Pulka­natlιlar ya da kele­bek­ler gece ve gündüz iki ana grubun­dan oluşuy­or ve 150.000 civarın­da çeşit çeşit dünyanın her­bir yer­ine uçuşup dağılıyorlar.

Kulağa pek hoş gelen lat­ince ismi ile Lep­i­dopter­a’ların vücut­ları ren­kli pullar­la örtülü. Aslın­da bu pullar, uçları yassılaşarak genişleyen kıl­lar­dan ibaret. Ufak sarsın­tılar­da da kolay­ca kop­uy­or­lar. Emi­ci tipte­ki ağız parçaları hor­tum şek­linde. Kul­lanıl­madığı zaman­lar bu hor­tum basın alt tarafın­da hele­zon biçi­minde kıvrılıy­or. Çiçek­ler­den balözü emerek besle­nen kele­bek­ler, bunu önce ayak­larıy­la tadıy­or­muş. İki çift olan kanat­ların büyük­lüğü, far­ket­miş olduğunuz üzere cinslere göre değişiy­or. Pek az türde ve bazı tür­lerin dişi­lerinde ilginç bir şek­ilde kanat bulun­madığını öğreniy­oruz. İşte kele­bek­ler hakkın­da çok çok kısa bilgi…

Kele­bek­lerin uzman­lık­tan uzak sadece bir sev­eni olarak tür­lere değin­m­eye kalkışmıy­o­rum. Yal­nız­ca tırtıl ve koza dönem­leri bile apayrı bir yazı konusu ola­bile­cek den­li ayrın­tılı. Sabırsı­zlık edip bu adım­ları atlay­alım isters­eniz, ve kele­beğimiz hemen havalansın…

Kanat­ların­da bir­birinden güzel ren­kler, ince nakışlar taşıyan, şiirsel, nar­in ve hayran­lık veri­ci minik hay­vancık… Ele avu­ca sığ­maz, benek­li bir şiir uçurtması!

kelebek bocekBırakın kanat ren­k­leriyle büyülen­meyi, desen­lerinde fal bak­mayι da, açιn göz­lerinizi bakalιm. Aslın­da o bir böcek! Böcek sözcüğünü duyar duy­maz birçoğunuzun içinide “ιğğğğ…” nidasι ile dil­lendi­re­bile­ceğimiz bir his, bir titreme, hareketlen­me oldu değil mi?

Kedis­tan’ιn say­faların­da kanat çır­pan küçücük bir kele­bek, otur­duğunuz koltuk­ta küçük bir fırtı­na kopardı diye­bil­i­riz. “Kele­bek Etk­isi” bir sis­temin başlangıç ver­i­lerinde­ki ufak değişik­lik­lerin, büyük ve öngörüle­mez sonuçlar doğura­bilme­sine ver­ilen isim. Bu ter­im, Edward N. Loren­z’in hava duru­muy­la verdiği örnek­ten geliy­or­muş: “Ama­zon Orman­ları’n­da bir kele­beğin kanat çırp­ması, Avru­pa’­da fırtı­na kop­ması­na sebep ola­bilir”. “Kele­bek etk­isi” kavramını 1963 yılın­da Edward N. Lorenz bil­gisa­yarın­da hava duru­muy­la ilgili hesaplar yaparken bul­muş. İlk hesapla­masın­da 0,506127 sayısını başlangıç verisi olarak kul­lan­mış. İki­nci hesapla­ma­da ise 0,506 sayısını ver­miş. İki sayı arasın­da sadece yak­laşık 1/1000, yani bir kele­beğin kanat çırp­masının yarat­tığı rüz­gar­la eşdeğerde fark olması­na rağ­men, süreç içinde ikin­ci hesap bir­in­ci hesa­ba göre, o küçücük değer farkı­na oran­la bam­baş­ka net­icel­er vermiş…

Kele­bek etk­isin­den bahsederken, Lau­rent Firode’un Bir Kele­beğin Kanat Çır­pışı  (Le Bat­te­ment d’ailes du papil­lon) adlı filmi­ni say­madan olmaz… Başrolde Audrey Tatou, Eric Savin, Faudel. Dol­u­nayın etk­isi, yen­mek üzere olan bir kare çuku­la­ta, bozuk kahve mak­i­nası, korkak bir erkeğin yalanı, bir güvercinin kakası, Venus geze­geni, beyaz bir çakıl taşı, bir süt şişesinde bulu­nan hazine… Bir güne ser­piştir­ilmiş bu küçük olay­lar, bir kadın ve bir erkeği bir araya getiriy­or . Yani bir kele­beğin kanat vuruşları….

