2008’de Thier­ry (Titi) Robin’in Kali Sul­tana albümü çık­tığı dönemde yayın­lanan bu röpor­ta­jı bu kez Kedis­tan okuyu­cu­ları ile pay­laş­mak istiyorum.

Devam niteliğinde ikin­ci bir yazı­da da, 2008’de kale­mi elime aldığım­dan bu yana, acı­ması­ca hızlı geçen zamanı Titi’nin nasıl güzelleştirdiği­ni anlat­a­cağım. O gün­den bugüne gerçek­leştirdiği albüm­ler­den, kon­ser­ler­den, hak­lı mücadelelere verdiği gönül desteğin­den, şiirsel dayanış­masın­dan bahsedeceğim.

Titi’nin ayak izleri­ni adım­la­mak, 13 yıl­da kate­dilen bir yol­un öyküsünü anlat­mak hiç kolay değil, ama size sözüm olsun! Bek­lerken siz de titirobin.net adre­sine tık­la­yarak onun kendine özgü dünyasın­da keşfe çık­a­bilir, Kedis­tan’da­ki kart­postal­larını okuyabilirsiniz…


Titi’nin müzisyenleri desteklemek için hazırladığı iki seçkinin, metinleri Fransızca ve İngilizce olsa da, playlistlerini Kedistan’da bulabilirsiniz. İyi dinlemeler.
Titi Robin • East and South, an ocean of beauty
Titi Robin : “Marre d’être invisibles”

Hadi gelin, bu eski yazıya yeniden can ver­m­eye müzik­le başlay­alım. Geçtiğimiz 21 Nisan günü Les Réso­nances Saint Mar­tin (Saint Mar­tin Tınıları) 2021 sezo­nun­da gerçek­leşen “Retour aux sources gitanes” (Çin­gene kay­naklara dönüş) kon­seri. Angers ken­tinin tar­i­hi merkezinde bulu­nan ve Fransa’­da en iyi korun­muş Karolenj döne­mi yapılar­dan, ayrı­ca gotik tarzının en güzel örnek­lerinden biri olan on beş yüzyıl­lık Saint-Mar­tin Kilis­esi kon­serin ev sahipliği­ni yapıy­or. Müzik sofrasını kuran­lar ise, 1993’te Gitans albümünün hemen ardın­dan bir­lik­te çalış­maya başlayan Titi Robin ve Rober­to Saad­na, sadık müzisyen dost­lar Fran­cis Varis ve Ze Luis Nasci­men­to. Bu 50 dakikalık şölene davetlimsiniz!

Titi Robin, Karadutum, çatalkaram, çingenem…

Titi’yi bek­liy­o­rum göz­ler­im kapalı… CD’leri müzik setinin yanın­da dizili. Gitans grubunun Payo Mich­to albümü çalıy­or. Udun tel­lerinde Titi’nin par­mak­larının gezinişi­ni hay­al ediy­o­rum. Nefes­i­mi tutuy­o­rum, yüreğimde bir duygu topu. İçinde sev­inçle acının bir­birine karıştığı top bir havai fişek gibi patlıy­or… Evin dört bir köşe­sine dünyanın dört bir yanı­na giden yol­lar açılıy­or. Küçük salon­um genişliy­or genişliy­or, köşel­er yuvar­lak­laşıp kay­boluy­or. Müz­iği ekmeğine katık eden kültür­lerin res­im­leri çiziliy­or duvar­lara. Bir renk çüm­büşü, bir baharat kokusu…

