Gereksinim duyunca göz attığımız, ya da gözümüzün önünden ayırmadığımız bir nesne var: takvim. Duvarda, masanın üzerinde, çekmecede, olmadı cüzdanın bir köşesinde, illa ki her evde bulunur. Klasik, nostaljik, vintage ya da trend… Ama baştan uyarayım, telefonlarımızı, bilgisayarlarımızı kuşatan dijital kısmına hiç girmeyeceğim… Eminim ki, en “bağlı nesne” meraklılarının bile bir köşesinden bizim takvim çıkacaktır…
Peki, soruyorum size, yeni bir seneye girerken, sizin takviminiz hangisi? Üzerinde yün yumağı ile oynayan pamuk tüylü kedi yavrusu olan takvim mi eşlik edecek size tüm bir yıl boyunca? Yoksa güneş batımında bildik bir dağ manzarası mı? Kim bilir, belki de bir uygulamanın reklamına kapılıp oniki aile fotoğrafını aylara serptiğiniz takvim… Sizin gönül kelebeğiniz hangi takvime konarsa konsun basımevleri ve promosyon ürünü imalatçıları takvim sayesinde yıla iyi başlıyor olmalı…
Sevgili Vikipedi’miz, şöyle tanımlıyor takvimi: “Takvim, zamanın yüzyıl, yıl, ay, hafta ve gün gibi parçalara bölünüp düzenli bir sırayla gösterildiği çizelgedir. Sosyal, ticari, dini ya da idari amaçla günü organize eden bir sistemdir. Takvim organizasyonu, zamanı dilimlere bölerek gün, hafta, ay ve yıl gibi isimlendirerek yapılır. Takvimde süreler, güneş ve ay döngüsü gibi bazı astronomik olayların çevrimi ile eşitlendiği gibi hasat zamanı, suların yükselmesi ve çekilmesi gibi doğal olaylar üzerinden de belirlenebilir. Birçok uygarlık ve toplum kendi özel ihtiyaçlarına uygun modelli takvimler geliştirmiştir. Dünyada en çok miladi ve hicri takvimler kullanılır. Miladi takvim, İsa’nın doğumunu başlangıç olarak alır, ve güneş’e göre hazırlanmıştır. Hicri takvim ise Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçünü başlangıç olarak alır.”
İlk takvimlerin Babil’de ortaya çıktığını öğreniyoruz. Bunlar kameri ayı, yani birbirini izleyen iki dolunay arasındaki 29,5 günlük dönemi temel alan bir sistemmiş. Bu döngüye göre 365,24199 gün olarak gözlemlenen ortalama güneş yılından daha kısa, 354 günlük bir ay yılı, yani “kameri yıl” ortaya çıkmış.Güneş yılına dayalı takvimi ilk geliştirenler ise, eski çağ Mısırlılarıymış. Mısır’da yaşam Nil taşkınlarının etrafında dönüyormuş. Mısırlılar takvimlerini gece en parlak yıldız olan Sirius’un, her yıl Nil’in taştığı zamanlarda, gün doğumundan hemen önce parlaması ile yapılandırmışlar. Mayalar da zaman kaydı tutmakla ilgileniyorlarmış ama takvimlerini yıllık bir periyotla ilişkilendirmemişler ve hem geçmişe hem de geleceğe yönelik bir takvim sistemi kurmuşlar. İlk ay takvimi ise Sümer’lerden geliyormuş.
Modern takvimlerin temeli ise 8. yüzyılda atılmış ve bunlar M.Ö. 46 yılında Jül Sezar tarafından kullanıma sokulan Jülyen takvimine dönüşmüş. Jülyen takvimi, son şekline M.S. 8 civarında, imparator Augustus döneminde kavuşmuş.