Daha tanın­mış bir film de var: Kele­bek Etk­isi (The But­ter­fly Effect). Zaman­da yol­cu­luk yaparak çocuk­luğu­na geri dön­meyi başarıp geçmişin­de­ki hata­ları düzeltip gele­ceği­ni yeniden kur­gu­la­maya çalışan bir gencin hikayesi­ni anlatıy­or. Bu fil­mi Eric Bress  ve J. Maçkye Gru­ber yönetmiş.

Elbette baş­ka film­ler de var… Ama hadi, kele­bek etk­isi fırtı­nasını geçmiş bilin… Gökyüzü mas­mavi ve din­gin… O son­suz mav­il­iği için­den bir topaç geçiy­or! Tak­lacı güvercin, Kele­bek! Anadolu’ya özgü pek sporcu bir güvercin cin­si bu. Türkiye’nin her yerinde yer­el ismil­er almadan, adı değişme­den anılan tek güvercin cin­si olduğunu öğreniy­oruz. Dünyaya “kele­bek” sözcüğünü öğretmesi de cabası!

Kele­bek” sözcüğünü tüm dünyaya pek de hayır­lı bir yol­la olmasa da yayan bir şey daha var:  Tro­jan tipi bir bela olan “Troj/Kelebek‑G”! Pul­lu kanat­lar­dan yok­sun bu virüs 2005–2014 yıl­ların­da başımıza dert olmuş.

kelebek msn logoİnt­ern­et muhab­bet­leri sosyal medyaya taşın­madan önce, bizi uzak dost­larımı­zla buluş­tu­ran yazılım­ların­dan biri MSN’in de pek güzel bir kele­bek logo­su vardı… Her kanadı ayrı bir renk… Bil­gisa­yarın kıdemlileri hemen hatırlayacaktır…

Oraya buraya tık­larken, bir de bakıy­o­rum ki Ekşisö­zlük’te kele­bek için şu entry var, beni pek güldürüy­or : “Bişeyin yakış­madığın­da atın bi yer­ine konan hay­van” (Balık Bur­cu mahlaslı yazarın bir incisi)

Sanal okyanus­tan önce ken­di­ni olimpik havuzun koy­nuna atıy­or kele­bek, ve bir yüzme stili olarak sulara dalıy­or. Kele­bek stilinin muci­di olarak yüzücü Jack Sieg ve antrenör David Arm­bruster olarak biliniy­or. 1930’lu yıl­ların başın­dan itibaren kele­bek stil yüzmede çeşitli gelişmel­er oluş­maya başlamış. Yal­nız­ca kulaç atmaya day­alı yüzme­den nefes kon­trol­lü kulaç atma tarzı­na yavaş yavaş geçildiği görülmüş. Bazıları bunu suyun yüzeyinde yaparken bazıları da suya dal­ma aşa­masın­da yap­mayı ter­cih ediy­or­muş. Kele­bek — serbest yüzen yüzücüler yunus vuruşunu yap­tık­ların­da daha da hız­landık­larını anlamışlar. Her iki ayak aynı anda aynı düzlemde hareket ettiği için yunus vuruşu o tar­ih­lerde serbest yüzme kural­ları­na da uygun­muş. Yunus vuruşuy­la kele­bek yüzme o kadar hızlan­mış ki 1955’te yeni bir kat­e­gori oluş­muş. Kele­beğin kol çek­iş­leri­ni daha okurken kanat­lan­mış gibi oluy­or insan: “dışa süpürme, içe süpürme, yukarıya süpürme, Geriye alış, gevşeme, din­len­me”….

M. Ali Clay de “kele­bek gibi uçarım arı gibi sokarım” der­di, hatır­ladınız mı?…

 

Zehra Doğan’ın, Tate Mod­ern’de 2019’da gerçek­leştirdiği “E Li Dû Man ser­gisi sırasın­da, Ulus­lararası PEN kuru­luşu­nun Türkiye ceza­ev­lerinde tut­sak gazete­ci ve yazarlara destek kart­postal kam­pa­nyası için yap­tığı kelebek.