Ding dong ! Titi gel­di ! 25 yıldır güzel­liği arayan adam. Aynı arayışın peşinde, hay­at felse­feleri­ni, varoluş biçim­leri­ni müzik yoluy­la bir­birine aktaran kültür­lerin hep­sin­den bir parça taşıy­or ve hep­sinin vatan­daşı o. Ve işte kapım­da, 40 yıl­lık dost gibi yakın, alçakgönül­lü, çekin­gen, sıcacık. Salo­nun cam­lı büyük balkon kapısı­na bakıy­or: “Ne güzel, senin evin­den gökyüzü görünüy­or”. Bu gece evimin gökyüzü kare­si Titi için özel bir hediye hazır­lamış san­ki. Dol­u­nay ince­cik bir tül duvak ört­müş nazlı gelin yüzüne. Deniz dibi gibi oyalı oyalı… Balko­nun önünde uzanıp giden par­ka serin gümüşünü akıtıy­or. Sar­dun­yalarım, sarı gül­ler­im, zeytin ağacım selam­lıy­or mis­afir payo mich­to’yu. Mich­to super, extra, hari­ka demek­miş çin­gene dilinde… Payo ise çin­gene olmayan­lara denir­miş. Titi bir payo ama öyle böyle değil, pay­oların en michtosu !

Thier­ry Robin ile bir araya gelme­den önce bir yan­dan o güze­lim müz­iğinde yüzdüm, bir yan­dan da sanat hay­atı­na şöyle derin­leme­sine bir dal­mak iste­d­im. Onun­la bir­lik­te yürüdüm yürüdüm ve açıkçası nefes nefese kaldım. Titi oto­di­dakt bir müzisyen. “Eh, Street uni­ver­si­ty işte ! Nota oku­mayı bilmiy­o­rum, ilk parçam nota­landığın­da çerçeve­leyip duvara asmıştım. Üzerinde adım, altın­da o anla­madığım küçük siyah nok­tacık­lar… Ben­im için büyülü bir şey­di” diy­or. Titi, Fransa’nın batı böl­gesinde, 50’li yıl­ların sonun­da doğ­muş. İçgüdüsel bir şek­ilde kendine özgü bir müzik dünyası oluş­tur­maya yönelmiş. İfade susu­zluğu­na cevap vere­cek müzik dili­ni iç içe yaşadığı çin­gene ve doğu kültür­lerinde bulmuş.

Titi ud, buzuk ve gitar çalıy­or. Neden daha gence­cikken bu sazlara yöneldiği­ni mer­ak ediy­o­rum. “Ahhh, diy­or elleri­ni iki yana açarak, bu bir sır ! İns­an neden bir yöne, bir şeye doğru gider ? İçgüdüsel olduğunu biliy­o­rum ama bu yönelişin mut­la­ka bir anlamı, bir nedeni var. Bu anlam yaş ilerledikçe yavaş yavaş şekil­leniy­or. Yine de tam olarak yakalamış değil­im.”. “Çok sevdiğin ve çal­madığın bir enstrü­man var mı ?” diye sor­duğum­da şöyle cevap veriy­or : “Ses… İns­an sesi ben­im gözümde en saf ifade biçi­mi. Bu yüz­den sık sık şarkıcılara eşlik ediy­o­rum. Sözcük­ler de önem­li. Müzik yaparken de enstrü­manı unut­tur­maya çalışıy­o­rum. Virtüo­zluğun ben­im için özel bir değeri yok, yani din­leyicimin teknik yak­laşımı aşıp, ona bir şeyler anlat­mış olduğu­mu, onun­la konuş­muş olduğu­mu his­setmesi­ni istiy­o­rum. Bir de saz var çal­madığım. Saz beni çok etk­iliy­or ama hem alete hem de usta­ları­na saygım­dan eli­mi sür­müy­o­rum. Diğer tel­li enstrü­man­ları çal­ma tarzım­da sazın etk­isi­ni his­set­mek çok kolay.”

