Bir yıl önce yani Ekim 2019’da Şilili ortaokul öğren­ci­lerinin başkent San­ti­ago’­da metro zam­mı­na karşı başlat­tık­ları isyan, kısa sürede Mapuche halkının toprak ve özgür­lük eksen­li ekolo­jik sosyal direnişiyle de bir­leşerek, neolib­er­al dik­tatör­lüğe karşı bir “rövanş” isyanı­na dönüştü.

Kasım ayı gün­lerinde yaralan­mak pahası­na ben de biz­zat bu tar­i­hi isyan gün­ler­ine aktivist kam­er­am­la bir buçuk ay boyun­ca tanık­lık ettim.

Şil­i’de dik­tatör­lüğe ve neolib­er­al­izme karşı süren halk isyanının din­meyen bir karar­lılık­la yarat­tığı potan­siyel ener­ji, yal­nız­ca Şili için değil diğer Latin Ameri­ka halk­ları­na, ve tabii bütün dünya halk­ları­na, dik­tatör­lük­lere ve neolib­er­al­izme karşı ken­di kader­leri­ni tayin etmeleri için yeni bir tar­ih­sel moral ve moti­vasy­on kay­nağı, ve esas olarak da ken­di içinde son derece yaratıcı pratik­ler taşıyan yeni bir sosyal isyan deneyi kazandırdı. Geli­nen aşa­ma­da bu dünya tar­i­hinin bel­ki de en uzun süre­li (1 yıl) kesin­ti­siz isyanı­na ev sahipliği yapan Şili sokak­ları, isyancıların neolib­er­al Şili dik­tatör­lüğünün şid­de­tine karşı din­meyen öfke­si ve yıkıla­mayan barikatı haline geldi.

Baskıcı Şili devleti ve onu ayak­ta tutan sağ­dan sola bütün bileşen­leri şim­di panik halinde isyanın sokak­lar­da­ki bu olağanüstü potan­siyel gücünü pro­voke eden yasal düzen­lemelere ‚“oy(a)lamalara”, yön­lendirme çabasında.

Sis­tem içi sağ ve sol tarafların ken­di içinde nüanslar taşıyan bu neolib­er­al­izme restore etme çabaları, isyanın olağanüstü potan­siyel gücünü de hırsı­zla­mayı kendi­ler­ine ve dolayısıy­la sis­tem içine yedek­le­meyi amaçla­mak­ta. Bu tehlikenin farkın­da olan anarşistler geçtiğimiz gün­lerde “sokak­ları terk etmeye­cek­leri­ni” beyan eden bir açık­la­ma yayınladılar.

Bu kaotik aralık­ta sokak­ları ter­ket­meyen isyancıların en önem­li moral kay­nağı olan anarşist­lerin mev­cut duru­ma ilişkin ne düşündük­leri­ni ve bu sürecin neresinde konuş­landık­larını mer­ak eden­ler için Biobío Anarşist Meclisinin İsyan ve siyasi kriz başlığıy­la kaleme aldık­ları tar­i­hi değer­lendirmeyi onlar­la yap­tığım olum­lu istişare­den son­ra, sevgili Pınar Ercan’ın titiz çevirisiyle paylaşıyorum.

İyi oku­malar.

sili anarsist biobio

Şili’deki halk isyanı ve anayasa referandumu
Ekim 2019’dan Ekim 2020’ye
BiobíoAnarşist Meclisi’nin durum analizi

İsyan ve siyasi kriz

Ekim 2019’da başlayan halk isyanı ve ardın­dan gelen baskılar­dan bu yana Şili’de çalka­n­tılı gün­ler yaşanıy­or. Koron­avirüsün gelişi gün­de­mi kıs­men değiştir­miş olsa da1, dik­tatör­lüğün sona ermesin­den bu yana en büyük isyanı açan bu çat­lak, anayasayı değiştirme süre­ci ve yarat­tığı kitle­sel siyasal­laş­ma üzerinden döne­min siyase­ti­ni tanımlıyor.

İsyan sırasın­da ortaya çıkan çok çeşitli toplum­sal tale­p­lerin yoğun­laş­ma nok­tası, kamuya ait olan yer­leri özelleştiren ve sosyal hak­ları meta­laştıran neolib­er­al yapısı nedeniyle mev­cut anayasanın değişme­si oldu. 1980 yılın­da Pinochet askeri dik­tatör­lüğünün day­at­tığı bu anayasa, askeri yapayı aşar ve esasen dik­tatörün bitişin­den son­ra siyasi sağ par­til­er aracılığıy­la anayasayı ve bu mod­eli savu­nan neolib­er­al kes­im­lerin tar­i­hi bir pro­je­sine karşılık verir. İşte bu neolib­er­al kes­im, par­la­men­to­da­ki bir azın­lık­la bile statükoyu sürdürme­sine izin veren anayasal tasarımı kul­lan­mak­ta. Bu tasarımın niyeti, anayasanın önem­li yön­leri­ni değiştirm­eye çalışan yasa tasarılarının onay­lan­mak için yük­sek bir yeter­li çoğun­luğa ihtiyaç duy­ması ve bunun da pratik­te sağ kanadın, azın­lık olduğu hâlde, reform­ları veto ede­bilme­siyle sonuçlan­masını sağla­mak­tır. Tabii bura­da hatır­lat­mak gerekir ki, Demokrasi İçin Par­til­er Birliği’nde yer alan merkez-sol hükûmet­lerin dik­tatör­lük son­rası başkan­lığı sırasın­da sis­temin merkezî yön­leri değiştir­ilmemiş ve bu gru­plar sağ ile bir­lik­te bir­biri ardı­na ikti­dara geldik­leri bir düopol oluş­tur­muşlar, dolayısıy­la da bu anayasayı ve mod­eli sağlam tut­ma nok­tasın­da suç ortak­lığı yapmışlardır.

Bu senary­o­da ise isyan, paradok­sal bir şek­ilde, sağın anayasasını sağcı bir hükümette yapılan bir referan­dum ile sına­maya zor­luy­or — ancak bu, sağcı hükümetin ayak­ta kalmasını sağlay­a­cak bir seçeneğin de kapısını açmış oluy­or — ve aynı zaman­da anayasa süreci­ni tanım­la­mak için ken­di kart­larını oynuyor.

Bu isyan, Şili’deki neolib­er­al­izmin çat­lak­larını ve başarısı­zlığını gös­teriy­or; meta­laştırılmış insan hak­larını protesto ederek başlayan gös­ter­il­er temel hak­ların ihlali, düzinel­erce ölüm, bin­lerce yaralı ve polisle askerin elinde gerçek­leşen işkence vakalarıy­la sona erince, geçmişin yaraları da yeniden can­lanıy­or. Polisle güçlü çatış­malar, devlet binaları­na, siyasi par­ti­lerin ve bankaların genel merke­z­ler­ine saldırılar, süper­mar­ket­lerin ve zin­cir mağazaların yağ­malan­ması ve aynı zaman­da İsp­anyol işgal­ci­lerin kilise ve heykel­leri gibi düzenin sem­bol­ler­ine yöne­lik saldırıların da bulun­duğu yaygın sokak şid­de­ti, geniş vatan­daş kitleleri tarafın­dan her zaman onay görmemek­le beraber toplum­sal ve siyasal krizin derin­liği­ni göstermekte.

