Deutsch | Türkçe | Français | English

Mert­can Güler kimi sosyal bil­im­ci­lerinde ifade ettik­leri Türkiyeli, bir “Z kuşağı” bireyi. Ben­im üniver­site öğren­cisi olduğum Türkiye‘nin o “karan­lık” zaman­ların­da, 1992 yılın­da orta hal­li, Mersin­li, Müs­lü­man, Türk bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Ben bu tar­ih­lerde mark­sist lenin­ist ide­olo­ji ile Kur­dis­tan merke­zli Türkiye ve oradan da Orta­doğu devrim per­spek­ti­fi ile mücadele eden Kürt Özgür­lük Mücadelesi‘nin aktif bir militanıydım.

Beyaz Toroslar’ın sokak orta­ların­da muhalif ve de Kürt olduğu için siyasetçi, gazete­ci, öğren­ci, iş insanı kaçırdığı ve gün­lerce son­ra bir yol kenarın­da bu insan­ların ceset­leri­ni bul­duğu­muz zaman­lardı. O gün­ler­den bugün­lere çok şey değiştirmek için çır­pınıp duran çok güzel insan­lar vardı. O gün­ler­den bu gün­lere “beyaz Toros“ ‘ların yeri­ni “siyah Ranger“ ‘lerin alması dışın­da baş­ka nel­er değişti ? Bu geniş bir tartış­ma konusu, buna bura­da girmeyeceğim.

O zaman­lar­da Kürt olduğun, Ale­vi olduğun, emekçi bir aile­den geldiğin için yaşanan­lar seni daha çabuk yakar ve hızlı­ca öğren­me ve devletin şid­de­ti ile de tanış­ma duru­mun­da kalırdın. Şim­di bu süreç­lerin bir parçası olmamış gençler, güzel vic­dan­lı çocuk­lar “ben bu düzene hayır diy­o­rum” diy­or­lar. Demek ki; onca devlet şid­de­ti, baskı poli­tikaları çok da işe yara­mamış. Unut­tur­mak iste­dik­leri ne kadar yok­sun­luk ve acı var ise her gün biraz daha bir sar­maşık gibi onların etrafını sarıy­or. İşte onların/birilerinin çok da görmek istemediği bu gerçeği bir kişi özelinde bir kez daha okuyacağız.

Bu kişi bir başak, bir tar­la başağı, bir başı­na ne yapa­bilir ki?” diye düşünebil­i­riz, ama bu bir başak, baş­ka başak­lar ile bir araya geldiğinde bel­ki bu kez bize bu kez baş­ka şey­leri fısıl­dar­lar: “boşu­na yaşan­madı bun­ca acılar…”

İşte şim­di sözü şim­di bu baş­ka başak­lar­dan biri­sine bırakıyorum.


 

Bu sistemin askeri olmayacağım”

Mert­can Güler’in  Con­nec­tion e.V. (Ed.) : Newslet­ter “KDV im Krieg”, 2020 Kasım sayısın­da yayın­lanan açıklaması.

05.10.2020

Vic­dani reddimdir.

İsm­im Mert­can Güler. 1992 yılın­da Mersin’de dünyaya geldim. Henüz 3 yasın­dayken anne ve babam ayrıldılar. Beni büyüten babam ve babaan­nem, Atatürkçü tipik Türk insanıdır. Hikaye­mi kro­nolo­jik sıraya göre anlatacağım.

Askere git­meyi red­detme mese­le­si daha çocukken ve aklım ermezken başladı. Altı yaşın­da babaan­neme askere git­mek istemediği­mi söylediği­mi, babaan­ne­min de ben­im zamanı­ma kadar zorun­lu asker­liğin kalka­cağını söylediği­ni hatır­lıy­o­rum. 20 sene­den fazla oldu ve Türkiye’de zorun­lu asker­lik hala var.

Üniver­site eğitim­ime kadar her Pazarte­si sabahı okul­dan önce ve Cuma akşamı okul çıkışı İstikl­al Marşı’nı ve Andımız’ı oku­mak zorun­day­dık. “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” ile başlayan bir marşı eğitim süre­ci boyun­ca oku­tan Türk devleti, çocuk­ların zihin­leri­ni tüm eğitim süre­ci boyun­ca arka­p­lan­da mil­i­ta­rizm ve faşizm­le dolduruyordu.