Daha World Music akımı ortaya çık­madan önce, yakın iletişim içinde yaşadığı iki dünyanın bileşi­minde kendine özgü bir yan­sı­ma bul­muş Titi, fakat tarzı fran­sız müzik ortamı tarafın­dan hemen anlaşıla­mamış. Arap ve roman şen­lik­leri ona müzik yak­laşımının etk­isi­ni den­eme­si için fır­sat olmuş. Bu çok zen­gin gelenek­ler­den esin­le­nen, tak­lit etmek­ten kaçı­narak, inat­la kendine özgü ve gün­cel müzik yol­unu arayan Titi’ye hemen her kon­serde yer­el sanatçılar eşlik etmiş. Önem­li isim­ler arasın­da fla­men­co sanatçısı Camaron de la Isla, Irak­lı ud ustası Munir Bashir’i saya­bil­i­riz. Türkiye’de de bir çok yol arkadaşı var : Okay Tem­iz, Gülay Hac­er Toruk ve daha niceleri…

80 yıl­larının başın­da, bugün de sürdürdüğü özel stili­ni edin­miş. 1984’de gitar, ud ve buzuk çalarak hintli tabla sanatçısı ile müzik yap­maya başlamış. Kon­ser­ler yanın­da, oryan­tal klüp ve restau­rant­lar­da, yer­el şen­lik­lerde de çalmış. Enstrü­man­tal reper­tu­arı ve doğaçla­ma tarzı yavaş yavaş ortaya çık­maya başlamış. Günümüzde zor bulunur bir kolek­siy­on parçası olarak değer­lendirilen albümü Duo Luth et Tablâ bu döne­min bir izi.

1987’de Angers ken­tinin sah­neleri ilginç bir grubun doğuşu­na şahit olmuş. Berberî Fas ritim­leri ile elek­tro-buzuk, rock bas, klar­net, gay­da gibi enstrü­man­ları bir araya getiren John­ny Mich­to, o dönemde fıkır fıkır kay­nayan rock müz­iğe yeni bir alter­natif olarak belir­miş. Fran­sız müzik­sev­er­ler bu yeni tarzı kab­ul­len­mek­te zor­luk çek­mişler ama kuzey Afri­ka asıl­lı din­leyi­cil­er grubu sıcak­lık­la karşılamış.

Hameed Khan’la yap­tığı ikili enstrü­man­tal çalış­malara par­elel olarak bre­ton şarkıcı Erik Marc­hand ile karşılaş­ması Titi’ye bre­ton kültürünün (Fransa’nın batısın­da ken­di dili, kültürü ve çok özel bir müz­iği olan Bre­tanya böl­gesinde yaşayan halk) zengin­lik­leri­ni kazandır­mış. Bu bileşim­den An Hen­chou Treuz ortaya çık­mış ve 1990’da Charles Cros Akademisi büyük ödülüne layık görülmüş. Ardın­dan üç sanatçı Trio Erik Marc­hand adı altın­da bir araya gelmiş. Reper­tu­arın büyük bölümü Titi Robin’in eseri. Grup sayısız fes­ti­valde ve gün­cel müz­iğe adan­mış kon­ser­lerde yer almış, ardın­dan 1991’de bir albüm çıkar­mış : An Tri Breur. İşin ilginç tarafı Hint tablası, lut ve bre­ton sesi bir araya getiren bu grubun bir fotoğrafı Uni­ver­salis Ansik­lo­pe­disinde World Music konusunu res­im­liy­or. Oysa Titi, bu ter­ime pek sıcak bak­mıy­or. Nedeni­ni sor­duğum­da, bu kat­e­go­rile­menin, derin bir etnik sınıf ayrım­cılığının işareti olduğunu söylüy­or. Yani jazz, rock gibi “batı” müzik tür­lerinin ege­men­liği­ni dile getirdiği­ni ve diğer müzik tar­zları arasın­da bir duvar oluş­tur­duğunu düşünüy­or. İns­anl­ar, kültür­ler bir­bir­leri ile iletişim halinde oldukça müzik tür­lerinin etk­ileşi­mi son derece doğal. Müzik­te­ki mele­zleşme bir değer yargısı olmak yer­ine yal­nız­ca bir gerçek, Titi’nin gerçeği… Amaç yaratıcılığın kay­nağını oluş­tu­ran duyguyu ifade ede­bile­cek sanat­sal biçi­mi bul­mak, ve gelenek­sel stilde veya yer­leşmiş kural­ları yıka­cak şek­ilde iletmek.

