplak olan katlettikleri kadının bedeni değildir. Bugün sarayın zulüm çıplaklığı bütün dünyanın önünde teşhir oluyor .’’
Figen Yüksekdağ
Français | English | Türkçe
Cizre’de bir kadın sokakta öldürüldü. Onu öldürenler üstündekileri çıkardılar ve onu çıplak bıraktılar. Onu öldürenler askerler, kadının ise bir PKK militanı olduğu söyleniyor. Fotoğrafları çekildi; haberlerde ve sosyal medyada dolaşıyor. Bu ilk defa olmadı.
Bir Kürt kadın savaşçının vücudu –yine- hükümetin niyetlerinin simgesi haline geliyor: “terörizmi bitirmek” değil fakat bütün bir bölgeyi sistematik bombardımanla ve onurunu kırarak hizaya getirmek. Sorun şu ki bir insanlıktan uzaklaştırma eyleminde, kadının gerçek gücü ve neyi temsil ettiği ortada. Herhangi bir patriyarkal sistemde, direnmeyi seçen kadın kızgınlığa yol açar: öyle bir öfkeyi tetikler ki, katilleri onu soyarlar ve sonra da yokederler.
HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın yukarıdaki beyanı bunu mükemmel bir şekilde dile getiriyor. Böylesi eylemler sadece devlete ve sivillere karşı terör eylemlerine girişenler değil daha da ötesi hedeflenmektedir. Kürt örgütlerinin ileri sürdüğü herhangi bir siyasal talep hemen Türk devletine karşı terör eylemine indirgenmektedir. Bu anlamda ‘’terörist’’ ikili bir amaca hizmet etmektedir. İlk olarak, bir terörist adaletin olağan süreçlerini hak etmez, fakat öyle yaftalandığı için öldürülebilir. İkinci olarak, ‘’terörist’’ kavramı , bütün Kürt halkını veya Türk devletine karşı hasmane duygular besleyen herkesi kapsamak üzere genişletebilecek kadar kadar muğlaktır. Bunun çok yakında cereyan eden canlı bir örneği Cizre’de bodrum katlarında yaralı sivillerin bombalanması oldu ‑aralarında PPK militanları da vardı, ya da devletin iddiası bu-. Bir kere bir kişi devlet tarafından terörist olarak yaftalanırsa, o kişinin yurttaş olarak konumu, hakları olan bir insan olması yokolur.
Bu tuhaf ve şekilsiz savaşta, ölü kadının vücudu bir şifre, bir simge olur. O sadece ölü olmakla kalmamalı, ölmeli, soyulmalı ve onursuzlaştırılmalı, hiçbir vakarı kalmamalı. O asker değil, isyancı da değil, düşman da değil, savaşçı da –o her şeyden önce bir kadın‑, o hiçbir şey, sadece bir vücut. Düşürülmeli çünkü birden çok tehlikeye işaret ediyor: o bir kadın ve aynı zamanda bir Kürt, bir savaşçı, bir isyancı. Hiyerarşik patriyarkal sistemin mantığında önce hiçbirşey olan bir kadına indirgenmeli, sonra da bir kadından daha azına: onurunu kaybetmiş, çıplak bir kadın.
Acı İçindeki bir Vücut adlı kitabında Elaine Scarry işkencenin bir hile olduğunu tartışır, mahpusun ya da kurbanın vücudunda yürütülen ‘’bedel ödetici bir tiyatro perdesidir’’ –tartışmasız gerçek bir fiziksel acı üretir, dolayısıyla bu acıyı üreten rejimi gerçek gösterir. Vücuda bütün vakar ve mahremiyetin inkar edildiği bu ve bunun gibi olan diğer olaylarda da benzer bir şeyin olduğunu düşünüyorum: bu onu öldüren ve soyanların bir güç gösterisidir, ve amacı devletin ve onun silahlı kuvvetlerinin gerçek gücünü sergilemektir. Kadın yokedildi ve onun yerine devletin gücünün damgası bırakıldı. Yüksekdağ, Cizre ve güneydoğudaki diğer şehirlerde morgda ortaya çıkan ‘’vücutların bütünlüğünün olmadığını’’ söyledi. Bu cins işkencede ve ölünün vücuduna müdahele etmede sistematik bir şey var: amaç sadece düşmanı elimine etmek değil, onu tamamen insanlıktan uzaklaştırmak.
Fotoğraftaki kadının vücudu henüz bulunamadı. Kayboldu. Artık varolmayan biri için nasıl yas tutarsınız? Nicholas Glastonbury’nin Jadaliyya için bir makalede söylediği gibi, yas tutmak çok politik bir alandır –Suruç kurbanlarının cenazelerine ve mezarlarına saldırılar ve Kürt savaşçıların cenazelerine saldırılar oluyor çünkü bu ölümler insanların, açıkça kabul ve saygı göstermelerine değecek ölümler olarak görülmüyorlar. Glastonbury, Judith Butler’in, açıkça yas tutmanın nasıl bir hayatın – ve nasıl bir insanın- değerli olduğunu tarif ettiği fikrine atıfta bulunur. Mevcut denklemde, Kürt bir savaşçı (eğer öyle idiyse) kadının hayatının değeri o kadar düşük gözüküyor ki, çadır bezi olarak kullanılabilir.
Bütün bunlar, bir snuff filmindeki (işkence, cinayet, tecavüz filmi) resme benzeyen ve önemli haber sitelerinde buzlanan bir çeşit pornografik resim olarak belgelendi. Andrea Dworkin, görüntülenmiş gücün gerçek güce tekabül ettiği yerde, bu cins resmin ‘’(kadınların) ortakça paylaşılan şefkat ve haklar ve saygı’’dan uzaklaştırılmalarına yol açtığını ileri sürer. Eğer resim olmasaydı, eylem sadece içinde yeralanlarla sınırlı kalacaktır. Resim, sonsuzca yeniden üretilebilir, her seferinde güç dengesizliğini yeniden vurgular. Fakat bu dengesizlik dokunulmaz değildir. Yüksekdağ’ın da söylediği gibi, bu eylemler sadece kadınların direnişini daha da kararlı yaparlar. Bu korkunç davranışın kısmi bir nedeni, yaşayan kadın askerin temsil ettiği çok gerçek ve hayat dolu güçtür, öyle ki, öldüğünde bile tamamen yokedilemez ve dolayısıyla onuru kırılmalı, soyulmalı da. Ona verilen ceza, onun varlığının daha derin bir şeyleri harekete geçirdiği anlamına gelir.
Dilar Dirik’in, Yeni Dünya Zirvesi’nde (New World Summit) belirttiği gibi Kürt kadınları çok önceden uğrunda savaştıkları şeyin, bir ulus –cins/cinsiyet sisteminin ortadan kaldırılmasını gerektirmez- olmadığına fakat varolmanın yepyeni bir biçimi olduğuna karar verdiler. Bu yepyeni biçimde kadınlara haklar, devletin yönettiği kadınları güçlendirme projeleri tarafından verilmez; kadınlar toplumun her düzeyinde sosyal ve politik güç ve kazanımlarının bizzat kendisidirler ve içinde yer alırlar.
Olivia Rose Walton
Original link
Kollektif çeviri Kedistan