Türkçe | Français
Dosyanın diğer yazılarına ulaşmak için bu linki izleyiniz

Bu dosyanın ikin­ci yazısın­da sözü bir kır­langı­ca bıraktım…

Yol yol yol yol yol olmuş da,
sarp kay­alar yol olmuş.
Bir kır­langıç gökyüzünde maviye kanat çalmış.
Bir kır­langıç gökyüzünde sevincimin ortağı,
kanat çalar mav­ilere sıyırıp gider dağı…” 

19 yıl­lık hay­atım, hay­at mı onu da bilmiy­o­rum. Bat­man, Mersin ve Mardin’de geçti… Bir hikayem var ben­im, Kürdüm, ama bir ismim var mı onu da bilmiy­o­rum? Ya da bana atanan isimde kendi­mi bula­biliy­or muyum?

Bende cevap­lar­dan çok hep soru ve sorun­lar birikti.

Hatıralarım hep kopuk kopuk, bel­ki de beni çok acıt­tığı için böyle olmasını ben iste­d­im. Ancak gene de güçlü bir hafızam var, bu hafıza­m­dan dolayı zaman zaman hay­at bana çok ağır geliy­or. En sıradan ve nor­mal bir anım­da bir bakıy­o­rum derin bir dehlizin içinde debe­lenip duruyorum.

Dönüp de 19 yaşı­ma bak­tığım­da ten­imde biriken izlere takılıp kalıy­o­rum. Yaşadık­larım ten­ime kazın­mış. Bileğimde­ki izler, bacağım­da­ki izler, boynum­da­ki izler…

Bu izler midir ben­im tarihim?

Dönüp geriye bak­tığım­da 9 yaşım­da takılı kalıy­o­rum. Bunu uzun yıl­lar, 19 yıl boyun­ca kimse ile konuşa­madım. Buna ne gücüm, ne de cesare­tim oldu. Şim­di yeni yeni konuş­maya başladım. Bunu da ancak yaşadığım o coğrafyanın çok çok uza­ğın­da yapa­biliy­o­rum. Ora­da yaşa­maya devam etsey­dim bel­ki de böyle­sine bir yüzleşme için hiç bir zaman gücüm olmayacaktı.

Şim­di yavaş yavaş içimde­ki yaraları deşiy­o­rum. Kabuk bağlamış yaralar bun­lar, dokun­dukça kanayıp içi­mi acıt­maya devam ediy­or. Çok baş­ka sokak­lar ve kentlerde birik­tirdik­ler­im şim­di yeni yaşa­mak­ta olduğum şehirde gölge olarak peşimde yürüm­eye devam ediyor.

Yeni bir şey diy­o­rum, bel­ki de o çok dedik­leri ‘baş­ka bir hay­at mümkündür’ü ken­di açım­dan yaşam­sal kıl­maya çalışıy­o­rum. Ama bu hiç de öyle kolay olmuyor.

Daha çocukken omu­zların­da Newroz’a git­tiğim babam ben­im kabusum oldu son­radan. “O bunun ne kadar farkın­day­dı? Gerçek­ten o kadar kötü bir insan mıy­dı? Ne iste­diği­ni biliy­or muy­du? Yaşadığı o geri ilkel ve eril hay­atın ve düşüncelerin farkın­da mıy­dı?” diye düşün­meden edemiy­o­rum. “Baba ve evlat ilişk­isi içinde kur­ban ben mi oldum, yok­sa o mu?” sorusu hep aklım­da. Sanırım o hiç bir zaman yaşadık­ları ile gerçek ile bir yüzleşme yaşa­madı. Ken­disin­de­ki trav­ma ve acıları ben­im ten­ime, ruhu­ma büyük bir şid­det ile yükledi.

Son­rasın­da kendi­mi bul­maya, tanı­maya başladım. Sanırım ben buna çok erken yaşlarım­da başladım. Ben ne olduğu­mu biliy­or­dum. Ama ben­im bu olma hal­im dışım­da­ki bütün bireyler, baş­ta babam olmak üzere onlar için bir­er kabus­tu. Ben kabusum ile yüzleşmek, kendi­mi en başın­dan iste­diğim gibi kur­mak isterken bütün kapılar ve yürek­ler bana kapandı.

Ergen­liğime geçerken ben ne olduğu­mu isim­lendirm­eye başlamıştım. Toplum­sal cin­siyet kod­ları içinde bana atanan bir “erkek” evlat değildim. Beden­im onlar için erkek­ti, ancak ben­im ruhum bu erkek bedene hiç bir zaman sığ­madı, ben de bunu hiç bir zaman kab­ul etmedim.

Kendi­mi isim­lendirmem ile büyük bir kav­ga başladı; evde, okul­da, sokak­ta, has­ta­hanede, karakol­da artık büyük bir kav­ganın özne­siy­dim. Anlam ver­mek zor geliy­or­du. Daha doğrusu anlayamıy­or­dum, bütün bu insan­lar ben­den ne istiy­or ve beni neden bu koca dünyaya sığdıramıyorlardı?

