Etimizde ve yüreğimizdeki izler, yaşam yolumuzun çakıl taşları

Etimizde ve yüreğimizdeki izler, yaşam yolumuzun çakıl taşları

Bedende ya da ruh­ta açılan yaralar, ömür boyu taşı­nan izler… İzl­eri­miz çeşit çeşit… Kimi etimizde, cildimizdedir. Yani görünür. Yırtık, çizik, ısırık, sıyrık, kesik, çat­lak, kırık, yanık, yarık… Bazı izler içimizde, kalbimizde, canımız­dadır ve derin­liğine, hazmedilmişliğine göre, son derece bariz, veya görün­mez ya da zor görünür haldedir. Neden­ler ise bin­bir tane… Eksik­lik­ler, yok­luk­lar, başarısı­zlık­lar, umut­su­zluk­lar, piş­man­lık­lar, kırgın­lık­lar, baskı, zulüm, şid­det ve akıp giden zaman… Nasıl çare bul­malı ? Teknikler gani gani… Tamir etmek, dik­mek, yapıştır­mak, bir­leştirmek, doldur­mak, kap­at­mak, yamala­mak… Mer­hem­ler ise, sev­gi, anlayış, şefkat, dostluk, barış­ma, kavuş­ma, var­lık, başar­ma, tesel­li, krem, makyaj, laz­er, ameliy­a­ta kadar yolu var…

Bedensel yaralar­dan bazılarını olduk­ları gibi kab­ul­len­i­riz. Zaman­la biz­den bir parça olurlar ve onları ben­im­ser­iz ve hat­ta sev­er­iz. Ben­im­se­nen izleri savaş ganimet­leri gibi taşırız, sergi­ler­iz. Mini etek giy­erken diz üstün­de­ki kesik izi rahat­sız etmez, boğaz­da­ki izi sak­la­mak için eşarp tak­ma ihtiy­acı hissedilmez. Sorana hikayesi­ni anlatırken bal­landırırız, kahra­man­lık öykü­leri gibi anlatırız… Bazı yara izlerindense nefret eder­iz. Ya estetik olarak rahat­sız edi­ci bul­duğu­muz içindir ya da bize hatır­lat­tığı bir şeyler vardır ve ruhu­muz­da da bir yara açmıştır… Sevdiğimiz yaralara bakarız ve hatır­larız, ruhu­muzu besler­iz. Sevmedik­ler­im­izi unut­maya çalışırız, silm­eye, tamir etm­eye uğraşırız. Onları sak­larız, daha ileri dere­cel­erde aynalara küser­iz kendimizi kandırırız, insan­lar­dan saklanırız.

İzler 1 — Naz Oke. Angers, Nisan 2010. Kom­pozisy­on 12 res­im, 9 x 9 cm, kolaj, dikiş.

Vücut­larımız­da bazı izler var ama ruh­larımız ne kadar yaralı. Bir düşünün… Hay­at­larımız yama yama değil mi ? İlişki­l­eri­miz parça parça. Kimi sıkı sıkı, girift, kimi ise sökük, yırtık pırtık. Takın­tılarımız var, unuta­madık­larımız var, bil­inçaltın­da­ki yaralarımız var… Çocuk­luk­tan bu yana taşıdık­larımızı bir düşünün… Kamy­on yük­lü ! “Bir bisik­le­tim bile olmadı ben­im !”. Piş­man­lık­larımız say­mak­la bit­mez. “Ona söylemiş olmayı ister­dim ama hiç söyleyemed­im, ve artık çok geç.”, “Keşke, ah keşke…”. Kızgın­lık­larımız din­mez, “Bana yap­tık­larını hala affedemiy­o­rum”, “Beni çok kırdı çok !”. İçimizdeki yaralar bedensel yaralar­dan çok daha fazla sayı­da, daha derin, daha acılı.

