Bir önceki yazımda Dakota’daki petrol boru hattına karşı direnişi ele almıştım: “Dakota: Kara Yılan “Zuzeka” dayanışma ile yenilecek!”. Ekolojik direniş yalnız Dakota’da degil ! Dünyamız, Dakota’dan Amazonlar’a, Amazonlar’dan ZAD’lara, Alakır’a ve hatta 21.yüzyılın ilk enternasyonal devrimi niteliği taşıyan Rojava’ya kadar kendi doğal ittifaklarıyla haydutlara karşı yeni bir enternasyonal “doğrudan eko-direniş ve dayanışma” ağı örgütlüyor.
Brezilya’lı Antropolog Darcy Ribeiro “Yerlilerin köpeklerle, zincirlerle, makineli tüfeklerle, bombalarla, arsenikle, çiçek hastalığı bulaşan giysilerle, sahte sertifikalarla, atıklarla, sürgünlerle, otoyollarla, çitlerle yangınlarla, yabani otlarla, sığırlarla, hukuki kararnamelerle ve gerçeklerin inkâr edilmesiyle” yok edilmeye çalışıldığını aktarsa da, Amazon yerlileri bu yağma ve talana karşı kendi hassasiyetleri ve yöntemleriyle direnmeye kendi ezeli doğal yaşam alanlarını korumaya, savunmaya çabalamaktaydılar.
Yerli lider Davi Kopenawa Yanomami:
“Beyazlar bugünlerde, ‘biz Brezilya toprağını keşfettik,’ diye haykırıyorlar. Bu bir yalandan başka bir şey değil. Brezilya, onu ve bizi yaratan yaratıcı Omame zamanından beri var olmuştur. Bizim atalarımız bu toprakları ezelden beri bilir. Bu topraklar beyazlar tarafından keşfedilmedi. Ancak beyazlar sanki bu toprağı onlar bulmuş gibi düşündürmek için yalanlar söylemeye devam ediyor. Sanki burası boşmuş gibi. Bizler bu toprağı keşfettik.
Beyazlar, ‘Bizim kitaplarımız var ve bu yüzden biz önemliyiz,’ diyor ancak onlar yalancıdır. Beyazların yaptığı tek şey orman insanlarından onların topraklarını çalmak ve onlara zarar vermektir. Ben ata Yanomami’nin oğluyum, benim insanlarımın yaşadığı bu ormanda doğdum ve yaşıyorum ve ben beyazlara gidip burayı keşfettim demiyorum. Ben burayı keşfettim demem çünkü ben gözlerimi burada açtım ve bu yüzden burayı sahiplendim. Bu toprak her zaman oradaydı, benim zamanımdan önce de.
Ben, ‘gökyüzünü ben keşfettim’ demem. Ya da ‘balığı ve hayvanları ben keşfettim’ diye haykırmam. Çünkü onlar zamanın başlangıcından beri hep oradaydılar.”
Osimar ve kabilenin en deneyimli savaşçıları, son olarak kendi bölgelerine girerek ağaç kesen bir grubu yakalayıp ellerini bağladı, direnenleri sopalarla dövdü.
Yerliler kaçak ağaç kesenleri salıvermeden önce “Bunu yapıyoruz, çünkü çok inatçısınız. Size gelmeyin diyoruz ama dinlemiyorsunuz” dediler ve ardından kampta kütüklerin yüklendiği 5 kamyon ve ağaçları çekmekte kullanılan 3 traktörü ateşe verdiler.
Amazon Kabilesi Kayapolar
Brezilya’nın kuzeyinde Amazon ormanlarının derinliklerinde yaşayan Kayapolar, 1974 yılında ilk kez modern insanla tanıştı. Bu tanışmayla birlikte bir yaşam savaşı başladı, sadece kabilenin insanları için değil Şingu Nehri’nin kendisi ve çevresindeki ormanlar için de. Devlet yasal olarak Amazon ormanlarına girip ağaç kesimi gerçekleştiremiyor. Ancak bu yasağı sözde temiz enerji olan barajlarla çiğniyor; böylece madenlerin de yolunu açıyor.
