2008’de Thierry (Titi) Robin’in Kali Sultana albümü çıktığı dönemde yayınlanan bu röportajı bu kez Kedistan okuyucuları ile paylaşmak istiyorum.
Devam niteliğinde ikinci bir yazıda da, 2008’de kalemi elime aldığımdan bu yana, acımasıca hızlı geçen zamanı Titi’nin nasıl güzelleştirdiğini anlatacağım. O günden bugüne gerçekleştirdiği albümlerden, konserlerden, haklı mücadelelere verdiği gönül desteğinden, şiirsel dayanışmasından bahsedeceğim.
Titi’nin ayak izlerini adımlamak, 13 yılda katedilen bir yolun öyküsünü anlatmak hiç kolay değil, ama size sözüm olsun! Beklerken siz de titirobin.net adresine tıklayarak onun kendine özgü dünyasında keşfe çıkabilir, Kedistan’daki kartpostallarını okuyabilirsiniz…
Titi’nin müzisyenleri desteklemek için hazırladığı iki seçkinin, metinleri Fransızca ve İngilizce olsa da, playlistlerini Kedistan’da bulabilirsiniz. İyi dinlemeler.
• Titi Robin • East and South, an ocean of beauty
• Titi Robin : “Marre d’être invisibles”
Hadi gelin, bu eski yazıya yeniden can vermeye müzikle başlayalım. Geçtiğimiz 21 Nisan günü Les Résonances Saint Martin (Saint Martin Tınıları) 2021 sezonunda gerçekleşen “Retour aux sources gitanes” (Çingene kaynaklara dönüş) konseri. Angers kentinin tarihi merkezinde bulunan ve Fransa’da en iyi korunmuş Karolenj dönemi yapılardan, ayrıca gotik tarzının en güzel örneklerinden biri olan on beş yüzyıllık Saint-Martin Kilisesi konserin ev sahipliğini yapıyor. Müzik sofrasını kuranlar ise, 1993’te Gitans albümünün hemen ardından birlikte çalışmaya başlayan Titi Robin ve Roberto Saadna, sadık müzisyen dostlar Francis Varis ve Ze Luis Nascimento. Bu 50 dakikalık şölene davetlimsiniz!
Titi Robin, Karadutum, çatalkaram, çingenem…
Titi’yi bekliyorum gözlerim kapalı… CD’leri müzik setinin yanında dizili. Gitans grubunun Payo Michto albümü çalıyor. Udun tellerinde Titi’nin parmaklarının gezinişini hayal ediyorum. Nefesimi tutuyorum, yüreğimde bir duygu topu. İçinde sevinçle acının birbirine karıştığı top bir havai fişek gibi patlıyor… Evin dört bir köşesine dünyanın dört bir yanına giden yollar açılıyor. Küçük salonum genişliyor genişliyor, köşeler yuvarlaklaşıp kayboluyor. Müziği ekmeğine katık eden kültürlerin resimleri çiziliyor duvarlara. Bir renk çümbüşü, bir baharat kokusu…
Ding dong ! Titi geldi ! 25 yıldır güzelliği arayan adam. Aynı arayışın peşinde, hayat felsefelerini, varoluş biçimlerini müzik yoluyla birbirine aktaran kültürlerin hepsinden bir parça taşıyor ve hepsinin vatandaşı o. Ve işte kapımda, 40 yıllık dost gibi yakın, alçakgönüllü, çekingen, sıcacık. Salonun camlı büyük balkon kapısına bakıyor: “Ne güzel, senin evinden gökyüzü görünüyor”. Bu gece evimin gökyüzü karesi Titi için özel bir hediye hazırlamış sanki. Dolunay incecik bir tül duvak örtmüş nazlı gelin yüzüne. Deniz dibi gibi oyalı oyalı… Balkonun önünde uzanıp giden parka serin gümüşünü akıtıyor. Sardunyalarım, sarı güllerim, zeytin ağacım selamlıyor misafir payo michto’yu. Michto super, extra, harika demekmiş çingene dilinde… Payo ise çingene olmayanlara denirmiş. Titi bir payo ama öyle böyle değil, payoların en michtosu !