Ben­im zamanım­da, özel oku­la git­meme rağ­men tar­ih der­s­lerinde ağır­lık­lı olarak Osman­lı ve Atatürk işlenir­di. Şim­di durum nasıldır, düşün­mek bile istemiyorum.

Tar­ih ve poli­tikaya ilgim, lisede Nazi döne­m­i­ni keşfet­mem, ve tar­i­hte­ki önem­li mese­leleri araştır­mam­la başlamıştır. Bu araştır­malarım esnasın­da, babam zaman zaman yanı­ma gelir, bildik­leri­ni ben­im­le paylaşırdı.

Bu araştır­malarım, üniver­site eğitim­imin başlangıcı­na kadar sür­müştür. Tecrübe­si­zliğime rağ­men hükümetin yan­lış yap­tığını ve din­ci bir hükümet olduğunu düşünüy­or­dum. Ve seküler biri olarak bu beni itiy­or­du. Beni İsl­am’d­an uza­k­laştıran ve onu eleştirm­eye iten şey AKP’nin islam­cı poli­tikalarıdır. İsl­am’ın başa geldiğinde ne kadar despot ola­bile­ceği­ni sadece görmedik, aynı zaman­da yaşadık. Buradan, bana gerçek­leri gösteren AKP’ye bu sebepten teşekkür etmek istiyorum.

Üniver­site eğitim­im esnasın­da, 2013 sen­esinde Gezi eylem­leri mey­dana gel­di. Poli­tik olarak ilk gir­işim­ler­im ve fikir­ler­im­in otur­ması bu dönemde başlamıştır.

Nasıl başladığı hala dün gibi aklım­da. 28 Mayıs akşamın­da bir arkadaşım­la otur­muş bira içiy­or ve inter­nette geziniy­or­duk. Twit­ter’­da bir­d­en­bire Tak­sim Mey­danın­da taraftar­ların eylem yap­tık­ları­na dair bir video gördük. Baskı­dan bunalan genç jen­erasy­on olarak, bir anda hükümetin sonunun geldiği­ni düşün­müştük. Bur­da bah­set­tiğim “baskı”; hükümetin islamcı/muhafazakar poli­tikaları, insan­ların hay­at tar­zları­na karışıl­ması ve din­ci tarikat ve cemaat­lerin el üstünde tutul­ması meselesidir.

Son­ra­ki gün­lerde; İst­anb­ul’d­aki polis terörüne dair vide­o­lar, res­im­ler ve yazılar inter­nete yük­len­m­eye devam etti. Sivillere karşı uygu­lanan şid­det ve terör korkunçtu.

Bizi ve diğer­leri­ni bu nok­ta­da harekete geçiren şey; hükümetin gayet nor­mal ve hat­ta poli­tik olmayan insan­lara karşı tavrıy­dı. Ve bunu sadece ken­di iste­diği­ni hay­a­ta geçirmek için yapıyordu.

Protesto etmek, temel insan hakkıdır. Fakat Türkiye’de temel insan hakkını kul­lan­mak ve protesto etmek isteyen biri, protesto ettiği şey Erdoğan reji­minin çıkar­ları­na ters düştüğü tak­tirde polisler tarafın­dan tar­tak­lan­abilir, üzer­ine biber gazi boşaltıla­bilir, kafası­na gaz bom­bası atıla­bilir, yüzüne plas­tik mer­mi sıkıla­bilir, ve hat­ta yasal kur­sun­ların hede­fi ola­bilir. Ayrı­ca key­fi olarak gözaltı­na alın­abilir, ora­da işkenc­eye uğraya­bilir ve hat­ta öldürülebilir.

Aynı zaman­da saba­ha karşı 4’te evine makineli tüfek­ler­le donatılmış polislerce şafak operasy­onu düzen­lenebilir. Bunun dışın­da Erdoğan reji­mi teorik olarak (bugün pratik­te de) diğer insan hak­larınızı da elin­iz­den ala­bilir. Erdoğan reji­mi açıkça “biz iste­diğimizi yaparız, bize karşı gelirs­eniz polis ve devlet terörü uygu­larız” demektedir.