Oniki hayvanlı çin takviminden tutun, hicri, rumi, celali takvimlere, ay ve güneş takvimlerine kadar bir çok çeşit mevcut. Değişik kültür ve toplumların kendine özgü ve özel kullanımlı takvimleri var. Her toplum kendi takvimini oluştururken kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak kullanmış. Romalılar Roma’nın kuruluşunu, Müslümanlar Hicreti, Hrıstiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç saymış.
Anneannem ben küçükken, “1325’de doğdum” dediğinde gözlerimi koca koca açarak kaç yüz yaşında olduğunu hesaplamaya çalışırken, nesil farkının takvim karışıklığına yol açtığını ve mutfak duvarında asılı olandan başka takvimler olduğunu öğrendiğimi hatırlıyorum… Şimdi anneannemin asıl doğum tarihini bulmak için işlem yapmayalım isterseniz. Biz yine hayat yolundaki arkadaşımız takvime dönelim.
Ekşi Sözlük’te takvimle ilgili çocuk sözlerini okurken 10 yaşındaki Mehmet’in saflığına bayıldım. Takvimi şöyle tanımlamış :
“Takvim, mesela anneler takvime bakmazsa yarın olmaz, ondan anneler her gün takvime bakar. Bi de yukarılara asılır”
Mehmet’in annesinin “yukarılara” astığı takvimler birkaç çeşit. İlk aklımıza gelen Saatli Maarif Takvimi elbette. “Şu objeleri hatırlıyorsanız yaşlanmışsınız demektir” cümlesi ile başlayan listelerde, daktilo, merdaneli çamaşır makinası ve kasetin yanında duran bir takvim bu. Bir klasik…
Karton yüzeyin üzerinde bir blok, kenarlarından yapışmış bir sene kalınlığında “koparmalık yaprak”. Parmağınla bir köşeden tutup “cırt” diye koparıyorsun ve Mehmet’in dediği gibi “yarın oluyo”. Bu hayati yırtılma noktasında olumlu ya da olumsuz ruh durumuna göre “işte yeni bir gün başlıyor” diye sevinmek ya da “vay be, bir göz açıp kapamada bir gün daha geçti” diye dertlenmek, size kalmış.
Saatli Maarif Takvimine dönelim. Yapraklar arkalı önlü, bize her gün bir takım bilgiler veriyor. Hicri takvime göre günün tarihi, (nedense!) Ankara ve İstanbul’da güneş doğuş ve batış saatleri, günün ne kadar kısalıp uzadığı gibi… O gün doğacak çocuğa verilecek isimden, özlü sözlerden tut, yemek önerileri, tarifleri, mevsim ve iklimle ilgili bilgiler, pastırma sıcakları, kocakarı soğukları, namaz saatleri, günün tarihi bir anlamı varsa o, arkası yarın hikayeler, ve pek de komik olmayan fıkralar… Yani yok yok. 1860 yılında Hacı Kasım Efendi’nin basıp satmaya başladığı Saatli Maarif Takvimi, bugün 161 yaşında ve hala basılıp satıldığı gibi, interneti çorba gibi karıştırırken bir de bakıyorum ki uygulama bile yapılmış! Hayatımızın yaprak yaprak uçup gittiğini gözümüze gözümüze sokan bu takvim modeli başka isimler altında da çıkmış ortaya… Aslı siyah-beyaz o bildik sayfacıklara renk de girmiş…
Başka bir model: Her aya bir sayfa ayrılıp, her sayfaya bir fotoğraf, bir resim yakıştırılan takvim. En yaygın duvar modeli. Sanat fotoğrafları, ressamların eserleri, dövlet böyyüklerinin suretleri, tarihi ve turistik yerler, dağ bayır, doğa, manzara, hayvancıklar, çıplak fotoğraflar, çizgi roman kahramanları, futbol takımları yanında, çoğunlukla reklam amaçlı olduğundan hazır giyim, iç çamaşırı, beyaz eşya, otomobil, motor, ekmek, makarna, ve aklınıza gelebilecek herşey…
Bütçe küçüldükçe boyu da küçülüyor. İyice ucuza çıkması için de dört sayfaya indirgenip her yaprağa üç ay sığdırılıyor.