İsyan, San­ti­ago’­da ulaşım fiy­at­larının art­ması ve ortaokul öğren­ci­lerinin metro­da ödeme yap­ma­ması nedeniyle Ekim ayının başın­da protesto­lar­la başladıysa da, bu protest tavır âde­ta bulaşıcı bir biçimde yayıldı ve metro ista­sy­on­ların­da baskıya karşı protesto­lar yaşanır oldu. 18 Ekim’de­ki protesto, sadece metro fiy­atı nedeniyle değil, aynı zaman­da artan hay­at pahalılığı nedeniyle de başkent cad­delerinden taştı ve onlar­ca yıldır biriken sorun­ların artık pat­la­ma nok­tası­na geldiği­ni de hesa­ba katarak çeşitli tür­lerde toplum­sal iyileşme tale­p­ler­ine doğru genişle­di. Birkaç gün içinde, fiy­at­ların yük­selme­si gibi bir ekonomik sorun ihti­mali, Pinochet’nin gidişin­den bu yana en büyük siyasi krizi ortaya çıkaracaktı.

19 Ekim’de isyan tüm Şili’ye yayıldı ve Piñer­a’nın “savaş­tayız” diye ilan etmesinin ardın­dan hükûmete duyu­lan hoşnut­su­zluk büyüdü. Sokak­lar­da­ki protesto­lar, yal­nız­ca hay­at pahalılığını eleştirip toplum­sal eşit­si­z­lik­leri sorgu­la­mak­la kalmıy­or, aynı zaman­da, mev­cut anayasayı neolib­er­al­izmin yasal temeli olarak tanım­ladığı için yeni bir anayasa talep ediyordu.

İsyan, hoşnut­su­zluğu kon­trol altı­na ala­mayan ikti­dar kurum­larının yoğun bir biçimde itibar kay­betme­sine ilaveten, ufak çocuk­lara cin­sel istismar vakaları nedeniyle Kato­lik Kilisesi’nden başla­yarak; ayrı­calık­lı bir kast olarak yapı­landırılan siyasi sınıf ve şir­ket­lerin ken­di lehine yasalar karşılığın­da sağladığı kur­al dışı finans­man­lar nedeniyle yol­su­zluk vakaları; yargının siyaset­te­ki yol­su­zluğu kovuş­tur­ma­ması ve ver­gi suçlarının “etik der­s­leri” ile ceza­landırıl­ması, büyük şir­ket­lerin gizli fiy­at anlaş­ması, ve tüm bun­lara ek olarak kadın cinayet­leri ve ataerk­il şid­det davalarının ceza­sız sonuçlan­ması gibi on yıl­lardır sürege­len yapısal adalet­si­z­lik hissiyle biriken ener­jinin büyük bir kıs­mının açığa çık­ma nok­tası oldu. Bun­lar, son yıl­lar­da Cara­bineros [Şili ulusal polis gücü] ve Silahlı Kuvvetler’de vuku bulan yol­su­zluk ve kamu fon­larının çalın­ması gibi büyük skan­dal­lara ek olarak yaşanırken; dik­tatör­lük tarafın­dan day­atılan özelleştir­ilmiş sosyal güven­lik mod­elin­in bir ürünü olarak eğitim, sağlık gibi sosyal hak­lar ve düşük emek­li maaşları üzerinden ede edilen kâr yüzün­den hal­i­hazır­da kabar­mış olan rahat­sı­zlık daha da artıyordu.

Şili

Fotoğraf: Sadık Çelik

Sosyal hak­lar­da­ki eksik­liğe bir de, seçkin­ler tarafın­dan destek­le­nen Şili mod­elin­in “başarısının” yavaş yavaş sorgu­lan­ması­na sebep olan yük­sek hane halkı bor­cu gibi durum­lar oluşuy­or­du. Sosyal hak arayışları, Piñer­a’nın ayrılışı ve yeni bir anayasa süre­ci devam ederken, siyasi sınıfın bir tür anayasa değişik­liği süre­ci açma duyu­rusuy­la bir­lik­te isyan önem­li bir an yaşadı. Bunun­la bir­lik­te, hazır­da bir sosyal gün­demin bulun­mayışı hoşnut­su­zluğu sürdürüy­or ve bürokratik bir sis­tem ile hızlı değişim talebi arasın­da­ki zıtlık artıy­or, yürüyüş­lerin çevrim­içi olarak çağrı yap­tığı ve res­mi basının hege­monyasıy­la çek­işen sosyal ağlar aracılığıy­la adalet­si­z­lik­lerin halk tarafın­dan viral hâle getir­ildiği bu baş döndürücü diji­tal zaman­lar­da bu tale­pler daha da görünür hâle geliyordu.

Halk giderek daha da güçlenirken, tem­sili demokra­side yaşanan kriz kötüleşiy­or; kitle­sel gös­ter­il­erde siyasi par­ti bayrak­ları değil, karartılmış Şili bayrak­ları ve Mapuche bayrak­ları görülüy­or­du. İsyan, siyasi gün­de­mi belirleyen ve bir ikti­dar alanı hâline gelen sokak hareket­leri­ni kanal­ize ede­bile­cek öncüler veya par­til­er olmadan sürüyordu.

Toprak­larımız­da yaşanan uyanış­tan ve mev­cut ataerk­il, neolib­er­al ve ekstrak­tivist sis­temin sorgu­lan­masın­dan mut­luyuz. Seçkin­ler, “sosyal sal­gın” dedik­leri şeyin “geldiği­ni görmedik­leri” için korkarken, sokak­lar­da, yıl­lardır yer­altın­da bir mücadele ağı örülüy­or ve bu mücadelel­er şim­di önem­li bir an yaşıy­or. Neolib­er­al­izmin tam ortasın­da yaşanan bu anlar, sosyal hak­ların meta­laştırıl­masını sorgu­la­mak­tan başlayıp mod­eli bir bütün olarak eleştirm­eye kadar uzanan açıl­ma ve siyasal­laş­ma anlarıdır.

