Türkçe | Français

Eko sis­temin pan­de­mi aralığın­da, insan merke­zli hay­dut­luğa day­alı ekoyıkım­lar, hiç son bul­may­a­cak­mış gibi beş kıta­da bir­d­en, insan eliyle devam ederken, bugün, ZAD’­da­ki büyük orman­da bir yürüyüşe çıktım…

2012’deki ZAD Nddl Sezar Operasy­onu büyük direnişinin anıların­dan arta kalan ağaçların buruk kırık dal­ların­dan sarkan direniş hatıraları­na baka baka yürüdüm. Sin­caplara, atmacalara, kır­langıçlara, karın­calara ve ZAD’cılara yurt olan bu ağaçlara ilk sarıldığımız gün­lerin pus­lu anılarını araladım.

ZAD’­da­ki o mah­sun direniş ağacının yıkık kırık gövde­sine sarılıp, Almanya Ham­bach direniş ormanın­da­ki ağaç evler­im­izi, direnişin fırtı­nalı ve don­duru­cu gün ve gecelerinde, ağaç ağaç salındığımız, gün­leri, haf­ta­ları, ayları hatırladım.

ZAD ve Ham­bach “orman kardeşliğinin” transnasy­on­al isim­siz savaşçıları, sin­cap nin­jaları, bütün saldırılara rağ­men o soluk soluğa tır­mandığımız, kalp­ler­im­i­zle sarıldığımız ağaçları ve onun­la var olan bütün hay­van can­ları, hala inat­la ve şefka­tle koru­maya devam ediy­or­lar. Onları en derin kardeş­lik ve dayanış­ma duygu­larım­la kucak­lıy­o­rum. Nefes­ler­im­izin ağaçları okşayan buğusu hiç tükenmesin…

hambach

Geçtiğimiz haf­ta sosyal medya­da Türkiye’nin Karad­eniz böl­ge­si orman­ların­da devam eden ağaç kıyımı­na karşı ağaçlara sarılan kadın­lar biz­leri tar­i­hi direnişe tanık etti. Son üç yıldır Türkiye ile ilgili her tür­den hab­er­den ken­di­ni men etmiş, orada­ki bir kaç sevgili dost dışın­da hiç bir kim­s­eye kulak ver­meyen birine dönüşmüşken, hiç bek­lemediğim bir anda, hiç bek­lemediğim bir bölgede, Karad­eniz’in İki­zdere’sinde, kadın­lar ekositeler­ine, yaşam alan­ları­na yapılan saldırıya karşı ağaçlara çıkarak, onlara sarılarak diren­di ve bu, bir ağaç ve su koruyu­cusu olarak beni de çok etkiledi.

İkt­id­ar, sonun­da ken­di beslendiği dalı da kesm­eye başladı. Türkiye gibi devletçi, mil­liyetçi muhafaza­kar otoriter­liğin, patri­arkal saldır­gan­lık­la kanatıldığı bir coğrafya­da, gemi azıya almış bir yöne­tim ve göze­tim sis­te­mi eşliğinde büyük bir ekolo­jik yıkım sürdürülüyor.

Bu yıkımın ve ardın­dan gelişen direnişin bölge­sel düzeyde ikti­dar sahip­leri açısın­dan hiç bek­len­meyen özel bir anlamı da var kuşkusuz. İkt­id­arın potan­siyel manevi “oy sadakati” olarak bili­nen Rize, aynı ikti­darın İki­zdere halkı­na fir­lat­tığı Cen­giz Hold­ing etiketli bumerangın ken­disi için nasıl bir geri dönüş etk­isi yarat­tığı­na tanık oluy­or şim­di. Bet­ona endek­sli kon­trol­süz ve sınırsız bir ikti­dar gücüyle eko­sis­teme karşı savaş açan­lar eninde sonun­da sert bir kayaya çarpar­lar. Tıp­kı bugün Rize İkizdere’de olduğu gibi…

Son yir­mi yıl­da sözde kalkın­ma adı­na Karadeniz’deki ekositelere yapılan şir­ket etiketli ikti­dar müde­haleleri korkunç dere­cede ürper­ti­ci bir nok­taya gel­di. Bölgede giderek daha sık ve daha şid­detli yaşanan heye­lan­lar, sell­er yakın gele­cek­te Karad­eniz’in bütün jeolo­jik topografisinde, tah­min bile ede­meye­ceğimiz daha büyük kırıl­malara, yıkım­lara yol aça­cak. Nitekim mev­cut HES­’ler­le, bara­jlar­la bir­lik­te böl­genin jeolo­jik yapısı her an daha büyük afetlere açık hale getir­ilmiş durum­da. Sular her gün daha fazla kir­lenecek ve yosun­lanacak, toprak­ta­ki tuzlan­ma daha çok arta­cak, bit­ki örtüsü ve ağaçlar kuruy­a­cak, hay­van­lar ve insan­lar adını bile bilmediğimiz tür­lü hastalık­lar­la yüzleşe­cek… Kısacası, bugün Karad­eniz fau­nasın­da­ki bit­ki-hay­van popülasy­on­ları­na ve yöre­de­ki insan yer­leşkelerinin sosyal dokusuna yapılan bu aşırı müde­halel­er sonu­cu bölge, fizi­ki ve psikolo­jik olarak topy­ekün bir ekolo­jik çöküşe doğru hızla yol almakta.

ikizdere

İşte İki­zdere’deki taş böyle­si bir zaman dil­i­minde konuyor…

Öyle ki, pan­de­mi sürecinin sözde halk sağlığı güven­lik önlem­leri bile bu ekolo­jik yıkım için kaçırıl­maz bir fır­sa­ta dönüştürüldü. Yamaçlara kuru­lu haneleri, bahçeleri, çaylık­ları, yüzlerce yıl­lık kök­leriyle sarıp sar­malayan meşe, çam ve kestane ağaçlarını, ve onlara can suyu veren derelerin sesi­ni, Karad­eniz’i ele geçiren hay­dut bir holdin­gin ser­maye impara­tor­luğu adı­na, devlet izni ve koru­ması eşliğinde, mahkeme karar­larını bile bek­leme­den alelacele kesiyorlar.