Duvar takvimlerinin de “müesseseleşmişleri” var. En ünlüsü Pirelli. 1963’te lastik üreticisi Pirelli, markasının reklamını yapmak için bir takvim çıkarmaya karar vermiş. Proje bir yıl sonra gerçekleşmiş ve ortaya otomobil sektörü ile birebir ilgisi asla ve asla olmayan bir takvim çıkmış. O zamanlar tamir atölyelerinin en dip duvarlarına pin’up takvimler raptiyelenirmiş. Pirelli’nin takvimi bunlardan çok farklı. Pirelli ilk sayıdan itibaren en iyi fotoğrafçılarla çalışmayı seçmiş, Brian Duffy, Norman Parkinson, Bert Stern, Herb Ritts, Annie Leibovitz gibi… Ve sonuç estetik bir çıplaklık olmuş.
Takvim her yıl farklı bir tema işliyor ama ana malzeme daima kadın. Bu kokteyl 60’lı yılların genel havasına cuk diye oturmuş. Bir takım özgürlük rüzgarlarının esmeye başladığı seneler; mini etek, pop müzik… Elbette cinsiyetçiliğin her alanda varlığını sürdürdüğü yıllar bunlar… Top modellerin parladığı yıllar olan 90’larda Cindy Crawford, Naomi Campbell, Chrity Turlington “Pirelli güzelleri“ne katılmış. Örneğin 2002’de Amerika Birleşik Devletleri teması işlendiğinde, ülke başkanının yeğeni Lauren Bush poz vermiş.
2016’da fotoğrafçı Annie Leibovitz estetik kaygısı belli standartlara hapsolmamış bakışı ile “gerçek” kadınları 12 aya taşımış. 2018’de içlerinde Naomi Campbell, Sean Combs, Whoopi Goldberg de olduğu siyahi kadınlara yer verilmiş
1974/84 yılları arasında bir boşluk olmuş. Petrol krizinden oldukça etkilenen Pirelli takvim çıkarmamış. Ha bir de, Pirelli takvimleri çok az sayıda basılıyor. Toplam 40.000 adet ! Bunun sadece 1000 tanesi Fransa’da dağıtılıyormuş. Türkiye’ye girip girmediğini bile öğrenemedim. Elinde olan, parmak kaldırsın! Takvimler sene başında, kim oldukları neye göre belirleniyorsa artık onu bilemem, “en iyi müşterilere” ve “bedava” yollanıyor… Ama koleksiyoncular tarafından kapışıldığı için açık artırmalarda fiyatları binlerce dolara ulaşabiliyormuş.
Benzer bir örnek de Fransız iç çamaşırı markası Aubade takvimleri. Bunlar da birer koleksiyon parçasına dönüşmüş durumda. Özellikle 2007 senesininkini sayabilirim: 2000’lerin başında, her birinde bir “ders veren” siyah-beyaz Aubade afişleri çok ilgi çekmişti ve 2017 takvimi için bir seçki, 12 aylık bir “öğütler derlemesi“ne dönüştürülmüştü… Yüzü aşkın “ders” afişi var. Örneğin, sütyen askısının omuzdan hafifçe kayarak düştüğü bir fotoğrafın bulunduğu afişte “Ders N°10 : Tuzak kurmak ve beklemek” spotu bulunuyor.… Ders N°3’te oldukça kapalı bir iç çamaşırı dergileniyor: “Yoluna engeller koymak”…