Thierry Robin ile bir araya gelmeden önce bir yandan o güzelim müziğinde yüzdüm, bir yandan da sanat hayatına şöyle derinlemesine bir dalmak istedim. Onunla birlikte yürüdüm yürüdüm ve açıkçası nefes nefese kaldım. Titi otodidakt bir müzisyen. “Eh, Street university işte ! Nota okumayı bilmiyorum, ilk parçam notalandığında çerçeveleyip duvara asmıştım. Üzerinde adım, altında o anlamadığım küçük siyah noktacıklar… Benim için büyülü bir şeydi” diyor. Titi, Fransa’nın batı bölgesinde, 50’li yılların sonunda doğmuş. İçgüdüsel bir şekilde kendine özgü bir müzik dünyası oluşturmaya yönelmiş. İfade susuzluğuna cevap verecek müzik dilini iç içe yaşadığı çingene ve doğu kültürlerinde bulmuş.
Titi ud, buzuk ve gitar çalıyor. Neden daha gencecikken bu sazlara yöneldiğini merak ediyorum. “Ahhh, diyor ellerini iki yana açarak, bu bir sır ! İnsan neden bir yöne, bir şeye doğru gider ? İçgüdüsel olduğunu biliyorum ama bu yönelişin mutlaka bir anlamı, bir nedeni var. Bu anlam yaş ilerledikçe yavaş yavaş şekilleniyor. Yine de tam olarak yakalamış değilim.”. “Çok sevdiğin ve çalmadığın bir enstrüman var mı ?” diye sorduğumda şöyle cevap veriyor : “Ses… İnsan sesi benim gözümde en saf ifade biçimi. Bu yüzden sık sık şarkıcılara eşlik ediyorum. Sözcükler de önemli. Müzik yaparken de enstrümanı unutturmaya çalışıyorum. Virtüozluğun benim için özel bir değeri yok, yani dinleyicimin teknik yaklaşımı aşıp, ona bir şeyler anlatmış olduğumu, onunla konuşmuş olduğumu hissetmesini istiyorum. Bir de saz var çalmadığım. Saz beni çok etkiliyor ama hem alete hem de ustalarına saygımdan elimi sürmüyorum. Diğer telli enstrümanları çalma tarzımda sazın etkisini hissetmek çok kolay.”
Daha World Music akımı ortaya çıkmadan önce, yakın iletişim içinde yaşadığı iki dünyanın bileşiminde kendine özgü bir yansıma bulmuş Titi, fakat tarzı fransız müzik ortamı tarafından hemen anlaşılamamış. Arap ve roman şenlikleri ona müzik yaklaşımının etkisini denemesi için fırsat olmuş. Bu çok zengin geleneklerden esinlenen, taklit etmekten kaçınarak, inatla kendine özgü ve güncel müzik yolunu arayan Titi’ye hemen her konserde yerel sanatçılar eşlik etmiş. Önemli isimler arasında flamenco sanatçısı Camaron de la Isla, Iraklı ud ustası Munir Bashir’i sayabiliriz. Türkiye’de de bir çok yol arkadaşı var : Okay Temiz, Gülay Hacer Toruk ve daha niceleri…
80 yıllarının başında, bugün de sürdürdüğü özel stilini edinmiş. 1984’de gitar, ud ve buzuk çalarak hintli tabla sanatçısı ile müzik yapmaya başlamış. Konserler yanında, oryantal klüp ve restaurantlarda, yerel şenliklerde de çalmış. Enstrümantal repertuarı ve doğaçlama tarzı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış. Günümüzde zor bulunur bir koleksiyon parçası olarak değerlendirilen albümü Duo Luth et Tablâ bu dönemin bir izi.
