Teneffüsü uzatmak için, dizinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Varolmanın dayanılmaz hafifliğini artık kolay kolay hissedemiyoruz değil mi? Dünyanın tahammül edilmez ağırlığı hepimizin üzerinde çünkü… Pandemi, gündeme oturan savaşlar ve görmemezlikten gelinen savaşlar, talan edilen biricik gezegen, sömürü, haksızlık, sefalet, açlık içinde kıvranan toplumlar, şiddet, nefret, öfke… İnsanlığın karanlık yüzü her dönemeçte karşımıza çıkıyor.
Size itiraf edebilirim, benim bu kapkara gökyüzü altında nefesim kesiliyor. Yorgunum. Yorgunuz… Ama zaman zaman, kurşun karası bulutların arasından incecik de olsa, bir anlık da olsa, belli belirsiz de olsa, bir ışık, bir insanlık, bir güzellik gördüğümde, karnımın derinliklerinde şeye rağmen korumaya çalıştığım umut, salyangoz gibi içine çekilmiş umut, şöyle bir başını çıkarıyor.
Bugün, 2010’da kaleme aldığım, sonra da tamamen unuttuğum bir yazımı buldum. Herhangi bir zamana ait olmayan, kesinlikle gündem dışı bir yazı… Akla gelmez sorular sorup, bir de üşenmeden cevap aramışım… Okurken sanki teneffüse çıkmış gibi oldum. Sizlerle bu parantezi paylaşmak istedim.
NEDEN?
Kökenini bilmeden inandığımız, nereden çıktığından haberimiz olmadığı halde yaptığımız o kadar çok şey var ki… Uzuuun bir soru listesi yaptım ve cevap aradım. Kah şaşırdım, kah güldüm. Öğrendiklerimden hangilerini size ileteceğime karar vermek ise imkansızdı. Ben de rastlantıdan yardım istedim. İşte tombaladan çıkanlar…
Neden iç geçiririz?
Ruh hali ile ilgili elbette ama asıl neden fizikselmiş: Akciğerlerimizi çalıştıran, göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayıran ve nefes almamızı sağlayan diyafram kasını gevşetmek için… Sıkıldığımızda ve üzüldüğümüzde, şöyle iyi bir iç geçiriş, bizi rahatlatır hem de bol oksijen almamızı sağlarmış.
Neden ceketlerin manşetlerinde düğme dikilidir?
Bu adet Napolyon’a kadar uzanıyormuş. İmparator, askerlerin akan burunlarını manşetlerine sildiklerini görünce çok sinirlenmiş. Bu çirkin harekete çareyi de manşetlere düğme dikmekte bulmuş.
Neden dilimiz dondurucudan henüz çıkan metal buz kabına yapışıverir?
Metalin çok güçlü bir ısı ileticisi olduğunu eli ve dili yanan herkes az çok bilir. Eğer metal bir cisim sıfır derecenin altında ise, onunla temasa geçen her şey hemen soğurmuş, üstelik kendi ısısını metale aktaramadan. Yani, mesela metal buz kabını yalayacak olursanız, tükürüğünüz donar ve diliniz de buz kabına yapışır!
Not: Bu paragrafa resim ararken hiç bilmediğim bir şeyle karşılaştım. Soğuk ülkelerde, özellikle çocuklar sokaklardaki direkleri yaladığında, dilleri direğe yapışır kalırmış. Direk yalamak nereden akıllarına geliyorsa! İnanamadım. Çok sık rastlanan bir kaza olsa gerek, bir çok İnternet sitesinde, bu durumda zarar vermeden dili kurtarmak için ilk yapılacak müdahaleleri veriyorlar. Nefesle dilin yapıştığı yeri ısıtmak, ılık su ile dili çözmek gibi…
Blootooth’un adı neden “Blootooth”?
Bu isim Danimarka kralı 1. Harald’dan geliyormuş. Kralın takma adı Harald Blåtand, yani “mavi dişli adam” imiş ve Danimarka’daki farklı kabileleri bir araya getirmek ve Norveç ile de birleştirmekle tanınıyormuş. Eh bir yerde Blootooth da farklı aygıtları birleştirebiliyor… Blootooth’un logosu da Harald Blåtand’ın baş harflerinin runik alfabe ile yazılışından esinleniyormuş.
Birine kızınca parmak göstermek de nereden geliyor?