İkizdere’deki ekolojik yıkıma nasıl gelindi ve neler yaşandı? Kadınlar nasıl direndi?

2020 yılın­da, Rize’nin İki­zdere ilçe­sine bağlı İyidere sahil mevki­inde yapıl­ması plan­lanan lojis­tik liman için ihal­eye çıkıldı. İhal­eyi 1 mil­yar 719 mily­on lira karşılığın­da ikti­darın favori şir­ket­lerinden Cen­giz İnşaat ve Yapı&Yapı AŞ ortak­lığı kazandı.

Pro­jede deniz dol­gusu öngörüldüğü için ham madde tem­i­nine, yani taş ocak­ları­na ve bağlan­tı yol­u­na ihtiyaç vardı. Bu amaçla Eşken­cidere Vadisi’nde bulu­nan Cevi­z­lik ve Gürdere köy­lerinde 17 adet parsel için acele kamu­laştır­ma kararı çıkarıldı. Karar Cumhur­başkanı Tayyip Erdoğan imza­sıy­la 19 Mart 2021 tar­ih­li Res­mi Gazete’de yayınlandı.

Böylece 75 yıl boyun­ca İki­zdere’deki fau­nayı, üzerinde­ki bütün yaşam bileşen­leriyle bir­lik­te kemirip öğüte­cek­leri, köylü­lerin dey­imiyle, “İki­zdere’yi bir cehen­nem çuku­runa dönüştüre­cek” taş ocağı süre­ci hiç bir tered­düt gös­ter­ilme­den devlet eliyle de onaylanmıştı.

Acele kamu­laştır­ma kararının yayın­lan­masın­dan son­ra yöre halkı kamu­laştır­ma kararının iptali için yürüt­meyi dur­dur­ma davası açtı. Ancak, mahkeme sonu­cunu bek­leme­den şir­ketin çalış­maya devam ettiği­ni gören İki­zdere köylü­leri, özel­lik­le kadın­lar, Eşken­cidere Vadisi’nde çadır kurup olası inşaat faaliyetine karşı nöbete başladı.

  • Ikizdere kadınlar

21 Nisan’da Cen­giz İnşaat’a ait iş makinelerinin vadiye girme­siyle ger­il­im tırmandı.

1 Mayıs sabahı jan­dar­ma tarafın­dan biber gazıy­la müda­hale yapıldı. İki­zdereliler iş makinelerinin önüne geçerek dur­dur­maya çalışın­ca jan­dar­ma engeliyle karşılaştı. Köylü­lerin avukatı Yakup Oku­muşoğlu gazete­cilere yap­tığı açık­la­ma­da, “Köylü­lerin karşısın­da Cen­giz İnşaat yok. Taşeron bir fir­maya ait iş makineleri var. Açtığımız dava Rize İdare Mahkemesi’nde devam ediy­or. Yürüt­meyi dur­dur­ma konusun­da karar ver­ilmesi­ni bek­liy­oruz. Mahkeme idarenin savun­masının alın­masın­dan son­ra yürüt­meyi dur­dur­ma talebi­ni görüşme kararı aldı. Ancak şir­ket mahkeme kararını bek­leme­den vadide çalış­maya başladı” dedi.

Sokağa çık­ma yasağı­na karşın Eşken­cidere Vadisi’ni koru­mak için alana gelen İki­zdereliler, patikaları, orman yol­larını, vadi gir­iş­leri­ni tutan jan­dar­ma ile karşılaştı. Halk alana gire­mey­ince iş makineleri, önce­ki gün­lerde direnişçi­lerin ken­di­ni zin­cirlediği ağaçları yerinden kopardı. Bu sıra­da ağaçlara çıkarak kes­i­mi engelle­mek isteyen İki­zdereli direnişçil­er­den dördü zor­la indiril­erek gözaltı­na alındı. Alan­da­ki bütün kadın­lar, direnişçil­er jan­dar­ma tarafın­dan zor­la çıkarıldı.

Direniş bun­dan son­ra ner­eye doğru evrilir bil­in­mez ama İki­zdere’deki büyük ekolo­jik yıkı­ma karşı ağaçlara tüm yürek­leriyle sarılan kadın­lar tarafın­dan sergile­nen direniş hafızalarımız­dan asla silinmeyecek.

ikizdere kadinlar

Ne demişti şair Nâzım Hikmet?

Yaşa­mak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”

Yani, öyle­sine cid­diye ala­cak­sın ki yaşamayı,
Yet­mişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin…”

Çünkü bereketin, adaletin, sağlığın, guru­run, zaferin, refahın, bil­geliğin, aklın, arın­manın ve yeniden doğuşun, kısaca insan­lık için en önem­li erdem ve değer­lerin sem­bolüdür zeytin. Bu neden­le zeytin ağaçlarını kesen bir ülkede yaşa­ma saygı yoktur.