1987’de Angers kentinin sahneleri ilginç bir grubun doğuşuna şahit olmuş. Berberî Fas ritimleri ile elektro-buzuk, rock bas, klarnet, gayda gibi enstrümanları bir araya getiren Johnny Michto, o dönemde fıkır fıkır kaynayan rock müziğe yeni bir alternatif olarak belirmiş. Fransız müzikseverler bu yeni tarzı kabullenmekte zorluk çekmişler ama kuzey Afrika asıllı dinleyiciler grubu sıcaklıkla karşılamış.
Hameed Khan’la yaptığı ikili enstrümantal çalışmalara parelel olarak breton şarkıcı Erik Marchand ile karşılaşması Titi’ye breton kültürünün (Fransa’nın batısında kendi dili, kültürü ve çok özel bir müziği olan Bretanya bölgesinde yaşayan halk) zenginliklerini kazandırmış. Bu bileşimden An Henchou Treuz ortaya çıkmış ve 1990’da Charles Cros Akademisi büyük ödülüne layık görülmüş. Ardından üç sanatçı Trio Erik Marchand adı altında bir araya gelmiş. Repertuarın büyük bölümü Titi Robin’in eseri. Grup sayısız festivalde ve güncel müziğe adanmış konserlerde yer almış, ardından 1991’de bir albüm çıkarmış : An Tri Breur. İşin ilginç tarafı Hint tablası, lut ve breton sesi bir araya getiren bu grubun bir fotoğrafı Universalis Ansiklopedisinde World Music konusunu resimliyor. Oysa Titi, bu terime pek sıcak bakmıyor. Nedenini sorduğumda, bu kategorilemenin, derin bir etnik sınıf ayrımcılığının işareti olduğunu söylüyor. Yani jazz, rock gibi “batı” müzik türlerinin egemenliğini dile getirdiğini ve diğer müzik tarzları arasında bir duvar oluşturduğunu düşünüyor. İnsanlar, kültürler birbirleri ile iletişim halinde oldukça müzik türlerinin etkileşimi son derece doğal. Müzikteki melezleşme bir değer yargısı olmak yerine yalnızca bir gerçek, Titi’nin gerçeği… Amaç yaratıcılığın kaynağını oluşturan duyguyu ifade edebilecek sanatsal biçimi bulmak, ve geleneksel stilde veya yerleşmiş kuralları yıkacak şekilde iletmek.
Bu çalışmaların ud sanatçısı olarak ortaya koyduğu Thierry, 1993’te Gitans albümünde buzuk ve gitar virtüozu olarak beliriyor. Albüm, sanatçıya zengin bir kaynak olan çingene kültürüne saygı ve sevgisinin bir ifadesi. Hindistan’dan yola çıkıp, Balkan’lardan geçerek Kuzey Endülüs’e varana kadar, Titi’nin kişisel müziğinin özünü oluşturan bölgelerden sayısız sanatçı bu çalışmaya misafir olmuş : Gulabi Sapera, Bruno el Gitano, Mambo Saadna, Paco el Lobo, François Castiello, Hameed Khan, Francis Moerman, Abdelkrim Sami, Bernard Subert. Bu albüm ve grup geniş bir müziksever kitlesine ulaşmış. Japonya’dan, Amerika’ya, Güney Afrika’dan Avrupa dünya müziği festivallerine kadar uzanan büyük bir turne yapmış. Bütün bu program arasında 92–96 yılları arasında bir çok etkinlik ve konsere katılarak kuşatma altındaki Saraybosna’ya destek vermeyi ihmal etmemiş.
