Türkçe | Français | English
Türkiye Cezaevlerinde 27 Kasım 2020 tarihinden bu yana siyasi tutuklu ve hükümlülerin “PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulandığını belirttikleri tecrit ve kendilerine yönelik hak ihlallerini” protesto amacıyla başlattıkları açlık grevleri devam ederken diğer yandan Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik gözaltı ve tutuklamalar devam ediyor.
2013 yılında Ak Parti hükümetinin “Türkiye gündeminin en önemli sorunu” olarak ifade ettiği Kürt sorunun çözümü için tarafların müzakeresi ile başlayan barış süreci 2015 yılında sona erdi. Çatışmasızlıkla geçen iki yıllık barış sürecinin bitme nedenlerini, HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklamaları ve bugün üçüncü ayını aşmak üzere olan cezaevlerindeki süresiz ve dönüşümlü açlık grevlerini Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş başkanı ve HDP Ağrı milletvekili Berdan Öztürk ile konuştuk.
• Sayın Berdan Öztürk, 2013 ‑2015 yılları arasında yaşanan barış süreci nasıl ve neden sona erdi? İki yıllık barış süreci ve sonrasında gelişen bu gergin süreçle ilgili görüş ve değerlendirmeleriniz nelerdir?
Türkiye kamuoyunun da bildiği üzere Sayın Abdullah Öcalan ile yapılan müzakereler sonucunda başlayan barış sürecinin, bir kişinin dahi burnunun kanamadığı bir süreç olduğunun öncelikle altını çizmek istiyorum. 40 yılı aşan çatışmalı dönemden sonra Türkiye halklarının barış umudunun yükseldiği bu kısa dönemi ve barış müzakerelerinin bitirilmesiyle yerini çatışmalara, diktatörlüğe, baskı ve zulme bırakan tek adam rejiminin doğru değerlendirilebilmesi için Türkiye Cumhuriyeti devleti anlayışının kendini nasıl bir sistem üzerine inşa etmiş olduğunu anlamanın gerekliliğini hatırlatmak istiyorum. Bu sistemin kendini, dünün ve bugünün en temel sorunu olan ötekileştirme, kendinden olmayanı yok sayma ve biat anlayışı üzerine inşa ettiği açıktır. Bu sistem kendi varlığını Kürt halkına, Ermeni Halkına, alevi inanç grubuna ve diğer tüm aidiyetlere katliamlar aracılığı ile biat etmeyi dayatarak devam ettirmiştir.
Geçmişten bu güne birçok iktidar partisinin uzlaşma yerine bugün Ak Parti hükümeti gibi kendi ömrünü Kürt halkının kanı üzerinden uzatmaya çalışmak istemelerinin sonucu nasıl bir hüsran yaşadıklarına hepimiz şahitlik ettik. Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan barış elini uzatarak Türkiye de en temel sorunun Kürt sorunu olduğunu defalarca dile getirdi ve bizler de biliyoruz ki Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de ekonomik sorun, kadın sorunu ve yaşamın her alanına nüfuz etmiş antidemokratik hiçbir sorun çözülmeyecektir.
2013–2015 yılları arası bu anlamda hepimizin umuduydu ve bu umudu bitiren Osmanlıcılık hayalleri ile yaşayan, kendini Abdülhamid’in torunu olarak gören, derin devlet ve onun uzantısı MHP zihniyeti ile ortaklaşan “tek adam” anlayışı olmuştur. İşte tam olarak bu anlayışın Ekim 2014’de yaptığı Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Çökertme Planı” adı ile hazırladığı planın sonucu olarak bu sürecin bitirildiğini hepimiz biliyoruz. Bu toplantıda kaç kişinin öleceği, kaç kişinin sürgün edileceği, kimlerin cezaevlerinde hukuksuz bir şekilde siyasi rehine olarak tutulacağı ve hangi şehirlerimizin yıkılacağı hesaplanmıştı. Bu durumda 5 Nisan 2015 itibari ile İmralı tecridi ağırlaştırılarak Sayın Öcalan ile avukatları ve ailesi görüştürülmemeye başlanarak barış sürecine en ağır darbe vurulmuş oldu.
Her ne kadar 2015 Temmuz ayında Ceylanpınar’da faili meçhul bir şekilde iki polis memurunun yaşamını yitirmesi barış sürecinin bitiş sebebi olarak gösterilse de ağırlaştırılan İmralı tecridi aslında bu sürecin çok önce AKP iktidarı tarafından planlı bir şekilde tek taraflı bitirildiğini gözler önüne seriyor.
Öyle ki Ceylanpınar saldırısının akabinde gözaltına alınarak tutuklanan şüpheliler de serbest bırakılmıştır.
• 7 Haziran seçimlerinden sonra HDP ye yönelik artan operasyonlar ile birçok parti yöneticiniz, milletvekilleriniz tutuklandı. HDP ne zaman ve neden hedef alındı?
Öncelikli olarak belirtmek gerekir ki Sayın Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılmamış olsaydı 7 Haziran 2015’te Halkların Demokratik Partisi belki de barajı aşamayacaktı. Bizlere verilen oylar aslında barış iradesine verilmiş olan oylardır. Bizler bu hassasiyetle yaklaşıyoruz. HDP’ye dönük yapılan operasyonlar aslında bizleri değil, Türkiye’nin demokratikleşmesi akabinde gelişebilecek olan kalıcı barışı hedef alıyordu. Şahıslara sıkıştırılmış bir siyasi anlayışa sahip değiliz. Bu nedenle bizlerin hedef alınıyor olması Kürt halkının mücadelesinin önünde bir engel teşkil etmiyor. Bizler bu sürecin sadece elçileriydik. Asıl muhatap bugün tecrit altında olan ve milyonların “iradeleri” olarak gösterdiği Sayın Abdullah Öcalan’dır. Dolayısıyla, Eş genel başkanlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve cezaevinde, sürgünde olan diğer bütün parti kadromuz yalnızca bu halkın emektarlarıdır.
