Ansik­lo­pe­di şöyle diy­or : “Çan ya da ses tel­leri gibi titreşen bir nes­nenin başlat­tığı titreşim­ler dizi­sine, ses denir. Bu titreşim­ler hava, su ve katı mad­del­erde ilerleye­bilir. Bir treni gözünüzün önüne getirin. Biri, en son vagonu kuvve­tle iterse, bu bir öndekine, o da karşısın­dakine çarpar ve bu çarp­malar, öne doğru kuvveti azalarak iler­ler. Bir ses dal­gasι havadan geçerken, ufak hava molekül­lerinde de buna ben­z­er bir olay görülür. İşitt­iğimiz bir­biri­ni yük­sek bir hızla izleyen çok sayı­da ses dal­galarıdır. Üç çeşit ses vardιr : 1- Ses öte­si, 2- İşit­ilebilir ses, 3- Ultra ses.”

Biz bu sιnιfla­ma­da işite­bilir seslere kulak kabar­talιm. Duya­bildiğimiz ses­lerin içinde sevdik­ler­im­iz ve sevmedik­ler­im­iz var. Sevmedik­ler­im­izi genelde “gürültü” olarak algιlιy­oruz. “Gürültü” sözcüğü akla hemen yük­sek, yani bel­li bir desi­belin üzerinde­ki sesi getiriy­or. Bunun da bel­li sιnιr­larι var. Sıfır desi­belin insan kulağιnιn duya­bile­ceği en silik sese denk düşüy­or. Bir fikir sahibi olmak isters­eniz: 30 db fιsιl­dama ya da ses­siz bir ortam, kütüphane gibi… 60 db nor­mal konuş­ma, dak­ti­lo… Çimen biçme maki­ne­si, kamy­on trafiği; 90 db. Demir testere­si, havalι deli­ci, kar küreme aracι; 100 db. 115 db Rock kon­seri, kor­na. 140 db jet motoru… Sağlιk­lι yaşa­ma şart­larιn­da da resmî sιnιr­lar belir­len­miş. Havaalanι, çevre yolu, gece kulübü, par­ty… Kafasιnι dev hopar­lölere dayayan çιl­gιnιn kulağιnι çιn­latalιm hemen… Aramιz­dan bazιlarιnιn yük­sek sese taham­mülü diğer­lerinden daha fazla ola­biliy­or bel­ki, kim bilir? Bu durum­da da bu zat evde müzik din­lerken komşu­larιn beyni­ni oya­biliy­or. Dιm-tιs arabasιnι ise bütün mahalle üç sokak öte­den tanιyabiliyor.

Gürültü” kavramι yal­nιz­ca yük­sek ses ile değil rahat­sι­zlιk­la da ilgili. Gec­enizi kabusa çeviren sivrisineğin vιzιltιsι, ya da karatah­ta­da gιcιr­dayιv­eren tebeşirin sesi “yük­sek ses” olmak­tan çok uzak…

Sevilmeyen sesler serisi­ni biraz daha karιştιralιm. İsted­iğiniz kadar kulak­larιnιzι tιkayιn, say­a­cak­larιm­dan bazιlarι­na tep­ki­siz kalsanιz bile içlerinden biri­ni oku­mak bile tüy­lerinizin diken diken olmasι­na yete­cek, bun­dan emi­nim… Her ambal­a­j­dan çιkan o beyaz sty­ro­porun hιşιr hιşιr sesi. Tör­pülen­memiş tιr­mak­larιn ya da nasιr­laşmιş derinin sat­en tipi kumaşla tutuk temasιn­da çιkardιğι ses… Bazιlarιnι çile­den çιkaran par­mak çιtιr­dat­ma sesi… Par­mak­larιn kağιt mendile sürtün­me sesi, karatah­ta­da tιr­nak, cam­da elmas…

Ses, diğer duyu­lar köreldiğinde daha da ön plana çιkιy­or. Sivrisineğin bu den­li sinir­im­ize dokun­masιnιn nedeni tepem­izde dönüp dur­mak için karan­lιk­tan yarar­lan­masιn­dan değil mi? Sine­ma­da çekird­ek, haşιr huşur çuku­la­ta kağιdι, mιsιr pat­lağι tor­basι. Bu olmadιysa yan­da­ki amcanιn dişin­de­ki dol­guyu cιk­lat­masι, bur­nunu derinden derinden çekmesi…

