Italiano | Türkçe | Français

Aslı Erdoğan, ötek­il­iğin ve fark­lılığın imkan­sız kab­ulünü, ölümün kar­naval yüzü har­man­la­yarak kaleme almış bu met­ni. Bugün, için­den geçtiğimiz sal­gın döne­minde fark­lı bir güçle yankılanan bir kabus gibi, tuhaf, gizem­li bir öykü…

2021’de kişisel sitesinde yayın­lanan bu öyküyü, isteği üzer­ine Kedis­tan ‘da yayın­lıy­oruz. İyi okumalar.


Bay Sapi­en, Maske­li Balo için kostümünü den­erken, yak­laşan felaketin ilk haber­cisi­ni gördü: Vil­laların az ötesinde, leylek yuvasını andıran, çalı çır­pı­dan bir bara­ka. Çok uza­k­lar­dan gelmiş, kap­kara, uğur­suz bir kuş, ken­tle orman arasın­da­ki ıssız kır­lara konmuştu.

Yeryüzünde henüz keşfedilmemiş bir kıta! Hem de bu çağ­da!! Bay Sapi­en o zaman­lar ilkokul­day­dı, o ben­z­er­siz ilk heye­canı hala hatır­lıy­or, hala anlatıy­or­du. Okyanusun engin­liğine gizlen­miş bir kıta ve onun eşi bulun­maz sakin­leri! O güne dek bili­nen hiçbir insan türüne dahil edile­meyen bu yepyeni insan­lara, baş­ta Homo Fabi­en­sis, Homo Jame­sian­sis (adayı ve türü keşfe­den kaşi­fle bil­im adamı), homo ava­ianu­cus, neo- nean­derthalen­sis, post-nean­der vb çeşitli adlar takılan bu alt-türe artık sadece ‘ucubel­er’ deniyordu.

Aşırı kısa boy­lu, uzun burun­lu, uzun yüzlüy­düler, kafa­tasları, dolayısıy­la beyin­leri, bili­nen tüm insan tür­lerinden büyük­tü. Buna karşın, tarım, sanayi, bil­işsel vb. devrim­lerin bir teki­ni bile gerçek­leştire­memiş, grameri olan bir dil bile geliştire­memişler­di. İns­anoğluna göre tek üstün­lük­leri gelişkin tat ve koku duyum­larıy­dı. Daha has­sas ve duy­gusal olmalarıysa elbet bir üstün­lük görülmüy­or­du.… Bu alt türü kuşatan efsanel­er, bil­im­sel ver­i­lerin önüne geçmişti. Çocuk­ları diri diri yedik­leri, kanat­lanıp uça­bildik­leri, geceleri düş­ler­ine girdik­leri kadın­ları çıldırtıp ele geçirdik­leri anlatılırdı on yıl­lardır… Aslın­da zararsız ve fay­dasızdılar, kafaları ve kasları, ruh­ları gelişmemişti, sis­teme, mod­ern insan toplumu­na uyum sağlayamıy­or­du, kısacası çalışmıy­or­lardı. Kar­makarışık huku­ki, siyasi, sosyal süreçler­den son­ra, ait olduk­ları yere, ormana bırakılmışlardı. Ama çözüle­meyen bir dürtüyle insan­ların dünyası­na yanaşıy­or, önce üçer beşer, son­ra kabilel­er halinde kent­leri kuşatıy­or, bağışık­lık sis­tem­lerinin tanı­madığı çeşit çeşit hastalık­tan tükeniyorlardı.

Bay Sapi­en gör­müş geçir­miş, akıl­lı, kültür­lü bir adamdı, doğ­duğu andan beri hay­at­la barışık­tı. Özeleştiri yeteneği ve mizah duy­gusuy­la tanınırdı. ‘Ölüler Günü’ için, Edgar Allan Poe’nun ünlü öyküsün­den esin­le­nen bir maske­li balo düzen­lemişti. Keskin döne­meçli kori­dor­lar­la bir­birine açılan yedi oda, Gotik pencerel­er, aynı zaman­da man­gal işle­vi gören demir seh­palar­da alevler… Mavi pencere­li mavi oda… Ergu­van, turun­cu, yeşil, beyaz ve mor odalar, günümüzün çok kültür­lü anlayışı­na uygun, zamandışı bir biçimde hazır­lan­mıştı. Her oda, bili­nen dünyanın bir kıtasını tem­sil ediy­or­du, flo­ra ve fau­nası, otan­tik, ender bulu­nan yiye­cek ve içe­cek­leriyle… Son, siyah oda ise tunç ciğer­lerinden saat başı ürkütücü sesler gelen anti­ka bir çalar saat dışın­da boş­tu. Bay Sapien’in sırf bu gece için getirt­tiği, bir servet değerinde­ki Sfenks de bu odadaydı.