Bir an durup, hafıza­ma kay­det­tiğim kele­bek­leri düşününce, yakın geçmişte­ki anılar­dan biri tüm can­lılığıy­la göz­ler­im­in önünde yeniden çiziliyor.

Arkadaşım Zehra Doğan’ın bir ser­gisinde, kış mevsi­minin ortası olması­na rağ­men, ser­gi mekanın­da koza­sın­dan çıkan ve o kadar eserin arasın­da gidip Kemal Kurkut’un resmine konan kele­beğin hikayesi, biz­im için unutul­maz bir an olarak kaldı. Zehra, Güzel Gün­ler­im­iz de Ola­cak (Nous aurons aus­si de beaux jours) adıy­la kita­plaşan 2017–2019 döne­mi ceza­e­vi mek­tu­pların­da da, bana ateşi keşfe­den kele­bek­lerin öyküsünü de yazmıştı.

Dört kelebek, ateşin gerçek sırrına ulaşmaya karar verirler. İlki ateşin çevresini uzaktan bir dolaşır ve şöyle der: “Ateş aydınlatan bir şeydir.” Bu ifade, gerçeğin tam bilgisi değildir. İkinci kelebek, ateşe biraz daha yaklaşıp döner ve şöyle der: “Ateş, ısıtan bir şeydir.” Bu ifade de gerçeği anlatmak için eksiktir. Üçüncü kelebek, ateşe iyice yaklaşır. Alevler kanatlarına değer geçer ve döndüğünde der ki: “İşte gerçek bilgi: ateş, yakıcı bir şeydir”. Dördüncü kelebek bununla yetinmez. Ateşin çevresinde döner, dolanır, kavrulur ve birdenbire ateşin içine dalarak parladıktan sonra alevlerin içinde kaybolur.
İşte o, ateşin gerçek bilgisini anlayan tek kelebektir. Ama geri dönüp, bunu diğerlerine anlatamaz. Anlatmasına gerek de yoktur. Çünkü hiç kimse ateşin, gerçeğin ışığının ne olduğunu başkasından öğrenemez. Ateş, ancak içinde yokluğa karışarak öğrenilir…

Kürt kültüründe iyi bili­nen, bu ders veri­ci hikayenin kele­beği gerçeğe ulaş­mak adı­na hay­atını feda ederken, İnc­il diğer açı­dan bak­mış. Yani, ateşin, ışığın tarafın­dan: “Kele­bek kanat­larını ateşte yak­tıysa, ateş kele­beğin kanat­larını tanıdı ve sevdi.”

Bir Çin atasözü şöyle diy­or “Bir kele­bek aslın­da ölmüş bir çiçek­tir, kay­bet­tiği hay­a­ta bak­a­bilmek için uçarak yükselir.”

Heveslenip baş­ka atasö­z­leri ya da ünlü sözler ara­maya başlıy­o­rum. İnanm­aya­c­aks­ınız ama açtığım ilk atasö­z­leri kitabının ilk say­fasın­da şu Karl Fred W. Wan­der’in şu cüm­le­si var : “Atasö­z­leri kele­bek­lere ben­z­er, birkaç tanesi­ni yakalarız, diğer­leri uçup gider”. W. Wan­der, 1833–1879 yıl­ların­da yaşamış Alman bir ped­a­gog ve akademisyen. 250.000’den fazla atasözü, alın­tı ve dey­im topla­yarak mev­cut en büyük Alman­ca kolek­siy­onu kotar­mış. Yani ona yol­un başın­da rast­la­mam bir rast­lantı değil.

Say­faları karıştırıyorum…

Le Chat” (Kedi) karak­terinin Belçikalı çiz­eri Philippe Geluck “Bazı kele­bek­ler sadece bir gün yaşar ve genel­lik­le bu hay­at­larının en güzel günüdür” diyor.

Bu bana yıl­lar­ca birik­tirdiğim GırGır der­gisinin eski sayıların­dan bir karikatürü hatır­latıy­or. Bir kele­bek çif­tinin konuşması :
- Bu akşam olmaz çok yorgunum
- Ama sevgilim zat­en bir gece yaşıyoruz

Bir gün” diy­oruz ama, Kral kele­beği (Danaus plex­ip­pus) daha uzun yaşıy­or. Her yıl, gidiş-dönüş, yarım mily­on­luk nüfus­larıy­la Kana­da ve Mek­si­ka arasın­da 3000 kilo­me­tre­lik bir yolu 4 ayda, 3 nesil olarak kat­e­den Kral kele­bek­leri, böcek dünyasının en ilginç göç­lerinden biri­ni gerçekleştiriyor.