Bu çalış­maların ud sanatçısı olarak ortaya koy­duğu Thier­ry, 1993’te Gitans albümünde buzuk ve gitar virtüozu olarak beliriy­or. Albüm, sanatçıya zen­gin bir kay­nak olan çin­gene kültürüne saygı ve sevgisinin bir ifade­si. Hindistan’dan yola çıkıp, Balkan’lardan geçerek Kuzey Endülüs’e varana kadar, Titi’nin kişisel müz­iğinin özünü oluş­tu­ran böl­gel­er­den sayısız sanatçı bu çalış­maya mis­afir olmuş : Gula­bi Sapera, Bruno el Gitano, Mam­bo Saad­na, Paco el Lobo, François Castiel­lo, Hameed Khan, Fran­cis Moer­man, Abdelkrim Sami, Bernard Subert. Bu albüm ve grup geniş bir müzik­sev­er kitle­sine ulaşmış. Japonya’dan, Amerika’ya, Güney Afrika’dan Avru­pa dünya müz­iği fes­ti­val­ler­ine kadar uzanan büyük bir turne yap­mış. Bütün bu pro­gram arasın­da 92–96 yıl­ları arasın­da bir çok etkin­lik ve kon­sere katılarak kuşat­ma altın­da­ki Saraybosna’ya destek ver­meyi ihmal etmemiş.

Titi Robin 1996 başın­da kal­a­balık ve şen­lik­li oluşum­lar­dan fark­lı bir CD çıkar­mış : Le Regard Nu (Çıplak Bakış) Enstrü­man­tal ve tama­men doğaçla­ma bu albüm, bir sene­lik den­e­me­ci müzik arayışının sonu­cu. Bir ressam ya da heykel­traşın eser­lerinde­ki kadın pozların­dan esin­le­nen, buzuk ve ud solo­ların­dan oluşan bu eşsiz albüm sanatçının gurur kay­nakların­dan biri ve hayran­larının beğenisi­ni kazan­mış. Bu ara­da Gitans grubunun tur­neleri devam etmiş ve 97’de ako­rdeon­cu Fran­cis Varis’in katılımı ile ortaya çıkan, Payo Mich­to (live) albümü de bu döne­min ürünü.

Titi Robin mod­ern batı dünyasının sanatçıları ile de müzikal bir iletişim ağı kur­mak istiy­or­muş. Bu arzu, orkestraya sak­sa­fon, bateri ve bas gitar ekley­erek onu yeni bir oluşu­ma taşımış: Kali Gad­ji. Çin­gene ve doğu kültür­lerinin çizgi­ler­ine fran­sız sözcük­leri ve batı Afri­ka ritim­leri de eklen­miş. Renaud Pion, Abdelkrim Sami, Farid “Rober­to” Saad­na, Jorge “Negri­to” Trasante, Gabi Lev­asseur, Alain Gen­ty, ve Bernard Subert’in katıldığı bu grup, tur­neler­ine devam eden Gitans’a para­lel olarak senel­erce kon­ser­ler vermiş.

2000 yılın­da çıkan Un ciel de Cuiv­re, Titi’ye göre, onun müzik evreni­ni bütün çeşitlil­iği ile en iyi ifade eden albüm. Titi diy­or ki, “bu albüm öncek­il­er­den fark­lı çünkü Payo Mich­to ya da Kali Gad­ji gibi belir­gin bir orkestra oluşu­mu­na hede­flen­miy­or. Esin­ler­im­in çeşitlil­iğinin bir tanığı olduğunu ve estetik evren­imin tutar­lılığını belirlediği­ni umuy­o­rum. Akd­eniz, çin­gene ve Balkan kültür­lerinin etk­isi hala var ama her şey­den önce ben­im gün­lük yaşan­tımı oluş­tu­ran ve müzikal evlendirmel­er­le ifade etmek iste­diğim kişisel dünya görüşüm söz konusu. Bu çalış­manın 1993’te çıkan Gitans ile ortak bir nok­tası var: bu bir yol­cu­luk, her melo­dinin özel bir tadı, her rit­min ken­di öyküsü var ve kültürel köken­lerin coğrafyası yol­cu­nun kişisel man­zarasını akset­tiren bir ayna. Kişisel melodil­er, şen­lik­li rum­balar, ağlayan şarkılar ve bir çin­gene nin­nisi, güçlü orkestrasy­onu olan danslar, sakin tri­o­lar, kar­lı dağlar ve güneşli kıyılar, kan, baharat, bal… ve siz­lerin ben­den önce keşfede­ceğiniz baş­ka şeyler var”.