Geldiği­ni görmedik­leri “sal­gın”, bir yan­dan henüz demokrasiye dön­meden ve dik­tatör­lüğün sona ermesin­den önce başlayan yavaş bir öğren­me sürecin­den, bir yan­dan da sakin­ler, öğren­cil­er, işçil­er, çocuk­lar ve gençler olarak ayak­landığımız bir mücadele­den kay­naklanıy­or­du. Ancak tüm bu mücadelel­er, Pinochet’nin gidişine sebep olduğu hâlde, dik­tatör­lüğün day­at­tığı mod­eli sürdürüp kusursu­zlaştıran siyasi par­ti­lerin yarat­tığı sosyal anlaş­ma tarafın­dan bastırılmıştı. Bunun­la bir­lik­te, 90’ların mücadelelerinde, gelenek­sel toplum­sal örgütlen­melerin dikey yapılarını yavaş yavaş sorgu­layan yeni bir iliş­ki ve siyasi eylem biçi­minin tohum­ları atıl­maya başlanıy­or­du. Anti-otorit­er ve anarşist kolek­ti­fler ve gru­plar, Sovyetler Bir­liği’nin çöküşünün ve reel sosyal­izm­lerin sona ermesinin bırak­tığı kuram­sal tıkanışın ardın­dan anarşist fikir­lere yak­laşan birey ve gru­plar­la çeşitli mücadele deney­im­leri aracılığıy­la etk­ileşime girdi.

Yakın geçmişte yaşanan dağıl­malar ve hata­lara rağ­men, anarşistler olarak bizler, 96 sen­esin­de­ki kömür maden­cil­iği grev­lerinden öğren­ci hareke­ti­ni yeniden can­landır­maya ve mev­cut bölge­sel mücadelelere kadar, 90’ların gri atmos­ferinde toplum­sal doku­nun yer­el düzeyde yavaşça dile getir­ilme sürecinin bir parçası olmaya çalıştık. 2006’daki “penguen devrimi“nin öğren­ci mücadelelerinden güç kazanan ve kurul­duğu 2011’deki sefer­ber­lik­le kitle­selleşen değişimin sadece kuşak­lar arası değil, par­a­dig­ma ve mücadele biçi­mi açısın­da da gerçek­leştiği­ni bu deney­im­ler­den görüy­oruz: O dönemde eğitim­den kâr elde edilme­si toplum­sal düzeyde eleştir­ilir olmuş ve sosyal hak­ların meta­laştırıl­masının sonuçları sorgu­lan­maya başlanmıştır.

2006’dan 2011’e kadar olan ve 2019’da iyice belir­gin­leşen protesto döngüsünün gelişimine bak­tığımız­da, ücret­siz kayıt talebi ve sosyal hak­lar üzerinden elde edilen kârın sona ermesin­den, fırtı­nalı gibi esen ayak­lan­malara ve ser­mayenin sem­bol­lerinin yok edilme­sine nasıl geçildiği­ni göre­bil­i­riz. Bu neden­le “Şili uyandı” sözü kitlel­er arasın­da yaygın­laşmıştı; Şili artık talep etmiy­or, yapılan­ların hesabını ödetiyordu.

Bir tüke­tim toplumun­da, toplumun borçlara ve sosyal hak­ların meta­laştırıl­ması­na mey­dan oku­ması önem­lidir; çünkü bunu yaparak piyasayı toplum­sal ilişk­i­lerin eklem­leyi­ci ve bütün­leştiri­ci ekseni olmaya zor­lar. Ancak piyasa, borçlan­ma ya da meta­laş­ma gibi ken­di mekaniz­malarını sınır­la­yarak toplumu düzenleye­mez; bu neden­le piyasanın kural­larını sorgu­la­yarak, bir bütün olarak toplum­sal anlaş­ma tartış­maya açılmış ve yıkıcı isyanın ipleri çözülmüştü.

Neolib­er­al­izm ekono­mi yetk­isi­ni özel sek­töre açtı ve siyaset, gerçek ikti­dar­d­an yok­sun pozisy­on­ların yöne­timine indirgen­miş bir teknokrasi türet­ti. Bu neden­le, anayasa süre­ci, piyasa tarafın­dan gas­pedilen ikti­dar alanının siyaset tarafın­dan yeniden fethedilme­si anlamı­na gelebilir­di. Gelenek­sel siyasetin bu ayrış­ma senaryosun­da, halk uyan­mıştı; ancak yine de, güven duyul­mayan siyasi sınıfla tartışıp baş rolü ele geçirmek için yeter­li kap­a­siteyi göstereme­di ve bu esna­da siyasi sınıf anayasa süre­ci boyun­ca ken­di­ni tazelemiş oldu. İsyan, kamuoyunu ve sokağı siyasal­laştırdı, siyasi par­tilere katılım düşük kaldı ve kitlel­er par­til­er­le özdeşleşme­di.. Bu neden­le anayasa süre­ci, siyasi kriz ve par­ti­lerin meşruiyet krizi karşısın­da oynanan bir oyun oldu; zira bu süreçte par­til­er ken­di­ni yeniden inşa etme, kurum­sal olarak ken­di­ni savun­ma, kurum­sal kanal­lar aracılığıy­la hoşnut­su­zluğu yön­lendirme ve yöne­ti­mi isyan­la teste tabi tut­ma fır­sat­ların­dan yararlandı.

Kültürel İsyan

İsyan, sokak sefer­ber­liğinin etkin­liği­ni toplu olarak yeniden keşfe­den ve siyasi eyle­mi tem­sili demokrasinin gelenek­sel kanal­ların­dan çıkaran yeni öznel­lik­ler ve siyasi bil­inç form­ları sayesinde, yal­nız­ca siyasi değil kültürel de bir dönüm nok­tası­na, bir yeniden kuru­luş anı­na işaret ediyordu.

Bun­lar, fem­i­nizm sayesinde ataerkiye karşı güçlü eleştir­i­lerin, çevre­sel mücadele dinamik­ler­ine bir yak­laşımın ve toplum­sal örgütlen­mel­erde artan bir yatay­laş­manın geliştiği dönem­ler­di. Gelenek­sel tem­sil mekaniz­malarını sorgu­layıp hem devlette hem de toplum­sal ilişk­il­erde gelenek­sel otoriteleri eleştir­erek açıkça yaşanan bir sosyal ve birey­sel güçlen­me süre­ci vardı. Neolib­er­al kültürün etk­i­leri olan bir­ey­ci­lik ve rek­a­be­tle damgalan­mış onlar­ca yıldır eşi görülmemiş bu olay, protesto­ların da heye­canıy­la kendil­iğin­den gerçek­leşen mahalle meclis­leri çağrılarıy­la bir­lik­te ken­di­ni toplum­sal düzeyde göster­m­eye başladı. Ülkenin çeşitli şehir ve mahal­lelerinde sal­gın sırasın­da bile aktif olan bu meclislerde halk, yaşadığı sorun­lar ve toplum­sal gerçek­lik üzerinde tartışarak halk örgütlen­mesi için ver­im­li bir kanal açtı.