Onlar sığdıra­madıkça ben çır­pın­maya başladım. Yuvası, evi, dayanışa­cağı bir insanı olmayan tek başı­na bir insan haline gelmiş­tim. Gide­cek, sığı­nacak, yardım ala­cak bir kim­sem yok­tu. Her adımın öte­si ben­im için geçilme­si son derece zor bir duvardı. Yani içinde doğ­duğum beden ben­im duvarım olmuş­tu. İçten içe dövm­eye, dönüştürm­eye çalıştıkça karşım­da­ki zeban­il­er hiç boş dur­madılar. Kendim olmam için elim­den geleni yap­maya çalıştım, bir başı­nay­dım, tek­tim, korkuy­or­dum, ama içim­den gelen sese de kulak ver­meme­z­lik yapmadım.

Şehirler, sokak­lar değiştiriy­or­dum ama yaşadık­larım değişmiy­or­du. Çünkü her yerde insan­lar ben­z­er düşünüy­or­lardı. Onlar koca karan­lık bir dünya, ben ise bütün bun­lara rağ­men hay­a­ta tutun­maya çalışan ufacık bir kır­langıç kuşuydum.

Ben­den­imde o zaman­lar­dan kalan izler taşıy­o­rum şim­di… İlkini anlat­mak istiy­o­rum. Babamın beni ilk öğrendiği zamandı. Tele­fon­larımı karıştır­mıştı, ora­da gördük­leri yazış­malar ve fotoğraflar­dan dolayı devam edege­len dayak­ların en büyük­lerinden biri­sine maruz kaldım. Cebimde bozuk par­alar vardı, onları alıp mahallede­ki bakkala giderek kendime tek dal sigara ve bir paket jilet aldım. Mahallede yürüy­erek sigaramı içiy­or­dum, sigara beni kesme­di, evimize yakın bir köprü vardı, bir süre son­ra kendi­mi ora­da bul­dum. Köprünün üzerinden sürek­li araçlar geçiy­or­du. Kendi­mi oradan bırak­mayı düşündüm. Bunu yapa­madım, çünkü ölmek­ten de korkuy­or­dum, içimde yaşa­maya dair baş­ka bir direnç de vardı. Ondan son­ra şim­di izleri­ni taşıdığım sol bileğim, iki bacağım ve sol kolum­da jile­tle izler bırak­maya başladım.

16 yaşım­da, bir köprü üzende, aşağı­da araçlar geçerken beni sığdıra­madık­ları şu hay­at­ta son yol­cu­luğu­ma hazır­lanıy­or­dum. Bir süre son­ra uyuş­tuğu­mu far­ket­tim, ne kadar zaman geçti bilmiy­o­rum, son­ra bak­tım annem yanım­day­dı. O hal­i­mi gördü, korku­dan beni has­ta­han­eye bile götüremedil­er. Sabah yatağım­da uyandığım­da bacak­larım, kol­larım ve bileğim sarılıydı.

Bu olay ile bir­lik­te kendime, aileme, yaşadık­larımı uza­k­laşmış ve kork­muş­tum; “ben­im hay­atım hep böyle mi ola­cak?” diye düşün­m­eye başladım.

*

Yaşadık­larımı anlat­mak bana her zaman zor geliy­or, günümü zehir ediy­or, sanırım sizler de okuyun­ca zorlanacaksınız.

Şim­di 20 yaşın­da bütün o yaşadık­larım­dan çok uza­k­ta yeni bir hay­at için çaba ve emek veriy­o­rum. Daha anlat­a­cak­larım var, onu da bir son­ra­ki yazıya bırakıy­o­rum. Yaşadık­larımı şim­di geldiğim şehirlerde ve sokak­lar­da yaşa­maya devam eden­ler var. Hat­ta bu baskılar­dan dolayı yaşa­mak­tan vazgeçen­ler var. Mezopotamya ve Anadolu kadim kültür­lerin büyük bir nehridir, bu nehir hep­imize yeni bir hay­at kata­bilir. Lüt­fen diren­mek­ten vazgeçmeyin!

Hay­at her şeye rağ­men çok güzel ve yaşa­maya değer! Sakın bir­i­lerinin ilkel ve geri düşünce ve baskıların­dan dolayı yaşamınız­dan vazgeçmeyin!

Her yerdey­iz, çok güçlüyüz, ve her zaman, hay­atın her alanın­da var olmaya devam edeceğiz!

Dosyanın diğer yazılarına ulaşmak için bu linki izleyiniz

Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Ercan Jan Aktaş
Auteur
Objecteur de con­science, auteur et jour­nal­iste exilé en France. Vic­dan retçisi, yazar, gazete­ci. Şu anda Fransa’da sürgünde bulunuy­or. Con­sci­en­tious objec­tor, author and jour­nal­ist exiled in France.