Pirelli, Aubade derken, simdi hemen cinsiyetçilik üzerinden kızmayın ama… Son on yıllarda yine Fransa’da moda haline gelen bir akımdan da bahsetmeden edemeyeceğim. Birkaç sene önce basket ve rugby oyuncusu yakışıklılar top model rolüne bürünüp çıplak poz verdikleri takvimleri piyasaya sürdüler. Genelde gelirini yardım derneklerine bağışlayan bu takvimler oldukça “beğeni” gördü. Ardından itfaiyeciler, postacılar da, hmmmm, şöyle söyleyelim ; aynı işe soyundu. Sonra başka gruplaşmalar oldu, bir klübün tenis oyuncuları, bir sokağın tüccarları espri olsun diye takvimler yaptılar. Ve duvarlar bilimum cıbıl erkeklerle doluverdi… Bizim memlekette bu medeni cesareti gösteren zor çıkar. Türkiye uyarlamalarını ben artık sizin hayal gücünüze bırakıyorum…
Pekiii, cüzdanınızın bir bölmesindeki kartvizit şeklindeki takvimi değiştirdiniz mi? Geçen yılınki, sokağın köşesindeki eczaneden geliyordu. Bu yılınki nereden? Aslında öyle pek sık çıkarıp bakmayız o minik takvime, ama illa ki her çantada bir tane bulunur. Özellikle ajandasız yaşayanların çantalarında… Kırk yılda bir lazım olunca birden hatırlanır. Filanca ayın, filanca tarihinin ne güne geldiğine bakılıp yerine konur…
Gelelim masa üstü takvimlere. Şimdi hemen “En tanrıçası, ahşap altlığın üzerinde iki delikli sayfaları olan, ajanda ile takvim arası modeldir” diyeceğim. Çünkü ben bu takvimlerden vaz geçemedim bir türlü… Hangisi olduğunu hatırladınız mı? Sayfalar demir halkalara iki deliğinden geçirilir. Her gün bir sayfa çevrilir. Sağ sayfada tarih vardır. İçinde bulunduğumuz ay ile bir sonraki ay, minicik harflerle tarihin iki tarafında yer alır. Boş olan sol sayfaya not yazılır. Sene başında bütün sayfalar sağ tarafta blok haldedir. Günler geçip, sayfalar çevrildikçe iki taraf eşitlenir. Sene sonunda ise 31 Aralıktan sonra eklenmiş birkaç sayfa bizi Ocak ayının ilk günlerine kadar taşır… Müdavimi Ocak başında panik halinde yeni bir blok satın alır… Bazen not alınacak kağıt bulunamadığında, geçmiş tarihlerden bir sayfa tesadüfi olarak aradan koparılır. Arkasına yazmadan önce illa ki hangi tarihe denk düşmüş diye de bir bakılır. Yani ben öyle yapıyorum. Yalnız değil miyim?
Üçgen prizma takvim, masa üstü takvimlerin en yaygını olmalı. Büro üzerinde fazla yer tutmayacak şekilde durduğu, ve görmesi kolay olduğu için pratiktir. Haziran ayından sonra sayfaların arka tarafları çevrilir… Reklam amaçlı olarak en çok kullanılan diğer modeldir. Bu formülde sunulan o kadar çok çeşit var ki… Son senelerde 365 nefis fotoğrafı evinize, işyerinize getiren takvimler hayatımıza hoşlukla girdiler. Örneğin National Geographic’in en güzel fotoğrafları bir araya getirdiği takvim… Farklı temalarda albüm gibi hazırlanmış bu takvimleri sene sonunda ortadan kaldırmak iç acıtır. Ama zaten etliye sütlüye dokunmadığı ve genelde beğenildiği için yanılma payı düşük, kolay ve doğru bir yeni yıl hediyesidir. Daha eskisini kapatmadan yenisi birileri tarafından eninde sonunda hediye edilir… Ve yeni bir 365 gün turu başlar.
