Türkçe | Français

Bu geze­genin ekseni yerinden çık­tı. Ben artık uza­ylıların gelmesi­ni bek­liy­o­rum. Gelsin­ler beni götürsünler.…

Uçak­tan bile ödüm pat­layan ben, yemin eder­im ki gide­ceğim! Hat­ta, geri gelmem imkan­sız olsa bile… Kararlıyım.

Tamam canım, hemen panik olmayın, delirmed­im. Çocuk­luğum­dan beri taşıdığım bir hay­al bu. Birkaç senedir bil­im kur­gu ede­biy­atının altın­dan girdim üstün­den çık­tım. Bütün zaman­ların en iyi bil­im kur­gu eser­leri­ni, antolo­ji­leri devirdim, iyi yazarların kötü dönem­lerinin kita­plarını bile okudum. Dünyanın değişik res­im­leri­ni görünce, gele­ceğin bin­bir çeşit yoru­mu­na dalın­ca, en akla gelmedik geze­gen­lerde cir­it atın­ca eski hay­aller can­landı tabii ki.

Her şey bir ara yaşadığım, çatı katı daire­sine taşındığım­da başladı. İlk gece, yan binanın hava­landır­masın­dan gelen derin bir mırıltı uyku­mu cid­di şek­ilde kaçırdı. Elin mahkum uyuy­a­cak­sın… Bir uzay gemisinin kabininde olduğu­mu hay­al etmek, can sıkıcı dip gürültüsünü affet­meme yet­ti. Her gece aynı hay­aller­le uykuya dalın­ca fena halde havaya girdim ve bana bir “kalkgit” gel­di ki anlatamam.

Ner­eye bak­sak iflah olmaz bir karan­lık. Hatır­larsanız, Ten­ef­füs yazıları dizisinin ilk makalesinde şöyle yazıy­or­dum: “Varol­manın dayanıl­maz hafi­fliği­ni artık kolay kolay hissedemiy­oruz değil mi? Dünyanın taham­mül edilmez ağır­lığı hep­imizin üzerinde çünkü… Pan­de­mi, gün­deme otu­ran savaşlar ve görmeme­z­lik­ten geli­nen savaşlar, talan edilen biri­cik geze­gen, sömürü, hak­sı­zlık, sefalet, açlık içinde kıvranan toplum­lar, şid­det, nefret, öfke… İns­anl­ığın karan­lık yüzü her döne­meçte karşımıza çıkıy­or. Size iti­raf ede­bilir­im, ben­im bu kap­kara gökyüzü altın­da nefes­im kesiliy­or. Yorgunum. Yorgunuz…”

Bu “terk” arzusu, gün geçtikçe daha da güçleniy­or. “N’olur gelin alın beni artık!”. Amma mac­era olur­du hani! Ama bir tür­lü gelmiy­or­lar ki… Bunun Loto’­da kazan­mak­tan daha düşük bir olasılık olduğu­nun farkın­dayım. Ama işte elde değil. Hay­al motoru çalış­maya başladı mı gel de durdur.

uzay espace naz oke drawing dessin

J’é­tais juste de pas­sage…” (Sadece geçiy­or­dum), 2010, Naz Oke. adoptart.net

Bil­im kur­gu roman­ları­na bak­tığım zaman, şu anda içinde bulun­duğu­muz yıl­ları tah­min etm­eye çalışan 50’lerin, 60’ların yazarlarının oldukça yanıldığını görüy­o­rum… Dünyanın poli­tik, ekonomik, sosyal gelişmesinin tah­minin­de­ki yan­lışlar çok ilginç. Özel­lik­le soğuk savaş döne­minde, o günün jeopoli­tik duru­mun­dan yola çıkılarak yapılmış sosyal bil­imkur­gu­lar­da­ki öngörüler, bugün dünyanın geldiği nok­tadan çok fark­lı, bam­baş­ka yön­lere giden öngörüler içeriy­or çoğu zaman… Bugün yürek karar­tan gerçek­ler ne kadar berbat­sa, bun­lar o kadar eğlenceli. Şim­di gün­dem dışın­da durup azcık nefes alalım diye yazdığım bu ten­ef­füs yazısın­da jeopoli­tik cid­diyetine girmeye­lim, baş­ka bir örnek verey­im… Beni çok güldüren bir şey var: herkes deli gibi sigara içiy­or. Uzay gemisinde, keşfedilen geze­gende, hat­ta oksi­jen­siz geze­gene kuru­lan kam­pın cam fanusu içinde… Hal­bu­ki artık toplu yer­lerde bi tane bile tüt­türemiy­oruz. Al sana bir yanlış…