İzler serisinden… — Naz Oke. Angers, 2010. 9 x 9 cm, kolaj, kumaş, kağıt, karton, dikiş.
  • Naz Oke izler cicatrices

Ruh­sal yaraları kab­ul­len­mek daha zor­dur. Her şey­den önce bazı yaraları, neden­leri­ni, net bir şek­ilde görmek başlı başı­na çaba ister. Görün­mez yaralar kapan­mak bilmez. Onlar kana­maya devam ettikçe biz de bir şek­ilde sürük­lenir gider­iz. En acı­tan yerde koca koca delik­ler yaman­mak ister… Yama yeri­ni tuta­cak seçenek çok ! Bizi mükem­mel tüketi­cilere dönüştüren sis­temin esir­leri olarak, içimiz­den bir şeyler dürt­tükçe ayakkabı alırız. Kutu­lar dolap­ta sıra sıra. En gıcırın­dan ara­ba alırız. Arabamı­zla özel bir aşk yaşarız. İçimizdeki yara ne kadar derinse, moto­ru­muzun metrekübü o kadar yük­sek­tir… Evler­im­izi bir sürü gerek­siz dökün­tüyle doldu­ru­ruz. Çarşaf, masa örtüsü, peçete, çifter çifter mum­luk­lar. Hep­si bir gedik kap­atır san­ki. İlgi alanı­na göre, imkan­lara göre, yaraların berelerin cin­sine göre, uzar da gider bu liste… Ben kolek­siy­on mer­akının da kökeninde yaralar olduğu­na inanırım hep…

Görün­meyen yaralar eşya ile yamalan­maya çalışıla­bildiği gibi, daha ruhani yol­lar­la da tedavi edilm­eye uğraşıldığı da olur. İns­anl­ara yardım etmek için yırtınıl­ması gibi. Yardım isteyene el uza­tıl­ması, yardım iste­meyene boğana kadar ısrar edilme­si, ara­da uyanık­lara kol kap­tırıl­ması gibi… Mahal­lenin bütün kedi­leri­ni besle­mek­ten tut, ona buna illa ki akıl ver­m­eye kadar giden lüzum­lu lüzum­suz bir takım davranış biçimleri…

cicatrices izler naz oke

İzler 2 — Naz Oke. Angers 2010. Kom­pozisy­on 6 res­im, 9 x 9 cm, kolaj, dikiş.

Hepimizin ateşten çıkan demirle dağlanmış bir yeri var

Meslek seçerken bile, insan ken­di deney­im­lerinden, yaraların­dan yola çık­mıy­or mu? Öyle bedavadan psikolog olmak, dok­tor, poli­tikacı, müzisyen olmak yok… Ya meslek seçi­minin ardın­da yamanacak bir delik vardır, ya meslek yokuşu­nun ucun­da varıla­cak yer bir şey ifade eder. Ya da yaralar berel­er ayağa dolanır, bir bal­taya sap olunmaz…

Örnek­lerde ken­di­nizi tanıdıysanız sıkılıp utan­mayın. Say­dık­larım size uzak göründüyse, aklı­ma gelmeyen örnek­ler­den birinin ucu mut­la­ka size dokunur. Hep­imiz aşağı yukarı aynı dertler­den muz­daribiz. Yeni bir çift ayakkabı aile bütçesi­ni delmiy­or­sa size kim sitem ede­bilir ki? Elin­izde paket eve mut­lu dönüy­or­sanız iki kül tablası dürtü alış ver­işidir diye sizi kim yargılaya­bilir? Evde koy­a­cak yer kaldıysa ne ala! Kapı çalın­ca “Amani­i­in, yan­da­ki teyze gel­di, gene iki saat bacak ağrısını din­liycez” diye kalbiniz sıkışarak gene de o kapıyı açıy­or­sanız, komşu teyz­eye gülen yüzünüz de bir yer­lerde bir yaraya dik­iş atıy­or olmalı…

Kab­ul­le­nilsin, red­dedilsin, sevilsin, nefret edilsin, izler­im­iz hay­atımızın ve hafıza­mızın bedensel ve ruh­sal yazılarıdır. Hep­imizin ateşten çıkan demir­le dağlan­mış bir yeri var.