Titi Robin 1996 başında kalabalık ve şenlikli oluşumlardan farklı bir CD çıkarmış : Le Regard Nu (Çıplak Bakış) Enstrümantal ve tamamen doğaçlama bu albüm, bir senelik denemeci müzik arayışının sonucu. Bir ressam ya da heykeltraşın eserlerindeki kadın pozlarından esinlenen, buzuk ve ud sololarından oluşan bu eşsiz albüm sanatçının gurur kaynaklarından biri ve hayranlarının beğenisini kazanmış. Bu arada Gitans grubunun turneleri devam etmiş ve 97’de akordeoncu Francis Varis’in katılımı ile ortaya çıkan, Payo Michto (live) albümü de bu dönemin ürünü.
Titi Robin modern batı dünyasının sanatçıları ile de müzikal bir iletişim ağı kurmak istiyormuş. Bu arzu, orkestraya saksafon, bateri ve bas gitar ekleyerek onu yeni bir oluşuma taşımış: Kali Gadji. Çingene ve doğu kültürlerinin çizgilerine fransız sözcükleri ve batı Afrika ritimleri de eklenmiş. Renaud Pion, Abdelkrim Sami, Farid “Roberto” Saadna, Jorge “Negrito” Trasante, Gabi Levasseur, Alain Genty, ve Bernard Subert’in katıldığı bu grup, turnelerine devam eden Gitans’a paralel olarak senelerce konserler vermiş.
2000 yılında çıkan Un ciel de Cuivre, Titi’ye göre, onun müzik evrenini bütün çeşitliliği ile en iyi ifade eden albüm. Titi diyor ki, “bu albüm öncekilerden farklı çünkü Payo Michto ya da Kali Gadji gibi belirgin bir orkestra oluşumuna hedeflenmiyor. Esinlerimin çeşitliliğinin bir tanığı olduğunu ve estetik evrenimin tutarlılığını belirlediğini umuyorum. Akdeniz, çingene ve Balkan kültürlerinin etkisi hala var ama her şeyden önce benim günlük yaşantımı oluşturan ve müzikal evlendirmelerle ifade etmek istediğim kişisel dünya görüşüm söz konusu. Bu çalışmanın 1993’te çıkan Gitans ile ortak bir noktası var: bu bir yolculuk, her melodinin özel bir tadı, her ritmin kendi öyküsü var ve kültürel kökenlerin coğrafyası yolcunun kişisel manzarasını aksettiren bir ayna. Kişisel melodiler, şenlikli rumbalar, ağlayan şarkılar ve bir çingene ninnisi, güçlü orkestrasyonu olan danslar, sakin triolar, karlı dağlar ve güneşli kıyılar, kan, baharat, bal… ve sizlerin benden önce keşfedeceğiniz başka şeyler var”.
Albümün adı dikkatinizi çekmiştir : Un ciel de Cuivre yani neredeyse “Gökbakır”. Titi, Yaşar Kemal’i çok sevdiğini söylüyor. Kemal’in kitaplarında bulduğu atmosferin, kendi evrenine yakınlığını vurguluyor. “Albümün adını verirken Yaşar Kemal ile bağlantı kurup özellikle seçmemiştim bu ismi… CD çıktıktan sonra, çevremdekiler sorunca farkına vardım. Demek ki bilinçaltım rol oynamış.” diyor. Albümde Yaşar Kemal yanında, Yunus Emre’den, Pir Sultan Abdal’a, Anadolu’yu besleyen aşıklara saygı sözcükleri ve Gülay Hacer Toruk’un billur sesi var…
Bu albümden sonra altı kişilik bir oluşum, albümdeki içeriği ile eski çalışmaları karıştırarak düzenli turneler yapmaya devam ediyor. Ayrıca Ud — gitar — buzuk, akordeon ve perküsyonun bir araya geldiği bir üçlü oluşturan Titi, Abdelkrim Sami ve Francis Varis ile sanatçının tüm repertuarından kaynaklanan bir çalışma sunarak başta Orta Asya ülkeleri olmak üzere, Fransa dışında konserler veriyor.