Bana evde de sigara yasak. Bir tane yak­mak için bahç­eye çık­ma cezam var. Bahçede dumanımı üflerken, göz­ler­im hep gökyüzünde. “Şim­di şuracığa ini­versel­er” diy­erek bir sigara içi­mi senary­olar yazıy­o­rum ken­di kendime. Amerikan film­lerinde çoğun­luk­la ya Man­hat­tan’a ya da Amerikan köy­ler­ine gelir­ler. Eh, bu ben­im filmim olduğu­na göre ben­im köyüme inmeleri normal…

Süper bir mac­era olur­du, evet… Olur­du da, bazı şeylere aklım takılıy­or… Mesela, uzay gemi­sine binip gide­ceksin, hem de bel­ki geri dön­mek yok. Artık yol­u­na yeni bir yaşam kura­bile­cek geze­gen çıkana kadar git babam git. Kaderde yola çık­mak varsa, geze­gen meze­gen bula­madan senel­erce sabret­mek ve hat­ta uzay yol­ların­da mef­ta olmak da var. Sorun şu ki, ne kadar bekleye­ceği­ni de bilme­den çık­tığın bu yol­cu­luğa yanın­da ne götürürsün? Baga­jlar uçak­ta bile 20, olmadı 35 kilo­y­la sınır­lı. Uzay gemisinde daha beter ola­cak­tır kesin. Öyle iki göz bir ev filan hay­al. Atıl­gan’ı hatır­la bakalım… Bir kabin, bir yatak, açılır kapanır bir masa ve bir köşede iki kapılı uydu­ruk bir dolap. Eviye altı dolap­tan bile küçük! “Issız adaya giderken yanın­da götüre­ceğin üç şey nedir?” diye salakça bir soru vardır. Aynı kalemde… Uza­ya giderken ne götürürüm? Büyük boy mar­ka val­izi hara güre doldur­mayı unut. O Mel Brook­s’un Space­balls fil­minde mümkün, gerçek hay­at­ta değil!

Senel­erce birik­tirdik­ler­im­iz ne ola­cak? Hiç hay­atımız olmamış gibi arka­da bırakıp git­mek mi var kaderde? Fotoğraflar? Bebe­lik res­im­leri, aile, eş dost, eski sevgilil­er… Eski VHS, beta, 8mm kayıt­lar? Mis­afir ya da assolist olarak boy gös­ter­diğimiz düğün dernek vide­o­ları… Değerinden değil yüreğimize işlemiş bir hikayesi olduğun­dan atmaya kıya­madığımız küçük­lü büyük­lü eşyalar… Eski sevgilim­in 15 yıl son­ra­ki rast­laş­ma­da avu­cuma kay­dırdığı Zip­po; bir diğerinin hediye­si olan kalp şek­lin­de­ki gümüş yüzük, ki verirken nel­er neleeer demişti; genç­lik aşkımın mendili; ilk flörtüm­den okul yol­un­da yürüt­tüğüm artık yaz­mayan tüken­mez kalem; baba­ma ait sak­ladığım tek şey: kır­mızı kaza­ğı, ve en sevdiği kra­vatı; dayımın içi boş gözlük kılıfı; anne­min bana devret­tiği incik bon­cuk… Taşın­madan taşın­maya peşimiz­den sürük­lemişiz hep­si­ni. Ne yap­malı bun­ları ha? Kabinin nere­sine sığdıra­bil­i­riz ki? Annean­ne­min elceğizi ile ördüğü dan­tel­leri, teyzemin özen­le işlediği masa örtüsünü, ütü­leyip kolalayıp kabinde­ki acil çağrı ekranının, bil­gisa­yar klavyesinin üstüne falan mı koy­malı? Anne­min çey­izin­den kalma türk işi yor­gan min­i­mal odanın min­i­mal yatağı üzerinde sırıt­may­a­cak mı?