Kayapolar bölgelerine giren her makine ve silahlı görevliye okları ve taşlarıyla cevap veriyor. Tek yapabildikleri bu makineleri, yollara taşıdıkları taşlarla ve kendi bedenleriyle durdurmak. 1989 yılında Altamira’da Kayapoları toplayan şirket sahibi onları ikna etmeyi denemişti. Toplantıya katılan kadınlardan Tuira’nın elindeki palayı (yarım metre uzunluğunda büyük bıçak) şirket yöneticisinin yüzüne dayayıp söylediği sözler de tarihe kazınmıştı:
“Sen yalancısın! Bize yemeğimizi elektrik vermeyecek. Asıl ihtiyacımız olan nehirlerimizin özgür akması, geleceğimiz buna bağlı. Bizim sizin barajınıza değil; avlanmak ve yiyecek bulmak için ormanlarımıza ihtiyacımız var!”
Ka’apor kabilesinin lideri Irakadju ise şöyle diyordu :
“Ormanımız bizden alındı ama artık uyandık. Beyazlar yaşayan bir ormanın tüm dünya için iyi olduğunu, yeryüzünün o orman sayesinde nefes aldığını anlayamıyor.”
Toprağın Sesi Mapuçiler
Patagonya’da (Arjantin’in ve Şili’nin güneyindeki bölge) binlerce yıldır yaşam süren Mapuçilerin kadın liderlerinden biri Moira Millan da nehirler konferansında oldukça etkileyici bir konuşma yapmıştı. Halkının mücadelesini anlatmak için ilk olarak inançlarından başladı.
“Mapuçi, dünya yani toprak insanları demek. Bize ismimizi sorduklarında ‘Mapuyii’ deriz, yani toprağın sesi. Bu da şu anlama geliyor, Mapuçi halkı toprak olmadan var olamaz. Toprakla özel bir bağımız var. Doğadan bir parça yok olursa kültürümüzden de bir parça yok olacak demek. Nehirlerin sesleri susturulduğunda halkların da sesleri susturulmuş olur. Bizim geçmişimizin ruhu bu nehirlerin, dağların, ormanların içinde yaşıyor. Bizi toprağımızdan yıllar önce kovdular, şehirlere göç etmek zorunda kaldık. Anneannem köyde kalmıştı, bazen şehre gelir ve kültürümüzü kaybettiğimiz için bizim adımıza üzülürdü. Kültürümle bağımı koparmamak için bir gün bana şarkı söylemeyi öğretmeye karar verdi. Bunlar kutsal şarkılardı.
Yani doğayla iletişim kurmak için söylediğimiz şarkılar. Anneannem dedi ki, tüm nehirlerin bir şarkısı vardır. Bazı nehirler çok hızlı bazıları yavaş akar. Bazıları taşların arasından geçer, bazıları da toprağın. Yani her nehrin kendine has bir şarkısı vardır. Aynı şekilde her topluluğun kendine has bir kimliği vardır. Ancak şehirde yaşarsanız nehirlerin seslerini duyamazsınız. Anneannem benden şarkı söylememi istediğinde yapamadım. Çünkü şehir çok gürültülüydü ve ben doğanın sesini duyamıyordum. Bir yaz günü anneannemi ziyarete köye gittim. Beni nehre götürdü, gözlerimi kapamamı ve nehrin şarkısını dinlememi söyledi. Ve bana su taşlara çarptıkça bu çıkan ses o nehrin kalbinin atışıdır, nehirlerin şarkılarını dinle.”
Moira ve halkı şarkı söylemeyi öğrendiği Porkovado Nehri ve dağları için yıllardır mücadele veriyor. Devlet onları terörist olmakla suçluyor ve ciddi bir şiddet uyguluyor. Moira da bu mücadelede, evine onu öldürmeye gelen görevliyi ikna ederek öldürülmekten kurtulmuş ve çocuklarını alıp kimseye veda edemeden kaçmış. Uzun yıllar mülteci olarak yaşamak zorunda kalmış. Moira gibi hayatını bu mücadeleye adayan Kızılderililer sayesinde büyük barajları ve maden çalışmalarını durdurmayı büyük ölçüde başarmışlar.
Moira verdikleri mücadeleyi “Dünyanın içinde bulunduğu bu kötü durumdan kurtulmak için yeni bir yaşam anlayışı üretmek” olarak özetliyor ve ekliyor;
“Kalkınma dedikleri, sadece ilerlemek, büyümek. Bu süreç aslında bir ölüm, bir yok oluş sürecidir. Biz ölümü değil yaşamı ilerletmeliyiz. Devletlerin yöntemleriyle mücadele edersek, büyük bir değişim yapmamıza asla izin vermeyecekler. Bu uygarlık anlayışıyla ilgili bir sorun.