O zaman­lar Erdoğan; Gezi Parkını yık­mak, ve yer­ine baş­ka bir şey inşa etmek istiy­or­du. Bu park, İst­anb­ul’un ortasın­da­ki bel­ki de tek yeşil alandı. Bu yüz­den ekolo­ji aktivist­leri buna karşın tep­ki ver­mişti. Ekolo­ji aktivist­ler­ine yöne­lik sert müda­hale son­rasın­da tüm Türkiye’de hükümetin kol­luk güç­leri ve insan­lar karşı karşıya gelmişti. Onlar­ca insan hay­atını kay­bet­miş, bin­lerce­si hafif ve ağır yaralanmıştı.

Sokağa çık­tığımız­da şid­de­tle karşılaşa­cağımızı biliy­or­duk. Arkadaşlarım­dan bazıları yoğun biber gazi sebe­biyle astım kri­z­leri geçir­di. Bir tane­si plas­tik mer­miyle gözün­den vurul­du. Her şey yanıbaşım­da olup bitiy­or­du. Plas­tik mer­mi bana isa­bet etmediği için şanslıy­dım diye­bilir­im. Sokak­lar­da devlet terörüne karşı direnirken, islam­o­faşist hükümetin dur­du­rul­ması gerek­tiği­ni haykırırken, yanıbaşım­da sol­cu­lar, demokrat­lar ve kürtler vardı. Bize okullar­da canavar olarak öğretilen­ler. Kut­sadık­ları devlet ise karşımız­da bize biber gazi ve mer­mi sıkıyordu.

15 yaşın­da­ki Berkin Elvan’ın gaz bom­basıy­la kafasın­dan vurulup has­tan­eye düşme­si çok zoru­muza git­mişti. Devlet terörünün bu derece ileri gide­ceği­ni düşüne­memiştik. Buna karşın eylem yap­tık. AKP binası­na yürümek ve binanın önünde protesto yap­mak iste­dik. Polis tekrar şid­de­tle cevap ver­di. Bu sayede polis; insan­ları koru­mak için değil, AKP’yi koru­mak için var olduğunu bir kez daha kanıt­lamış oldu. Polisler üzer­im­ize hedef alarak gaz bom­baları ve plas­tik mer­mil­er sıkarken, oradan uza­k­laştık. Bir binaya sığındık ve ortalık sakin­leşene dek ora­da bek­ledik. Takip edilme olasılığı­na karşın, eve giderken fark­lı rota­lar kul­landık. Eve varana dek arka­ma bak­tığımı hatırlıyorum.

Protesto­lar esnasın­da Ahmet Atakan isim­li gencin de polis tarafın­dan katledildiği haberi­ni aldık. Buna karşın tabii ki tep­ki göster­mek ve eylem yap­mak iste­dik. Bu eylemde üzer­ime puşi almıştım. Yüzüm kapalı değil­di, gayet nor­mal bir şek­ilde protesto etm­eye git­miş­tim. Puşim polis­lerin dikka­ti­ni çek­miş ola­cak ki; yak­laşık 3 metre uza­k­tan fotoğrafımı çek­m­eye başladılar. Bunu far­ket­tiğimde yüzümü çevirip bulun­duğum yeri değiştirdim. Bu eylemin sonun­da polis eylem­cilere saldırdı ve bazılarını gözaltı­na aldı.

Arkadaşlarımız sokak­lar­da katledilirken, ve yeni kur­ban her an içimiz­den biri ola­bile­cekken, Erdoğan destek­li medyanın bu zaman sürecin­de­ki tavrı beni tiksindirmişti. Buradan onlara bu kadar açıkça yalan söyledik­leri ve gerçek­leri görmemde rol oynadık­ları için teşekkür ediy­o­rum. Aktivistler bu sözü­mona medya­da “terörist” olarak lanse ediliy­or­du. Ben de ora­day­dım, ama ben terörist değildim. Eylem­ler esnasın­da gördüğüm tek terörist açıkçası polisler­di. Medyanın bu konu­da yalan söyleme­si kafam­da­ki bazı ampul­leri yak­mıştı. Bu konu­da yalan söyleyen medya, Kürtler ve diğer mese­lel­er hakkın­da neden yalan söylemesin diye düşün­m­eye başlamıştım. O zaman­dan beri tele­vizy­on izlemem.

Gezi Parkı eylem­leri sona erdiğinde; hükümet bir cadı avı başlat­tı. Eylem­lere katılan­ların evler­ine baskın­lar yap­tı. Bu bazılarını korkut­tu, bazılarının ise ateşi­ni har­ladı. Ben ikin­ci gru­ba dahil oluyorum.