Titi, 1992’den itibaren Gulabi Sapera ile çalışmaya devam etmiş. Gulabi, Titi’nin sanat hayatında önemli bir kişilik. Sanatçı Hindistan’da Kalbeliyas kastından olan yılan oynatıcılarının güncel simgesi. Biz “yılan oynatıcısı” der geçeriz ama aslında yılanlarla özel bir bağı olan bu insanlar eve giren yılanları çıkarmak, yakalamak gibi görevleri de üstleniyor. Tarihi olarak, yılan sokmalarına çare panzehirlerin bilgisine sahip olan da onlar. Gulabi’nin babası da bu özel kişilerden biriymiş. Kızı hep babası ile dolaşır, o müzik çalmaya başladığında şarkı söyler ve dansedermiş. Kendine özgü bir dans geliştirmiş ama ait olduğu kast ona senede birkaç gün dışında dans etme hakkı vermediği için çok mücadele etmiş. Bugün bütün engelleri aşmış, değişik dans tarzlarını bir araya getirerek kendi ekolünü yaratmış ve ülkesinde çok ünlü.
Titi, Gulabi hakkında bir de kitap çıkarmış: Gulabi Sapera, Danseuse Gitane du Rajasthan (Gulabi Sapera, Racastan’ın dansçı çingenesi). Gulabi sık sık Titi’nin sahnesine misafir olmuş. Önceki albümlerde yer alan, Pundela, La Rose de Jaipur gibi şarkılar iki sanatçının bir araya gelişinin yarattığı heyecanın birer örneği.
2002’de Titi ve Gulabi Rakh adı altında kişisel evrenlerini buluşturan bir CD çıkarmış. 2002’nin Eylül ayında Titi Robin’in besteleri ve Gulabi’nin koregrafisini biraraya getiren Jivula (Tutku) isimli gösteri bir çok ülkenin sahnelerinde yer almış ve çok ilgi görmüş. Sanatçı aynı yıl, Manuel Boursinhac’ın La Mentale adlı filminin müziğini hazırlamış.
Alezane adlı 2 CD’lik antoloji 2004 senesinde çıkmış. 25 yıllık çalışmanın sonucu ve 12 yıldan beri kaydedilen eserlerin bir araya gelmesinden oluşuyor. Kıvrak ve hareketli parçalar Le jour (gün), sakin eserler La nuit (gece) isimleri altında toplanmış. Bu projenin görsellerine emeğini veren ise Eric Roux-Fontaine. Sanatçı ardından, Rajasthan, Un voyage aux sources gitans (Racastan, çingene kaynağa yolculuk) adlı kitabı için Titi’nin yazılı katkısını istemiş. Titi sözcüklerle de müziğinde olduğu gibi estetik arayış içinde…
Bu arada Titi Robin, tüm ülkelerde turnelerine devam etmiş. Saymakla bitmez… Jaipur Virasat Festival’inde, Afrika’da, Hint Okyanusu’nda, konserler vermiş ve yerel sanatçılarla çalışmalarını sürdürerek tabii ki. Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin yollarını da unutmamış. Paris’te, Sunset, Café de la Danse, 2003’te Brezilya’da sahnede koyduğu muhteşem Rock in Rio’nun Lisbon yorumlaması… Şubat 2005’te de Bouffes du Nord konser salonunda. Bu büyülü ortam Titi’nin müzik evrenine çok uygun ve konserler kapalı gişe! 2005 yılının Haziran ayında fransız şarkıcı Alain Bashoung’un davetini kabul etmiş ve bu şaşırtıcı ikilinin Cite de la Musique’de yapılan konserleri büyük bir beğeni kazanmış. Ağustos’ta Beyrut’taki Music-Hall konser salonunda sahneye çıkmış. Bütün bunlara paralel olarak, 2005’in bahar ve yaz aylarında Ces vagues que l’amour soulève (Aşkın ayağa kaldırdığı o dalgalar) albümü için stüdyoya girmiş. Bu CD de eleştirmenler ve dinleyiciler tarafından ayakta alkışlanmış. Ayrıca Florence Quentin’in yönettiği, Gérard Depardieu, Gad Elmaleh ve Sabine Azéma’nin oynadıkları Olé filminin müziğini de yapmış.