Sadece bir projeye karşı çıkarak bir şeyler yapacağımıza inanıyorsak yanılıyoruz. Bu mücadele yeni bir yaşam anlayışı inşa etmekle ilgili. Yaşam biçimimizi ne kadar çok tükettiğimiz belirliyor. Kendimizi çok çevreci ve ekolojist sanabiliyoruz. Ama çocuklarımıza iyi bir model değiliz bu tüketimle.
Ortada büyük bir pasta var, onlar elindeki bıçakla eşitsizlik yaratıyor, kendisine büyük parçayı alıyor, geriye kalan çoğunluk aç kalıyor. Biz pastadan pay istemiyoruz. Çünkü pastanın içindeki malzemelerden memnun değiliz. Biz başka bir pasta yapmak istiyoruz.”
Ekvador’un Yerli Halkları
Doğanın yağmalanmasına karşı en ilginç direnişlerden biri de Ekvador’dan. Yıllar önce barajlara karşı mücadelesiyle tanınan Alcides Diaz. Kendine olan güveni ve gözlerinden hem ateş hem muziplik saçan bakışlarıyla da tanınıyor ve katılımcılar arasında dikkat çekiyordu. Yaşadıkları bölgeye yapılması planlanan büyük bir baraja karşı mücadeleyle başlamış hikayesi.
Devlet ve şirketlerden gelen görevliler de yerli halkla birlikte baraj inşaatlarının başlamasına engel olunca devlet silahlı görevliler yollamış ve kaba kuvvet uygulamaya başlamış. Halkın elinde hiçbir modern silah yokmuş ve aralarında toplanıp, askere karşı nasıl mücadele edeceklerini tartışmışlar. Nihayetinde, özel bir geleneksel silah kullanmaya karar vermişler. Önce büyük bir çukur kazmışlar, çukurun içinde ana maddesi insan dışkısı olan bir karışım hazırlamışlar ve güneşte bekletmişler. Daha sonra bu karışımdan ufak cephaneler hazırlamışlar. Ağaçlardan da bu cephaneleri hızla fırlatacak aletler yapmışlar. Asker ve devlet yetkilileri tekrar geldiğinde silahlarıyla bu cephaneleri araçlarına ve içinden inen yetkililere fırlatmışlar. Bu karışım öyle kuvvetli ve öyle korkunç kokuyormuş ki, dokunduğu herkes kaçışıyormuş. Üstelik üzerinize değdiğinde ne yaparsanız yapın günlerce hatta haftalarca kokusu size siniyormuş. Köye kim gelirse gelsin bu kötü kokulu silahla karşılaştığında kaçıyor ve bir daha gelmiyormuş.
Sonuçta, devlet ve şirket bölgeye gönderecek kimseyi bulamayınca pes etmiş. Barajı yapmaktan da vazgeçmiş. Alcides’in bu masalsı hikâyesi bir efsane gibi dolaşıyor ve hepimize ilham veriyor.
Doğanın Çocukları Şaninkalar
Çoğunluğu Peru, az bir nüfusu da Brezilya’da yaşayan Şaninka (Ashaninka) yerlileri, tropik ormanlarda yaşıyor. Yaklaşık 40 binlik nüfusuyla Peru’nun en büyük ikinci yerli topluluğu. Erkekler avcılık ve balıkçılık yaparken kadınlar da patates, muz gibi ürünler yetiştiriyor. Kendini ormanın bir parçası olarak gören Şaninkalar periyodik olarak ormanda yaşadıkları yerleri değiştiriyorlar, bu da tropik ormanların kendini yenilemesine yardımcı oluyor.
Şaninkalar, özgürlüklerinden hiçbir koşulda ödün vermemeleri, doğaları ve kültürlerine yönelik tehditleri savaşçı becerileriyle geri püskürtmeleriyle tanınıyorlar. Yaşadıkları ormanların 19. yüzyılda kauçuk üretimine açılmasına ve köleleştirilmelerine karşı direndiler ve nüfuslarının yüzde 80’ini böyle kaybettiler. Ardından ağaçların kesilmesi, petrol şirketleri gibi tehditlere karşı savaştılar. Bu mücadelelerde hayatta kalmak için hep ormanın derinliklerine sığındılar.