Eve döne­lim. Apart­man kapιsιnιn bit­mek bilmeyen otomatiği, ardιn­dan kapιnιn “daaan” diye çarparak kapan­masι. Asan­sörün “traaak” diye duran motoru, hele ki motor haz­ne­si sizin kat­ta ise… Parkelerin tedavi edile­mez gιcιrtιsι. Yukar­da­ki komşu­nun topuk­lu ayakkabιlarι. Alt komşu­nun sürgülü gömme dolabιnιn kapιlarι. Nedense hep yatak odasιnιn önüne parkedilen o lacivert Bemevenin pire zιplasa çal­maya başlayan alar­mι. Yan dair­eye yeni taşι­nan genç çiftin büyükanneden miras somyasι gιcιr­dayan yatağι. Eşinizin o ‑hafif olduğunu iddia ettiği- hor­la­masι. Buz­dolabιnιn çalιşιp çalιşιp titrey­erek dur­duğu anda çιkardιğι ses. Halo­jen lam­baya aşkιnι ilan etm­eye gelen börtü böceğin çιtιrtιsι. Rüz­gar­lι gün­lerde uğul­dayan esraren­giz boru­larιn şarkιsι. Mart kedi­lerinin ser­e­natι. Ara­banιzιn ön panosun­dan gelen, nedeni­ni ve yeri­ni tam olarak bir tür­lü bula­madιğιnιz tιkιrtι. Lokan­ta­da sürünerek çek­ilen san­da­lyel­er. Otel banyosun­da damlayan mus­luk. Derinden derinden daima varolup yakanιzι yatak­ta bile bιrak­mayan trafik gürültüsü.

Korku­tu­cu sesler de var: alarm­lar, siren­ler, ince­den ιslιk çalarak düşen bom­ba, pat­la­ma, silah sesi, ses duvarιnι geçen uçak, tüyler ürper­ti­ci deprem uğul­tusu… Siniriniz yeter­ince tep­enize çιk­tιysa bura­da duralιm. Aslι­na bakarsanιz, sinir­ler­im­iz ger­gin olduğun­da en alιştιğιmιz ses bile rahat­sιz edi­ci gelebiliyor.

Sevilen sesler nel­er peki? O sevim­siz atasözünün dediği gibi “su sesi, para sesi, kadιn sesi” mi? Bu iddia bir hafiften cin­siyetçi ve kap­i­tal­ist bir atasözüne mi dayanιy­or, yok­sa yok­sa… tecrübe ve sağ­duyu­nun ifade­si mi ? Su sesinin hoş gelip gelmeme­si biraz duru­ma bağlι. Şιrιl şιrιl akan derenin şarkιsι iç rahat­latιcι bir ses. Kιyιya vuran dal­galar çok hoş. Özel­lik­le dal­galarιn vur­duğu kιyι çakιl­lι ise, dal­galar çek­ilirken çakιl taşlarιnιn yuvar­la­narak, bir­bir­leriyle yarιşarak suyu izlerken çιkardιğι sesi hep­iniz bir kez olsun, şöyle bir durup din­lemişsinizdir. Denizin tek­nenin altι­na vurarak çιkardιğι ses… Çağlayan sesi… Yağ­mur sesi; çiseleyen, sağanak, gök gürültülü, cama vuran, çadιr üzer­ine düşen damlalar… Devam­lι akan çeşmel­er, fιskiyeli havu­zlar. Mini ev havuzcuk­larιnιn minik şιrιltιlι zen ezgisi. Su sesinin genel­lik­le (damlayan mus­luk dιşιn­da) hoş olarak algιlan­masι hay­at­la kesin ilişk­isi yüzün­den mi aca­ba? Su yaşam demek, doğa demek…

Para sesinin hoşluğunu sorgu­la­manιn gereği yok. En ölçülü hali ile insani şart­lar­da bir yaşam, müte­vazι bir rahatlιk demek. Yel­pazenin hιrslι ucun­da ise dünyaya hükme­den bu tan­rıya tapı­nan ve sahip oldukça daha da isteyen bir zih­niyet var. Net­icede, “para sesine” kim­s­enin burun kιvιra­cağιnι sanmιyorum.

Kadιn sesine gelinceee… Bütün kadιn ses­lerinin hoş olduğunu iddia ede­mey­iz. Kulağa ve kalbe hoş gelen bazι şart ve durum­larι hesa­ba kat­madan olur mu? Peki o zaman neden kadιn sesi? Laf aramιz­da, bu sözü için­de­ki erkeği öldüre­memiş bir ata  yumurt­lamιş olmalι diye düşünüyorum.