1337 ile 1453 arasında aslında ve 116 yıl sürmüş olan, ama herhalde “Yüz On Altı Yıl Savaşları” dile tuhaf geldiği için 16 yılı indirime uğrayan “Yüzyıl Savaşları” sırasında, İngiltere ve Fransa birbirine karşıymış. Fransızlar, İngiliz okçuları ele geçirip savaş esiri aldıklarında, bir daha yay çekip, ok atamasınlar diye orta parmaklarını keserlermiş. Savaştan önce iki ordu karşı karşıya geldiklerinde, İngiliz okçular, Fransız askerlere orta parmaklarını göstererek, hala ok atabildiklerini, ve onları darmadağın edeceklerini ima ederler, “sıkıysa gelin de kesin” diye kışkırtırlarmış. Yavaş yavaş yayılan bu el hareketi, aslında hepinizin bildiği, hatta bu satırları okurken gözünüzün önüne gelen, bir Türkçe karşılığı olduğu halde bizim “iletişim edebiyatımıza” da girmiş. Küreselleşme işte…
Neden zamk her yere yapışır da kendi şişesinin içine yapışmaz?
Bir damla su alıp, açıkta bir yere koyarsak kurur değil mi ? Ama aynı damlayı su şişesinde bırakırsak, buharlaşmaz… Zamkın da yapıştırması için, hava ile temasa ve kurumaya gereksinimi vardır. Eh, hava da bir tüpte, ya da şişede, bütün miktarı kurutacak kadar yok tabii…
Denizci kazakları neden hep çizgili olur?
Çizgili denizci giysilerinin kaynağı Fransa’nın batı bölgesi Bretanya. 18 inci yüzyılda, bu bölgeden İngiltere’ye sarımsak ve soğan satmaya giden denizcilerin giysisi olarak ortaya çıkmışlar. Denizciler, bu seçimi, denize düşen adamın daha iyi görülebildiği gerekçesi ile açıklıyorlar. “Lacivert-beyaz çizgili triko”, 27 Mart 1858 tarihli bir kararnameyle Fransız Deniz Kuvvetleri erlerinin giysileri listesinde resmileşmiş. İşin ilginç tarafı, söz konusu kararname, çizgilerin kalınlığını, aralıklarını bile düzenliyor: Beden kısmında, “20 mm kalınlığında 21 beyaz çizgi, 10 mm kalınlığında 20 veya 21 lacivert çizgi”, bulunması gerekiyor, kollarda ise “15 beyaz, 14 veya 15 lacivert çizgi”.
Sıfır nereden çıkmış?
Sıfır sembolü “0”, sayıların “sıralama tarzı” ile yazılmaya başlaması ile çıkmış ortaya. Yani, 1 sembolünün ya da bir diğerinin yazıldığı yere göre başka değerler taşıyabilmesi ile ilgili yazma tekniği. Nasıl anlatsam? 21 yazdığımızda 1 sembolünün değeri “bir”, 312’de “on”, 1453’de ise “bin”… Sıfır 10, 100, 1000 yazdığımızda bir değer kazanıyor.
2000 yıl öncesine kadar insanlar “yok” anlamındaki sıfırı yazma ihtiyacı duymamışlar. İlk sıfırın Maya’larda kullanıldığına dair kanıtlar varmış. M.S.800 civarında ise Hintliler sıfıra benzer bir sembol kullanmışlar. Buradan yayılan sıfır, M.S. 1400 yıllarında Avrupa’da da benimsenmiş ve kullanılmış. Sıfır sözcüğü büyük olasılıkla Arapça sifr sözcüğünden türemiş. Sifr ise Hintçe’de “boş” anlamına gelen sunya sözcüğünün tercümesiymiş.
Neden el sıkışırız ?
Çok eskilerden gelme sembolik bir adet. İki kişi karşılaştığında, silahsız olduklarını ve barışçı nedenlerle yaklaştıklarını belirtmek için el sıkışırlarmış.
Askerler neden selam verir?