Uzaylıları beklerken

Eşim­le ilk yazış­malarımızın çık­tıları; gözümün nuru ceza­e­vi mek­tu­pları, tüm o eski mek­tu­plar ne ola­cak? Han­gi çek­me­c­eye gire­cek? Kızımın bebek­lik ayakkabısı, çocuk­luk şah­e­ser­leri, imla yan­lışlı minik not­ları? Ben­im ruh bozuk­luğu yazılarım, res­im­ler­im, kalem­ler­im, boy­alarım, yeri gelir diye sak­ladığım ren­kli kağıt­lar, kar­ton­lar, kur­delel­er, bon­cuk­lar, çiçek­ler? Peki kita­plarım? Son­radan gör­müş­lerin dey­i­mi ile “metrel­erce” kitap ne olacak?

Hadi bun­ları geçe­lim. Diye­lim ki seçtik eledik, bun­ları yanımıza sanal olarak aldık, hatırasını beyn­i­mize kazıdık… Gün­lük eşyalar da var. En temel gereksin­im­leri düşünün, iki üst, iki alt, bir çift ayakkabı, iki kilot. Bu kadar­cık eşya ile yaşan­abildiği­ni deney­im­led­im. Gayet güzel yaşanıy­or. Gerisi fuzuli tüke­tim… Peki tükenir malzemel­er nasıl halledile­cek? Sabun­du, şampuandı…?

Bun­ları da elek­ten geçirdiğimizi farzede­lim. Uzay gemisinde ekip baş­tan ayağa giy­diriliy­or diye­lim. Tayt üstüne logolu tünik, suni deri bot­lar, aynalı kemer. Çarşaflar, havlu­lar şir­ket­ten olsun… Bu ara­da umarım ki bir duş kabi­ni mev­cut­tur. Öyle ışın­lar­la mışın­lar­la yıkan­mak bizi kesmez.

Ver­ilen servis dışın­da bazı özel konu­lar var… Bun­ların çözümü de ev sahip­lerinin kim olduğu­na bağlı. Uza­ylıları düşününce hep iki ayak üstünde duran, bize ben­z­er yaratık­lar olarak hay­al ediy­o­rum ben. Yani “ümit” ediy­o­rum. Genelde biz­im fizik­sel yapımız­da, ben­z­er kaygılara sahip yaratık­lar olduk­larını düşünüy­o­rum. Böyle ola­cağı ne malum ha?

Uzaylıları beklerken alien

Mesela diş fırçala­ma vaziyeti nasıl ola­cak? Hadi fırça dediğin küçücük şey ve birkaç düzine sığıştırdık bir köş­eye, önümüzde­ki 100 yıl için. Diş macunu o zaman? Bana diş macu­nunu kim vere­cek? Yeni ev sahibim Alien mi? Yaratık­ta diş bol, hep­imiz yakın plan ve ağır çekim inceleme şan­sı­na sahip olduk. O iç içe diş­lerin rengine ve salya sümüğe bakılır­sa, arkadaşın pek öyle günde üç defa diş fırçalıy­or­muş gibi bir hali yok.

Bende bir de miy­opluk var. Lens takıy­o­rum yıl­lardır, şu ayda bir atılan­lar­dan… Bakalım uza­ylılar lens imal ediy­or mu uzay gemisinde? Şişe şişe ilacı da var bunun. Bu kadar sene son­ra yine gözlüğe tal­im etmek mi gerekiy­or? Tamam öyle olsun. Peki­i­ii, gözlük­ler kırılır­sa ne yapacağız? Miy­op miy­op uzay gezilir mi? Uza­ylı yaratık­lar bu derdi­mi anlar mı? Roswell’i kesip biçtik ama o koca göz­lerin miy­op olup olmadığını öğren­emedik. Sor­duğum soruya bak, Roswell ve arkadaşları miy­op olsa ne yazar? Servis tabağı gibi koca lens­leri kır­pıp kır­pıp kendime lens yapa­bilir­mişim gibi… Bel­ki şansa köste­bek­ten evrilip mede­nileşmiş bir ırka denk düşerim…