Bu olay­lar­dan son­ra anladım ki: fikir özgür­lüğü, örgütlen­me özgür­lüğü, toplan­ma özgür­lüğü gibi temel insan hak­larım için ve her şey­den önce var ola­bilmek için direniş göster­mem gereke­cek­ti. Bu esna­da araştır­malara ve sınıfım­da­ki kürt ve ale­vi arkadaşlar­la fikir alışver­iş­leri yap­maya başladım. Nel­er yaşadık­larını, çek­tik­leri acıları öğrendim. Bu adalet­si­z­lik­lere ve hak­sı­zlık­lara karşın tabii ki tep­ki­siz kala­mazdım. Artık yer­imde duramıy­or­dum. Bunun etnik köken, din veya azın­lık olup olma­ma gibi konu­lar­la alakası yok­tu. Bu; insan­lık meselesiydi.

Gezi eylem­leri aynı zaman­da insan­ları da ayrıştırdı. Bu eylem­lere destek ver­meyen kişil­er­le arkadaşlığımı kes­tim. İns­anl­ar, temel insan hakkı olan protesto hakkını kul­lan­mak için sokağa çıkıy­or ve bu esna­da şid­det görüy­or ve öldürülüy­or­du. Bunu reva gören kişil­er­le arkadaş kalmak tabii ki mümkün olmadı. Bu sebepten arkadaş çevrem sol­cu­lar ve demokrat­lar­dan oluş­mak­tay­dı. Fark­lı ide­olo­jil­er­den ren­garen­kler­di. Siv­il itaat­si­zliği hep beraber yaşamıştık. Bu esna­da bir çok fark­lı frak­siy­onu tanı­ma fır­satım oldu. Sadece gerçek hay­at­ta değil, aynı zaman­da sosyal medya­da da örgütleniy­or ve belir­li konu­lar­la ilgili istişare ediy­or­duk. O zaman­lar kişisel olarak tanı­madığımız biri­ni Face­book’­ta ekle­mek anor­mal değil­di. Vic­dani ret ile tanış­mam da ilk o zaman, şu an Fransa’­da yaşayan Ercan Aktaş’ı ekle­mem­le başladı.

Er ya da geç askere git­mek zorun­da olma fikri, beyn­i­mi kemiriy­or­du. Bu sis­teme hizmet etmek zorun­da olmak beni çıldırtıy­or­du. Hiç bir zaman biri­ni öldürmeyi, ve öldürmeyi öğren­meyi düşün­med­im. Fakat askere git­memenin mümkün olduğunu, bunu red­detme gibi bir kon­septin var olduğunu bilmiy­or­dum. Ercan ile yap­tığım soh­betler net­icesinde, bu konu ile ilgili bilgilendim.

Bizi öldürm­eye ve temel insan hak­larımızı elim­iz­den almaya plan­lı bir makin­eye karşın, örgütlü olarak savaş­mak zorun­day­dık. Bu sebepten; bana uyan bir örgütün olup olmadığını araştır­maya başladım. HDP ile ilk temasım bura­da gerçekleşmiştir.

Hükümeti aynı zaman­da sosyal medya­da eleştirirdim. AKP reji­minin cihad­cılara verdiği desteği eleştiriy­or­dum. Bunun­la beraber Kürt­lerin İŞİD’e karşı Rak­ka zaferi­ni kutluyordum.

Bir zaman son­ra annem aradı. Terör­le mücadele­den onu aradık­larını, ve yazdık­larımı silmem gerek­tiği­ni söyle­di. Kork­tum ve Face­book hesabımı kap­at­tım. Takip, zulüm ve eziyet yal­nız­ca dava ve soruş­tur­malar­la değil; aynı zaman­da el altın­dan ola­biliy­or. O dönemde demokrat­lara ve özel­lik­le HDP’ye karşı yoğun bir baskı vardı. Mersin’de­ki HDP binasın­da bom­ba pat­latıl­ması buna örnek olarak ver­ilebilir. Aynı zaman­da bunun yanı­na Suruç ve Ankara’­da­ki hükümet destek­li cihatçı çetelerin pat­lat­tığı bom­baları da koy­a­bilirsiniz. Ankara gar pat­la­ması­na biz­im üniver­sit­e­den de oto­büs kalkıy­or­du. Git­meyi düşünsem de, sınavlarım sebe­biyle gitmed­im. Aslın­da ora­da ola­bilir, ve suan yaşamıy­or ola­bilirdim. Evet; bu kadar basit.