Playlist — Ces vagues que l’amour soulève
2006 senesinde programlanmış konserlere devam etmek yanında, Gulabi Sapera ile hazırladıkları Jivula çalışmasını içeren bir DVD seti ve 2005’te değişik sanatçılarla birlikte yaptıkları çalışmalardan oluşan bir CD çıkarmış. Aynı zamanda Reunionlu maloya şarkıcı Danyel Waro ile çalışması Michto Maloya adı altında çiçeklenirken, Emmanuelle Gorgiard’in Le Cid animasyon filminin müziğinin projesinin de temelleri atılmış.
Ben bu yazıyı yazarken Titi, 2008 sonbaharında sahneleri renklendirecek gösterisini hazırlıyor ve CD’si çıkmak üzere: Kali Sultana, L’ombre du ghazal. Titi’nin ud, buzuk ve gitarına, akordeonda Francis Varis, bas gitarda Kalou Stalin, perküsyonda Ze Luis Nascimento, klarnet ve saksafonda Renaud Pion eşlik ediyor. Maria Robin vokal ve danslarıyla babasına katılıyor. Ayrıca Anne Berry ve Aude Marie Duperret violası, Véronique Tat ise viyolonseli ile katkıda bulunuyor. Thierry Robin “gazel” yani aşk şiirinin hayranlarından olduğunu söylüyor. L’ombre du ghazal (gazelin gölgesi) isminde gazelin gölgesi ise: müzik… “Müzik, şarkının kanatlarıyla yolculuk eden şiirin yoldaşı… Bu albümün çoğunluğu enstrümental. Aşk siirinin sözcükleri müziğin satır aralarında saklanıyor, yani gazelin izleri var.” diyor Titi.
Playlist — Kali Sultana, L’ombre du Ghazal
Peki, Kali Sultana da kim ? Onu nerede bulabiliriz ? Titi Robin, bu sorulara müziği ile yanıt veriyor. Sınır tanımadan ülke ülke dolaşan ve Kuzey Hindistan’ı Endülüs’e bağlayan mistik, felsefi ve şiirsel yolu bir o yana, bir bu yana katedip duran yolcumuz için Kali Sultana, “yoluna çıkan sayısız müzisyenin peşinden koştuğu ideal güzellik”. Bu estetik arayışındaki idealin kadın zerafeti ile can kazanması ile karşımızda beliriveriyor Kali Sultana. Yani Titi’yi ağırladığım gecenin dolunayında da Kali Sultana var… İnsan hayal gücünün eseri, ama her yerde olan yaratık, evrensel ilham perisi, siyah tanrıça… Bütün yaratıcı zihinlerin yakalamaya ve öpmeye, sarmalamaya çalıştıkları ulaşılmaz ve dokunulmaz güzellik… Titi de hep bu güzelliğin peşinde koşmuş ve koşmaya devam ediyor. Kali Sultana hem bu arayışın anlatısı hem de ulaşılmaz yaratığın hatları müzikle çizilen portresi. Ve tabii ki müzisyenle dinleyicinin iç dünyalarının, melodi, ritim, doğaçlama şarkı ve dans dili ile buluşmaları. Titi’yle hep olduğu gibi…. Hepimiz yine görsel ve müzikal bir denize davetliyiz.