Daha önceki sorunuzda da bahsettiğim üzere bir plan doğrultusunda hareket edildi ve dolayısıyla bugün AKP iktidarının cezaevlerinde tuttuğu siyasi rehineler yalnızca bu planın bir parçasıydı. Halkların Demokratik Partisi çok bileşenli, Türkiye’de yaşayan bütün renkleri bünyesinde barındıran, demokrasiye, barışa, adalete ve insan haklarına olan yaklaşımı ile desteklenmesi gereken bir partidir. Türkiye’nin demokratikleşme ve barış sürecinde bu iradeye verilmiş oyların sorumluluğuyla rol almış demokratik bir partidir. Bu nedenle diyoruz ki hedef HDP değil Türkiye demokrasisi ve barış sürecidir. Bize saldırılar devam ediyor ve edecekte çünkü bizler halkın oyları ile almış olduğumuz misyonun arkasında ilkeli duruşumuzu devam ettiriyoruz, ettireceğiz de.
• Cezaevlerinde Tutuklu ve hükümlülerin “PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulandığını belirttikleri tecrit ve kendilerine yönelik hak ihlallerini” protesto amacıyla başlatmış olduğu süresiz ve dönüşümlü açlık grevi ise üçüncü ayını bitirmek üzere. İki yıl önce yine Eş başkanınız Leyla Güven’in öncülüğünde benzer taleplerle açlık grevi başlatılmış ve 200. gününde sona ermişti. Açlık grevlerinin şu anki aşamasını okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Eş başkanım Leyla Güven öncülüğünde benzer taleplerle başlayan açlık grevi ve beraberinde ölümle sonuçlanan eylemlerin gerçekleştiği bir dönemi daha iki yıl önce yaşadık. İktidarın da anladığı gibi cezaevlerinin kararlı olduğu çok açık ve netti. Sevgili Leyla Güven ölümüne bir demokrasi arayışına girmiş, onca genç demokrasi ve hukuk adına canlarını feda etmişti. Bir hukukçu olarak da söyleyebilirim ki “Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecridin uygulanması” hukuk adına bir skandaldır. Her tutuklu ve hükümlü gibi Sayın Öcalan’da avukatları ve ailesi ile görüşebilir. Hukuksal olarak bunun önünde hiçbir engel yoktur, bunun aksi olan tecrit ise keyfi bir uygulamadır ve asıl hedef Sayın Öcalan’ın Ortadoğu siyasetine ve barışına ilişkin görüş ve düşünceleridir.
İnsanların bedenlerini ölüme yatırarak hukuk aramak zorunda bırakılması 21. yüzyılda insanlık adına utanç vericidir.
İki yıl önce Sayın Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmesi sonucu 200. gününde olan açlık grevleri cezaevlerinde son bulmuş ve aynı hukuksuzluğun yeniden baş göstermesi üzerine bugün yeniden başlamıştır. Talep edilen, yalnızca, mevcut hukukun herkes için uygulanmasıdır ve haklı bir taleptir. Hukuk, insan ayırmaksızın herkes içindir ve uygulanışını takip etmek ülkede yaşayan herkesin sorumluluğundadır.
• Berdan Öztürk, Türkiye’nin ihtiyacı olan ve yıllardır mücadelesini verdiğiniz barış sürecinin tekrar başlama olasılığı var mıdır? Türkiye nereye gidiyor? Kalıcı ve sürekli bir barışın haritası nasıl olmalı?
Bugün Türkiye’de emek sınıfına ait sorunlar mevcuttur ve ağırdır. Kadın sorunu ise ortadadır, yüzlerce kadın eril zihniyet tarafından katledilmektedir ve HDP kadın meclisi kendi özgün örgütlenmesi ile kadın sorununa dönük mücadelesini kararlılıkla devam ettirmektedir. Gençlik sorunu yine aynı şekilde gençlik meclislerimizin gündemidir ancak, Türkiye’de mevcut bütün ekonomik, sosyal, cinsiyetçi, politik tüm sorunların varlığını kabul ederek şunu söylemek isterim ki kalıcı bir barış inşa edilmediği sürece hiçbir sorun da kalıcı olarak kendi çözümünü bulamayacaktır.
Bizler hiçbir zaman geleceğe dair bu kadar umutlu olmadık çünkü bizler öz gücümüz olan halkımızla bir mücadele yürütüyoruz. Bizim umudumuz halkımızın direngen duruşu, barışa olan özlem ve inancıdır. Lakin kalıcı barışın yol haritasına geçmeden önce gösterilecek adres bellidir. Bizler bu ülkede demokratik siyaset yürüten siyasetçileriz ve barışın müzakeresinde taraf olacak sıfata sahip değiliz çünkü savaşan biz değiliz. Eğer bir adres aranıyorsa, “kalıcı barışın tek adresinin Sayın Öcalan” olduğunu belirtmek istiyorum.
Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Sayın Berdan Öztürk’e görüş ve değerlendirmeleri için teşekkür ediyoruz.