Krem konusu da var mesela, ilgile­nen­ler için… Sabahın nem­lendiri­cisi, gecenin kırışık­lık gideri­cisi, göz altı, boyun, karın, selülit. Aranız­da kul­lanan vardır bir ihti­mal. Eeee, yine yanımız­da götüremediğimize göre, bu konu biz­im için çok önem­liyse ET’nin tay­fası­na katıl­mak­ta fay­da var! ET o zaman­lar çocuk­tu, gençti, şim­di büyümüş iyice de buruş­muş­tur. ET’nin kre­mi bize ade­ta lift­ing olur! Ya da, krem falan yok­tur, o zaman da ET’nin mem­leketlilerinin yanın­da zat­en kırışık­lık­larımız biz­im bile gözümüze bat­maz zaten.

Uzaylıları beklerken

Dün Pan­do­rum filmi­ni seyrediy­or­dum. Extra-uzun yol yapan Ely­si­um gemisinde en azın­dan traş konusunu hal­let­tik­leri­ni gözlem­led­im. 900 yıl­lık kış uykusun­dan uyanan genç adam bildiğimiz traş bıçağı yer­ine, mavi bir ışık yayan bir traş bıçağı ile sakal konusunu kap­atıver­di. Bileyli pro­fesy­onel ustu­raya taş çıkar­tan sinekkay­dı traşı görünce, bari bu konu­da içim rahat etti.

Bak bir­d­en aklı­ma gel­di! Saçlar ne ola­cak? Saçını boy­ayan­lar boy­ayı ner­den bula­cak? 3 haf­ta­da bir uğraştırır, ilacı, tüp boy­ası, eldiveni, kre­mi… Yol­cu­luğun ne kadar süre­ceği bel­li değilse insan yanı­ma kaç kit almalı ki? Şim­di aranız­dan bir­i­leri diye­cek ki “beya­zlar­la dolaş­mak bir yana, elin uza­ylısının, saç dibi 4 cm duru­munu görüp ‘aaa bak, boy­ası gelmiş’ diye dediko­du etme­sine hiç taham­mül edemiyci­i­im!”. Saçımı nasıl kuru­tu­rum? 3500 Wat­t’lık koca Tur­bo-Pro kurut­ma maki­nesi­ni mini-uzay-val­izinin nere­sine sok­malı? Bu çoook gerek­li dökün­tüler avuç içi boy kabinin nere­sine sığa­cak? Uza­ylının saçlısı varsa ne ala. Saç değilse kıl da olur, tüy de. Taran­tu­la DNA’lı dost­lara rast­larsan bir şans var. Yeter ki insan kadar dış görünüş mer­ak­lısı olsun. Bir de tabii ki şam­puanı sül­firik asit esaslı falan olmaya…

Hadi diye­lim güzel­lik tasasını da bir yana koy­duk, kırışık­lık­larımı­zla, beya­zlarımı­zla yaşa­maya, gözlük tak­maya razı olduk, makya­jı falan bırak­tık; peki petek doku­lu, kanatlı hijyenik ped duru­mu nasıl hal­lo­la­cak? Anagem­i­nin süper­mar­keti var mı? Süper­mar­kette ped bulunur mu? Okuduğum yüzlerce kitabın, gördüğüm yüzlerce filmin bir taneciğinde bile bu konuya değinilmemiş. Octo­pus halkının uzay gemi­sine bindik hoplaya zıplaya. Kibar yaratık­lar diye sevin­dik. Kabin arkadaşımızın aylık dönem­lerinde bazen migreni tut­tuğunu öğren­ince onu kendimize yakın his­set­tik. Sek­iz ayak­lı oda arkadaşımızın verdiği Orkidus’u evirip çevirip, bu nasıl bir yap-boz­dur diye bakıp kalmay­a­cak mıyız? Strese bak!

