Türkçe | Français
Bunu yazmalıyım; hayat bazen bir masaldır. Sadece bir iki ufak dokunuş yeterlidir bunu görmeniz için. Bu kez bu dokunuşlara da ihtiyaç yok. Kendisi olduğu gibi bir masal.
Avrupa’daki çekirdek aileleri dikkate alırsak biz biraz daha geniş bir aile sayılırız. Xuçka, Soré, Joseph François, ben Ercan Jan, zaman zaman Sem ve şimdi yeni üyemiz Grota!
Kedistan okurları daha önce yazdıklarımdan az biraz tanırlar bizi…
Xuçka biz insanların rakamları ile 13 yaşına girdi. Simsiyah tüyleri içinde boynundaki bir bukle beyazı, adeta daha doğarken hayatın kendisini özel kılmasının nişanı olarak taşır. Xuçka Paris doğumludur, hani nerede doğarsanız orası artık sizin kimlik olur ya, kendisi tam bir “Parizyen”. Gündelik ufak tefek kavgalar ve çatışmalar ile işi olmaz. Zaman zaman derin düşünceler içinde ve cool adımlarla, bahçede dolanırken kendisine denk geldiğimizde, adeta ‘çekilin başımdan’ havalarında olur. En çok sevdiği faaliyeti yatak, kanepe, koltuk işgalidir. Uyumak için yatağınıza gelmiş ise, kendinize diğer odalarda uyumak için bir yatak bulmanız gerekir. Bunu bildiğimiz için hepimizin yedek odaları ve yatakları var. Zira Xuçka yatağı paylaşmaz, işgal eder. Eve kim gelmiş, ne yapıyor Soré’nin tersine hiç umurunda değildir.
Ha Soré’ye mi geçtik? Soré bu şatoda zaman zaman Xuçka’ya yaşamı dar eden bir yeniyetme. Geçen yaz, daha bir avuç bebekken kardeşi Çiya ile aramıza karıştı. Soré gelir gelmez Çiya’yı da taktik olarak yanına alarak Xuçka’nın tahtına göz koydu. Ona sorsanız zaten şimdi evin tek varisi kendisidir. Bu durum Xuçka’nın umurunda mı, onu da pek bilemem. Bildiğim bir şey Çiya ile karakter olarak çok yakın olmamız. Ben de daha ergenlik yaşlarımdan itibaren sırtıma aldığım çantam ile hep gitmeler, hep kaybolmalar halindeyim. İşte Çiya da aynen böyle. Şato ahalisi ile bir derdi yok. Hatta bütün asabiliğine rağmen Soré ile de bir derdi yok. Alır başını gider. Bazen üç gün sonra Çiya’nın geri döndüğünü görürdük. Belki de bu anarşist hallerinden olacak, Çiya’yı yeni yıla girerken bir trafik kazasında kaybettik.
İki üniversite diploması, beş yabancı dili ve de en son peynir formasyonundan sonra hayalindeki çobanlık işine kavuşan Joseph François heyecanla hazırlıklarını yapıyordu. Hazırlıklarından biri ve elbetteki en önemlisi de koyunlara bakarken baş yardımcı bir köpek edinmesi. Aslında Grota ile tanışmaları ortak sevdikleri Bené’den geliyor. Joseph François bir heyecanla Bené’deki beş dünyalar güzeli köpek arasında Grota’yı edinerek en büyük ve en önemli hazırlığını gerçekleştirmiş oldu.
Grota biz insanların bilinen ve yerleşmiş estetik anlayışına göre pek çirkin. Ama siyah beyaz tüyleri bir birine karışmış bir halde sizinle göz teması kurduğu andan itibaren onun sevimli, sıcak, sevecen haline kayıtsız kalamıyorsunuz. Bu kadar sıcak, sevecen ve de güzel bir çirkinle daha önce hiç tanışmadım.
Tabii Grota’nın şatoya gelmesi ile işler karıştı. Aslında Grota’da tıpkı Çiya gibi, öyle gözü bir şeylerde, bir yerlerde değil. Günde bir defa yemek kabına bir kupa dolusu kuru köpek maması ve gün içinde çok ama çok sevgi ona yetiyor… Hele su ile oynamaya bayılır, kendisi ile su oyunu oynamanız için sizi ayartmak adına bütün sevimliliğini kullanır. Dedim ya, Grota’nın gelişi ile Şato’da büyük kıyamet koptu. Xuçka terasa, ön ve arka bahçelere çıkmaz oldu, Soré önce pencereye patilerini dayar, bir bakar. Ancak eğer Grota yoksa terasa ve bahçeye çıkar. Bu durum bizi de kaygılandırdı. Joseph François’nın Grota’yı dağa hazırlamak için bahçede kendisi ile yakından alakadar olması – bu eğitim işlerine hiç içim ısınmamıştır – uzaktan seslerini duysanız entellektüel, prens çoban Joseph François’nın adeta bir çocuk ile kavga ettiğini düşünürsünüz.
Bir yandan bu karmaşa ile uğraşırken, bir sabah erkenden bahçedeki gümbürtü ile kendimizi bahçeye attık. Komuşunun kırmızı benekli beyaz tavuğunu ben aileden saymadım galiba. Oysa ki bizim bu komşu Benekli’de kendisini bizim aileden sayar. Solucanların en güzellerinin bizim bahçede olduğunu bildiğinden sabahın erken saatinde iki metrelik duvarı aşarak hop içeriye dalmış. Bunu gören Grota gümbürtüyü kopardığında koşuştuk. O ne? Bizim sakin, kendi halinde Grota, Benekli ile dörtnala bir koşuya girmiş. Bahçenin bir köşesinden diğerine ikili bir halde koşup duruyorlar.
Hemen görev dağılımı yaptık. Ben bahçenin bir başında Joseph François da diğer başında Benekli’yi duvara sıkıştıracağız, ve o da geldiği yerden atlayıp gidecek. Ama yok. Grota buna izin vermiyor ki. Ben o ara ‘Grota!’ diye sert bir çıkış yaptım. Yapmaz olaydım, benim Grota’ya tepkimi gören bizim parizyen bacaklarıma bir tırmık attı, acıdan ne olduğunu anlamadım. Grota, Benekli’ye, ben Grota’ya, Xuçka bana… Hoop o da ne? Soré hiç durur mu yerinde. Bu kez da durumu fırsat bilip o da Grota’ya bir saldırdı. Bu sahneyi nasıl anlatacağımı bile bilemiyorum…
Bunlar olurken, zaten bizim sevgili Joseph François bağrış çağrış, tavuk, köpek ve kediler arasında kopan bu fırtınadan uyanmamış mahalle yaşayanlarını da uyandırmak için uğraşıyor adeta. Ayağından çıkardığı espadriller elinde! Durum son derece vahim anlayacağınız. Grota Benekli’ye, ben Grota’ya, Xuçka bana, Soré Grota’ya karşı, Joseph François ise elinde bu bölgenin yöresel terlik/ayakkabı karışımı espadrillerle, hepimize karşı.
Komşulardan durumu gören oldu mu bilmiyorum, ama daha sonra kendilerine anlatırken, kimse halimize öyle pek de şaşırmadı.
Galiba, bu şatoda hayat başlı başına macera olmaya devam edecek gibi.
Açıkçası bu hararetli savaşın paniği içinde film çekmek aklımıza bile gelmedi… Bu eksikliği telafi adına, aşağıdaki videonun gülümsemelerini buraya taşıyor, ve bizim deneyimimizi gözleriniz önüne getirmeyi hayal gücünüze bırakıyorum…