Bunu anlamak için Ortaçağ’a uzanıp, şövalyelerin turnuvalarına göz atmak gerekiyor. Şövalyeler zırh giyiyor biliyorsunuz, ayrıca takımı tamamlayıp bir de başlık takıyor. Bu başlığın, gözleri koruyan ve indirilip kaldırılabilen bir bölümü var. Rakibi ile boy ölçüşmeye başlamadan önce her şövalye, bu oynak bölümü, eliyle yukarı kaldırıp, kimle muhattap olduğunu bilsin diye rakibine yüzünü gösterirmiş. Bu hareket “silah insanlarının” selama dönüşerek bu güne kadar yol katetmiş. Yol boyunca da bir sürü anlam yüklenmiş…
Muzun neden çekirdeği yoktur?
Olmaz olur mu? Aslında var da farkında değilmişiz… Yakından bakarsanız muzun üzerinde mini mini siyah noktacıklar görürsünüz. Çekirdekler onlarmış işte… Tabii yerken dişimizi kırmıyorlar.
Isırgan otu neden ısırır?
Isırgan otunun sapı ve yaprakları incecik tüylerle kaplıdır ya… Bu tüylerin kökü formik asit içeren bir kanala bağlıymış. Dolayısıyla cildimiz ısırgan otuna değer değmez yanma duyuyoruz ve bu kaşınmaya dönüşüyor. Ama farkettiniz mi bilmem, ısırgan otu kuruyunca ısırmıyor!
Neden gemilere, teknelere, kayıklara illa ki isim verilir ?
Gemiler denizcilik bürolarına isimleri ile kayıtlıymış. Herhangi bir kazada veya yardım gerektiren tehlikeli bir durumda, gemideki ya da çevredeki denizciler kolayca bildirimde bulunabilsinler diye isim gerekliymiş. Yelkenliler için bir mecburiyet yokmuş, hele kayıklar için hiç mi hiç yokmuş ama geleneksel olarak onlara da isim verilir…
Uzay gemileri için de öyle olsa gerek, ne de olsa onlar da gemi.
Neden aynı kibritle 3 sigara yakmak uğursuzluk getirir derler?
Birinci Dünya Savaşı sırasında, cephede, bir asker sigarasını yaktığında, düşmanlara siperlerde birileri olabileceğini göstermiş oluyormuş. Aynı kibritle arkadaşın sigarası da yakılırsa, düşmana iyice yön gösterilmiş oluyormuş. Aynı kibritle sigarasını üçüncü olarak yakan birçok askerin ise çoğunlukla şehit olduğu anlatılıyor. Çünkü düşman, üçüncüye gelene kadar, duruma uyanmış, yeri tesbit etmiş ve ateş edecek kadar zamanı da bulmuş oluyor…
Neden bazı Hollywood filmlerinin başında bir aslan senelerdir kükrer durur?
Metro Goldwyn Mayer firmasının filmlerinin başında gördüğümüz o artiz aslan MGM’in kuruluşunda firmaya logo olan Slats isimli ilk aslanın şerefine kükrermiş meğer bize ekranlardan. Bugün filmlerin giriş jeneriğinde boy gösteren aslan parçalarının sekizincisine ulaşmış bulunuyoruz… 1916–1928 yılları arasında kükreyen Slate’i izleyen yedi koca sarman : Jackie (1928–1956), Bill (1928–1930), Telly (1930–1932), & Coffee, (1932–1935), Tanner (1934–1956), George (1956–1958) ve 1957’den bu yana da Leo…
Neden rimel sürerken o ağız hep açıktır?
Bu refleks mekanik bir rastlantıdan ibaretmiş. Ağzımızı O şeklinde açınca başka bir refleks tamamen duruyor: göz kırpmak… Eh, bu durumda rimel sürmek için ağzın açık kalması çok doğal değil mi ?
Neden hediye paketinin kurdelesi makası sürtünce kıvır kıvır kıvrılır ?
Makasın ya da bir bıçağın, rafya kurdelenin bir tarafına sürtülmesiyle ısınma oluşuyormuş. Dolayısıyla de moleküllerde bir değişme oluyor, birbirine yaklaşan moleküller, kurdelenin sürtünmeye maruz kaldığı bölümünün kıvrık durmasına yol açıyormuş. Küçükken bana sihirli bir işlem gibi gelirdi, büyülenerek seyrederdim… Bazen her şeyi bilmemek daha mi iyi sanki?
Fırınlar neden yandan açılmaz?