Aynı doğrul­tu­da, ama devlet düzeyinde, şid­detle­nen başkan­lık tartış­ması ve yer­el gerçek­lik­lere yabancı bir par­la­men­to­nun sorgu­lan­masın­dan hareke­tle, siyasetin belediyeleşme­si olgusu doğ­du. Belediyel­er, nüfusun kendine en yakın yapılar olarak tanım­ladığı kurum­lardı ve hem sol hem de sağ­da­ki belediye başkan­larının, kendi­leri­ni en çok oyu ala­cak cumhur­başkanı aday­ları olarak gös­ter­dik­leri mev­cut siyaset sayesinde elde ettik­leri büyük şöhretin sebe­bi buy­du. Hem mahalle meclis­lerinin çoğal­ması hem de gelenek­sel siyasetin belediyeleşme­si zamanın ruhunu anla­tan örnek­ler­di. Yani zamanın ruhu; devletin sürek­li araya girme­si, merkeziyetçi­lik ve neolib­er­al bir­ey­ci­lik yüzün­den harap olmuş bir cemaatin ken­di­ni yeniden kur­duğu üslere, yakın ve yer­el olana yoğun biçimde yöneliyordu.

Siyasi tem­sil biçim­lerinde­ki bu kültürel dönüşüm süre­ci, sosyal ağlar üzerinde gün­lük olarak tartış­ma yürüterek anın­da tep­ki veren diji­tal bir toplum­da gerçek­leşiy­or ve bu durum tem­sili demokrasinin ve devlet bürokra­sisinin eski yapısı­na ger­il­im yaşatıyordu.

Anayasa süreci

Kitle­sel isyan ve birkaç şehirde polisi alt eden ayak­lan­malar­la karşı karşıya kalan Piñera, gös­ter­i­leri bastırıp devriye gezmek için ordunun sokağa çık­ması gibi dik­tatör­lük­ten bu yana uygu­lan­mayan önlem­lerin yanı sıra sokağa çık­ma yasağı da uygu­la­yarak olağanüstü hâl ilan etti. 19–28 Ekim 2019 tar­ih­leri arasın­da yaşanan olağanüstü hâlde 20 kişi öldü ve 1.200’den fazla kişi yaralandı.
İsyanın büyük­lüğü devlet aygıtın­da siyasi tep­kilere yol açtı; bun­lar­dan ilki, 7 Kasım’­da Şili Belediyel­er Bir­liği’nin — emek­li aylık­ları, sağlık, eşit­si­z­lik, maaşlar ve baş­ka pek çok sosyal konuyu soruş­tur­manın yanı sıra — 7 Aralık 2019 günü yeni bir anayasaya ihtiyaç olup olmadığı­na dair ulusal düzeyde bir yok­la­ma düzen­le­meyi plan­ladığını açık­ladığın­da yaşandı. Hükûmetin 10 Kasım’da yanıt ver­erek, yeni bir anayasa taslağı hazır­la­mak üzere par­la­men­toyu görevlendirmeyi içeren bir Kuru­cu Kon­gre düzen­le­meyi öner­di. Bu öner­il­er anayasa taslağı­na yurt­taş katılımı için alan açmasa da, siyasi ortam anayasa değişik­liğine zat­en açık­tı. Buna para­lel olarak, 12 Kasım’­da­ki tar­i­hi genel grev sırasın­da sokak­lar doldu taştı.

Ülke genelinde yaygın­laşan isyan ile sert baskı ve insan hak­ları ihlal­leri konusun­da­ki kar­gaşaya rağ­men, par­la­men­to­da tem­sil edilen par­til­er, 14 Kasım’­da başlayıp 15 Kasım’ın sabahı­na dek saatlerce süren müza­k­erelerin ardın­dan Barış ve Yeni Anayasa Anlaş­ması’nı imza­l­adılar. Adın­dan da anlaşıla­cağı gibi bu anlaş­ma, anayasal süre­ci başlat­mak için siyasi sis­temin açıl­ması yoluy­la “barışı garan­ti etme” ve kamu düzeni­ni sağla­ma çabası olarak gös­ter­iliy­or­du. Süreç, yeni anayasa hakkın­da (onay veya red ver­erek) ve onu tasar­la­ması gereken organın türü hakkın­da düşüncesi­ni belirten gönül­lü bir başlangıç referan­du­mu ile başlay­a­cak­tı. Seçenek­ler­den biri, yarısı vatan­daşlar tarafın­dan seçile­cek diğer yarısı par­la­men­to­nun ken­di üyeleri arasın­dan seçe­ceği 172 kişi­lik kar­ma bir kuru­cu lis­te­siy­di. Diğer seçenek ise yal­nız­ca vatan­daşlar tarafın­dan seçile­cek 155 kişinin oluş­tur­duğu bir anayasa kon­va­n­siy­onuy­du. Geli­nen bu son nok­ta, vatan­daşların sürece katılımının somut bir olasılığı olarak sunul­duğu için anlaş­ma­da bir kilo­me­tre taşıydı.

Ancak, taslak hazır­la­ma makamı için başlangıç­ta erkek­ler ve kadın­lar arasın­da eşit bir dağılım öngörülmediği için sürecin mekaniz­maları­na ilişkin acil soru­lar ortaya çık­tı; bu eşit­lik hususu daha son­ra par­la­men­to­da yasa olarak onay­landık­tan son­ra dahil edil­di. Ancak, söz konusu eşit dağılımın yal­nız­ca halk oyu ile seçilen pozisy­on­lar için ola­cağı kararı­na varıldı; yani anayasa kon­va­n­siy­onu eşit ola­cak, ancak kar­ma kon­va­n­siy­on kazanır­sa eşit­lik olmay­a­cak, çünkü bunun yal­nız­ca yarısı halk oyla­masıy­la seçile­cek ve diğer yarısı par­la­men­to tarafın­dan belir­lenip eşit dağılı­ma sahip olmayabilecekti.

Ayrı­ca anlaş­ma, yer­li halk­lara, toplum­sal dünyanın tem­sil­ci­ler­ine koltuk ayır­mayı veya isyanı başla­tan orta öğre­tim öğren­ci­ler­ine 18 yaşın­dan küçük olduk­ları için oy verme hakkı imkanını da öngör­müy­or­du. Öte yan­dan anlaş­ma, yeni anayasanın Şili tarafın­dan imza­lan­mış ulus­lararası anlaş­malara saygı göster­me­si gerek­tiği­ni öngörüy­or­du ki bu, yal­nız­ca yabancı ser­mayenin korun­ması değil, aynı zaman­da teorik olarak bağım­sız ve müza­k­ere­ci bir şek­ilde ele alı­nacak yasak­lan­mış konu­larının var­lığını da ifade ediyordu.

Başlangıç­ta Nisan 2020 için plan­lansa da, koron­avirüs sal­gını referan­du­mu 25 Ekim’e ertele­m­eye zor­ladı. İsyana ver­ilen tep­ki sonu­cun­da sokak­ların militer­leşme­si ve bu mil­i­ta­riza­sy­onun son­radan sal­gın nedeniyle tas­dik­len­mesi, dünya­da çok az örneği bulu­nan, gece vak­ti sokağa çık­ma yasağı eşliğinde referan­dum düzen­len­mesi için zemin oluşturacaktı.