Kat ettiğimiz yollar, kişisel bellek

Dik­iş, sür­file, teyel, kat ettiğimiz yol­lar­dan parçalar sayıl­maz mı ? Boşluk­ları doldu­ran, acıları kap­atan yamalar yaşam­larımız­dan küçük­lü büyük­lü parseller değil mi ? Geze­genin kat­man­ları gibi, ağacın kabuğu gibi, kat kat, kalın, ince tabakalar. Üst üste, renk renk, bir­birine girift ya da yapışık, ya da ince­cik bir dengeyle bir araya gelmiş.. Her biri bir dönem, bazen toplum­sal belleğe de para­lel bir iz bırakan, kişisel bellek, bir arşiv parçası, kısalı uzun­lu, acılı, mut­lu, iki ara­da bi derede….

Kat­man­lar bireyin hafıza­sı, ama insan­lığın tar­i­hi de öyle. Toprak­ların, halk­ların kaderi­ni etk­ileyen kat­man kat­man yaralar var. Doğanın yapısı da kat­mansal değil mi?
Geçen zamanın, yaşanan­ların mirası olan her şey, tek sözcük­le tar­ih, izlerin bir haritası…

Dostlar birbirlerini yaralarından tanır”

İzler biz­den hem bir parçadır hem de bizi biz yapan ele­mentler­den biridir. Hay­atımızın, yani yaşamışlığımızın izleri olarak sosyal yaşan­tımıza da bir şek­ilde katılır yara izleri. Görü­nen­leri git­tiğimiz her yere götürürüz, o tamam. Görün­meyen­ler de sosyal baga­jımızın bir parçasıdır. Yakın­lık his­set­tiğimiz insan­lar­la ya aynı yaraları pay­laşırız, ya da bir­bir­im­izin yaraları­na mer­hem olu­ruz. Alexan­dre Kauf­mann şöyle demiş ve boşu­na dememiş : “Dost­lar bir­bir­leri­ni yaraların­dan tanır.”

Kim­ler nel­er demiş diye araştırıy­o­rum. Arkadaşım Google’ın ooooo’ları uza­yıp gidiy­or. İzler hakkın­da yazıp çizmemiş kimse kalmamış. Sanat eser­ler­ine konu olmuş, şarkılar, şiir­ler… Yaraların yal­nız­ca ağlayan arabesk kültüründe yer aldığını san­mayın, yüzyıl­lara saçılmış bütün akım­ların ve dönem­lerin göz bebeği olmuş…

Herkesin en az bir yara izi var!

Ben 2000’lerin başın­da bu yazıyı yazdık­tan senel­er son­ra, 2015’te Ley­la ile Mec­nun dizisinin 31. bölümünün sonun­da Kök­sal Engür’ün  seslendirdiği “Herkesin bir yara izi vardır” met­ni gönüllere dokunmuş…

Aslın­da ilk yara izimiz göbek deliği! Hay­a­ta onun­la başlayıp, onun­la bitiriy­oruz. Hep­imizin de bir tane var. Hay­a­ta bir yara izi ile başladığımızı hiç düşün­memiş­tiniz değil mi ? “Yaralar kapanır ama izleri biz­im­le büyüm­eye devam eder” demiş Stanis­law Jerzy Lec. Evet, aynen öyle ! Yaş ilerledikçe yeni­leri ekleniy­or bir şekilde.

Göze görünür izler­den, yürüm­eye başladığımız dönemde diz yaraları, bisik­let­ten düşme izleri, sokak­ta oyna­ma kazaları, kafa yarıl­ması, dudak pat­la­ması… Kırılan pencere camının izi, par­mak üzer­ine kapanan kapının izi, sapan­dan fır­layan taşın izi, elden kayan bıçağın izi, dökülen sıcak çayın izi, apan­dis­it, sezaryen… Ya şid­det izi, işkence izi, zulüm izi, savaş izi… Bun­lar nasıl silinebilir ki?