Sözlere döne­lim… Fran­sız yazar, gazete­ci ve karikatürist François Cavan­na diy­or ki, “Tırtıl kele­beğe dönüşür, domuz sala­ma dönüşür, bu doğanın kanun­ların­dan biridir”. Doğru söze ne denir?

Fran­sız yazar André Gide, “Tırtılın verdiği söz­den kele­bek sorum­lu değildir” demiş. Rüz­gar­la yön, gün­dem­le kabuk değiştiren kim­i­lerinin, insan­la alay eder gibi, bugün, bir gün önce dediğinin tersi­ni söylediği­ni, verdik­leri söz­leri unut­tuğunu hep­imiz gözlem­liy­oruz, bu onları bir tırtıl­dan da alt sınıf bir omur­gasız kon­u­mun­dan ileri götür­müy­or işte…

Kele­bek vesile­si ile, insan­lığın tüm karan­lık yan­ları payını alıy­or. Örneğin havalara giren­lere dair bir Dan­i­mar­ka atasözü de var ki, çok doğru bir tespitte bulunuy­or: “Kele­bek çoğun­luk­la önce­den tırtıl olduğunu unutur”. Oscar Wilde’in sözü ise, refer­ans ver­me­den elle tutu­lur bir söylem üret­mek­ten aciz olan­lara gön­derme yapıy­or: “Başkasının söz­leri­ni tekrar­la­mak, güzel kele­bek­leri ren­k­leri­ni ve can­lılığını sol­du­rarak çerçevele­mek gibidir”.

Bu söz üzer­ine, aynı hataya düşmemek adı­na, atasö­z­leri ve güzel sözler bahçesi­ni terkediyorum…

kelebek

Helmholtz bobin sis­te­minde simüle edilmiş bulut­lu koşullar altın­da test edilen 11 fark­lı kele­beğin nor­malleştir­ilmiş sanal izleri. (Kay­nak)

Önüme çıkan her çiçek­te kele­bek izleri ara­yarak bir oraya bir buraya uçuş­maya devam ediy­o­rum. Yazının devamı da kele­beğin uçuşurken çizdiği yol gibi ola­cak gal­i­ba. Gözünüzün önüne gel­di değil mi? (Bakınız sanal izler grafiği)

Yoluma hemen çıkan­lar, mobilya, gazete eki, yayınevi…. Sizin de aklınıza ilk gelen­ler olmalı. Otel, büfe, bar, lokan­ta, dükkan, web site­si…. Ren­garenk kele­bek logolar…

Peki ya kitaplar ?

Hen­ri Charrière’in Fran­sız Guyana’sında mahkûmiyeti­ni ve kaçışını anla­tan Kele­bek adlı unutul­maz romanı. Hani kitabın kalın­lığını görünce korkarsınız ama bir başlayın­ca bıraka­mazsınız… Bu roman­dan 1973’te uyarlanan, başrol­leri­ni Steve McQueen ve Dustin Hoffman’ın pay­laştığı, Franklin J. Schaffner’in yönet­tiği film…

Bir süre koma­da kaldık­tan son­ra Locked-in sendro­mu ile uyanan Fran­sız gazete­ci Jean-Dominique Bauby’nin sadece göz hareket­leri ile yaz(dır)dığı kitap, Kele­bek ve Dal­gıç Giy­sisi (Le Scaphan­dre et le Papil­lon). Bu kitap 2007’de Kele­bek ve Dal­gıç ismi ile sine­maya geçmiş.

Koza Kele­beği bilmez, Robin Sharma’nın 2005’te çıkan kitabı. “Koza için hay­atın sonu olarak görü­nen şeyi, usta­lar kele­bek olarak görür.” diy­or yazar.