Oyla­madan son­ra, “onaylıy­o­rum” seçeneği kazanır­sa, anayasacı gru­ba anayasayı hazır­la­mak için 9 ay süre tanı­nacak, bu süre 3 ay uza­tıla­bile­cek­ti. Halkın hem kar­ma hem de anayasa kon­va­n­siy­onu seçeneğin­de­ki seçim kota­ları, 11 Nisan 2021 için plan­lanan bir oyla­may­la, par­la­men­toyu seçmek için kul­lanılan aynı ilçe seçim sis­te­mi altın­da tartışıla­cak­tı. Anayasacı grubun işi bit­tik­ten son­ra ortaya çıkan yeni anayasa met­ni, zorun­lu bir onay referan­du­mu­na sunulacaktı.

Barış ve Yeni Anayasa Anlaş­ması’nın açık­lan­masının ardın­dan, halk­ta teorik düzeyde bulu­nan kuru­cu ege­men­liğin anlamı ve par­til­er arasın­da­ki bu anlaş­manın siyasi sınıf ile vatan­daşlar arasın­da­ki ayrılığı nasıl gös­ter­diğine dair geniş bir tartış­ma başladı. Par­ti lid­er­leri arasın­da yaşanan özel bir buluş­ma, sabah saat 3’e kadar bir real­i­ty show atmos­ferinde geçti ve başrol oyun­cu­larının basın önünde büyük bir masayı pay­laş­masıy­la sona erdi. Söz konusu son toplan­tı­da Piñer­a’nın yok­luğu, halkın hükûmet yöne­ti­mi­ni genel olarak red­detmesi karşısın­da hükûmetin geri çek­ilmesin­den kay­naklanıy­or; aynı zaman­da siyasi sınıfın bu boşluğu par­la­men­to aracılığıy­la doldur­maya çalıştığını ve bunun yanı sıra krize çözüm arayışı bünyesinde Belediyel­er Bir­liği ile bir lid­er araştır­ması yürüt­m­eye çalıştığını da gös­teriy­or­du. Anlaş­mayı imza­layan taraflara gelince, sağ ve Demokrasi İçin Par­til­er Birliği’nin bu geçiş sürecinde oluş­tur­duğu tar­i­hi düopolün kol­larının yanı sıra, Frente Amplio’­da [Geniş Cephe] oluşan yeni sol­un katılımı, siyasi hat­ta­ki tüm pozisy­on­ları bir­birine yak­laştırdığı için anlaş­ma san­ki onay­lan­mış gibi bir hava yarat­tı. Bunun­la bir­lik­te, Komünist Par­ti gibi bazı par­til­er, anlaş­mayı çıkış nok­tasını tartış­malı bul­duğu için imza­la­madı ve diğer­ler par­til­er de, Frente Amplio’­da olduğu gibi, ait olduk­ları küme­len­meden ayrıldılar.

Anlaş­manın başlangıç­ta nüfusun çeşitli kat­man­ların­da yarat­tığı güven­si­zliğe rağ­men, geniş kes­im­ler tarafın­dan bir sokak zaferi, isyanın potan­siyeli karşısın­da kaçınıl­maz ve min­i­mum düzeyde bir adım olduğu kab­ul edil­di. Aynı zaman­da, mahalle meclis­lerinin yarat­tığı heye­can­la, sefer­ber­lik hâlin­de­ki nüfusun tale­p­leri yer­ine getirme kap­a­site­si karşısın­da açılan olasılık­lar ve taraflar­ca imza­lanan anlaş­manın, isyanı ayak­ta tut­ma amacıy­la ken­di para­me­treleri dahilinde yön­lendirmek için nasıl bir güç manevrası anlamı­na geldiği hakkın­da tartış­malar sürüy­or­du. Anlaş­ma gün­de­mi doldu­ruy­or­du ve bazı istek­siz duruşlara rağ­men, bölge meclis­leri ve toplum­sal örgütler dik­tatör­lük son­rası geçiş döngüsünü kap­atan ve Şili’nin Pinochet-leş­si­zleştir­ilmesinde bir kilo­me­tre taşı mahiyetinde sem­bo­lik bir eylem olan “onaylıyorum“a doğru hızlı bir yöne­lim sergiliyordu.

Çeşitli anketlerde çıkan sonuçlara göre, normalde seçim­lere katılım oranı %50 veya daha düşükken, 25 Ekim referan­du­mun­da sandığa gitme oranın­da kitle­sel bir artışın yanı sıra, “onaylıy­o­rum” seçeneği yak­laşık % 70’lik büyük bir zafer elde edecekti.

Anarşistler olarak, anlaş­manın kökeni­ni ve de anayasa süre­ciyle bir­lik­te isyanın gelenek­sel siyasi kanal­ların bünye­sine girme­si olasılığını sorgu­la­mamıza rağ­men, halkın, sem­bo­lik düzeyde anayasa sürecinin geri kalanın­dan ayrı bir kilo­me­tre taşı gibi etki gösteren coşkusu­nun doğasını açık­la­maya çalış­malıyız. Bunun nedeni, mev­cut anayasaya sin­miş dik­tatör­lük mirasın­dan, yukarı­da da bahsedildiği gibi, kur­tul­ma olasılığı­na ek olarak, Ekim referan­du­mu­nun, bağlayıcı bir istişare niteliği taşı­masıy­dı, ki bu da Şili’de müza­kere hakkının geri bildirim olmak­sızın siyasi sını­fa ver­ildiği dar tem­sili demokrasi bünyesinde olağan dışıdır. Buna ek olarak, referan­dum, anayasal konu­lar­da hal­ka danış­ma özel­liğine sahip­tir, ki bu da Şil­i’de tüm anayasalar vatan­daşların katılımı ya da referan­dum hakkın­da istişarelerin onay­lan­ması olmak­sızın seçkin­ler tarafın­dan kaleme alındığı için daha önce yaşan­mamış bir durum­du. Öte yan­dan, referan­dum siyasi görevler için aday seçi­mi olmadığın­dan, güven duyul­mayan bir siyasi sınıfın katılımını içer­miy­or, bu da pek çok kişinin ilk kez veya yıl­lar son­ra ilk kez oy kul­lan­ması­na neden oluyordu.

Şili

Fotoğraf: Sadık Çelik

Seçim döngüsü

Bu özel­lik­ler, referan­du­mu, ken­di içinde bir kilo­me­tre taşı olarak etki gösteren ve onu fiili ve siyasi düzeyde değil, öznel­lik­ler düzeyinde anayasa sürecinin geri kalanın­dan ayıran sem­bo­lik bir düzleme götürdü. Referan­du­mun ikili doğası ve “onaylıy­o­rum / red­dediy­o­rum” seçenek­leri taraf tut­maya kolaylık­la izin verirken, tarafların kar­ma veya anayasa kon­va­n­siy­onun­dan hangisinin kazandığı­na bak­mak­sızın katılım sağlay­a­cağı Nisan 2021 tar­ih­li kuru­cu organ seçi­minde taraf tut­manın aynı oran­da kolay olmay­a­cağı görülüy­or­du. Bu seçim dörtlü ola­cak­tır; çünkü sadece kuru­cu organı oluş­tu­ran­lar değil, belediye başkan­ları, kon­seyler ve bölge­sel yöne­tim­ler de seçile­cek ve bu da par­ti­leri oluş­tu­ra­cak lis­telere bakın­ca adaylık süreç­leri­ni daha da kar­maşık­laştıra­cak bir konuya dönüşe­cek­tir. Seçim rek­a­be­tine güven ver­meyen karak­ter­leriyle bir­lik­te ekle­nen­ler, halkın bek­len­ti­leri­ni düşüre­bilir, süreçle ilgili hay­al kırık­lığını artıra­bilir ve referan­du­ma kıyasla seç­men sayısını azaltabilir.

