Türkçe | Français | Castellano
Moira İvana Millán’la gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, benim iki yıldır sürdürdüğüm Patagonya yolculuklarımda iletişim sorunları nedeniyle biraz buruk kırık biriktirdiğim anılarımı “nihayet” kurtardı…
Güney Arjantin Patagonya’sından geçen And dağlarının eteklerine kurulu El Maiten, Moira’nın ait olduğu Mapuçe topluluğu da dahil, benim iki yolculuğumun da ana güzergahıydı.
Ancak iki yolculuğumda da Moira’nın yanıbaşında olmama ve bütün uğraşlarıma rağmen onunla bir türlü iletişim kuramamıştım. Üstelik aynı sorunu Santiago Maldonado’nun ağabeyi Segio Maldonado ve Lof Kurache direnişçileri ile de yaşıyordum…
El Maiten yakınlarında Benetton’un gaspettiği Mapuçe atalarına ait Lof Kurache bölgesini özgürleştirmek için işgal eden Mapuçe direnişçileriyle büyük bir uğraştan sonra bir röportaj çekimi için sözleşmiştim. Ancak güvenlik nedeniyle her hangi bir gün vermemişlerdi. El Maiten’den geçen Chubut nehri kenarında çadır kurup bir hafta boyunca direnişçilerden gelecek kesin cevabı bekleyecektim. Ne yazık ki, bir hafta sonra var olan iletişimi tamamen kaybedecek ve hayal kırıklığı ile El Maiten’i terk etmeye hazırlanacaktım. Çünkü bölgenin hassasiyetinden kaynaklı güvenlik riskleri ve benim yeterince tanınmıyor oluşum gibi nedenler, iletişim koşullarını imkansızlaştırmaktaydı.
Tam da bu sırada Bariloche, Puel Mapu Mascardi gölü topluluğunun, devlet mafya işbirliği ile gaspedilen Mascardi bölgesini özgürleştirmek için yeniden başlattıkları doğrudan işgal eylemini öğrendim.
El Maiten’de Moira İvana Millán ve Lof Kurache direnişçileri ile, Bariloche’de Sergio Maldonado ile gerçekleştiremediğim iletişimi, Bariloche Puel Mapu Mascardi direnişçileriyle kurduğum doğrudan iletişim sonrası sürpriz bir şekilde gerçekleştirdiğim tarihi bir röportajla sona erdirebildim…
Toprağa, tohuma, rüzgara, yağmura, ateşe ve suya ses olan
Mapuçe Moira İvana Millán’la söyleşi
• Öncelikle Mapuçe halkının özgürlük ve toprak mücadelesinin kadın liderlerinden birisin, ancak adın Mapuçe kadın hareketinde çok önemli bir yere sahip. Mapuçe kadın hareketinin bugün içerisinde olduğu durum hakkında ne söylemek istersin ?
Mapuçe kadınları olarak bölgemizdeki yaşamı savunmak için mücadele veriyoruz tıpkı zulüm gören, hapsedilen ve öldürülen halkımızın geri kalanı gibi. Çünkü hayatı savunuyoruz. Arjantin tarafından ‘işgal edilen’ Puel Mapu’da, ırkçı ve sosyal baskıdan ve tabii halklarımızın erkeklerinin şiddetinden ve baskısından muzdarip olduğumuzdan dolayı hem bunlarla mücadele etmek hem de 36 farklı halkın ve özellikle kadınlarının hakları için mücadele etmek adına örgütlenebileceğimiz bir alan olarak daha iyi bir yaşam isteyen Yerli Kadın Hareketi’nin kurucusuyum.
• Şu anki haliyle Patagonya bölgesi veya Puel Mapu, soykırım temelli sömürge uygulamalarına tabi bir yer. Menendez de Benetton’un devlet şiddetiyle ilişkili bir biçimde gerçekleştirdiği saldırı ve tahribatlar göz önüne alındığında bölgenin bugünkü durumu hakkında neler söyleyebilirsin?
Puel Mapu her zaman Güney Amerikanın en zengin bölgesi olarak Kuzey Amerikalı şirketlerin sömürdüğü petrol sahalarında çalışan ve gittikçe yoksullaşan Mapuçe halkıyla gündemde. Halkımızın insanlarının yaşam alanını savunma mücadelesi haklarımızı koruma konusunda ilerleme kaydettirse de Arjantin devleti bunun karşılığı olarak baskı, hapis ve ölümle cevap veriyor. Böylece gittikçe atalarımızdan kalan topraklarımızı gasp ediyorlar ve bu durum daha iyi bir yaşam sürmemize olanak sağlayan tarım ekonomisi geliştirmemize engel oluyor.
• Santiago Maldonado davasında da ismin geçiyor. Davada ilerleme var mı?