Fikir­ler­im bu dönemde ailem­le çatış­maya başladı. Ve ailenin kara koyunu ben oldum.

O dönem, ismi­ni ver­mek istemediğim bir mark­sist-lenin­ist örgüte kendi­mi yakın his­set­tim. Bir süre bah­si geçen örgütü ziyaret ettim ve bazı ide­olo­jik tartış­malar­dan son­ra ben­im yer­im­in orası olmadığını anladım. Bah­si geçen örgüte yakın bir müzik grubu, Mersin’e gele­cek­ti ve bunu biz orga­nize ede­cek­tik. Fakat bu örgütün kan, ölüm ve silah­tan beslendiği­ni far­ket­mem üzer­ine, onlar­dan uza­k­laştım. Aynı zaman­da LGBT birey­ler­ine karşın ayrım­cı söylem­leri vardı. Ben­im hede­fim mark­sist-lenin­ist bir devlet kur­mak değil­di. Bu sayede ben­im yuvamın HDP olduğunu anlamış bulun­dum. HDP, her insana kucak açıy­or­du. Par­tinin insan hak­ları, azın­lık hak­ları, vic­dani ret ve ekolo­ji konu­ların­da­ki has­sasiyeti tam olarak aradığım şeydi.

15 Tem­muz 2016’da darbe gir­işi­mi oldu. Ne olduğunu anla­maya çalışıy­or­dum. Erdoğan insan­ları sokak­lara dav­et etti. Kaos hüküm sürüy­or­du. Camil­er­den sürek­li cihad çağrıları yapılıy­or­du. Ailem tüm poli­tik kitap ve dergi­ler­i­mi bu esna­da yok etti. Tabii ki ailenin kara köyününün; diğer­lerinin hay­atını mahvet­m­eye hakkı yok­tu. Kendi­mi 2. Dünya Savaşın­da­ki bir yahu­di gibi hissediyordum.

O gece; doğup büyüdüğüm ülkeyi, çocuk­luğu­mu geçirdiğim sokak­ları, aile­mi ve diğer her şeyi geride bırakıp gitme kararı aldığım gecedir.

Darbe gir­işi­min­den hemen son­ra OHAL ilan edil­di. Bunu tutuk­la­malar ve muhale­fete yoğun saldırılar takip etti. 1767 kurum ve kuru­luş kap­atıldı. Bin­lerce kişi KHK­lar­la bir gecede işten atıldı. Yüzbin­lerce kişi zin­dan­lara atıldı ve işkenc­eye maruz kaldı. Bir çok kişi kaçırıldı ve katledil­di. HDP eşbaşkanı sayın Sela­hat­tin Demir­taş dahi hapise atıldı. Her şey key­fiy­di. Muhale­fetin artık ne can ne de mal güven­liği vardı. Seya­hat ederken bir çok polis kon­trolü oluy­or­du. O dönem­ler hakkım­da dava ve soruş­tur­ma olma­ması­na rağ­men, bu beni huzur­suz ediy­or­du. Her polis kon­trolünde aca­ba bir şey çıka­cak mı, aca­ba hakkım­da bir şey var mı diye düşünür olmuş­tum. Bir gecede yakalama/tutuklama karar­ları çıkıy­or­du. Bunun dışın­da polisler GBT yaparken yer aldığınız tüm poli­tik aktiviteleri göre­biliy­or­du. Bu korkunç bir şeydi.

Yukarı­da bah­set­tiğim mark­sist-lenin­ist örgüt de OHALden Mersin’de nasi­b­i­ni almış ve kap­atılmıştı. Örgüt­ten tanıdığım biri gözaltı­na alındık­tan son­ra ona ben­im res­im­ler­i­mi gös­ter­dik­leri­ni ve soru­lar sor­duk­larını söylemişti. Sıranın bana geldiği­ni his­set­m­eye başlamıştım.