“İlk neden güvenlik. Yandan açılsaydı, açar açmaz içerdeki sıcak hava, büyüklerin bacaklarını, küçüklerin vücutlarını yakabilirdi” diyor açıklamalar… Yukardan açılım çok az aralamayı, yani içerdeki duruma çabucak göz atmayı da mümkün kılıyor. Bir pratik yön daha var, tamamen açılmış bir fırın kapağı minik bir raf görevi de üstlenebiliyor bazı zamanlarda…
Neden korsanların bir gözünde hep bir bant vardır ?
Efendim, korsanlar o zamanlar, zor şartlarda yaşayan insanlarmış. Öyle kolay kolay doktor yüzü görmedikleri gibi, hem temizlik ve beslenme açısından pek şanslı değillermiş, hem de meslek tehlikeleri onları sık sık, hastalık, yaralanma gibi sorunlarla yüz yüze bırakıyormuş. İşler çaresiz bir duruma gelince, sorun çıkaran uzuvdan bir an önce kurtulmak en emin yol değil midir? İste bu yüzden, kanca el, tahta bacak, göz bandı korsanlarda sık rastlanan aksesuarlar…
Neden futbolda kalecilerin forması, oyunculardan farklıdır?
Bu sadece FIFA’nın kuralları ile ilgili… Bu farklılık hakemin ve seyircinin, diğer oyuncularla topa eli değebilen tek oyuncu olan kaleciyi karıştırmaması için gerekli bulunmuş…
Neden trafik ışıkları sarı, kırmızı ve yeşildir?
Çok ilginç, sarı, kırmızı ve yeşil beynimizin en kolay ve çabuk algıladığı renklermiş. Trafik ışıkları Londra’dan kaynaklanıyormuş. Sıkça rastlanan sis durumunda trafiği yönlendirmek için düşünülen ışık sistemi daha sonra dünyaya yayılmış.
Java programlama dilinin adı neden “Java”?
SunMicroSystems’in programcıları, özellikle Bill Joy bu program dilinin geliştirilmesi sırasında çok kahve içiyormuş. Kahvelerinin markası Java’ymış. Programlarına da bu ismi vermişler.
Silgi neden siler?
Hani gözle görülmese bile kağıdın bir dokusu vardır ya, kalemin kurşunu ise karbonla karıştırılmış kil, yani grafittendir ya… Silme işlemi sırasında, kağıttan incecik parçacıklar kopuyor, karbon kağıdın dokusunun hapsinden kurtuluyor, silgi, karbon ve kağıt parçacıklarını yakalıyor ama bir yandan da kendi yapısından da biraz kaybediyor. Bu yüzden sayfamızın üzerinde bu üç elementin karışımından artıklar kalır. Üfleriz, elimizin tersi ile çaktırmadan yere doğru süpürürüz…
Tiyatroda piyes başlamadan önce neden üç vurma sesi duyulur?
Fransa’da gelenekleşen, “üç vuruş”, özellikle perdeli sahnelerde, piyesin başlayacağına dair seyircinin dikkatini çekmek içindir. Orta Çağ’a dayandığı düşünülen bu gelenekte o zamanlar Kilise tarafından pek iyi görülmeyen oyunculuk mesleğini icra edenlerin, başlarına birşey gelmesin diye, oyundan önce Hristiyanlıktaki teslis inancının üç ayağı, “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal ruh” unsurlarını şöyle bir anıyor olma ihtimali varmış. Başka bir iddiaya göre ise üç vuruştan birinin kral için, ikincisinin kraliçe, üçüncüsünün de seyirci için olduğu söyleniyor.
Bir çatalın neden 4 dişi vardır?
Çatal 14. Yüzyıl’a doğru Venedik’te icat edilmiş. İsmi ilk, yani primitif halinden geliyormuş, “iki dişli” anlamında. Dört dişli halini, yiyecekleri daha iyi yakalayabilmesi için 17. Yüzyıl’da almış. Sadece kaşık ve bıçakla yemek yenen bir dönemde çatalın ortaya çıkışının bir skandal yaratmış olması çok ilginç…
Neden rapçiler bir paçalarını yukarı kaldırır?
Bu adet Afro-Amerikalı rapçilerden çıkmış. Esareti yaşamış halklarının anısına, ayak bileklerindeki zincirleri hatırlatmak için bir paçalarını kaldırmışlar. Aşağıda duran diğer paça ise, esaretten kurtuluşlarını vurguluyor ve bugünkü özgürlüklerini simgeliyormuş.