Man­isa Yırca’da 6 bin zeytin ağacını kesen Kolin şir­ke­ti­ni ve ona karşı dire­nen Yır­calı kadın­ları hatırlayalım…

yirca turkiye kadinlar

7 Kasım 2014 tar­i­hinde Ter­mik santral yap­mak için Soma’nın Yır­ca köyünü seçen Kolin Grubu, bölgede kes­im yapıl­ma­ması için nöbet tutan kadın­lar tarafın­dan gös­ter­ilen direnişe rağ­men, arazide­ki toplam 6 bin ağacı kestir­di. Üç saat son­ra da doz­er­ler­le ter­mik santralın yapıla­cağı alana gir­ilip, araların­da hasat edilmemiş asır­lık olan­ların da bulun­duğu zeytin ağaçları kökün­den söküldü. Takviye olarak jiletli teller­le çevrilen alan­da ter­mik santralı inşa ede­cek şir­ketin özel güven­lik görevlileri etten duvar örerek ağaç kes­imine karşı nöbet tutan kadın­ların ve köy sakin­lerinin alana gir­işi­ni engelle­di. Ağaçlar kesildik­ten son­ra olay yer­ine giden jan­dar­ma ekip­ler­ine, tep­ki gösteren kadın­lar, mahalle sakin­leri ve yaşam savunucusu aktivistler­le  bir­lik­te , santral yapıl­ması düşünülen böl­g­eye giden yolu trafiğe kapattı.

Kesilen zeytin ağaçlarıy­la Man­isa valil­iği önüne gelen Yır­calı kadın­lar ve yaşam savunucu­ları “Zey­tin­i­mi Kesme”, “Zey­tin­ime Dokun­ma” pankart­ları ile, kesilen zeytin ağaçlarını, Valilik önüne bırak­tılar. Valil­iğin önüne kesilen ağaçlarıy­la gelen kadın­lar için­den biri olan Ner­min Kocaeri, şu söz­leriyle hafızalarımız­da unutul­maz bir hatıra bırak­tı: “Yetiştirdiğimiz bu evlat­larımız kesiliy­or. Bir çocuğun el ve ayağını kese­bilir misin? Zeytin­ler­im­izi çocuk gibi yetiştirdik. Canımızı alıy­or­lar. Biz para pul değil, canımızı istiyoruz”.

yirca zeytin kadinlar


Kazım Kızıl’ın gerçek­leştirdiği “Yır­ca Direnişi” belge­seli­ni Kedis­tan parteneri Bre­tagne & Diver­sité film arşivin­de Türkçe, ve İngilizce, Fran­sız­ca altyazılı olarak izleye­bilirsiniz.


Ağaçlara sarılan kadınlar

Yaşamın döngüsü su ve ormandır. Bu neden­le insan da ağa­ca ben­z­er su ile beslenir, dal­lanır budak­lanır ve çoğalır. Bu döngünün ana eks­eninde, yani yaşamın sağaltıl­masın­da, kadının su ve toprak ilişk­isin­den doğan biy­o­jenetik ener­jisinin çok belir­leyi­ci bir rolü olduğu­na inanıy­o­rum. Bu, kadı­na, ve bütün dişil hay­van­lara has doğal, biy­olo­jik genetik ener­ji, yeryüzü can­lılarının evri­m­inde, değişmeyen içgüdüsel bir yaşam döngüsü olarak, mily­on­lar­ca yıldır ken­di­ni sürek­li var ediy­or. Tıp­kı yeryüzüne hay­at veren ve insanin ilk ve son­suz besin kay­nağı olan  zeytin ağaçlarının ölme­zliği gibi…

Eko­sis­temin sağaltıcı ve koruyu­cu bekçi­leri olarak ağaçları savun­mak için ağaçlara sarılan ilk ağaç savunucusu kadın­lar, Hindis­tan’­da 1730 yılın­da da yaşanan Bish­noi katliamın­da geçiyor…

Ağaçlara sarılan kadınlar

Bish­noi toplu­luğu, Racas­tan’­da Jodh­pur ve Bikan­er böl­gelerinde 1500 civarın­da Jambesh­war Bha­ga­van (1451–1536) tarafın­dan kurul­muş. Veje­taryen­lik ve bit­ki ve hay­van­lara güçlü bir saygı gösteren bu toplu­luğun üyeler­ine de Bish­noi deniy­or. Yine Racas­tan’­da yaşayan Jain­ler gibi, Bish­noil­er de tüm yaşam biçim­leri­ni koru­maya yöne­lik gelişmiş bir ekolo­jik farkın­dalığa sahip. Toplumun veje­taryen­liğine ek olarak, Bish­noi kadın­larının bölgede çok bulu­nan genç antilo­pları emzirdiği ve ağaçlarının katledilme­sine karşı aktif olarak mücadele ettiği de biliniy­or. Bu toplu­luğun felse­fe­si, dünyanın yaşamının koruyu­cu­ları olan su ve ağaç döngüsünün gözlem­len­mesin­den kay­naklanıy­or. Bu neden­le, onlar için, yaşam ve yaşam­la ilgili bil­gi aktarımı­na izin veren her şey, her­han­gi bir dini inanç­tan daha önemli…

Hin­duist Bish­nois toplu­luğun­dan 294 erkek 69 kadının asker­ler tarafın­dan öldürülüldüğü bir bir olay “Bish­noi katliamı”… Ken­di­sine yeni bir saray yap­tır­mak isteyen Jodh­pur kralı Mahara­jah Guru Jam­ba­ji, asker­leri­ni Bish­noi­lerin khe­jri (akasya) ağacının yetişme­sine destek olduğu Khe­jar­li köyü yakın­ların­da­ki orman böl­gesin­den inşaat malzemesi­ni hazır­lay­a­cak ocak­lar­da yakıl­mak üzere odun topla­maya gön­der­miş. Kralın adamları ağaçlara zarar ver­m­eye başladığın­da Bish­noil­er acı içinde protesto etmiş, ancak asker­ler hiç aldırmamış.