Nisan 2021 seçi­mi, par­la­men­to seçi­minde kul­lanılan bölge­sel seçim sis­tem­i­nin aynısı ile yapıla­cak­tır ki, bunun da lis­te­siz bağım­sız aday­lar karşısın­da par­tili aday­lara bir avan­taj sağlay­a­cağı düşünülmek­te­dir. Pratik­te, en rek­a­betçi lis­tel­er par­ti­lerin oluş­tur­duğu lis­tel­er olurken, vatan­daşların ve toplum­sal örgüt­lerin adaylık­ları, par­til­er ve onların güçlü iç yapıları ve bol mik­tar­da fon ile rek­a­bet etm­eye zor­lanacak­tır. Bu durum toplum­sal örgüt­leri par­ti lis­teler­ine ente­gre olup onların pro­gramı­na boyun eğm­eye ite­cek veya eşit şart­lar­da rek­a­bet ede­bilmek için siyasi par­til­er oluş­tur­maya zorlayacaktır.

Nisan seçim­leri ile ilgili referan­dum­dan son­ra başlay­a­cak seçim döngüsü, gün­de­mi devrala­cak ve de han­gi par­ti tartış­masının ötesinde bir bütün olarak isyan­la vur­gu­lanan tem­sili demokrasi dinamik­leri­ni yeniden tey­it ede­cek­tir. Bu ara­da siyasi sınıf, Belediyel­er Bir­liği’nin yürüt­tüğü referan­dum kay­naklı Barış Anlaş­ması ile açılan sürece baskın çıkarak, sorgu­lanan ima­jını yeniden inşa etm­eye çalışırken, bir yan­dan kurum­ların içinde hoşnut­su­zluğa neden oluy­or, siyasi sis­te­mi yeniliy­or ve siyasetin belediyeleştir­ilme­sine iti­raz ediyordu.

Daha geniş bir çerçevede Barış Anlaş­ması, devletin isyana verdiği tep­kinin bir parçasıy­dı. Yürütme organı baskı­dan sorum­luy­du, yargı bin­lerce protestocuyu hapse attı ve yasama organı barikat ve yağ­mala­ma karşıtı yasalar çıkardı. Buna para­lel ve çapraz bir şek­ilde, siyasi sınıf Barış Anlaşması’na isyanın yasal yöne­ti­mi rolünü atamıştı, çünkü anlaş­manın ilk mad­delerinde demokratik açılım için bir tür toplum­sal barış alışver­işine yer ver­ilmişti. Bunun­la bir­lik­te, sokak şid­de­ti, anlaş­mayı imza­layan, ancak sokak gös­ter­i­leri ve polisle çatış­maların sürme­siyle kanıt­landığı üzere, vatan­daşlar ile devlet arasın­da arab­u­lu­cu­luk rol­lerinde geçerlil­iği­ni yitir­miş tarafların idare ede­bile­ceği veya içine ala­bile­ceği bir şey değil­di. Bu doğrul­tu­da anlaş­ma, tarafları hem sokak şid­de­tinin kınan­masın­da aynı safa çek­erek hem de iyi ve kötü, şid­det ve barış yan­lısı protestoc­u­lar arasın­da ayrım yap­maya önayak olarak, geçer­li ve kab­ul edilebilir protesto sınır­larını belir­lem­eye çalışıy­or­du. İsyanın sürme­si karşısın­da, anlaş­manın baskıcı sonuçları, bize 1988’deki referan­dum­dan son­ra Pinochet’nin ayrılışı­na damgasını vuran prote­sto­nun “pasi­fleştir­ilme” süreci­ni; demokrasinin gelme­sine rağ­men hâlâ mücadel­eye devam eden­lerin tecrit edildiği, hapsedildiği ve öldürüldüğü o süre­ci hatırlatıyor.

Anayasa süre­ci, siyasal sis­te­mi sokak­lar­dan zor­layan yıkıcı bir protesto dal­gasıy­la giderek siyasal­laşan bir toplum içinde gerçek­leşe­cek­tir. Olası senary­olar arasın­da, yeni bir anayasanın geliştir­ilme­si veya onay referan­du­munda­ki “red­dediy­o­rum” zaferinin bir sonu­cu olarak mev­cut olanın var­lığını sürdürme­si ya da gelenek­sel siyasetin içlerinde vuku bulan parçalan­malar nedeniyle sürecin başarısı­zlığa uğra­ması sayıla­bilir. Bu senary­olar­dan hangisi gerçek­leşirse gerçek­leşsin, acil sorun­ları ele ala­mayan sosyal bir gün­demin olma­ması, hoşnut­su­zluğu körükleye­cek ve krizi uzatacaktır.

Mev­cut durum, Şil­i’de önümüzde­ki on yıl­lar boyun­ca toplum­sal ve siyasi yaşamı tanım­lay­a­cak­tır; bu neden­le, ikti­darın, tıp­kı 2011 sefer­ber­liği­ni par­la­menter­leştirme­si gibi, isyanı da ken­di diliyle kod­la­mayı amaçlayan anayasal süreç aracılığıy­la ortaya ata­bile­ceği oyun­lara dikkat etmeliy­iz. Anayasal sürecin amacı sadece yeni bir Magna Car­ta geliştirmek değil, aynı zaman­da siyasal sınıfın yurt­taşlar­la ilişk­isi­ni yeniden kur­mak­tır. Bu neden­le kısa vadeli amacı, tam da bu yeni anayasanın yazıldığı, meşruiyet edindiği, yurt­taşlar için anlam ve aidiyet sun­duğu süre­ci geçer­li kılmaktır.

Yeni anayasa taslağının hazır­lan­ma süre­ci gün­de­mi kaplay­a­cak ve toplum­sal sefer­ber­liğin içer­iği­ni ve geçerlil­iği­ni tanım­la­ma amacıy­la kap­a­sitesi­ni test ede­cek­tir. İsyanın birçok insanı siyasi olarak harekete geçirdiği doğrudur, ancak tam da sosyal doku ken­di­ni daha yeni yeni eklem­le­m­eye başlarken, sal­gın nedeniyle isyanın için­de­ki hareket­lerin yoğun­luğu aza­lıy­or; böyle­lik­le siyasi sınıfın, gös­ter­i­leri anayasa süreci­ni “kir­let­mek­le” suçladığı bölücü pro­pa­gan­dasını güçlendiriy­or. Dolayısıy­la sokak­lar­da kitle­sel bir varoluşu sürdürmek bir mey­dan oku­maya dönüşe­cek ve sefer­ber­lik toplum­sal tale­plere somut çözüm­ler bul­mayı başaracaktır.