Tren raylarının altında neden hep çakıl taşları olur?
Tren raylarının altındaki çakıllara balast denir. Balast trenilerin geçişi ile oluşan zorlamanın zemine zarar vermemesini sağlıyor ve çökmeyi önlüyor. Ayrıca rayları taşıyan traverslerin de sağlamca oturmasına da yarıyormuş.
Golf sahalarında neden 18 çukur vardır?
Dünyadaki ilk golf klübü İskoçya’da St-Andew’da açılmış. Dolayısıyla ilk kurallar da 1754’de burada çıkmış ortaya… Parkurların çimi biçilmiyormuş, otların icabına koyunlar bakıyormuş. Bu “doğal” parkurlarda 11 çukur mevcutmuş. Bir de dönüş oynanınca 22 çukur ediyormuş. Ama St-Andrew klübü komşu kavgasında arazinin bir bölümünü kaybedince 2 çukur da elden gitmiş. Kalmış geriye 9 çukur. Gidiş-dönüş etti mi size 18 çukur? Golfun ebeveyni olan St-Andrew dünya kurallarını işte bu şekilde 18 çukur olarak belirleyivermiş…
Deniz kabuklarının içinde neden dalgalar duyulur?
Bu ses efekti, benim sandığım gibi, hava akımı ile ilgili değilmiş. Çünkü deniz kabuklarının labirentinin tek kapısı var. Ayrıca iç bölümün basıncı dış basınç ile eş… Eee, en kesif sessizlikte bile duyduğumuz nedir o zaman? Dalgaların değil ama kendi kan dolaşımımızın şarkısı…
İçeri girince şapka çıkarılır kuralı da nereden çıkmış ?
Ortaçağ’da zırhın kaskını çıkarmak feodal efendisine bütünüyle teslim olmanın simgesiymiş. Boyun açık, baş eğik “efendinin kılıcına teslim oluyorum” anlamında… Bu gelenek zamanla, saygı gösterilmesi gereken kişilerin önünde, şapka, kasket çıkarmaya ardından da bir “görgü kuralına” dönüşmüş.
Neden pantolonların sağ cebi üzerinde bir tane de minik cebi vardır ?
Aslında cevap sanıldığından basit. Bu minik cep aslında cep saatini koymaya yarayan saat cebinden ceplerden “bluejean“lere atlamış. Cepte bulunması zor olan küçük bir nesneyi yerleştirmeye yarıyor. Üstelik de bu nesne yanıcı madde ile dolu olduğu için, dik durmasında yarar var… Tahmin ettiniz : Zippo! Kot pantolonu da aşıp spor, klasik tanımadan habire karşımıza çıkan 5 inci cebin hala tamı tamına çakmak boyutlarında olduğu dikkatinizi çekmiştir.
Neden “parmağınla gösterme öyle, çok ayıp” denir?
Bebeler daha konuşmayı doğru dürüst beceremezken istediklerini parmakla gösterince iyi de, neden azıcık daha büyüyünce birini parmakla göstermek ayıp oluveriyor diye düşünebiliriz… Cevap geçmişten geliyor. Eski zamanlarda işaret parmağını birine doğru yöneltmek, büyücülerin, cadıların kurbanını lanetlemeleri ile bağdaştırılıyormuş. O zamanlar olur da büyücü, cadı zannedilirler diye çocuklara bu hareketi yapmamaları öğretilirmiş. Zamanla bu hareket “çirkin”, “ayıp” diye nitelendirilir hale gelmiş.
Neden saatin kolları o bildiğimiz yönde döner?
Saatin akrep ve yelkovanı soldan sağa doğru döner, çünkü saat Kuzey yarım kürede icat edilmiş… Akrep ve yelkovanlı saat, güneş saatinin kadran temeline dayanarak ortaya çıkmış. Kuzey yarım küre topraklarında saati gösteren gölge güneşin hareketine ters olarak ilerler. Halbuki güney yarım kürede durum tam tersi…
Yeni evlenen çiftin üstüne ne diye pirinç atılır?
Eski bir pagan geleneği ile karşı karşıyayız. Yeni evlilerin üzerine eskiden buğday, mısır, arpa taneleri atılırmış, “tohumların bereketi evlilere de bulaşsın” diye… Zamanla pirinç diğer tohumların yerini almış, ardından da gül yaprağı, konfeti gelmiş… Şimdi bir de büyük banknot dolar, euro falan da atılıyor, gözlere şoka soka. Nereden nereye.