Kesilmiş bir kafa kesilmiş bir ağaçtan daha ucuzdur”

Amri­ta Devi, hem inancının hem de koyun kut­sal ağaçlarının yıkımı­na tanık olan bir kadın köylüymüş. Keli­menin tam anlamıy­la ağaçlara sarıl­maya karar ver­miş ve başkalarını da bunu yap­maya teşvik etmiş: “Kesilmiş bir kafa kesilmiş bir ağaç­tan daha ucuz­dur!”. Bunun üzer­ine, Khe­jri ve yakın­da­ki köyler­den Bish­noil­er ormana gelmiş ve ağaçları kesilmek­ten koru­mak için her köylü bir ağa­ca sarılmış, kesilme­sine izin ver­meyi red­det­miş. Asker­ler de ağaçların kesilme­sine beden­leriyle engel olan kadın­lar ve erkek­lerin kafalarını kesmiş. Bu gönül­lü fedakar­lık, Kut­sal Khe­jar­lı ormanı adı­na 363 Bish­noi köylüsü öldürü­lene kadar devam etmiş…

Bu direnişten etk­ile­nen kral köye git­miş ve af diley­erek, asker­lere operasy­onu dur­dur­malarını emret­miş. Kısa bir süre son­ra Mahara­jah, Bish­noi böl­gesi­ni ağaçlara ve hay­van­lara zarar ver­meyi yasak­layan korunan bir alan olarak belir­lemiş. Bu mevzu­at bölgede bugün de devam ediyor.

Sevgili ağaçlarını korurken ölen 363 Bish­noi’nin anısı­na, yemyeşil ve hay­van yaşamı açısın­dan zen­gin olan alanın etrafı­na bir dizi khe­jri ağacı dikilmiş.

Bish­noi’­lerin fedakar­lık­ları, çok daha büyük bir hareket olan ve git­tikçe de büyüyen Chip­ko Hareketi için ilham kay­nağı olmuş. 1970’lerde Hindis­tan’ın kuzeyinde bir grup köylü kadının ağaçları kol­larıy­la sar­ması Çip­ko hareke­tinin (chip­ko “yapış­mak” anlamı­na geliy­or) başlangıcını oluş­tu­ruy­or Birkaç yıl içinde bu tak­tik tüm Hindis­tan’a yayılmış ve nihayet ormancılık­ta büyük bir reform getir­miş. Bu sayede Himalaya böl­gelerinde bir mora­to­ryum sağlanmış.

  • Ağaçlara sarılan kadınlar

Amazon ormanını  koruyan “Kadın Savaşçılar”

Brezilya’­da yakın bir geçmişe uzanalım…

2019 Aralık ayı başların­da Brezilya’nın Maran­hão eyaletinde, yer­li Gua­ja­jara halkının yarım düzine üye­si, devriye gezm­eye hazır­lan­mak için çan­ta­larını yiye­cek, hari­ta ve drone ekip­man­larıy­la doldur­muş. Çocuk­ları­na veda etmişler cünkü onları bir daha ne zaman tekrar göre­cek­lerinden emin değiller­miş. Daha son­ra çan­ta­larını omu­zları­na kaldır­mışlar ve ev dedik­leri ana yağ­mur orman­larının 173.000 hek­tarının (428.000 dönüm) bir bölümünü devriye gezm­eye başlamışlar…

Burası Ama­zon’un kuzey­doğu kıyıları­na doğru ilerlediği Caru yer­li böl­ge­si ve Maran­hão’­da­ki bozul­mamış, bitişik ormanın son bölüm­lerinden bazılarını içeriy­or. Brezilya’nın bu kıs­mı, son on yıl­da ülkenin en yük­sek orman­sı­zlaş­ma hareket­ler­ine, saldırıları­na sahne olmak­ta. Ancak son yıl­lar­da “Orman koruyu­cu­ları” adıy­la bili­nen, kendi­leri gibi yer­li gru­plar tarafın­dan yönetilen devriyel­er, yağ­macı işgal­ci­lerin yer­li toprak­lara girmesi­ni önlemede etk­ili olmaya başladı.

Kadın savaşçılar” ise altı yıl önce kurul­du, O zaman­lar, çoğun­luk­la erkek olan orman koruyu­cu­ları toprak­ları­na tecavüz eden hay­dut orman kesi­ci­lerin odun satışı­na son ver­m­eye çalışıy­or­lardı ve bu son derece zor bir görev­di. Bunu gören Ama­zon kadın­ları devr­eye gir­di ve başlangıç­ta 32 kadın­dan oluşan ken­di gru­plarını kur­du. Ama­zo­nun Kadın devriyeleri kendi­ler­ine “devriye” ya da “koru­cu” demiy­or­lar,  “savaşçı” demeyi  ter­cih ediyorlar.

Bu özel koruyu­cu­lar sadece sayı ve güçle katkı­da bulun­muy­or, aynı zaman­da ken­di doğaların­dan gelen “his­setme” yeti­leriyle özgün tak­tik­ler geliştirm­eye ve yeni savun­ma strate­ji­leri ile yeni ortak­lık­lar kur­maya da yardım­cı oluyorlar.