Thierry Robin, Hindistan’dan Akdeniz’e uzanan uzun nehrin suyunu yıllardır içiyor. Her an yenilenerek süregelen bu evrensel müzik dilinin mirasçısı olduğunu hissediyor. Balkan’lardan, Anadolu’dan, Irak, Iran ve Pakistan’dan geçerek, Racastan’la Endülüs’ü birleştiren bu yol, güçlü ve derin bir estetik akımı. Bu meşalenin ateşi yüzyıllardır sönmemiş, göç eden çingene toplulukları tarafından taşınarak, yerleşik toplumların kültürlerinin özüne girmiş, karışmış… Titi’nin oyuncularından ve anlatıcılarından biri olduğu bu uzun masal Kali Sultana’yı, yani devamı simgeleyen ince ve alevli yolu oluşturuyor. “Kültürlerin meyve veren karşılaşmaları olmasaydı Arap, oryantal, Çingene ve Avrupa müzik tarzları kendilerine özel ve kurumaz yaratı kaynaklarına sahip olamazdı” diyor Titi, “Bu gerçeğin gözardı ya da red edilmesi günümüzün en büyük yalanlarından biri. Bugün bu mirasın altını çizmek istiyorum…”
Titi Sufi felsefeye çok yakın hissediyor kendini. “Çingene kültürleri batı ve doğu dünyası arasındaki bağı oluşturuyor. Bunun altında saklanan ve aslında temel olan anlam bir dünya felsefesi. İnanıyorum ki çingeneler bir şekilde sufi düşüncenin taşıyıcısı oldu, yani, güzellik arayışından edinilen mutluluğun, bu arayışın yaşamın içerdiği her şeyde ortaya çıkmasının, şiddetten şefkate, acıdan yumuşaklığa…”. Bu arayış sonu olmayan bir labirent. Aramak, keşfetmek dünyadan çekilmek yada yaşamdan uzaklaşmak değil. Aksine bu çabanın uyandırdığı heyecan ve duyguların zenginliği ve yükü ile daha çok varolmak. Titi ekliyor : “Kavval 1 şöyle demiş : ‘Bu dipsiz nehire binlerce kez daldım ama değerli inciyi bir su birikintisinde buldum’.” Sanatçı, 2007 yılı sonunda gerçeklesen Africolor Festivaline Mevlâna’nın doğumunun 800 üncü senesi şerefine bir anma programı yapmak için davet edilmiş. Bir kez sahneye konan bu gösteride Mevlâna’nın şiirlerini Titi’nin müziği eşliğinde, ise farsça okumuş.
“Sokak ve zevk okulundan başka okulum yok. Bu dili konuşmayı bana yoluma çıkan ve hepsi de müzisyen olmayan erkek ve kadınlardan öğretti, başkası değil… Dünyadan yükselen güzellikte bir gerçek var ve ben incecik bir aynayı parlatıp duruyorum, bu ışığı yansıtsın diye. Müziğimin kökenindeki anlam bu. Gerçek yolculuk insanın içinde. Müzik de yüreğin merkezinde, yıldızların altında, bu kişisel kaynaktan besleniyor, çünkü daha iyi olan başka yer yok ne de tarihte bir altın çağ… Her gün, bakır gökyüzü altında bir yola çıkılıyor, her yolculukta biraz daha derin kazılıyor. Ekmek bulmak için, tuz bulmak için, ve bir şarkının içinde saklı altını.”
Khali Sultana’nın öyküsünü hepinizden önce dinledim o gece. Dolunay gökyüzümden geçti, Titi evimden, soframdan. Safran, çemen, tarçın, kekik tadı hala damağımda… Dört duvarımda kalan ise Titi’nin parlattığı incecik ayna. Müzik aynalardan yüreğime yansıyan dünya… Parmaklarımın ucu ile dokundukça kaçıyor ceylan, Khali Sultana…
Yeryüzünün bin dilinden teşekkürler sana Titi… Yolun uzun ve açık olsun!
(Sözüm söz, devamı gelecek…)
Fotoğraf : Titi Robin, 2006 Endülüs, Louis Vincent’ın objektifinden.
Bu makale 2008’de Hillsider dergisinde yayınlanmıştır.