Albümün adı dikka­tinizi çek­miştir : Un ciel de Cuiv­re yani neredeyse “Gök­bakır”. Titi, Yaşar Kemal’i çok sevdiği­ni söylüy­or. Kemal’in kita­pların­da bul­duğu atmos­ferin, ken­di evre­nine yakın­lığını vur­gu­luy­or. “Albümün adını verirken Yaşar Kemal ile bağlan­tı kurup özel­lik­le seçmemiş­tim bu ismi… CD çık­tık­tan son­ra, çevremdek­il­er sorun­ca farkı­na vardım. Demek ki bil­inçaltım rol oynamış.” diy­or. Albümde Yaşar Kemal yanın­da, Yunus Emre’­den, Pir Sul­tan Abdal’a, Anadolu’yu besleyen aşık­lara saygı sözcük­leri ve Gülay Hac­er Toruk’un bil­lur sesi var…

Bu albüm­den son­ra altı kişi­lik bir oluşum, albümde­ki içer­iği ile eski çalış­maları karıştırarak düzen­li tur­nel­er yap­maya devam ediy­or. Ayrı­ca Ud — gitar — buzuk, ako­rdeon ve perküsy­onun bir araya geldiği bir üçlü oluş­tu­ran Titi, Abdelkrim Sami ve Fran­cis Varis ile sanatçının tüm reper­tu­arın­dan kay­naklanan bir çalış­ma sunarak baş­ta Orta Asya ülkeleri olmak üzere, Fransa dışın­da kon­ser­ler veriyor.

Titi, 1992’den itibaren Gula­bi Sapera ile çalış­maya devam etmiş. Gula­bi, Titi’nin sanat hay­atın­da önem­li bir kişi­lik. Sanatçı Hindistan’da Kalbe­liyas kastın­dan olan yılan oynatıcılarının gün­cel sim­ge­si. Biz “yılan oynatıcısı” der geçer­iz ama aslın­da yılan­lar­la özel bir bağı olan bu insan­lar eve giren yılan­ları çıkar­mak, yakala­mak gibi görev­leri de üstleniy­or. Tar­i­hi olarak, yılan sok­maları­na çare panze­hirlerin bil­gi­sine sahip olan da onlar. Gulabi’nin babası da bu özel kişil­er­den biriymiş. Kızı hep babası ile dolaşır, o müzik çal­maya başladığın­da şarkı söyler ve danse­der­miş. Kendine özgü bir dans geliştir­miş ama ait olduğu kast ona senede birkaç gün dışın­da dans etme hakkı ver­mediği için çok mücadele etmiş. Bugün bütün engel­leri aşmış, değişik dans tar­zlarını bir araya getir­erek ken­di ekolünü yarat­mış ve ülkesinde çok ünlü.

Titi, Gula­bi hakkın­da bir de kitap çıkar­mış: Gula­bi Sapera, Danseuse Gitane du Rajasthan (Gula­bi Sapera, Racas­tan’ın dan­sçı çin­ge­n­e­si). Gula­bi sık sık Titi’nin sah­ne­sine mis­afir olmuş. Önce­ki albüm­lerde yer alan, Pun­dela, La Rose de Jaipur gibi şarkılar iki sanatçının bir araya gelişinin yarat­tığı heye­canın bir­er örneği.