Özel­lik­le bozul­mamış bakir orman­ları koru­manın insan merke­zli iklim krizi ile mücadelede en doğru­dan, en kolay ve en etk­ili çözüm­ler­den biri olduğu Ama­zon dünyası, bu sefer­ber­lik­le tam anlamıy­la bütün bir geze­geni, toprak anayı kur­tar­maya işaret eden bir ivme sağlıyor.

amazon savasci orman kadınlar

Bir alan yaratmak ve seslerini bulmak

Toprak­larını işgal­cil­er­den koru­mak için aktif olarak devriye gezmek Gua­ja­jara için yeni bir şey değil; yer­li halkın bu konu­da 500 yıl­dan fazla tecrübe­si var. Bugün, uydu teknolo­jisi­ni de kul­lanıy­or­lar ve hede­fler­ine ulaş­mak için koordineli bir orman savun­ması inşa ediyorlar.

Ancak Ama­zon kadın savaşçıların Mongabay adlı sit­ede yer alan röpor­ta­jların­da da ifade ettik­leri gibi, cid­diye alın­maları ve eşit muamele görmelerinin yolu biraz uzun sürdü. Geçen yıl ken­di yönet­tik­leri orman meclisi toplan­tısın­da gönül­lü “ormanın kadın savaşçıların­dan” biri olan Paula Gua­ja­jara, Mongabay’a yap­tığı açık­la­ma­da neden böyle bir rol üstlendik­leri­ni şöyle ifade ediy­or: “Anne olduğu­muz için. Eğer harekete geçme­sey­dik orman ayak­ta olmazdı” diy­or. Toplu­luk­ların içinde ve dışın­da duyul­ma ve cid­diye alın­mada­ki ilk zor­luğu hatır­latırken  de, “ortak­lık ara­mak için sabır­la yürüdük, konuş­tuk, yerde uyuduk. Hep­si toplu­luğu­muz için iyileştirme ara­mak için di” diye açık­lıy­or. Kadın­lar, kendi­lerinin yasadışı ormancılığı dur­dur­mak için daha büyük bir hede­fle mücadele etmeler­ine izin veren erkek orman koruyu­cu­larının desteği­ni ve yakın işbir­liği­ni belirt­mek­ten mem­nun­luk duyuy­or­lar. Paula, “bugün orman muhafı­zlarıy­la bir­lik­te çalışan kadın savaşçılarımız var” diy­or. “Çok sayı­da zarar­lı faaliyeti bertaraf ettik. Eğer harekete geçme­sey­dik, bugün orman ayak­ta olmazdı.”

Glob­al For­est Watch’a göre, 2018’de, orman­sı­zlaş­manın 2,000 hek­tarı­na (4,940 dönüm) ulaştığı 2016’e kıyasla, rez­ervde sadece 156 hek­tar orman­sı­zlaş­ma vardı. Kadın savaşçılar­dan Gua­ja­jara da Sil­va ise şöyle diy­or: “bugün köyümde gördüğüm en büyük başarı şu: yer­el koru­ma nedeniyle, böl­gem­izde odun­cu yok. Odun satışı ile mücadele etmeyi başardık”.

Kadın Savaşçılar sadece yer­li gru­plar­la koor­dine etmiy­or­lar, aynı zaman­da komşu toplu­luk­lar­la çevre koru­manın öne­mi hakkın­da eğitim de veriy­or­lar. Maísa Gua­ja­jara, “tüm kadın­lar göze­tim işi yap­mıy­or çünkü bunun tehlike­li bir iş olduğunu biliy­oruz, ancak her zaman kadın­lar­dan bazıları var. Savaşçılar genel­lik­le bölge dışın­da daha fazla göze­tim faaliyeti yapıy­or­lar, böl­gem­izde­ki isti­lalar hakkın­da konuş­mak için böl­gem­izin etrafın­da der­sler veriy­oruz ve doğayı ayak­ta tut­manın öne­mi hakkın­da konuşarak köylerde farkın­dalık yaratıy­oruz.” Örneğin, kadın savaşçılar, Brezilyalı STK Fórum da Amazô­nia Ori­en­tal (FAOR) ile bir­lik­te, yer­li kadın­ların devam eden orman­sı­zlaş­ma ve su kirlil­iğine karşı kolek­tif eylem­leri­ni güçlendirmeleri için destek sağlayan Mãe D’água (Su Snnesi) pro­jesinin ortak­ları arasın­da. Bu eylem­ler, kadın savaşçıların avlan­ma ve ritüeller gibi yaşam biçim­leri­ni komşu­ları­na açık­ladığı yakın­da­ki nehir toplu­luk­ları­na yapılan ziyaret­leri içeriy­or. Kadın savaşçılar için, komşu­larının Gua­ja­jara kültürü hakkın­da ne kadar çok şey bildik­leri, toprak­larını savun­mak için eylem­ler­ine o kadar çok saygı duy­malarını sağlayacaktır.

İnsanın artık nerdeyse öz benliği haline gelen “doğayı tahrip etme kapasitesi”

İns­anın eko­sis­tem­le olan ilişk­isin­de­ki aman­sız yabancılaş­ma­da kuşkusuz insanın ben merkez­ci, “doğaya hük­metme, ele geçirme” ego­su­nun çok büyük bir payı var. Sosyal Ekoloji’nin kuram­cısı Mur­ray Bookchin’in doğaya yak­laşımının radikaliz­mi ile söyle­mek gerekirse, doğaya hâkim olma anlayışımızın kökeni, esas olarak insanın insana hâkim olmasın­da, öz geron­tokrasilerde, babaerk­il ve diğer baskıcı tabakalar­da yatmaktadır.