Konuk­lar da düşgüç­leri­ni bilemiş, bir­birinden yaratıcı Ortaçağ kostüm­ler­ine bürün­müşler­di: Şöva­lyel­er, keşişler, on dört ile on sek­iz­in­ci yüzyıl arası çeşitlilik gösteren prens ve prens­esler, Moğol isti­lacılar, cel­lat­lar­la cadılar, veba dok­tor­ları, hay­aletler… Odalar­da bir aşağı bir yukarı yığın­la düş geziniy­or, müzik coşuy­or, düşler can­lanıp bir o yana, bir bu yana sal­lanıy­or­du. Kahka­halar hava­da süzülüy­or, tep­siler, fıçılar hızla boşalıy­or, yaşamın nabzı çıl­gın­ca atıy­or­du. Son siyah oda dışın­da… Maske­lilerin bir teki bile bu ürkütücü odaya adım atmamıştı. Bilme­celeri­ni sora­cak kimse bula­mayan Sfenks uyuk­la­mak­tay­dı, her saat başı sıçra­yarak uyanıy­or, anti­ka saatin o tuhaf, korkunç vuruşlarının mükem­mel bir tak­lidin­den son­ra, tekrar uyuyordu.

Saat gece­yarısını vur­duğun­da, müzik ansızın sus­tu, dan­sçılar yer­lerinde kalakaldılar. Son vuruşların son yankıları dağıl­madan, daha önce kim­s­enin gözüne çarp­mamış bir konuk belir­di. Kısa boy­lu, uzun yüzlüy­dü, upuzun, sivri bur­nu gagayı andırıy­or­du. Bir iskeletin üzer­ine geçir­ilmiş paramparça, parşö­men ren­gi deri­den ibaret­ti kostümü, elmacık kemik­leri, diz­leriyle dirsek­leri bu deriyi yır­tarak dışarı fır­lamıştı. Konuk­lar irk­in­tiyle, tiksin­tiyle duvar­lara doğru çek­il­di. İskelet, hiçbir engelle karşılaş­madan ağır adım­lar­la önce ergu­van odaya geçti. Oradan turun­cuya, yeşile…

Bay Sapi­en dav­et­siz konuğun peşin­den koş­tu, son oda­da yüz yüze geldil­er. Dehşe­tle fark etti ki, ucube – evet, gerçek bir ucubey­di bu- kostüm giymemişti, hemen hemen çıplak­tı, maske tak­mamıştı. Basın­da gürültüler koparan son sal­gın­dan, ucubel­er arasın­da hızla yayılan ‘kuru ölüm’den elbet hab­er­dardı Bay Sapi­en; bu hastalığın insan­lara da bulaşa­bile­ceği yönün­de­ki kuşku­lar dehşe­ti­ni daha da art­tır­mıştı. Ağır, acılı biçimde öldürüy­or­du kuru ölüm… Hasta­ların gırt­lağı katılaşıy­or, bir yudum su dahi içe­mez hale gele geliy­or­lardı. Oldum olası şid­det karşıtı olan Bay Sapi­en, ucube de olsa bir kadı­na, bel­ki de dünyanın en zayıf kadını­na el kaldıra­mazdı. Polis çağırdı, acil sağlık ekip­leri­ni aradı. Bütün güven­lik kurum­ları olaya el koy­ana dek kimse siyah odaya girmedi.

İlk baş­ta boğuk bir haykırış işi­til­di, çabu­cak kesil­di. Yeniden başladığın­da, sözcük­lerin az çok ayırt edilebildiği bir fer­ya­da dönüşmüştü. Son­ra keskin, aralık­sız bir çığlığa… Çığlık­tan da ürper­ti­ci bir kahka­haya… Bir insan­dan mı, yok­sa bir hay­van dan mı geldiği bel­li değil­di bu sesin… Bir çığlık mıy­dı, bir kahka­ha mı? Bir can­lı­dan mı geliy­or­du, bir beden­den, bir ruh­tan, mekanik bir saat­ten mi? Son siyah oda­da nel­er olduğunu kimse öğren­eme­di, bilmece çözüleme­di. Bir ihti­mal, eğlence, mut­lu­luk gibi kavram­lar­dan bihaber ucube, maske­li baloyu bir yeniden doğuş ayi­ni san­mış, türünün son örneği adı Sfenks olan papağan da bu yaban ayi­nine katılmıştı, kim­bilir. Polisler dezen­fek­tan ekip­leriyle odaya daldığın­da, Sfenks’le ucubeyi yerde ölü bul­du­lar. Papağan kafasını kadının çıplak göğüs­ler­ine dayamıştı, kadın­sa pençeyi andıran cılız elleriyle ona sarılmış, uzun sivri bur­nunu, gagası­na doğru uzat­mıştı. Annesinin gagası­na uzanan aç bir yavru kuş gibi.

Vil­la ve çevre­si dezen­fek­te edil­di, konuk­lar karan­ti­naya alındı, kent yakın­ların­da­ki , leylek yuvasını andıran barakalar, sakin­leriyle bir­lik­te yakıldı. Ama gene de, herş­eye rağ­men, korku ve karan­lık herke­si korkunç boyun­duruğu­na aldı, hep, her zaman olduğu gibi…

Aslı Erdoğan


Resim : Naz Oke

Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Auteur(e) invité(e)
Auteur(e)s Invité(e)s
AmiEs con­tributri­ces, con­tribu­teurs tra­ver­sant les pages de Kedis­tan, occa­sion­nelle­ment ou régulièrement…