Takvim yalnız kağıt, karton değil elbette… Kumaş, metal, plastik, ahşap.… Bez takvimleri hatırlayın. Sümerbank’ınkiler örneğin. Bir minyatür, bir resim altında yeni seneniz… Mutlu yıllar ! Eski radyonun üstüne çok yakışan teneke takvimleri unuttuk bile değil mi ? Gün, ay ve haftanın yedi gününü rulolar halinde içinde saklayan küçük kutucuk. Düğmelerini çevirerek minik pencerelerinde günün tarihini ayarlıyorduk hani… Ya da kutucuk iki ayak üzerinde mafsallarla monte edilmiştir ve döner. Her dönüşünde içindeki minik karton kartlar birbirinin üzerinde kayar. Ve penceresinde sayılar 31’e kadar birbirini izler. Şubat ayının sonunda üç, dört kere ararda döndürülür…
Küp takvimi hatırlayanınız var mı ? Zamanın modasına göre süslenmiş bir taşıyıcı üzerinde, iki küp vardır. Küplerin her bir yüzünde de sayılar. Günün tarihine uygun düşen sayıları yan yana getirmek de size kalmış. Bunlar eskinin “interactif” takvimleri, çünkü tarihi kendi elceğizinizle ayarlarsınız… Bir tane daha var ki, onu hala bazı dükkanlarda, iş yerlerinde görebilirsiniz: Duvara asılan plastik bir plaka üzerinde aylar, günler 1’den 31’e kadar da sayılar vardır. Genelde siyah, ince metal bir kareyi, plastik bandın üzerinde kaydırarak günü ilan edersiniz, bir diğeri ile ayı, ve üçüncüsü ile de tarihi…
Daha neler neler var.… Gazeteden çıkan yarım A4 formatındaki ince karton takvim. Annemin evinde bu modelden olup senelerdir yenilenen bir Balparmak takvimi vardır hep. Eski kol saatlerinin kadranındaki minik kare boşluktan görünen günün tarihi bir mini takvim değil midir ? Kurmalı takvimli masa saatini unuttuk mu ? Ajandanın içinde mutlaka bir ve iki sene sonrasının takvimlerini bulabildiğimiz bir sayfa yok mudur ?
Arabanın ön panosunda, ışıklı duvar tablolarında, mikro fırının ekranında… tamam tamam baştan söylemiştim cep telefonundan, bilgisayarlardan bahsetmeyeceğim diye…
Kısacası, adım attığımız her yerde günlerin geçtiğini bize hatırlatan bir yoldaşımız var. Kimilerimiz beklenen bir tarihin yaklaştığını hisseder, yani beklentilerimiz olduğunda yırtılan yaprakları sevinerek sayarız. Kimilerimiz bildik, sevimsiz bir tarihin üzerinden geçen günlere çarpı atar. Hani “Osman Kavala şu kadar gündür haksız hukuksuz tutuklu” ya da ne bileyim, “Boğaziçi Üniversitesi bu kadar gündür kayyuma direniyor” gibi. Misal…
“Zaman görecelidir” sözünü içinden geçtiğimiz yaşama endekslidir diye algılayalım bir an… Zamanın geçmesinde takvimin bir suçu da yok, marifeti de. O sadece “zamanın bürokrasisi” ile ilgilenen vefalı bir memur!
Takvim, ayaklarımızı bugüne basmamızı, dünü unutmamamızı sağlayan, iyi kötü bir geleceğin olduğunu işaret eden bir yol arkadaşı. Binbir çeşidiyle bugünümüze bir nebze eğlence ya da güzellik katıyorsa ne ala. Onu severek seçin. Ona güzel bir yer ayırın, sık sık bakın, sayfalarını çevirin, iyi davranın.
Senenin sonunda umutlu bir cümle ile bitireyim diyorum ama dünyanın başaşağı gidişatına baka baka umut çıtamız kayda değer derecede aşağılara düştü. Dileklerimiz bile mütevazılığın en alt sınırlarında geziniyor artık.
Yeni senenin eskisinden az buçuk iyi olması dileği ile…
Bu makale güncellenmemiş hali ile 2011 yılında, Hillsider derdisinin 61. sayısında yayınlanmıştır.