Bugün, insanın doğay­la, suy­la, ağaçlar­la, bitk­il­er­le ve hay­van­lar­la saygılı ve uyum­lu bir iliş­ki kur­duğu Neolotik döne­min ekolo­jik devrim­ci ruhu­na ihtiy­acımız var. Yani yaşam damar­larımızın bağlı olduğu eko­sis­temin doğal ve can­lı metab­o­liz­ması­na karşı akıl almaz bir kötülük­le (karşı sürüm­le) yarat­tığımız ve ken­di türümüz de dahil, geze­gen­i­mizin bütün var­lık­ları üzerinde karşı konu­la­maz yapay bir mekaniğe, yok edi­ci otorit­er bir güce dönüştürdüğümüz endüstriyel sis­temin eko­sis­te­mi yok eden gücüne son verip, geze­gen­i­mizin bütün var­lık­larını ahen­kle bir­birine bağlayan sürdürülebilir, barışçıl, uyum­lu bütün­lüğünü içeren diyalek­tiği geri kazan­malıyız. Bookch­in’in söz­leriyle tamam­la­mak gerekirse: “Göre­vimiz teknolo­jinin vaat­leri­ni, yani yaratıcı potan­siyeli­ni, onun tahrip kap­a­sitesin­den ayır­mak­tır” 1

İns­anın artık nerdeyse öz ben­liği haline gelen “doğayı tahrip etme kap­a­site­si”, teknolo­jinin olağanüstü sıçra­malı yeni­lik­leriyle kon­trol­süz bir hızla doğayı talan etm­eye devam ediyor.

Özel­lik­le yaban­da­ki tar­i­hi orman­lar ve su kay­nakları hidroelek­trik ve ker­este şir­ket­leri baş­ta olmak üzere petrol, uranyum, altın maden­cil­iği, kara, hava, su yol­ları taşı­macılığı ve küçük — büyük avcılık orga­ni­za­sy­on­larının topy­ekün kuşat­ması ve işgali altında.

Küre­sel neolib­er­al sis­temin eko­sis­tem üzerinde­ki bu tahri­fatı­na karşı eko­sis­tem­den yana bir çıkış arayan yaşam savunucu­ları, dünyanın her yerinde ken­di özgün dinamik­ler­ine bağlı olarak, doğru­dan eylem biçim­leri geliştiriy­or ve bu küre­sel ekokırı­ma karşı örgütleniy­or­lar. Bütün bu direniş biçim­lerinde eko­sis­tem­le doğru­dan eko-jine­olo­jik bağ kuran kadın­lar, şaşırtıcı ve yaratıcı olağanüstü eylem­leriyle ve fedakar­lık­larıy­la dikkat çekiyorlar.

Bu kadın­lar­dan biri olan, Amerikalı ağaç koruyu­cusu Julia But­ter­fly Hill, Kali­forniya’­da­ki Red­wood ormanın­da Pacif­ic Lum­ber Com­pa­ny isim­li şir­ketin kesmek iste­diği 55 metre­lik 1000 yıl­lık bir sekoya ağacının kesilmesi­ni önle­mek için, tepesinde tam 738 gün geçirdiği bir otur­ma eyle­mi başlattı.

Bir Sekoya ağacında 738 gün

Julia, Pacif­ic Lum­ber Com­pa­ny’ye ait Maxxam şir­ke­tinin orman kes­i­min­den kay­naklanan bir heye­lan­dan kısa bir süre son­ra Hazi­ran 1996’da Hum­boldt Coun­ty’ye gelmiş. Yaşa­ma böyle­si bir dönemde göz­leri­ni açan Julia, yıl­lar içinde, tom­ruk şir­keti tarafın­dan tehdit edilen sekoya ormanı ile güçlü bir bağlan­tı hissederek, ken­di­ni bu ormanının korun­ması­na adamak için tüm mal­larını sat­mak üzere Arkansas’a döndü ve Earth First! örgütüne katılmış.

Hum­boldt Coun­ty’de kitle­sel orman­sı­zlaş­mayı önle­mek için Maxxam­’a karşı bir protesto başlat­mış. Red­wood Ulusal Parkı’n­da­ki katliamı dur­dur­mak için 1000 yıl­lık bir sekoya ağacın­da 30 gün kalmak için gönül­lü olmuş.

10 Aralık 1997’de Julia ve orga­ni­za­syon­dan bir baş­ka aktivist, o gün bir grup odun­cu tarafın­dan saldırıya uğra­ması­na rağ­men, sekoya ağacının tepe­sine tır­man­mayı başar­mış. Ne yazık ki, Juli­a’ya eşlik eden aktivist 4 Ocak 1998’de duy­gusal sağlık neden­leriyle aşağı inmek zorun­da kalmış. Julia 30 gün­lük ilk kalışını tamam­la­yarak ve ikin­cisi­ni gerçek­leştirm­eye karar ver­miş, bu da onu ilk hay­al ettiğin­den çok daha uzun bir süre ora­da kalması­na neden olmuş.

agaç kadinlar

Bu yal­nız eylem sırasın­da birçok engelle yüzleşmek zorun­da kalmış. Don­ma risk­ler­ine ve aşırı sıcak­lık­lara dayandık­tan son­ra, ağaç­ta kalarak davası için mücadele etm­eye devam etmiş. Karar­lılığı, şir­ket tarafın­dan yapılan birçok tehdit ve baskıya rağ­men devam etmesi­ni sağlamış. Şir­ket tarafın­dan onu zor­la­mak için kul­lanılan tak­tik­ler çok tabii ki… İlk önce helikopter­le sindirmek istemiş. Daha son­ra şir­ket, Earth First! üyelerinin Juli­a’ya malzeme ver­mesi­ni önle­mek için güven­lik per­son­eli tut­muş. Zor­balık döne­minde yük­sek yoğun­luk­lu ışık­lar ve yük­sek güçlü hopar­lör­ler de kul­lanılmış. Julia tüm bu den­emel­er karşısın­da direnişinde ısrar etmiş. Bu ağacın tepesin­de­ki yal­nı­zlığın yanı sıra bir testerenin sürek­li ses­leriyle savaş­mak zorun­da kalmış. Eski ağaç, bu uzun yol­cu­luk­ta Julia için bir dönüm nok­tası, bir arkadaş, bir var­lık olmuş…