İçimizde yer etmiş sesler yok mu? Hani şu, çocuk­luğu­muzun ses­leri. Anne­m­izin, babamιzιn sesi. Sabahιn seherinde kapιyι çalan sütçünün güğümün­den litre­lik ölçeğe, oradan da tencer­eye akan sütün sesi. Sobada­ki odunun acι çekiy­or­muş gibi cιzιr­damasι. Sobanιn üstünde dem­le­nen çay­dan­lιğιn baş­ka tür­lü ıslığı. Annean­nenin yelek örerken şiş­lerin bir­birine değerek çιkardιğι o hafif düzen­li tιkιrtι. Damacanadan akan su sesi. Dedenin ter­lik­lerinin pιşt pιşt sesi. Yan yatak­ta uyuyan kardeşin muntazam ve derin nefes alιşlarι. Boza­cι, eski­ci, “lay­lon­cu”, bil­i­mum gez­gin satιcι çιğrιlarι. Kadιköy çarşιsιn­da­ki limon­cu dedenin kalιn sesi (“çaya çor­baya”… Bilen­ler hatιr­ladι, emi­nim!). “Zιr­rrr!!!” diye çalan eski tele­fon­lar. “Sahib­inin Sesi” damgalι eski plak­larιn kendine özgü sesi… Tram­vay, kara tren, ray­larιn uyku getiren gürültüsü… “Tιsss” diye açιlan toplu araç kapιlarι…

Hadi keyif uyandιran seslere şun­larι da ekleye­lim: Sιcak yağa atιlan patatesler, tuzluk­ta zιplayan tuz tanecik­leri, şek­eri karιştιrιlan çay. Tavla taşlarι, masa­da şak­layan oyun kağιt­larι, okey taşlarι… Açιlan bira şişe­si ve hemen ardιn­dan yük­se­len köpüğün sesi. Bar­dak­ta çιn­layan buz, tokuşan bar­dak­lar. Şam­pa­nya şişesin­den fιr­layan man­tarιn sesi, şarap şişe­siyle hay­atιnι bir­leştir­miş man­tarιn şişe­den iti­raz ederek ayrιlιşι… Fokur­dayan nargile, çakιlan kib­rit, yanarken ince­cik­ten çιtιr­dayan sigara… Kana kana içilen suyun boğaz­dan geçerken…

Bir zaman­lar “yeni” olarak algıladığımız ses­lerin en çabuk eskiyeni İnt­ern­et’e bağlanan alçak hιz­da modemin o çok özel cιzιrtιlι melo­disi olmadι mι? Cep tele­fon­larιnιn vesairenin klavye tιk tιk­larι, minik minik mesaj uyarιlarι. Bin­bir çeşit cep tele­fonu melo­disi (melo­di ne kadar sevim­li olur­sa olsun bu sesi rahat­sιz edi­ci sesler sιnιfι­na soka­cağιnιz­dan emi­nim). Evde “bir ses olsun” diye açιlan, kimse seyretmediği halde ken­di kendine konuşup duran tele­vizy­on. Metro­lar­da “filan­ca ista­sy­on” diyen ses. Kap­tan şöförünüz ‑ya da pilo­tunuz- konuşurken iyice burun­dan çιkan ve met­a­lik­leşen ses. Asan­sör müzik­leri. Liste başι olan şarkιnιn her  dükkan­dan, kafe­den aynι nakarat­la fιr­layιp, fenalιk geçirtene kadar üzerinize saldιr­masι. Fark­lι yer­lerde birkaç saniye kay­ma ile başlayιp, bir­biriyle dansederek bir füge dönüşen ezan sesleri.

Kuş ses­leri ovalara yayιlιr” diy­erek şehir­d­en çιkalιm… Ayak­lar altιn­da ezilen kuru ağaç dal­larιnιn çιtιrtιsι. Rüz­garιn üret­tiği sesler: ağaçlarιn tepe dal­larιnι şid­de­tle silkel­erken, buğ­day tar­lasιnι karιştιrιrken, perdeleri çιr­parken, yelken­leri doldu­rurken, mari­nalar­da yelken direk­lerinin “dιngιr­damasι”…

Rüz­gar ses üret­mek dιşιn­da ses­lerin algιlan­masιnι da etk­iliy­or. Bu etk­ileme gücü yal­nιz­ca rüz­gara ait değil. Yağ­mur, kar, sis duru­mun­da da sesler “yakιn”, “uzak”, “sιcak”, “boğuk” diye nite­lendirmem­ize neden ola­biliy­or. Bu, ses dal­gasιnιn için­den geçtiği havanιn yapιsι ile ilgili.