Kaderini ancak sen keşfedebilirsin, senin için hazırlanmış yolu ancak sen bilebilirsin. Orası kalbinin seni davet ettiği yoldur.  Nasıl ki koza kelebeği bilmez, halbuki kaderidir onun kelebek olmak. Ancak cesur olursa, cesaret ederse bir yumağın içinde sıkışmış kalmışlıktan, kabuğunu kırarak gökyüzüne, özgürlüğe kanat çırpar. İşte insanoğlunun hikâyesi de budur. Asla kaderini baştan bilmez ve eğer geçilmemiş yollardan geçmez, açılmamış kapıları açmazsa, sonunda bir anlamda açılmadan iade olacaktır.”

Sine­ma­da devam edelim.

Kele­beğin rüyası (Il sog­no del­la far­fal­la) İtalyan yönet­men Mar­co Bel­loc­chio tarafın­dan çek­ilmiş ve 1994’te çık­mış. Aynı ismi taşıyan bir de Türk fil­mi var, Yıl­maz Erdoğan’ın 2013’te ekran­lara yan­sıyan dra­ması. İki kele­bek rüyası da fark­lı zaman ve dal­lar­da Cannes ve Oscar ödül­lerinde uçuşmuş…

kelebek isabelle

Isabelle”, teknik ismiyle Graell­sia isabel­lae, nadir bir gece kele­beği. İşte bu Isabelle’in peşine düşen yaşlı bir kele­bek avcısının hikayesi­ni anla­tan film “Papil­lon”. Fran­sız sanatçı Michel Ser­rault’­nun muhteşem can­landır­ması ile…

Kele­bek kolek­siy­on­cu­luğu iti­na ve tutku gerek­tiren apayrı bir dal ola­bilir, ama sanırım daha bu cüm­lenin başını okurken, bir çoğunuz, ben­im gibi, zal­im ve eşan­lam­lı bil­i­mum sözcük­leri say­dır­maya başladınız bile… Ara­malarım­da yazar Vladimir Nobokov’un ünlü kele­bek kolek­siy­on­cu­ların­dan olduğunu öğren­ince Loli­ta’yı yazarken han­gi kele­bek­ten esin­len­di aca­ba diye düşün­mek­ten alıkoy­amıy­o­rum kendimi.

Reşat Nuri ile Mah­mut Yesari, İbn­urr­efik Ahmet Nuri, Münip Fehim’in 1923–24 yıl­ların­da bir­lik­te çıkardığı “Kele­bek” der­gisi­ni hatır­la­yarak devam edelim…

Tabii ki Puc­ci­ni ve Madame But­ter­fly! Madame’ın adının neden But­ter­fly olduğunu mer­ak ederdim ama araştır­mak hiç aklı­ma gelmemişti. İtalyanl­aştırılmış japon­ca ile : “Cio­cio-san”, yani Bayan Kele­bek’ten geliy­or­muş.

Müz­iğe yolu­muz düşmüşken, Hasan Fer­it Alnar’ın 1922’de bestelediği “Kele­bek Zabıt” adlı tek ses­li operet…

Beyaz Kele­bek­ler grubunu unut­may­alım! 70’lerin en popüler gru­pların­dan biriy­di. “Sen gid­ince bak nel­er oldu“şarkıları dünya liste başı olmuştu…

Stratovarius’un 2002 albümün­de­ki Papil­lon adlı parçası. “Fly­ing to the day / One day to play / With eyes open wide / I am Papil­lon / I watch the world / Curi­ous­ly / World is my home / I am Papillon”.

Mari­ah Carey’in 1997’de çıkan, ve aynı isim­li parçanın da içinde bulun­duğu “But­ter­fly” albümü

Kitap, film, müzik.. Topladığım balözünü en azın­dan çiçek çiçek ayır­maya çalışıy­o­rum ama ola­cak şey değil… Kanat­larım beni baş­ka çayır­lara taşıyor….

1655–1705 yıl­ların­da yaşayan, İsviçreli matem­atikçi Jakob Bernoul­li 1695’te kablo boyun­ca kayan ağır­lığın köprüyü sürek­li dengede tut­ması için bir eğri gerek­tiren aşma köprü prob­lem­i­ni incele­mek için, bir sene önce bu eğriyi tasar­lamış:: “Kele­bek eğrisi”.

kelebek mayinPek hayır­lı bir kele­bek değil ama : “Kele­bek Mayını” da var. Res­mi adı PFM‑1 olan rus yapımı bu mayın çocuk­ları hede­fliy­or­muş ve lan­et ismi­ni de şek­lin­den alıy­or­muş. Helikop­ter­den ya da yer­den fır­latılan ve kol bacak koparan bu mayın, bir de çocuk­ları çeksin diye can­lı ren­klere boy­anıy­or­muş… 1999’da imza­lanan Ottowa anlaş­ması­na rağ­men, Afgan­istan, Çeçenistan gibi çatış­ma böl­gelerinde maale­sef hala mevcut.