Sahip olduğum en iyi öğret­men ve arkadaş­tan ayrılıy­or­dum. Artık aşağı inecek­tim. Dünya­da yeniden yaşa­mam mümkün ola­cak mı bilmiy­or­dum. Bam­baş­ka bir duyguy­du. İki yıl sek­iz gün boyun­ca yere dokun­madım. Dünyaya ayak bastığım­da, kar­maşık duygu­larım vardı. Aşırı bir sev­inç, çünkü herkes bunun imkan­sız olduğunu söylerken ağacı ve çevresi­ni koru­mayı başardık. Ama aynı zaman­da üzün­tü hissediy­or­dum. Bu ağacın bir parçası olmuş­tum ve o kadar büyük bir parçasıy­dım ki, artık insan­lar­la yaşayıp yaşaya­may­a­cağımı bilmiy­or­dum. Ağacı terk etsem bile, o ben­im kim­liğimin bir parçasıy­dı. Göz­ler­i­mi kap­ata­biliy­or ve tekrar dal­ların­da olabiliyordum…”

Bu mac­era medyanın dikka­ti­ni çek­miş ve kamuoyu için eğiti­ci olmuş. Julia, ağaç­ta kaldığı süre boyun­ca moti­vasy­on­larını açık­la­mak ve insan­ları çevre ile mücade­lesi­ni destek­le­m­eye teşvik etmek için birkaç röpor­taj ver­miş. Davasını savun­maya inişin­den son­ra da devam etmiş. Medya­da görün­me konusun­da­ki istek­si­zliğine rağ­men, bu aracın en güçlü silahı ola­cağını anlamış…

1999 yılın­da, şir­ketin Luna ve çevresin­de­ki ağaçları kesmeme tem­i­natını ver­me­si üzer­ine Julia ağaç­tan inmiş. Bu süreçte diğer aktivistler­le bir­lik­te 50 bin dolar­lık bir para topla­narak, sürdürülebilir ormancılık konusun­da yapıla­cak araştır­malar­da kul­lanıl­ması için Hum­boldt State Üniversitesi’ne bağışlanmış.

Eylül 1998’de, Juli­a’nın neredeyse bir yıl sür­müşken ağaç yaşamı devam ederken Eart First! üye­si David Chain, Kali­forniya Red­wood Orman­ların­da Pacif­ic ker­este şir­ke­tine karşı düzen­le­nen protesto sırasın­da bir ağacın şüphe­li şek­ilde düşme­siyle hay­atını kaybetmiş.

aktivistler

Berta Casseras, Macare­na Waldes, San­ti­a­go Maldonado.

Aktivistlere yönelik şiddet

Ne yazık ki, aktivistlere yöne­lik şid­det, küre­sel çevre hareketinde ben­z­eri görülmemiş bir şey değil. Örneğin, Honduras’ta ve Şili’de hidroelek­trik santral­ler­ine karşı mücadele eden Berta Casseras ve Macare­na Waldes adlı kadın lid­er­ler, de ben­z­er suikastel­er­le katledildil­er. Chubut böl­gesinde “kaybe­dilen” Arjan­tinli aktivist San­ti­a­go Mal­don­ado’yu da sayabiliriz…

Baş­ka yörel­erde de aynı tabloy­la karşılaşıy­oruz… Mayıs 1990’da bom­balı saldırıya uğrayan Judith (Judi) Bari ve Dar­ryl Cher­ney gibi…

Earth First! hareketi ve Judi Bari’nin Mirası

Faili meçhul kalan bu bom­balı saldırıya uğrayan Judith Bari, Earth First!‘ün örgüt­leyi­cisi olan, çevre­ci, fem­i­nist, anarşist bir aktivist.

7 Kasım 1949’da Mary­land’de doğup büyüyen Judith, Kuzey Kali­forniya’ya taşın­madan önce bir mar­ketler zin­cirinde vasıf­sız işçi olarak çalıştığı süreçte sendi­ka sorum­lusu olmuş. Pos­ta görevlisi olarak çalıştığı bir son­ra­ki işinde ise, Mary­land’de­ki ABD toplu pos­ta tesisinde, bir wild­cat gre­vi, yani “kor­san” grev düzenlemiş.

1980’lerin başın­dan ortası­na kadar Orta Amerika’­da­ki ABD poli­tikaları­na karşı çıkan bir grup olan Pledge of Resis­tance’a katılmış. 1985 civarın­da, eşi ve iki çocuğuy­la bir­lik­te Kali­forniya’nın Men­do­ci­no ilçesin­de­ki Red­wood Vadisi çevre­sine kuz­eye taşınmış.

Judith katıldığın­da, beş “eril” erkek tarafın­dan kurul­muş olan Earth First! örgütü ve “asır­lık ağaçları koru­mak için vahşi doğaya dalan güçlü adam” ima­jı ile, kişisel cesaret ve eyle­mi öne çıkaran eylem­ler amaçlıyormuş.

