Türkçe | Français | English
Aram, hayatlarımızı kısaltan hız ve telaş üzerine düşündüğü ve düşündürdüğü bir yazısı ile Kedistan’a ilk kez konuk oluyor…
Bizi Korona değil, bu telaş öldürecek…
Gazetede yazdığım ilk yazımı beni çok heyecanlandıran bir fotoğraftan ilham alarak yazmıştım. Dönüp yazıma bir daha baktığımda ne kadar dağınık ve devrik olduğunu ve ivedilikle yazıldığını fark ettim. Bu kadar ivecen davranmamın nedenlerini kendime sorduğumda, öne çıkan birkaç sebep görüyordum. Bir tanesi: ilk yazım olmasının verdiği heyecandı ki bu güzel bir sebep diye düşünüyorum; çünkü heyecan en önemli yaşam belirtisi bana göre. Heyecanlı olmak, arzulu ve tutkulu olmak, yaşamanın bir semptomudur tabiri caizse. Diğer bir neden: genel olarak kelimelerden ziyade konuya odaklanmam. Konuşurken kelimelere çok önemsememek, hali hazırda diyalog halinde olduğun için çok büyük bir sorun teşkil etmiyor; çünkü konuya dönüp tekrar tekrar ele alma ve açıklama şansına sahip oluyorsun, fakat yazı yazarken tek bir şansın oluyor, o şansı iyi kullanmalı ve doğru kelimeler seçmelisin. Yazarken tek sığınağın oluyor kelimeler, jest ve mimiklerin mahrumiyetini kelimelerle telafi ediyorsun.
Yukarıda bahsettiğim ilk iki neden daha kişisel konular o yüzden onları tartışma gereksinimi duymuyorum ‑ya da onları kendimle tartışacağım. Fakat ivecenlik üzerine tartışmak gerektiği kanısındayım. Hızlı olmak, hızlı yaşamak, ya da hızlı yaşamak zorunda olmak, oldukça baş döndürücü bir durum ve kaçınılmaz olarak çoğumuz bu durumdan mustaribiz. Zaten uzun zamandır hız/telaş üzerine bir şeyler karalamayı düşünüyordum ve şimdi tam zamanı.
Korona mevzusu çoğunlukla iki sınıf, yani burjuva-işçi sınıfı üzerinden tartışıldı. Ben genel olarak ara sınıflarla, arada kalmışlıklarla ilgileniyorum. Arada kalmak hep daha tehlikeli gelmiştir bana. Bu yüzden de üçüncü bir sınıf, “telaş sınıfı” üzerinde durmak istiyorum.
Şu an evde izole olan (olma şansı olan) kesim, gerek sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla gerekse sosyal çevremin tavırlarından anladığım kadarıyla bu durumdan rahatsız görünüyor. Çok garipsedim sayılmaz açıkçası; zira telaşın bir yaşam biçimine dönüştüğü bu çağda, sükunetin, izolasyonun rahatsızlık veriyor olması ilginç gelmiyor bana.
Video, Emre M. Istanbul, 2020
Her şeyin bu denli ivedilikle yaşandığı, bu kargaşaya, bu hıza, bu kalabalığa alışan modern insan; kendi ile aniden baş başa kalınca bir şok evresine giriyor. Kendi ile daha önce hiç baş başa kalmamış, kendisini anlamaya çalışmamış ya da buna vakti olmamış bir insan için bir çeşit işkence biçimi bu. Sosyalleşmek için seçilen mekanlar muhabbet edilebilen değil de daha kalabalık ve çokça bağırışlı mekanlar oluşu bunu için bir ipucu niteliğinde. Bu davranış biçimi belki de modern insanın, kendini unutmak için bilinçli olarak seçtiği, fakat bilincinde olmadığı bir durumdur. Telaşlı olamamanın, diğer bir deyişle; kendine ağır gelmenin, alıştığımız, alıştırıldığımız “ben’e” erişememenin kaygısı bu.
Nietzsche, “Hayat Dediğin Nedir Ki?” adlı yapıtında telaş üzerine şu sözleri söylüyor: “Yaşamımızı sürdürmek için gereğinden daha istekli ve düşüncesizce çalışıyoruz çünkü; durup düşünmek için zaman ayırmamak çok daha gereklidir. Acelecilik evrenseldir çünkü herkes kendinden kaçma derdinde”. 1
Bu durum bizi anla(ya)mamaya, anlamsızlığa ve niteliksizliğe itiyor.
İngilizcede Understand yani Türkçe karşılığıyla “anlamak” kelimesinin kökü “durmak” kelimesinden gelir. Durmak düşünmek ve nihayetinde “anlamak”. Durmadan, düşünmeden hareket etmenin, akış içinde olmanın karşılığı nicel bir değerin ötesine geçemez, sayılara ve ölçü birimlerine sığ’maktan öteye gidemez.
Belki küçük katkılar ile ayakta durabiliriz bu dönemde. Penceremizin kenarlarına kuşlar için küçük bir mutfak inşa edebilir, sokak hayvanları için bir kap mama bırakabiliriz. Çevremizde daha dezavantajlı olan gruplarla dayanışabiliriz.
Kendimize bir şans vermeli, kendimize biraz daha yaklaşmalıyız, kendimiz ile biraz zaman geçirmeyi öğrenmeli, “durup” kendimize kulak vermeliyiz. Edgar Morin’in şu tavsiyelerine kulak asmalıyız: “Bu dönemde dünyayla olan bağımız üzerine düşünüp, hayatı ıskaladığımız zamanlar üzerine düşünmeliyiz. Hayatın anlamının dostluk, aşk ve dayanışma olduğunu hatırlamalıyız”.2
“Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek” diyor Özdemir Asaf bir şiirinde.
Ne Korona’ya ne de telaşa kapılmamamız dileğiyle.
Dayanışma ile.
Gûlê’ye imla ve noktalama konusunda katkılarından dolayı teşekkürler.