Bir Şaninka yerli kadını 20 yılda yaşadıklarını şöyle özetlemektedir:
“Biz yüzyıllardır Ene Nehri kıyısında yaşıyoruz. Nehrimize ve ormanlarımıza yapmak istedikleri projelere izin vermiyoruz. Bize 80’li ve 90’lı yıllarda çok sert şiddet uyguladılar ve birçok insanımızı öldürdüler. Ormanları ve bahçelerimizi yaktılar, oysa biz evimizi, yiyeceğimiz ve ilaçlarımızı doğadan sağlıyoruz. Hepimiz başka bir bölgeye dağılmak zorunda kaldık. Ancak sonra yeniden toplanarak yeni komünler oluşturduk. Bu süreçte yasal haklarımıza kavuştuk ve Pakitapango Barajı’nı durdurduk. Şimdi de petrol şirketleri geldi, onlara da izin vermeyeceğiz. Biz bu topraklardaki barışın bedelini kanımızla ödedik, onlar hâlâ bize zarar vermek istiyor ama ormanımızın yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Biz Şaninka kadınları, savaşmaya devam ediyoruz.”
İnnular
Doğası için yaşam mücadelesi veren bir başka yerli topluluk da sayıları en fazla 13 bini bulan ve Kanada’nın doğu ucunda yaşayan İnnular.
Kutupların yanı başındaki çorak kayalık araziler, ormanlar, göller ve nehirlerin arasında binlerce yıldır hayvan derisinden yaptığı çadırlarda yaşayan ve avlanarak yaşamını sürdüren bu halk, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar göçer bir yaşam sürüyordu. Göçler suların donmasıyla birlikte kızaklarla, iki üç aileden oluşan küçük gruplar halinde gerçekleştirilir, sular çözüldüğünde ise kanolarla kıyılara inip akrabalarla buluşulur, balık avlanırdı.
Ancak 20. yüzyılda başlayan maden ve ormancılık faaliyetleri nedeniyle bu yerli halk, doğası için bir mücadelenin içine sürüklendi ve ardından göçer yaşamını bırakıp küçük köylerde yaşamak zorunda bırakıldı. İnnular madencilik ve baraj çalışmalarıyla bölgelerini bölen yol çalışmalarına karşı geleneksel yaşam biçimleri olan göçerliğe geri dönmek için hâlâ mücadele ediyor. Örneğin, 2010 yılında önce maden şirketlerinin kullandığı yolu bloke ettiler ve madencilik çalışmalarının sadece kendi yaşam haklarına değil bölgedeki canlıların da yaşam haklarına müdahale ettiğini ifade ettiler. Yola kurdukları barikatları bir yıl boyunca hükümetin bölge halkıyla anlaşmasına ve madencilik çalışmasını durdurana kadar kaldırmadılar. Ancak madencilik çalışmaları bu yıl tekrar gündeme gelince şubat ayında bu yolu iki hafta daha kapattılar. Onlar da mücadelelerine devam etmekte kararlılar.
Kaynaklar: ATLAS | honorearth.org
Bugün dünya o, kendi kaderine dönük geçmiş toplumsal mücadelelerden ve devrimlerden farklı olan başka bir evreyi, dönemi yaşamaktadır. Doğrudan demokrasi talepli, otonom, eko devrimler ile o klasik, yukarıdan aşağı dikta edilen devrimler ve diktatörlükler dönemi kapanmıştır.
Berta Caceres ve Flores Honduras Yerli Halkları Konseyi
Caceres kurucularından olduğu Honduras Yerli Halkları Konseyi (HYHK) hidroelektrik santralleri yasadışı ağaç kesimi ve bölgedeki Lenca toprakları arasında kurulan Amerikan üssüne karşı mücadelede öne çıkan bir bir aktivist olarak hatırlamakla birlikte, 2006’da Lencalara ait topraklara iş makinelerini yığan şirketin kim olduğunu araştırmış ve bunun Dünya Bankası destekli ve Honduras firması Desarrollos ortaklı bir Çin firması olan Sinohydro’ya ait olduğunu ortaya çıkarmıştı. Firmalar Gualçarque nehri üzerine barajlar yapmayı planlıyorlardı.