2002’de Titi ve Gula­bi Rakh adı altın­da kişisel evren­leri­ni buluş­tu­ran bir CD çıkar­mış. 2002’nin Eylül ayın­da Titi Robin’in besteleri ve Gulabi’nin kore­grafisi­ni biraraya getiren Jivu­la (Tutku) isim­li gös­teri bir çok ülkenin sah­nelerinde yer almış ve çok ilgi gör­müş. Sanatçı aynı yıl, Manuel Boursinhac’ın La Men­tale adlı filminin müz­iği­ni hazırlamış.

Alezane adlı 2 CD’lik antolo­ji 2004 sen­esinde çık­mış. 25 yıl­lık çalış­manın sonu­cu ve 12 yıl­dan beri kaydedilen eser­lerin bir araya gelmesin­den oluşuy­or. Kıvrak ve hareketli parçalar Le jour (gün), sakin eser­ler La nuit (gece) isim­leri altın­da toplan­mış. Bu pro­jenin görsel­ler­ine emeği­ni veren ise Eric Roux-Fontaine. Sanatçı ardın­dan, Rajasthan, Un voy­age aux sources gitans (Racas­tan, çin­gene kay­nağa yol­cu­luk) adlı kitabı için Titi’nin yazılı katkısını istemiş. Titi sözcük­ler­le de müz­iğinde olduğu gibi estetik arayış içinde…

Bu ara­da Titi Robin, tüm ülkel­erde tur­neler­ine devam etmiş. Say­mak­la bit­mez… Jaipur Virasat Festival’inde, Afrika’da, Hint Okyanusu’nda, kon­ser­ler ver­miş ve yer­el sanatçılar­la çalış­malarını sürdür­erek tabii ki. Fransa ve diğer Avru­pa ülkelerinin yol­larını da unut­mamış. Paris’te, Sun­set, Café de la Danse, 2003’te Brezilya’da sahnede koy­duğu muhteşem Rock in Rio’nun Lis­bon yorum­la­ması… Şubat 2005’te de Bouffes du Nord konser salo­nun­da. Bu büyülü ortam Titi’nin müzik evre­nine çok uygun ve kon­ser­ler kapalı gişe! 2005 yılının Hazi­ran ayın­da fran­sız şarkıcı Alain Bashoung’un dav­e­ti­ni kab­ul etmiş ve bu şaşırtıcı ikilin­in Cite de la Musique’de yapılan kon­ser­leri büyük bir beğeni kazan­mış. Ağustos’ta Beyrut’taki Music-Hall konser salo­nun­da sah­n­eye çık­mış. Bütün bun­lara para­lel olarak, 2005’in bahar ve yaz ayların­da Ces vagues que l’amour soulève (Aşkın ayağa kaldırdığı o dal­galar) albümü için stüdy­oya gir­miş. Bu CD de eleştir­men­ler ve din­leyi­cil­er tarafın­dan ayak­ta alkışlan­mış. Ayrı­ca Flo­rence Quentin’in yönet­tiği, Gérard Depar­dieu, Gad Elmaleh ve Sabine Azéma’nin oynadık­ları Olé filminin müz­iği­ni de yapmış.

Playlist — Ces vagues que l’amour soulève

2006 sen­esinde pro­gram­lan­mış kon­ser­lere devam etmek yanın­da, Gula­bi Sapera ile hazır­ladık­ları Jivu­la çalış­masını içeren bir DVD seti ve 2005’te değişik sanatçılar­la bir­lik­te yap­tık­ları çalış­malar­dan oluşan bir CD çıkar­mış. Aynı zaman­da Reunion­lu mal­oya şarkıcı Danyel Waro ile çalış­ması Mich­to Mal­oya adı altın­da çiçek­lenirken, Emmanuelle Gorgiard’in Le Cid ani­masy­on filminin müz­iğinin pro­jesinin de temel­leri atılmış.