Psikolo­jik olarak bit­miş­tim. Uyuyamıy­or­dum. Uyuşam da kabus­lar­la uyanıy­or­dum. Gece yarıların­da kaç kere nefes­siz kalıp acile git­mek zorun­da kaldığımı hala hatır­larım. Ne zaman polis görsem korkuy­or­dum. Gece yatarken, pencereme yan­sıyan kır­mızı-mavi polis arabası ışığını ne zaman görsem, ben­im için geldik­leri­ni düşünürdüm.

Aileme git­mek iste­diği­mi söyled­im. Bu konu­da bana yardım ettik­leri için onlara min­net­tarım. 2017’nin sonuna doğru ülkeyi ter­ket­tim. Şu an Almanya’­da ikamet etmek­tey­im ve o zaman­dan beri Türkiye’ye geri dön­med­im. Aile­mi bir daha göre­bile­ceği­mi san­mıy­o­rum. 3000 kilo­me­tre uza­k­ta yaşa­ma­ma rağ­men sosyal medya­da yazdık­larım yüzün­den hakkım­da dava ve soruş­tur­malar açılıyor.

Hiç bir zaman biri­ni öldürmeye­ceğim. Beni yok etmek isteyen bu sis­temin askeri olmay­a­cağım. Poli­tik görüş­ler­im­den dolayı, birinin cesed­i­mi bir kışlanın köşesinde bul­ması­na müsade etmeye­ceğim. İsl­amcı bu hükümeti “şehit“zırvası ile besle­meye­ceğim. Neden biri­ni öldürmek zorun­da olayım? Beni kab­ul dahi etmeyen bu “vatan” için neden savaşayım? Fikri­mi söyleyemiy­or ve var olamıy­or­sam neden orası ben­im ‘vatanım’ olsun? Vic­dani, poli­tik ve dini sebe­pler­den askere git­meyi reddediyorum.

Ordu­da, her şey­den önce Türk ordusun­da bulun­mayı red­det­tim ve her zaman red­dede­ceğim. Hiç bir vak­it silahlı bir yapıya hizmet etmeyeceğim.

Asker­lik­te sizi nel­er bek­liy­or? Ana akım ve devletin onay verdiği fikir­lere sahip olmayan biri, komu­tan­lar tarafın­dan her daim eziyete uğrar. Siz­den önce, MİT raporunuz kışlaya varır. „İnt­ih­ar etm­eniz“ de muhtemeldir ve hiç kimse de aksi­ni kanıt­laya­maz. Bunun bir çok örneği var. Bunun dışın­da emredildiği tak­tirde savaş­mak zorun­da kalırsınız. Buna ek olarak fana­tizm ve mil­liyetçi­lik­le beyniniz yıkanır ve sorgu­la­manız yasak­lanır. Ben şah­sen sınır­lar, sözde terör ya da vatan için savaş­may­a­cağım. Ya da bun­lar için savaşan bir yapı­da yer almay­a­cağım. Ben insan olarak doğ­dum, insan olarak kala­cağım. Militer şid­det beni canavara dönüştürmeyecek.

Vic­dani ret bir insan hakkı olması­na rağ­men Türkiye’de hala tanın­mış bir hak değil. Vic­dani retçi biri; önce para ceza­sı­na daha son­ra hapis ceza­sı­na çarp­tırıl­mak­tadır. Askere git­meyi red­det­tiğiniz tak­tirde; otelde kalmak iste­diğinizde, baş­ka bir şehire yol­cu­luk etmek iste­diğinizde veya sokak­ta basit bir kim­lik kon­trolünde polisler size 15 gün içinde tes­lim ola­cağınıza dair bir belge imza­lat­mak­tadır. Asker olmayı red­dediy­or­sanız, Türk devleti sizi siv­il ölüme mahkum etmektedir.

Bu Türk toplumu­nun bir yarasıdır. Devlet ve Erdoğan reji­mi şid­det ve militer­liği yücelt­tiğin­den dolayı insan­lar asker­lik yap­mayı erkek­lik ve vatan­sev­er­lik olarak görmek­te­dir. Ben buna hayır diy­o­rum. Yeni jen­erasy­onu zor olsa da asker­liği red­det­m­eye dav­et ediyorum.

Mert­can Güler


Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ercan Jan Aktaş
Auteur
Objecteur de con­science, auteur et jour­nal­iste exilé en France. Vic­dan retçisi, yazar, gazete­ci. Şu anda Fransa’da sürgünde bulunuy­or. Con­sci­en­tious objec­tor, author and jour­nal­ist exiled in France.