Şili sokak­ların­da. Sadık Çelik’in kam­erasın­dan (orta­da).

Krizin ihtimalleri

Tar­ih­sel olarak, Şil­i’de­ki siyasi kri­zler, hükûmetin bek­lendiği şek­ilde sona erme­si, başkanın ayrıl­ması veya askeri bir müda­ha­leyle sona erer. Bu neden­le Piñer­a’nın başkan­lığının ken­di döne­m­i­nin sonuna kadar devam etmesi, isyanın taşkın­lığı karşısın­da ikti­darın kon­trol altı­na alın­masının başarısının bir göster­ge­sidir. Piñer­a’nın ötesinde, Şili siyasi sis­te­mi son derece başkan­lık yan­lısıdır; bu neden­le siyasi sınıf, Piñer­a’yı bir kişi veya poli­tikacı olarak kur­tar­mak için değil, başkanın Devlet Başkanı olarak kendinde cisim­leştirdiği kurum­sal­lığı kur­tar­mak için anayasal süre­ci day­atarak başkanı korur. Piñer­a’nın erken ayrıl­ması, tüm siyasi sınıfı sürükleye­cek kurum­sal bir çöküş anlamı­na gele­cek­ti. Bu neden­le, Piñer­a’yı ortadan kaldır­madan isyanı kon­trol altı­na almak ve sis­tem içinde serbest kalan ener­jiyi kanal­ize etmek için sol­dan sağa siyasiler birleşti.

Ayak­lan­ma sırasın­da işle­nen insan hak­ları ihlal­ler­ine yöne­lik şikayetlere bulaştığı, sal­gını kötü yönet­mek­le sorgu­landığı ve kar­maşık bir ekonomik gele­cek­le karşı karşıya bırak­tığı için Piñera’nın yolu kolay değil. Buna ek olarak, yap­tığı çok sayı­da bakan­lık değişik­liği ve sandık­lara koy­duğu yük­sek düzeyde red işare­tinin de kanıt­ladığı üzere, yöne­ti­minde büyük istikrarsı­zlık­lar da söz konusu. Piñer­a’nın, ken­di kes­imine eklem­len­me kap­a­site­si göstere­memesin­den, gün­dem­i­ni başlagıç­ta­ki pro­gramı­na ve ken­disi­ni cumhur­başkan­lığa götüren sağın siyasi ilkeler­ine göre değiştirmesin­den ötürü sağ kana­da yararı sorgu­lan­maya baş­landı. Yeter­siz ve geç kalmış devlet yardım­larının neden olduğu ekonomik zor­luk­ları hafi­flet­mek için işçi­lerin emeklilik fon­larının % 10’unun çek­ilmesinde büyük yenil­gi yaşa­ması da cabasıdır.

2019’da isyan neolib­er­al anayasa­da somut­laştırılan mod­elin siyasi temel­leri­ni ve 2020’de AFP’lerde 2 somut­laşan mod­elin ekonomik temel­leri­ni eleştirirken, her iki durum­da da sağın en sert kes­im­leri Piñer­a’­da krizin ve istikrarsı­zlığın işaret­leri­ni gördüler.

Sağın diğer kes­im­leri, toplum­sal çelişk­i­lerin nasıl şid­detlendiği­ni ve mod­elde­ki çat­lak­ların nasıl oluş­tuğunu görüy­or­du ve bu neden­le ken­di­ni reform­lara tes­lim olmaya açıp anayasayı değiştirme tarafını seçti. Bu “sosyal” sağ­da, “onaylıy­o­rum” taraftarı olmasının yanı sıra, AFP’­lerin % 10’unun geri çek­ilmesin­den de yana olan ve ken­disi­ni Sosyal Demokrat ilan eden Belediye Başkanı Joaquin Lavín vardı. Bu ve belediye başkanı sıfatıy­la yap­tığı medya vit­rin­liği sayesinde, başkan­lık yarışın­da aday olarak ilk sıralar­da yer alıy­or ve bu da bugün yaşadığımız göze çarpan paradok­su doğu­ruy­or: Sağcı bir hükümete tam da sağın ken­di­sine ait bir anayasayı değiştire­bile­cek bir süre­ci açması için baskı uygu­lanırken, bir son­ra­ki başkan sağın adayı olabilir.

Hükümet “onaylıy­o­rum” ve “red­dediy­o­rum” arasın­da tered­düt ederken Lavín, Chica­go Boy olarak geçmişin­den kur­tul­maya çalışıy­or. Ancak sağ kanat, yöne­time devam etmek için anayasayı ve neolib­er­al mod­eli kıs­men değiştirme­si gerek­tiği­ni anlıy­or. Bunun­la bir­lik­te, siyasi alan, par­la­men­to­nun hükümet bakan­ları­na sürek­li yönelt­tiği anayasal suçla­maların ve hükûmetin yargı organı karar­larını sorgu­la­masının kanıt­ladığı gibi, devlet güç­leri arasın­da artan ger­il­i­mi de içeren büyük değişik­lik­lere ve baskılara maruz kalıy­or. Ancak, ekonomik mod­el bozul­madan sürüy­or ve tam da bu neden­le çatış­malar­da bir sivrilme ve sal­gın son­rası ikin­ci bir isyan olasılığı mümkün görünüyor.

İsyanın yansıttıkları

Referan­dum­la başlayan süreçte halkın sevincine eşlik etsek de coşkusunu pay­laşmıy­oruz. Bizler anarşistler olarak, anayasal organın “onaylıy­o­rum” kam­pa­nyası­na veya seçim aşa­maların­da­ki kam­pa­nyaları­na katılmıy­oruz, çünkü sürecin doğası gereği bir bütün olarak, isyan tarafın­dan itibarsı­zlaştırılmış siyasi sınıfın onarıl­ması­na yöne­lik olduğunu ve bunun da, halkın ege­men­liği­ni yeniden gelenek­sel siyasetin eller­ine tes­lim ettiği­ni tas­dik ettiği­ni düşünüyoruz.

Biz­im taah­hüdümüz, halk için somut iyileştirmel­er elde etme yol­un­da­ki isyanın büyük­lüğü nedeniyle sefer­ber­lik kap­a­sitesi­ni derin­leştirmek ve güçlendirmek­tir. Şimdiye dek geli­nen durum­da, sosyal hak­ların meta­laştırıl­masının son bul­ması ya da isyan tut­sak­larının özgür­leştir­ilmesinin sağlana­madığını düşünürsek, toplum­sal sefer­ber­liğin hal­i­hazır­da yeter­ince öde­vi mevcuttur.