Ben bu yazıyı yazarken Titi, 2008 son­ba­harın­da sah­neleri ren­klendi­re­cek gös­ter­isi­ni hazır­lıy­or ve CD’si çık­mak üzere: Kali Sul­tana, L’om­bre du ghaz­al. Titi’nin ud, buzuk ve gitarı­na, ako­rdeon­da Fran­cis Varis, bas gitar­da Kalou Stal­in, perküsyon­da Ze Luis Nasci­men­to, klar­net ve sak­sa­fon­da Renaud Pion eşlik ediy­or. Maria Robin vokal ve danslarıy­la babası­na katılıy­or. Ayrı­ca Anne Berry ve Aude Marie Duper­ret vio­lası, Véronique Tat ise viy­olon­seli ile katkı­da bulunuy­or. Thier­ry Robin “gazel” yani aşk şiirinin hayran­ların­dan olduğunu söylüy­or. L’ombre du ghaz­al (gazelin göl­ge­si) isminde gazelin göl­ge­si ise: müzik… “Müzik, şarkının kanat­larıy­la yol­cu­luk eden şiirin yoldaşı… Bu albümün çoğun­luğu enstrü­men­tal. Aşk siirinin sözcük­leri müz­iğin satır araların­da sak­lanıy­or, yani gazelin izleri var.” diy­or Titi.

Playlist — Kali Sultana, L’ombre du Ghazal

Peki, Kali Sul­tana da kim ? Onu nerede bula­bil­i­riz ? Titi Robin, bu soru­lara müz­iği ile yanıt veriy­or. Sınır tanı­madan ülke ülke dolaşan ve Kuzey Hindistan’ı Endülüs’e bağlayan mist­ik, felse­fi ve şiirsel yolu bir o yana, bir bu yana kate­dip duran yol­cu­muz için Kali Sul­tana, “yol­u­na çıkan sayısız müzisyenin peşin­den koş­tuğu ide­al güzel­lik”. Bu estetik arayışın­da­ki ide­alin kadın zer­afeti ile can kazan­ması ile karşımız­da beliriveriy­or Kali Sul­tana. Yani Titi’yi ağır­ladığım gecenin dol­u­nayın­da da Kali Sul­tana var… İns­an hay­al gücünün eseri, ama her yerde olan yaratık, evrensel ilham perisi, siyah tan­rıça… Bütün yaratıcı zihin­lerin yakala­maya ve öpm­eye, sar­mala­maya çalıştık­ları ulaşıl­maz ve dokunul­maz güzel­lik… Titi de hep bu güzel­liğin peşinde koş­muş ve koş­maya devam ediy­or. Kali Sul­tana hem bu arayışın anlatısı hem de ulaşıl­maz yaratığın hat­ları müzik­le çizilen portre­si. Ve tabii ki müzisyen­le din­leyicinin iç dünyalarının, melo­di, ritim, doğaçla­ma şarkı ve dans dili ile buluş­maları. Titi’yle hep olduğu gibi…. Hep­imiz yine görsel ve müzikal bir denize dav­etliy­iz.

Thier­ry Robin, Hindistan’dan Akdeniz’e uzanan uzun nehrin suyunu yıl­lardır içiy­or. Her an yenilenerek sürege­len bu evrensel müzik dilin­in mirasçısı olduğunu hissediy­or. Balkan’lardan, Anadolu’dan, Irak, Iran ve Pakistan’dan geçerek, Racastan’la Endülüs’ü bir­leştiren bu yol, güçlü ve derin bir estetik akımı. Bu meşalenin ateşi yüzyıl­lardır sön­memiş, göç eden çin­gene toplu­luk­ları tarafın­dan taşı­narak, yer­leşik toplum­ların kültür­lerinin özüne gir­miş, karışmış… Titi’nin oyun­cu­ların­dan ve anlatıcıların­dan biri olduğu bu uzun masal Kali Sultana’yı, yani devamı simgeleyen ince ve alevli yolu oluş­tu­ruy­or. “Kültür­lerin meyve veren karşılaş­maları olmasay­dı Arap, oryan­tal, Çin­gene ve Avru­pa müzik tar­zları kendi­ler­ine özel ve kuru­maz yaratı kay­nakları­na sahip ola­mazdı” diy­or Titi, “Bu gerçeğin gözardı ya da red edilme­si günümüzün en büyük yalan­ların­dan biri. Bugün bu mirasın altını çizmek istiyorum…”