Çıplak gözle görün­meyen, aile sorun­ları­na şahitliğinin saf izi. Nesil fark­lılık­larının ızdıraplı izi. Arkadaş kır­malarının ihanet gibi algılanan izi. Sevilen­lerin zaman­lı zaman­sız kay­bının isyan ettiren, özleten izi. İlk aşk acılarının “ölüy­o­rum” sandıran izi. Son aşk yaralarının deney­im falan din­leme­den acı­tan izi. Küçük­lü büyük­lü inc­in­mel­er. Çoğun­luk­la yer­siz ve gerek­siz utan­malar. En derin izler­den ken­di kendine kız­maların izi… Hani şu “Neden beni yarala­maları­na izin verdim ?” dedirten cin­sten. Shake­speare de biz­im­le aynı fikirde : “insanın ken­di kendine açtığı yaralar en zor iyileşenlerdir.”

Çıplak gözle görün­meyen izler için, bir kez daha yazıy­o­rum, şid­det, ötek­ileştirme, hak­sı­zlık­lar, zulüm, işkence, savaş…

Saf yün — Naz Oke. Angers, 2010. Kompozisyon 9 x 9 cm, kolaj, kumaş, kağıt, mürekkep, dikiş.
İçimdeki boşluklar — Naz Oke. Angers, 2010. Kompozisyon 9 x 9 cm, kolaj, kumaş, kağıt, karton, dikiş

Bilinçlilik güneşe en yakın yaradır”

Ben otur­dum bir izler lis­te­si yap­tım. Bir de bak­tım oldukça yaralı bere­liymişim meğer. İzl­eri­min kağı­da dökülmüş hali­ni görünce ışıl­dadığımı his­set­tim. René Char’in dediği gibi “Bil­inçlilik güneşe en yakın yaradır”. Ne kadar doğru değil mi ? Ken­di kendime ded­im ki : “Bir çok hay­atım oldu, hep­sin­den izler taşıy­o­rum. Yara izler­im, kırılmış, dağlan­mış bir yüreğim, içine bal doldu­rul­muş ısırık­larım, ve artık kırışık­lık­larım var… Ve ben bu izlerin hep­si­ni seviy­o­rum”. Siz de ken­di­ni­zle baş başa kalın ve yapın lis­t­enizi, ama dürüstçe !

Hay­a­ta bir yara izi ile geliy­oruz ama ne olur­sa olsun, nefes almak koca­man bir armağan. George Sand umut­suz bak­mış ve şöyle demiş : “Yaşam, nadiren uyuyan ve hiç kapan­mayan bir yaradır.” Phil Bosmans ise atasözü ola­bile­cek akıl­lı ve pratik bir laf etmiş: “Bugüne dünün yarasıy­la başla­ma”! Ama elde değil işte… Çok sevdiğim bir söz var, son nok­tayı onun­la koy­mak istiy­o­rum: “Yaralarını kuma yaz, neşeleri­ni taşa kazı.”

cicatrices izler naz oke

Bana ait izler — Naz Oke. Angers, Nisan 2010. Kom­pozisy­on 4 res­im, 9 x 9 cm, mürekkep, dikiş.


Bu makalem gün­cel­len­memiş hali ile Hill­sider der­gisinin 59 uncu sayısın­da yayınlanmıştır.
Diğer yazılara buradan ulaşabilirsiniz

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Naz Oke on EmailNaz Oke on FacebookNaz Oke on Youtube
Naz Oke
REDACTION | Journaliste 
Chat de gout­tière sans fron­tières. Jour­nal­isme à l’U­ni­ver­sité de Mar­mara. Archi­tec­ture à l’U­ni­ver­sité de Mimar Sinan, Istanbul.