Taah­hüdümüz, devlet aygıtının dışın­da, değişim adı­na mücadele etmek için özerk bir kap­a­site elde eden sosyal güç­lerin inşasını ve mahalle meclis­leri­ni güçlendirmek­tir. 12 Kasım’daki genel grev, 14 Kasım’da Mapuche toplu­luğu üye­si Cami­lo Catril­lan­ca’nın polis elinde ölmesinin yıldönümü ve Mapuche halkının mücade­le­siyle dayanış­ma, kitle­sel fem­i­nist dal­gası ve AFP’­lerin % 10’u geri çekme­si karşısın­da baskı yap­mak için yapılan protesto­lar vesile­siyle Ekim ayın­da başlayan isyan­da olduğu gibi, toplum­sal hareketler için sürecin merkezinde, sokak­ları işgal etm­eye ve gün­de­mi değiştirm­eye olanak veren güçler olması gerek­tiği­ni görüyoruz.

Sefer­ber­liğin gele­ceği, senary­onun istikrarsı­zlığı karşısın­da siyasi sınıfın süre­ci ken­di bünye­sine dahil etme olasılığı ve referan­dum­dan son­ra­ki kilit anlar­la karşı karşıya. Siyasi sınıfın, halk ege­men­liği­ni ken­di üzer­ine alması ve Barış Anlaşması’nın şart­larını tek taraflı olarak belir­leme yeteneğine sahip olması, sefer­ber­liğin ken­disinin sınır­larını göstermektedir.

İsyanın yarat­tığı heye­can­la, eski ve yeni bir ara­da var oluy­or; bu neden­le isyana katıl­mak anayasal süreç vesile­siyle kurum­sal niteliğe bürün­müş durum­da. Eski olan bir tür­lü ölmüy­or, yeni olan da bir tür­lü doğ­muy­or. Böyle­lik­le, siyasi sını­fa duyu­lan güven­si­zliğe ilaveten hükûmetin ve par­la­men­to­nun prestij kay­bı karşısın­da ikti­dar, şimdi­lik tüm dikkat­leri üzer­ler­ine çeken belediye başkan­larıy­la bu boşluğu doldu­ruy­or. Bu yol, siyasi sis­te­mi bir toplu­luk ve mahalle per­spek­tifind­en yeniden tesis eden, ancak aynı par­ti sis­te­mi ve eski siyaset tarafın­dan bir­lik­te seçilen bir yoldur.

Öte yan­dan, mahalle meclis­leri bu isyan­da örgüt­sel yeni­lik olarak öne çıkıy­or çünkü ikti­darın belediye­ci­lik­le işlediği aynı komü­nal ve mahalle anlayışı­na karşılık geliy­or; ancak bunu özerk bir nok­tadan yapıy­or. İkt­id­ard­an hareke­tle, res­mi poli­ti­ka belediyeleştir­iliy­or ve yurt­taşlık­tan hareke­tle de mahalle meclis­leri ve toplum­sal örgütler bir­leşiy­or. Bun­ların ikisi de aynı anda gerçek­leşen olay­lar. Tehlike ise, meclis ve örgüt­lerin özerk­liğinin, par­til­er tarafın­dan alter­nat­i­fleştir­ilip etk­i­siz hâle getir­ilme­si veya par­ti­lerin ken­di çıkar­ları için kul­lanıl­mak üzere onların bünye­sine dahil edilmesinde yatıyor.

Gelenek­sel siyasi sis­temin dışın­da­ki sefer­ber­liğin siyasi çıkar­ları; siyasi sınıfın, başkan­lığın ve par­la­men­to­nun sorgu­landığı ve tem­sili demokrasinin meşruiyetinin erozy­ona uğradığı bu zaman­lar­da çok önem­lidir. Eğer halk oy ver­mediyse, bunun nedeni, sis­te­mi devlette isti­h­dam büro­ları hâline gelen par­til­er aracılığıy­la yöneten, piyasaya tes­lim edilmiş atıl bir siyasi sınıf karşısın­da yaşadığı hay­al kırık­lığıdır. Ancak bu, isyan ve de siyasi eylemin gelenek­sel çerçeve­den taş­masının da gös­ter­diği gibi, vatan­daşların siyase­tle ilgilen­meği anlamı­na gelmiyor.

İşte tam da bu nok­ta­da par­til­er itibarını yitiriy­or ve insan­lar­da onlara katıl­ma ilgisi uyandır­mıy­or, ancak toplum­sal hareketlere ve mahalle meclis­ler­ine katılım artıy­or. Bu anlam­da, yal­nız­ca par­ti­lerin toplum­sal hareket­leri kon­trol etmek için doğal olarak yürüt­tüğü bünye­sine alma çalış­ması nedeniyle değil, aynı zaman­da toplum­sal hareket­lerin (ekolo­ji, öğren­ci hareket­leri, vb.) bölün­müş doğası nedeniyle bu hareketlere katıl­mayan yurt­taşların geri kalanı için anlam teşk­il eden bir gerçek­lik yoru­mu üretme yeteneğinin engel­len­mesin­den ötürü, toplum­sal hareket­lerin par­tilere dönüşme tehlike­si çok büyük­tür. Öte yan­dan, par­til­er, sosyal eklem­len­menin böyle­si bir yoru­munu ve per­spek­tifi­ni üre­tir­lerse, o hâlde toplum­sal hareketler, yurt­taşların geri kalanıy­la bağlan­tı­da olmak için sürek­li par­til­er­le etk­ileşime girme, dış vekiller aracılığıy­la par­ti­lerin bünye­sine veya güdümüne girme tehlike­siyle karşı karşıya kalır. Aynı şek­ilde, hareketler, parçalı mücadelelerinin öte­sine geçen konu­ları içeren tartış­malara girme baskısı altın­da ve bu baskıy­la da siyasi par­ti olma riski­ni taşıy­or. Toplum­sal hareketler için zor olan, ken­di araların­da sadece işlevsel durum­lar­da değil, aynı zaman­da gerçek­liği yorum­la­ma man­tık­ların­da ve par­ti bünye­sine girmeleri­ni veya par­tilere dönüşmeleri­ni engelleyen yatay ve federe siyasi eylem­lerde de bir­bir­ler­ine eklemlenebilmeleridir.

Doğru­dan demokrasi mekaniz­malarını güçlendirm­eye, komü­nal ve mahalle düzeyinde özerk örgüt­sel biçim­leri güçlendirm­eye, siyasi sis­temin belediyeleşme bağlamını ve mahalle meclis­leri olgusunu bir döne­min işaret­leri olarak anla­maya ve hem son yaşanan mücadele biçim­lerinde hem de baş­ka biçim­lerde kon­um almaya karar­lıyız. Çabalarımızın amacı, tem­sili demokrasi eleştirisinin, isyanın açtığı aşa­may­la ilişk­ilenebilen fed­er­atif ve yatay nite­lik­te ve halk düzeyinde öz tem­sil biçim­ler­ine doğru ilerlemesidir.

Biobío Anarşist Meclisi 
[Asam­blea Anar­quista del Biobío]

Ekim 2020


Ana res­im : Şili sokak­ların­da @Sadık Çelik
İsp­anyo­lc­a’d­an çeviri: Pınar Ercan

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.