Ayna kırmak neden uğursuzluk getirir?
Eskiden aynanın kötü ruhları hapsettiğine inanılırmış. Eh, tabii ki ayna kırılınca kötü ruhlar da özgürlüklerine kavuşuyor değil mi? Hatta kötü talihten kurtulmak için, ayna parçalarının toplanıp, bir su birikintisine, göle atılması tavsiye edilirmiş. Yani, kötü ruhların bir yansımaya yeniden hapsedilmesi… Böyle yazınca da pek şiirsel durdu…
Olimpiyat halkaları neden 5 tanedir?
Olimpiyat bayrağında beyaz zemin üzerinde 5 değişik renkte halka var. Bu bayrak olimpiyatların evenselliği ilkesini simgeliyormuş. Hangi ülkenin bayrağına bakarsanız bakın, olimpiyat bayrağındaki unsurlardan en azından bir tanesini buluyoruz, ya halkalardan birinin biçimi veya rengi, ya da en azından beyaz yüzey… Her halkanın bir kıta simgelediği düşüncesi yanlış bir inançmış. Kıta fikri daha sevimliydi sanki.
Düğünlerde neden badem şekeri verilir ?
Birçok kültürde halk inançlarına göre, badem şekeri, bolluğun, bereketin ve mutluluğun simgesi. Yunan mitolojisinde Demophon ve prenses Phyllis’in aşk hikayesi bu geleneğin kökeninde olabilir: Delikanlı ölen babasının cenaze töreni için Atina’ya gitmek zorunda kalır. Yola çıkarken evlilik tarihinde döneceğine söz verir ama gecikir. Döndüğünde genç kızın kendini astığını öğrenir. Tanrılar iki gencin aşkından çok duygulanırlar ve gelin kız Phyllis’i bir badem ağacı olarak tekrar hayata getirirler. Demophon, ağacın önünde aşkının sonsuz olacağı sözünü verince badem ağacı ilk çiçeklerini açar… ve badem sonsuz aşkın sembolü olur.
Neden takım elbise giyildiğinde, ceketin en üst düğmesi iliklenmez?
Bir İngiltere kralı, davet edildiği resmi bir yemekte, fazla yemekten ceket sıkınca üst düğmesini açmış. Bir yandan da yaptığının kabalık sayılacağının farkında, rahatsız olmuş… Bu rahatsızlığı hisseden subayları da üst düğmelerini açarak kralın yardımına koşmuş. O zamandan sonra İngiliz terziler takım elbiselerde iliklenmeyecek bir ilik ve düğme dikmeye başlamışlar. Bu adet bugüne kadar gelmiş, takım elbisenin en üst düğmesini açık bırakmak “şıklık” olarak algılanmış. Çok önemli, mutlaka bilinmesi gereken bir şey öğrenmiş olduk…
Bunlardan daha düzinelerce var. Hatırlatırım, soru-cevapları tombala ile çektim, şansınıza küsün. Devam edelim…
Çeşmelere, havuzlara neden bozuk para atılır?
Antik Çağ’dan gelen bir adet. Eskiden su kaynakları, kuyular, havuzlar ve çeşmelerin hemen hepsi ya bir tanrı ile ya da küçüklü büyüklü kutsal kişiliklerle bağdaştırılırmış. Bazen suya iyileştirici, gençleştirici gibi nitelikler de verilirmiş. Atılan paralar ya da bırakılan adaklar kutsal kişiliği şereflendirme anlamı taşırmış. Antik Çağ sonunda bu adetler pagan özellikler kazanmış. Ardından bölgedeki dini inançlara göre farklı ama az çok eskilerine benzer sekilde korunmuş, günün inançlarına uygun kutsal kişiliklere bağlanarak bugüne kadar gelmiş.
Ata neden sol taraftan binilir?
Zamanında kılıcı sağ elle çekebilmek için kınlar solda taşınırmış. İşte bu yüzden ata sağ diz bükülerek sol taraftan binmek daha kolaymış. Bugün motora aynı şekilde biniliyor galiba değil mi?
Neden “içerde şemsiye açmak uğursuzluk getirir” denir?