Caceres halkla birlikte örgütlendi. Projeye karşı yasal bir mücadeleye girişti, bitmez tükenmez halk toplantıları yaptı. Sonunda sorunu Amerikalararası İnsan Hakları Komisyonu’na götürmeyi başardı.
2013’ün sonunda, HYHK’nın mücadelesi sayesinde, Sinohydro ile Dünya Bankası projeden çekildiler. Ancak Honduraslı şirket bölgede çalışmalarını sürdürdü.
HYHK ve yerli halkla birlikte topraklarında faaliyet gösteren firmalara karşı bir yıl boyunca protesto eylemleri gerçekleştirdi. Protestocular her defasında güvenlik güçlerinin saldırısına uğradı. Bu saldırılardan birinde askerler protestoculara ateş açtı ve HYHK’nın bir üyesi öldürdü, üç üyesini de yaraladı. Protestocular firma çalışanlarınca sürekli tehdit ediliyor, tacizle karşılaşıyorlardı. 2014’te HYHK üyeleri yine iki ayrı saldırı sonucu iki üyelerini yitirdiler. Askerler tarafından sürekli tehdit edilen Caceres ile arkadaşları, bir gün Rio Blanco’ya giderken askerler tarafından durduruldular. Arabasında silah bulundurulduğu iddiasıyla (askerlerce konulmuştu) tutuklandılar. Mahkeme önleyici tedbir kapsamında Caceres’i her hafta imzaya tabii tuttu, yurtdışına çıkma yasağı koydu. Geçen yıl Goldman Çevre Ödülü’nü kazanan Caceres, 2012’de Eichstätt — İngolstadt Katolik Üniversitesi Adalet ve Barış Topluluğu’ndan Shalom Ödülü’nü almış, 2014’te de Cephe Savunucuları Ödülü’ne aday gösterilmişti. Küresel Gözlemciler Örgütü Caceres’i, Honduras’da riskle karşılaşan ekolojist aktivistlerin sembolü olarak kabul ediyor.
Caceres, 3 Mart 2015 gecesi evine gelen paramiliter katillerce kaçırılıp katledildi. Ölümünden birkaç gün sonra ise onun yakın arkadaşı Nelson Garcia’da aynı şekilde katledildi.
Zapatistalar, “Ya Basta — Artık Yeter!”
1994’un ilk saatlerinde üç bin yerli, Meksika’nın Guatemala sınırına yakın dağlık Chiapas bölgesinde silahlı bir ayaklanma başlattı ve beş kenti ele geçirdi. Meksika ordusu, uçaklar, ABD yapımı helikopterler ve on beş bin kişilik bir ordu ile bölgeye girdi. Bu büyük saldırı ve kuşatma, yaşanan katliamlara, işkence, infaz ve göz altında kayıplara rağmen boşa çıkarıldı ve Chiapas özgürleştirildi.
Zapatistalar Meksika çapında anti-kapitalist eksende bir mücadele programı geliştirme yoluna girmek istediklerini açıkladılar. “Örgütlerin özerkliği ve bağımsızlığına, mücadele yöntemlerine, örgütlenme tarzlarına, iç karar alma süreçlerine, meşru temsillerine karşılıklı saygı içersinde olacakları bir çağrı yaptılar:
“Bu toprakları, bu gökyüzünü kendileri kadar sevenleri”, tüm yerlileri, işçileri, köylüleri, öğretmenleri, öğrencileri, ev kadınlarını, esnafı, küçük işletme sahiplerini, mikro-işletme sahiplerini, emeklileri, engellileri, dindar erkek ve kadınları, bilim insanlarını, sanatçıları, aydınları, genç insanları, kadınları, yaşlıları, eşcinselleri ve lezbiyenleri, erkek ve kız çocukları, yani Meksika’nın tüm renklerini mücadelelerini birleştirmek üzere birlikte karar almaya çağırıyoruz”
Zapatistalar, Latin Amerika’nın, Avrupa’nın, Afrika’nın, yani tüm dünyanın devrimci anti-kapitalist güçleriyle tamamen eşit ve üretken bir tartışma zemininde anti-kapitalist özgürlükçü başka bir dünyayı deneylemeye yaşatmaya kısacası dünya insanlığı için moral güç ve deney aktarmaya devam ediyorlar.