Judith’in örgüte kazandırdık­ları son derece önem­li. Her şey­den önce, yer­el hal­ka yak­laş­mayı öngören, ve ker­este işçi­leri ile mücadele ortak­lığı­na yöne­len kolek­tif bir strate­jinin kuram­cısı ve kuru­cusu Judi Bari. Büyük şir­ketler­le mücadelede ekolo­jik ve sosyal mücadeleleri bir­leştir­menin öne­m­i­ni erk­enden anlamış ve strate­ji­sine katmış.

Kazanım­lar­dan biri de kadın­lar­la ilgili… Çoğun­luk­la olduğu gibi, çalış­malar­da en çok emek veren ama hemen hemen her zaman görün­mez kılı­nan kadın­lar Judi Bari sayesinde daha etkin ve etk­ili olarak mücadele edebilmişler.

1986’da Hous­ton mily­oneri Charles Hur­witz, Pacif­ic Lum­ber Com­pa­ny’yi satın alıp, satın alma maliyeti­ni öde­mek bahane­siyle ker­este hasat oranını iki katı­na çıkardığın­da çevre­ci­lerin tep­ki­sine neden olmuş. Ayrı­ca değer­siz, yük­sek riskli şir­ket tahvili kul­lanımı nedeniyle devlet kurum­larının da dikka­ti­ni çek­miş. Ardın­dan, hiç tered­düt etmek­sizin bin­lerce yüzyıl­lık sekoya ağacının katli­ni öngören Pacif­ic Lum­ber Com­pa­ny’ye karşı protesto­lar, Earth First! örgütünün gün­de­minde odak nok­tası olmuş.

1988’de Judith, yaşlı sekoy­aların kesilme­sine karşı sürdürülen yer­el mücadelel­erde Earth First! örgütünün, 1905’te ABD’de kurul­muş olan Dünya Endüstriyel işçi­leri sendikası İWW ile ortak bir yol katetmesi için önayak olmuş, ker­este işçi­leri­ni bir araya getirm­eye çalışmış. Ancak Judith’in eylem­leri bir kısım ker­este işçisi tarafın­dan geçim kay­naklarını tehdit olarak algılan­mış. O dönemde çevre­cil­er, aşırı ağaç kesilmesi­ni, orman­da­ki şan­tiyeleri işgal, ve ağaç­ta otur­ma eylem­leri gibi yön­tem­ler­le ile ker­estenin aşırı kesilmesi­ni karşı protesto ediy­or, yasal davaları destek­liy­or­muş. Odun­cu­ların büyük bir kıs­mı, bu eylem­leri de taciz olarak algılamış ve gös­teri­cil­er­le, ateşli, kimi zaman da şid­detli çatış­malar yaşanmış.

Mücade­lenin ve Judith’in strate­jisinin etkin­liğinin art­masının ölüm tehdit­leri gibi cid­di bir bedeli olmuş. Özel­lik­le cin­siyetçi ve çevre karşıtı bir grup tarafın­dan “Judi’nin bacak arasının bom­bala­ması” için çağrı yapılmış. Nitekim bu tehdit­lerin, 1990’daki suikast gir­işi­mi ile sonuçlan­ması hiç şaşırtıcı değil… Arabası­na yer­leştir­ilen bir bom­banın pat­la­masıy­la kalçası parçalanan Judi, bu suikastın izleri­ni hay­atı boyun­ca taşımış. En isyan uyandıran şey ise, bir kaç daki­ka son­ra olay yer­ine gelen FBI’ın, suikastın hede­fi olan Judi ve arkadaşını, ara­baların­da bom­ba taşı­mak­la suçlamaları…

Şid­det içer­meyen eylem­lere olan inancı­na sadık kalan Judi, her şey­den önce farkın­dalık yarat­mak istey­erek, protesto­ların bir parçası olarak müz­iğin gücünü de kul­lan­mış. Keman çalmış, şarkılar söylemiş… Ne yazık ki, açık­la­maların­da sürek­li şid­det­siz siv­il itaat­si­zliğe olan bağlılığınını ifade etme­sine rağ­men, Earth First! örgütünün iş makineleri­ni ve şan­tiyeleri engelleme eylem­leri­ni “sab­o­taj” olarak gün­deme getiren medya Judi’yi de “sab­o­ta­jcı” ilan etmiş. Elbette bu da size şaşırtıcı gelme­di, zira bugün de ana akım medya bu kir­li göre­vi yer­ine getirm­eye devam ediyor…

Her şeye rağ­men yetenek­li bir konuş­macı ve örgüt­leyi­ci olarak Judi, 1997’de kanser­den ölene dek mücade­le­sine devam etmiş.

Mücadele ettiği güç­lerin ve kol­luk kuvvet­lerinin karşısın­da dimdik duran Judith’in davasını, mirasçıları olan dost erkek ve kadın­lar ve Earth First! aktivist­leri halen sürdürüy­or. Örneğin, bir yılı aşkın bir süredir, Mariner East ikin­ci boru hat­tının inşa edilmesi­ni dur­dur­mak için bölgede­ki ağaçlar­da otur­ma eyle­mi yapan Earth First! direnişçi­leri, geze­gen alevlen­m­eye devam ettikçe mücade­leyi elden bırak­ma­maya karar­lı doğa ve çevre koruyu­cu­ları arasın­da yer almaya devam ediyor.

Son sözü yine Judith söylesin:
“Bul­doz­er­leri engelle­m­eye ve ağaçlara sarıl­maya devam ede­lim. Ve kam­pa­nyalarımızı gerçek suçlu­lar olan küre­sel şir­ketlere odak­lay­alım. Ancak eylem­ler­im­izi daha geniş bir bağlam­da, devrim­ci ekolo­ji bağlamın­da kon­um­laya da başlamalıyız”.


Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.