Santiago Maldonado davasında adalet hala yerini bulmadı. Kaybolmasından ve öldürülmesinden sorumlu faillerin dokunulmazlığı devam ediyor.
• Biraz da romanınızdan bahsedelim. Bu senin ilk romanın değil mi? Kitabınızda ne anlatıyorsun? Genel olarak ekolojik mücadele ve Mapuçe halkının mücadelesi arasında doğrudan bir ilişki var, değil mi?
Kayıtsızlık Treni (El tren del olvido) benim ilk romanım. Kitap, Mapuçe halkına karşı Arjantin devletinin sosyal, ekonomik ve askeri saldırılarını konu alan gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Trenin gelişi, yoksulluğu, şiddeti getiren, kalkınma örneği olarak sunulan modernitenin bir sembolü. Ayrıca İrlanda halkının mücadelesiyle bir analoji kuruluyor kitapta. Onlar İngilizlerin baskısı altındaydı biz de İngiliz ve Arjantinlilerin. Bu hikaye, doktor olan kadın Mapuçe ile demiryolu çalışanı olan İrlandalı erkek arasında bir aşk hikayesiyle anlatılıyor.
Fotoğraflar Sadık Çelik
• Dünyadaki ekolojik mücadele ve Mapuçe halkının mücadelesi arasında nasıl bir ortaklık var?
Genel olarak ekoloji, iklim krizi ve doğa katliamı problemlerini doğuran ‘insan merkezci’ bakış açısını ortaya koyar. Mapuçe halkı ise var oluşun üç boyutlu kozmik düzenden oluştuğunu yani doğal hayatın kökeninde olan yaşam formlarıyla beraber kendi dünya görüşleriyle halkların yaşadığı çevre, somut ekosistem ya da soyut ekosistemden oluştuğunu düşünür. Yaşanabilir bir hayatın mücadelesini veren yerli kadın hareketiyle biz bir yerküreyıkımının var olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu üç varoluş nedeni yok ediliyor. Bizim için mücadele, insanlar ve diğer yaşam formları arasında sevgi ve saygıyı karşılıklı bir temele oturtan yaşam biçimini geri kazanma ve koruma anlamına geliyor. Soykırıma, doğa katliamına ve düşüncelerimizin bastırılmasına karşı olan mücadelede bir araya geliyoruz.
• Kürt halkının ve Mapuçe halkının bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi çok benziyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
Dünyanın ezilen halklarının kendi kaderini tayin etme mücadelesinin ortak benzerlikleri var. Bu açıdan Kürt halkının mücadelesiyle Mapuçe halkının mücadelesi birbirine çok benziyor. Coğrafyamız bile aynı kaderi paylaşıyor.
• Korona hakkında ne söylemek istersin? Bu durumun otoriter rejimler için bir fırsat olduğu düşünülüyor?
Koronavirüs toplumsal boyun eğişin yeni bir formu oldu ve görünmez parmaklıklarla insanların eve hapsedilmesine izin veriyor bu durum. Korku hükümetlere hayatımızı kontrol etme yetkisi veriyor çünkü artık sokaklarda protestolar yok ve biz artık memnuniyetsizliğimizi gösterebilmek adına bir araya bile gelemiyoruz. Karantina bu süreçte maden şirketlerinin yararına olacak bir senaryo oldu.
Türkiyeliler ve Kürdistanlılar Moira İvana Millán’ı 18 Mayıs 2013’te Dünya Nehirler Konferansı için Türkiye’ye geldiğinde tanımıştı. Hasankeyf’te, Dicle Nehri üzerinde kurulmakta olan Ilısu Barajı’na karşı dayanışmak ve kendi toprağındaki barajların yıkıcı etkilerini anlatmak için gelmişti. Hasankeyf için dualar edip, şarkı söylemiş ve şu tarihi sözü belleklerimize bırakmıştı: “Nehirlerin sesi kesilirse, halkların sesi de kesilmiş olur”
Ne yazıktır ki Moira’nın bu kaygısı yıllar sonra trajik bir gerçeğe dönüştü. Dicle nehrinin sesini, Hasankeyflilerin sesi ile birlikte, Ortadoğu su savaşlarında “stratejik bir silah” olarak kullanılacak olan Ilısu barajı ile “zorla” kestiler. Bir uygarlık hazinesini Hasankeyflilerin ve dünyanın gözü önünde Dicle’nin esir sularına gömdüler.
Ancak yine de, her şeye rağmen, tıpkı Moira gibi dünyanın bütün nehir kardeşleri, Hasankeyf’te ve Alakır’da olduğu gibi, haydutların katil projelerine karşı yaşamın akışını korumaya nehirlerin sesine ses olmaya devam ediyorlar…