Peru’nun Toprak anası , Máxima Acuña de Chaupe
“İmkansızlıktan okula gidemedim, tek bir harfi bile bilmem. Ama direnmeyi ve savaşmayı çok iyi bilirim. Bu yüzden hiçbir şirket beni yenemez”
Amerikan yerlisi olan 47 yasındaki Acuña, sahibi olduğu, üzerinde yaşadığı ve kendine yetecek kadar yiyecek ürettiği 24 hektarlık toprağı 2011 yılında Güney Amerika’nın en büyük maden şirketine satmayı reddettiğinde bir gün ekoloji hareketinin simge isimlerinden olacağını tahmin bile etmiyordu. 2011’de Peru hükümetinin ülkenin kuzeyinde bulunan Cajamarca bölgesindeki Çonga Madeni’ni ABD’li Newmont Madencilik’e satmasının ardından şirket, bölgedeki iki tatlı su gölünü yok ederek altlarında altın ve bakır aramayı hedefliyordu. Fakat Acuña ve yoldaşlarının madene karşı başlattığı direniş kitleselleşti ve 2012’de madeni durdurmak için seferber olan halka saldıran polisin 9 eylemciyi öldürmesinin ardından proje durduruldu. Ardından 2014’teki mahkeme kararıyla da iptal edildi.
Bu mücadele sayesinde Acuña, binlerce kişiye su sağlayan gölleri kurtarmış ve bölgedeki doğanın zehirli atıklarla kirlenmesini engellemiş oldu.
Bugüne kadar kendisi ve kızı ikişer kere bayılana kadar darp edildi, evleri iki defa yıkıldı. Polislerin kendisini darp etmesini görüntüleyen oğlu da coplarla dövüldü, telefonuna el koyuldu. Madencilik şirketi Acuña’nın köpeklerini öldürtü, koyunlarını çaldırttı, henüz hasatını yapmadığı patates tarlasını yerle bir etti ve Acuña’yı sürekli gözetleyen güvenlik birimleri kiraladı. Maden şirketinin baskısıyla Acuña’nın evinin yakınından geçen otobüs hattı iptal edildi ve Acuña en yakın kasabaya ulaşmak için 8 saat yürümek zorunda bırakıldı
Máxima Acuña de Chaupe, Peru’da tekelci maden şirketine karşı topraklarını savunan eylemlerdeki öncülüğü nedeniyle (2015 yılında aynı ödülü alan Caceres gibi) 2016 Goldman Çevre Ödülü’ne layık görüldü.
Máxima Acuña hakkında hazırlanan belgeselin tanıtım filmi.
[vsw id=“ikrmt1QWGqE” source=“youtube” width=“640” height=“344” autoplay=“no”]
Diyeceğimiz odur ki…
Dakota’dan başlayıp ‑dünden bugüne- dünya ekoloji mücadelelerine uzanan bu derlemenin sonunda diyeceğimiz odur ki;
Kaynağı küresel kapitalizm olan bu, eko-toplumsal kriz döneminde, emperyalist haydutların başta petrol ve su kaynakları olmak üzere yeryüzünün bütün doğal yaşam alanlarına yönelik giriştikleri yeryüzü savaşı, son savaşları, çünkü artık ömürlerini uzatmak için tekrar tekrar yağmalayıp tüketecekleri doğal kaynak kalmadı. Bu “son savaştan” da, tıpkı öncekilerde olduğu gibi, insanlık adına ve dahası bütün bir yeryüzü adına bir esenlik çıkmayacaktır. Dünya Kapitalizmi bir daha o eski ışıltılı yıllarını göremeyecektir. Öyle ki artık onları başka bir gezegen arayışı dahi kurtaramayacaktır. Yeryüzünde hırpalamadıkları, kirletmedikleri, yok etmedikleri su, toprak, orman, hayvan ve insan alanı bırakmayan, bu gözü dönmüş haydutluğun yeryüzüne getireceği, yağma, talan, kan ve göz yaşından başka, anlatacağı hiç bir şeyi kalmamıştır.
Bu son yeryüzü masalının gezegenimizin geleceğine en yakın tek anlatıcısı Yeryüzü dostlarıdır. Onlar şimdi bütün kıtalarda; Dakota’da, Amazonlar’da, Honduras’ta, Peru’da, Şili’de, Chiapas’ta, ZAD’larda, Hambach Forest’de, Bask Dağlarında, Alakır Nehri’nde, Karadeniz’de, Kazdağları’nda… yeryüzünün özgür geleceğini anlatıyorlar.