 

Çocuk­lar­dan söz ederken, İstanbul’daki Pierre Loti ve Ankara’daki Charles de Gaulle Lisesi’nin diğer adının “Papil­lon” olduğunu hatır­lıy­o­rum birden…

Kele­bek Vadisi, Fethiye Ölü­d­eniz’­den motor­la ulaşıla­bi­li­nen bir cen­net bahçesi…

Kele­bek, “Cüce Spaniel” de denen bir cins köpeğe açılmış kele­bek kanat­ları­na ben­zeyen kulak­ları yüzün­den ver­ilen ad.

Bur­sa menşeli, pek mak­bul bir kese markası…

Kızılder­ili burçların­da hava grubunu tem­sil eden hayvan.

Dağcılık­ta kul­lanılan bir düğüm çeşi­di.… İpin ortasın­da hal­ka oluş­tur­ma­da kul­lanılan bu düğüm, oluş­tu­ru­lan halka­ya binecek yükü her yönde karşılaya­bile­cek yapıya sahipmiş.

Eh tabii, ayakkabı bağla­ma düğümü de var… Düğüm­lere gelmişken : papy­on kravat !

kelebek

Zıp­kın uçların­da bulu­nan aparatın da adı “kele­bek”. Vuru­lan balığın debe­lenerek zıp­kın­dan çık­masını önler. (Gene “zal­im” ve eşan­lam­lılarını sıralayalım.)

Fransa’da ara­banın sile­ceğinde sev­inçle bulu­verdiğiniz park cezalarının adı da “kele­bek”. Bun­lara bir tür “şehir kele­beği” diyebiliriz.

Laf arabaya gelmişken : kele­bek cam

Kele­bek somun

Makar­naların kral­içe­si, kele­bek makar­na : far­falle.

Son zaman­lar­da pek revaç­ta olan bir motif. Payet, işleme, nakış… Ne giysiler­den, ne incik bon­cuk­tan, ne de deko­rasyon­dan eksik kaldı…. Dövmel­erde de en sevilen moti­flerinden biri.

Bayram, seyran, tören.. Gökyüzüne bin­lerce balon yol­la­ma merasi­minin ilgi çeki­cil­iği­ni yitirdiği­ni düşünüy­or­sanız : gökyüzüne bin­lerce kele­bek yol­laya­bilirsiniz” diy­or reklam­lar… “Bel­li bir tar­ih ve saat­te kozaların­dan çıkıp serbest bırakıl­mayı bekleyen kele­bek­lerinizi inter­net­ten ısmar­laya­bilirsiniz”… Her ne kadar bu salıverme şiirsel bir an gibi görünüy­or­sa da, bir can­lının ticarete dönüştürülme­si hiç de hoş gelmiyor.

Kele­bek sözcüğünün diğer diller­den karşılık­larını ararken, çok eğleniyorum :

Kepinak (Uygur), kobelek (Kazak), kapalak (Özbek), Kopolok (Kırgız), kübal­ak (Tatar), kebelek (Türk­men), kepenek (Azeri)…

Size de bi garip­lik var gibi gelme­di mi ? San­ki kele­bek sözcüğü Türkçe doğarken, bir ter­s­lik olmuş gibi… Hani aslın­da kebelek ola­cak­mış da öyle olmamış.. Ben dil bil­im­ci değil­im tabii…

Çok sevim­li, neşeli, şarkılı sözcük­ler : parpali (Laz), baperik (Kürt), far­falle (İtalyan), fjäril (İsveç)… elflerin dilinde de wilwarin…

Kele­bek öpücüğü ile bitirelim.
Nasıl yani ? O da neymiş ? Yüzler doku­na­madan ama doku­nacak kadar yakın, kir­pik­leri kır­pıştırarak yanağı gıdık­layan o öpücük­ten işte…


Bu makalem gün­cel­len­memiş hali ile Hill­sider der­gisinde 2005’te yayınlanmıştır.

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.