Yer­lerin, mekan­larιn da kendi­ler­ine göre bir tιnιsι var. Plaj, boş ev, dağ, vadi, mağara… Genel tιnιlar dιşιn­da pek özel olan­lar da var elbette. Hemen hatιr­lay­a­cak­sιnιz: çarşι-pazar ses­leri, deniz trafiğinin özgün ses­leri ve martιlar, gece saat­lerinde “nöbetçi martιlar”. Cami, müze, kütüphane, hamam… Mekan­larιn akustik yapιlarι da ses­leri o mekana özgü olarak algιla­mamιzι sağlιy­or. Ciçek pasajι, Kapalι Çarşι.. Bun­lar­dan bir çoğu çocuk­luğu­muz­dan bu yana pek fazla değişmeyen sesler.

Kulak­la ilgili en rahat­sιz edi­ci sesler “tin­ni­tus” denen kulak içi ses­leri, yani “kulak çın­la­ması”. Bun­lar kulak sağlιğι ile ilgili: işitme hücrelerinin bir parçası olan mikroskopik kıl­lar, bazen kop­uy­or, ya da bükülüy­or­muş, ve bu rast­gele hareketlen­me süreklilik gös­ter­diğinde, işitme hücreleri kendi­ler­ine ulaşan bu elek­trik etk­i­leri­ni beyne “gürültü” olarak iletiy­or­muş. Söz konusu “gürültü” çok fark­lι biçim­lerde ortaya çιk­a­biliy­or­muş: ιslιk, fιsιl­dama, vιzιltι, gιcιrtι, tιr­mala­ma, tιk­la­ma gibi…

Beş duyu­muz­dan biri­ni yitirdiğimizde diğer­lerinin duyarlιlιk kazandιğι söylenir hep; gözler kaybe­dildiğinde kulak­larιn keskin­leşme­si gibi… Zor duyu­lan bir sese kulak kabart­mak için göz­ler­im­izi kap­at­mamιz boşu­na değil. İst­at­ist­ikl­erde 10 kişi­den birinin duy­ma sorunu olduğunu buluy­o­rum. Duy­ma sorunu yaşayan­larιn ne hissede­bildiği­ni tah­min etmek için kulak­larιmιzι tιkadιğιmιz­da kendimizi pek iyi his­set­miy­oruz. Bir deneyin hele… “Kesin bir ses­si­z­lik” çιldιrtιcι bile ola­bilir. Nor­mal duyan bir insanιn kolay­ca kesin ses­si­zliği bul­masι imkan­sιz, çünkü önce­lik­le ken­di iç ses­ler­im­iz­den kur­tul­mak gerekiy­or. Bu ses­leri sözcük­ler­le yaz­mak istiy­o­rum ama oldukça zor… Kulak içi (çιtιr çιtιr), eklem yer­leri (kιrt kιrt), hazιm ses­leri (gurul gurul), kalp atιşι (küt küt), ağιz (şapιr şupur), burun (snif snif ? – Türkçesi­ni bula­madιm, ya da hatιr­laya­madιm), Peki nefes alιp verme sesi nasιl yazιlabilir?

Bütün bu seslere denk düşen bir­er sözcük olmalιy­dι… Ne yazιk ki her şeyin karşιlιğι yok. Cek­iç “tak tak” diye vuruy­or. Kapι “gιrç” diye açιlιy­or “küt!” diye kapanιy­or. Cam “şangιr­rr!” diye kιrιlιy­or.. Patιr, kütür, takιr; tukur. Şιkιr şιkιr, şakιr şakιr… Hart ! hurt, tik tak… Dikkat eder­s­eniz bütün bu sözcük­leri okuduğunuz­da kafanιz­da karşιlιk düşen ses ve olay­lar uyanιy­or. Arada­ki küçük fark­lιlιk­larι hemen algιlιy­or­sunuz. Çatιr çatιr (…yandι güze­lim ev), Çatιr çutur (…ezdi geçti !).. Çiz­gi roman­lar bazι stan­dart­lar yarat­mιş. “Bing! Bong! Paf! Clac! Splash! ZZZZ!” Bu stan­dart­lar dilden dile değişiy­or. Tιp­kι hay­van ses­leri gibi… “Hav hav”, “miyav”, “cik cik”, “vak vak”.. Gal­i­ba en komiği horoz. Ne hik­metse Türkçe’de bizi “Ü‑ürü‑ü” diye uyandιran horoz, Fransa’­da “ko-ko-ri-ko”, İsp­anyo­lca öterken “ki-ki-ri-ki” diy­or.… Eşek arkadaşιmιz Türkçe’de “aaa-iii” derken, Fransa’daki eşek­ler “iiii-aaa” diy­or (yazιlιşι “hin-han” ama Fran­sιz­ca­da h harfi­ni okun­muy­or, ne n geniz­den…). Eh, gerçi arka arkaya söylen­ince aynι hesa­ba geliy­or sonuç­ta, o da başka…