Bu batıl inancın kökeninde şemsiye imalatçıları olduğuna inanılıyor. Eğer doğruysa oldukça akıllıca ve ticari! Şemsiye mekanizmalarının ilk modelleri demirdenmiş. Şemsiyenin içerde açılmaması demek, nemlenen mekanizmanın paslanması, şemsiyenin kullanılmaz hale gelmesi, atılması ve yeni şemsiye satışları demek!
Sarışın fıkraları nerden çıkmış?
Sarışınları konu alan espriler Quebec’te ortaya çıkmış. Quebec’te “Sarışının nasıl?” dendiğinde, kız arkadaşın, sevgilin, esin anlamına geliyor… Bu hikayeler Avrupa’ya ulaştığında doğru anlaşılmamış yani birebir anlamda sarışınlardan bahsedildiği algılanmış… Evet, bir çoğu cinsiyetçi bu fıkralar, “aptal sarışın” efsanesini doğurmuş. Halbuki aslında tüm kadınlardan bahsediyor, hani şu saçı uzun aklı kısa kadınlar var ya, işte onlar…
Neden kadın mantoları sağdan sola, erkeklerinki ise soldan sağa kapanır?
Bu da eskilerden kalma… Aslında önceleri bütün düğmeler sağ tarafa dikilirmiş, erkekler giysinin önünü sol tarafa doğru açarak silah çekebilsin diye… Ama kadınların giyinmesine yardım eden hizmetçilere kolaylık sağlamak üzere, kadın düğmeleri diğer tarafa dikilmeye başlamış.
Cinsiyet sistemli dünyada dolaşıyoruz… Her köşe başında karşımıza çıkıyor.
Neden at nalı uğur getirir?
Eskiden metal pahalı bir malzemeymiş. Bütün atlar nallı değilmiş, sadece hali vakti yerinde olanlar atlarını nallattırabiliyormuş. Bu yüzden atın ayağından düşen nalı bulan kendini şanslı sayıyormuş, çünkü demirciye götürüp istediği parça eşyayı yaptırabiliyormuş.
Kravat da nereden çıkmış ki?
Kravat, hırvat sözcüğünden geliyor. 17 inci Yüzyıl’da, Fransa kralları 13. ve 14. Louis’nin hizmetinde slav ve katolik bir birlik varmış. Bu birliğin ismi de “Royal-Cravate” (yani Hırvat). Bu askerlerin geleneksel kıyafetlerinin yakalarında bir kravat gibi bağlanan siyah bir kordon varmış. Saray halkının da yavaş yavaş benimsediği bu bağcık, daha sonra renk ve biçim değişiklikleri ile dünyaya yayılmış.
Alyans neden sol elde taşınır?
İbrani’ler evlilik halkasını işaret parmaklarına takarmış. Hindistan’da evlilik yüzüğü başparmakta yer alırmış. Batı kültürlerinde alyansın yüzük parmağına takılması da Yunanlılara dayanıyormuş. 3. Yüzyılın Yunanlı doktorları, yüzük parmağını doğrudan kalbe bağlayan bir damar olduğunu düşünüyorlarmış. Bu durumda, birlikteliği simgeleyen halkanın bu parmağa takılması mantıklı… Romalılar da Yunan vücut resim ve şemalarına güvenerek sorgusuz sualsiz aynı geleneği benimsemişler. Hıristiyanlar ise bu yüzük adetini sürdürmüş ve birçok kültüre yayılmış…
Neden kadeh tokuştururuz ?
Bardakları tokuşturma Orta Çağ’a uzanıyor. O zamanlar herkes zehirlenmekten korkar ve herkesten şüphelenirmiş. Gerçekten de zehir kullanılarak işlenen cinayetlere de çok sık rastlanıyormuş. Bu yüzden feodal efendiler güven sağlayıcı bir adet edinmişler. İçmeden önce her bardağın içindeki sıvıdan biraz diğer bardağa dökerek zehir olmadığını kanıtlıyormuş. Bu hareket sonradan tokuşturmaya dönüşmüş.
İşte böyle. Buraya kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür etmeyi borç bilirim…
Umarım bir kaç dakikalığına da olsa bir nefes alma anı yaşamanıza vesile olmuşumdur…
Teneffüsü uzatmak için, dizinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Bu makale ilk olarak 2010’da Hillsider dergisinin 58. sayısında yayınlamıştır.
Kedistan’ı destekleyin, bağışlarınızla yaşatın