Uzaylıları beklerken

Uza­ya özel sağlık sorun­ları da var. Kemik­lerin ve kasların zayıfla­ması, kalp ve damar­lar­da çık­a­bile­cek sorun­lar, kapalı devre su ve hava dolaşımın­dan doğa­bile­cek prob­lem­ler, aler­ji, bağışık­lık ve beslen­me sorun­ları, duyu ve hareket zor­luk­ları, yol­cu­luk şart­ları ve kapalı mekan­da yaşa­mak­tan kay­naklan­abile­cek davranış bozuk­luk­ları ve psikolo­jik sıkın­tılar vs… Wall-e’nin yürüye­meyen tombul insancık­ları­na ben­ze­mek de var. Şöyle bir düşünüy­o­rum da, iki kere par­mak­ları ağrıdı diye rom­a­tiz­ma paniği yaşayan­lar, bun­lar­la nasıl başa çık­a­bilir acep?

Biz yine olum­lu insan ruh hal­im­ize dönüp, yoldaşımız uza­ylıların gelişmiş teknolo­ji­ler­ine güvene­lim, iyi niyet­ler­ine inanalım. Mavi ışık­lı traş bıçağını kul­lanalım, mucize­vi revir­lerinde bütün hastalık­larımızı iyileştirsin­ler, bir aşı ile ebe­di olarak 20 yaş yüzümüze ve ener­jimize kavuşalım,  saçımız 5 dakika­da iste­diğimiz boy, mod­el ve renk, bir elek­tron­ik fırça darbe­siyle tır­naklarımız kır­mızı falan olu­versin…  İmkanl­arınd­an fay­dalanırken hain plan­ları­na yem olmay­alım. Beleşe bu iyi­lik­leri yapan uza­ylı dost­ların kült V dizisin­de­ki gibi, asıl planı bizi tencer­eye besili atıver­mek olan kertenkelel­er ola­bile­ceği­ni hesa­ba kat­may­alım. Olum­lu düşüne­lim, olum­lu hay­al kuralım.

Aslın­da boşu­na bek­liy­o­rum. Gele­cek­leri yok. Ne yap­sın yaratlık­lar? Değil baş­ka dünyalar­dan mis­afir kab­ul etmek, daha bir­biri ile anlaş­mayı becere­memiş insan­ların arası­na iniş yap­mayı kim ister? Yolu dünyaya zora­ki düşen iyi niyetli uza­ylıya da şim­di biz Dis­trict 9’da­ki gibi üçüncü sınıf insan muame­le­si de eder­iz. En kötü, en pis, en zor işleri yap­tırır, organ­larını çalar, tecavüz etm­eye kalkar, fut­bol takımı taraftarı yap­maya zor­lar, küfür öğre­t­i­riz, sün­net etm­eye çalışırız.

Lüt­fen Net­flix’e erişi­miniz varsa, üç robo­t­un post-apokalip­tik dünyamıza indiği ve popo­muzu kur­tar­mak için gir­iştiğimiz son çabaları incelediği “Love, Death and Robots” üçüncü sezo­nunun ilk bölümü olan “Üç Robot: Çıkış Strate­ji­leri“ni izleyin. Komik ve bir o kadar da gerçek…

Gelme­zler tabii ki.

Yok, ben gene de bekliyorum.

Evet, vur­dusu kırdısı, bir­biri­ni yedisi, kini, hırsı var insanın, ama bunun yanın­da sevgisi var, şiiri var, sanatı var, güzel­lik­leri var. Bel­ki bunu görüp umut­la dünyaya gele­cek birkaç uzay saftir­iği çıkar. Kardeş kardeş yaşay­alım, bir­bir­im­izin kültür­leri­ni tanıyalım, teknikleri­ni pay­laşalım… Bun­lar kur­duğu­muz hay­alin kre­ması olsun, gemiye bin­erken çek­ile­cek üni­for­malı hatıra fotoğrafı da kre­manın üstün­de­ki çilek. Nasıl­sa bedava…

Şim­di bahç­eye gidiy­o­rum, pek uza­ğa değil… Gidiş günü geldiğinde, gemi kalka­rken, rıhtım­da boynu bükük bana mendil sal­la­mayı unut­mayın…


Bu makale güncellenmemiş hali ile 2011 yılında Hillsider dergisinin 62. sayısında yayınlanmıştır.

Başlık res­mi: Uza­y­da 2022, Naz Oke. adoptart.net

Kedistan’ı destek­leyin, bağışlarını­zla yaşatın

Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.