Titi Sufi felse­f­eye çok yakın hissediy­or ken­di­ni. “Çin­gene kültür­leri batı ve doğu dünyası arasın­da­ki bağı oluş­tu­ruy­or. Bunun altın­da sak­lanan ve aslın­da temel olan anlam bir dünya felse­fe­si. İnanıyo­r­um ki çin­genel­er bir şek­ilde sufi düşüncenin taşıyıcısı oldu, yani, güzel­lik arayışın­dan edinilen mut­lu­luğun, bu arayışın yaşamın içerdiği her şeyde ortaya çık­masının, şid­det­ten şefkate, acı­dan yumuşak­lığa…”. Bu arayış sonu olmayan bir labirent. Ara­mak, keşfet­mek dünyadan çek­ilmek yada yaşam­dan uza­k­laş­mak değil. Aksine bu çabanın uyandırdığı heye­can ve duygu­ların zengin­liği ve yükü ile daha çok varol­mak. Titi ekliy­or : “Kav­val 1 şöyle demiş : ‘Bu dip­siz nehire bin­lerce kez daldım ama değer­li inciyi bir su birik­in­tisinde bul­dum’.” Sanatçı, 2007 yılı sonun­da gerçek­le­sen Afri­col­or Fes­ti­va­line Mevlâna’nın doğu­mu­nun 800 üncü sen­e­si şere­fine bir anma pro­gramı yap­mak için dav­et edilmiş. Bir kez sah­n­eye konan bu gös­teride Mevlâna’nın şiir­leri­ni Titi’nin müz­iği eşliğinde, ise farsça okumuş.

Sokak ve zevk oku­lun­dan baş­ka oku­lum yok. Bu dili konuş­mayı bana yoluma çıkan ve hep­si de müzisyen olmayan erkek ve kadın­lar­dan öğret­ti, başkası değil… Dünyadan yük­se­len güzel­lik­te bir gerçek var ve ben ince­cik bir aynayı par­latıp duruy­o­rum, bu ışığı yan­sıt­sın diye. Müz­iğimin kökenin­de­ki anlam bu. Gerçek yol­cu­luk insanın içinde. Müzik de yüreğin merkezinde, yıldı­zların altın­da, bu kişisel kay­nak­tan besleniy­or, çünkü daha iyi olan baş­ka yer yok ne de tar­i­hte bir altın çağ… Her gün, bakır gökyüzü altın­da bir yola çıkılıy­or, her yol­cu­luk­ta biraz daha derin kazılıy­or. Ekmek bul­mak için, tuz bul­mak için, ve bir şarkının içinde sak­lı altını.”

Khali Sultana’nın öyküsünü hep­iniz­den önce din­led­im o gece. Dol­u­nay gökyüzüm­den geçti, Titi evim­den, sofram­dan. Safran, çemen, tarçın, kekik tadı hala damağım­da… Dört duvarım­da kalan ise Titi’nin par­lat­tığı ince­cik ayna. Müzik aynalar­dan yüreğime yan­sıyan dünya… Par­mak­larımın ucu ile dokun­dukça kaçıy­or cey­lan, Khali Sultana…

Yeryüzünün bin dilin­den teşekkür­ler sana Titi… Yol­un uzun ve açık olsun!

 

(Sözüm söz, devamı gelecek…)


Fotoğraf : Titi Robin, 2006 Endülüs, Louis Vin­cen­t’ın objektifinden.

Bu makale 2008’de Hill­sider der­gisinde yayınlanmıştır.

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.