Kod haline gelmiş sesler de var. Bun­lara örnek olarak reklam müzik­leri­ni vere­bil­i­riz. İlk üç notasιnι duyar duy­maz bize ürünü hatιr­latιy­or­lar. Nasıl kafamıza işlediyse… Artιk duy­duğu­muzu far­ket­mez hale gelene kadar yüzlerce kez tekrar­lan­malarι boşu­na değil tabii ki. Duy­duğu­muzu far­ket­memek de ne tuhaf bir şey değil mi? Uyku­dayken çok rahat­sιz edi­ci olmayan seslere kulak­larιmιzι değil bil­incimizi kap­atιy­oruz. Bunu en iyi beceren­lerin bebek­ler olduğunu oku­muş­tum bir yer­lerde. Bel­li bir yük­sek­lik­te dip gürültüsü olan yer­lerde, örneğin insan­larιn muhab­bet ettiği kal­a­balιk bir mekan­da ayιrt edemediğimiz sesler, ses­siz ortam­da kulağιmιza rahat­sιz edi­ci gelebiliyor.

Gürültüye taham­mül sιnιrι gibi, sese duyarlιlιğιn sιnιrι da insan­dan insana değişiy­or. Bazen konunun uzmanι sayιla­bile­cek bir insan bizi hayretlere düşüre­biliy­or… En son check-up yap­tιrdιğιm­da kulak kon­trolün­den gülerek çιk­tιm. Yaşlι­ca dok­tor arka­ma geçip “söyledik­ler­i­mi tekrar edin” diy­or ve fιsιl­damaya başlιy­or (30 db). Söyledik­leri­ni duy­ma­ma imkan yok çünkü muayene­ha­nenin pencere­si açιk. “Şey, pencereyi kap­atιp da bi dene­sek olur mu?” diye soruy­o­rum. Dok­tor “O niye ki?” diye cevap veriy­or… Hayretler içinde pencerenin hemen altιn­da­ki inşaat­ta neşeyle faaliyet gösteren havalι deli­ciyi gös­teriy­o­rum (100 db!)…

Kulağι olmak” ise apayrι bir ter­im. Tan­rι ver­gisi bir yetenek. Her kulağι olanιn illa ki sesi de olduğunu san­mιy­o­rum. Eser yağdιran bestekar­lar­dan bazιlarιnιn ken­di besteleri­ni kendi­leri söyley­erek o güze­lim şarkιlarιnι birazcιk per­işan ettik­ler­ine rast­ladιğιm çok oldu.

Kulağιmιza ulaşa­mayan ses­leri duya­madιğιmιz bahane­si ile unut­may­alιm… Bun­lar­dan bazιlarι doğa­da gerçek­ten var olup biz­im duy­ma sιnιrιmιzιn altιn­da. Micro­cos­mos filmi­ni gördüy­s­eniz hemen hatιr­lay­a­cak­sιnιz : karιn­calarιn “fιrt fιrt fιrt” adιm ses­leri­ni, çiçek­ler­den bal özü toplayan minik sinekçik­lerin “ves­pa” sesi­ni, cιr­cιr böcek­lerinin fab­ri­ka gürültüsü boyut­larι­na ulaşan sesini.…

Duya­madιğιmιz ses­lerin en şiirsel­leri ise çoğun­luk­la büyülü… Denizkι­zlarιnιn başdöndüren şarkιsι, deniz kabuğun­da­ki dal­galarιn sesi, fare­li köyün kaval­cιsιnιn melodisi…

Siz dünya ya da hay­al ses­ler­ine kulak ver­m­eye devam edin… Harfler­im git­tikçe küçülüy­or yazιmιzιn sesi yavaş yavaş alçalιy­or, tιp­kι bir 45’lik plağa kayιtlι şarkιnιn sonu gibi… Çιtιr çιtιr, çιtιr çιtιr.….….…


Bu makale güncellenmemiş hali ile 2006 yılında Hillsider dergisinde yayınlanmıştır.

Başlık res­mi:  Kulak ver 2022, Naz Oke. adoptart.net

Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.

Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.