Kırmanciye, Kürt ve Ermeni etnisitesi olarak bilinen Dersim (orijinal adıyla, Desim), bu etnik kimliklerinden ötürü mevcut otokratik devlet geleneğinin ekonomik-askeri ‑politik bürokrasisi ile sürekli baskıladığı, ayrıştırdığı kırımlara yıkımlara uğrattığı ve nihayet bugün neo-liberal politikalar ile yeni tahakküm biçimlerine tabi tuttuğu dört dağ arasında beş vadili bir yurdun adıdır.
Özellikle son 10 yılda Dersim’de yaşanan kalkınma ve kentsel dönüşüm, projeleri, bölgenin kendine has ekolojik sosyal demografisinde olağanüstü karşı müdehaleleri gündeme getirdi. Kentin otantik dokusu, modern kent yaşamı albenisiyle, beton’a endeksli verili bir yaşamın tahakkümüne bırakıldı. Dersim için söylenmiş o ünlü sözle söylemek gerekirse,“Dersim’e sefer olunur, Zafer olunmaz” sözünün üzerine de, adeta ağır bir beton döküldü. Sonradan görme bir şevkle ve kabullenişle başlayan bu betonarme itkiyi tek başına modern bir kent projesi olarak değerlendirmek, büyük bir yanılgı olur. Bu yeni sosyal yaşamın beton ağırlığının altında, Dersim’in toplumsal yaşamındaki tarihi sosyo kültürel, ruhsal, politik aidiyetleriyle ve mağduriyetleriyle olan ilişkisi (ve çatışması) yatıyor kuşkusuz. Nitekim bu, başlı başına bir inceleme konusudur.
Dersim’de suni bir şekilde oluşturulan ekonomik kalkınma, kentin, kıra karşı üstünlüğü, kentteki artan nüfus yoğunluğu kentin ekonomik yaşamın merkezi olması, ve bunun yarattığı ilişkiler, Dersim’in demografisinin bir devlet politikası olarak yeniden dizayn edilmesini de beraberinde getirdi. Ama devletin asıl üzerinde çalıştığı şey, Dersim’in altındaki ve üstündeki bakir ekosistemlerin devletin bölgedeki ekonomik politik askeri planındaki rolüdür.
Özellikle Dicle ve Munzur suyunun stratejik kontrolü ekseninde geliştirilen baraj projeleri, devletin gelecekte Ortadoğu’ya dönük olası su savaşlarının en önemli caydırıcı şantaj silahları olarak tasarlanmakta.
Dolayısıyla Dersim’in öncelikle su kaynaklarından gelen çok yönlü önemi, devletin sistematik bir şekilde üzerinde çalıştığı “kentsel dönüşüm” projeleriyle de doğrudan ilintilidir.
Suyun etrafında geliştirilen bu yeni kentleşmenin ana kaynağı olan beton, Dersim insanının adeta zaruri toplumsal ihtiyacı haline getirilmiştir.
Hızlı ve seri bir şekilde üretilebilmesi, ileri teknoloji gerektirmemesi, strüktürel ve yangına karşı dayanıklı bir malzeme olması nedeniyle beton, kendi ekseninde yarattığı sektörel ilgiyle birlikte hızla yaygınlaştı; kentdeki yoğunlaşmanın ve konut sorununun en doğrudan çözümü ve daha da önemlisi, şehrin finans sektöründe iştah açıcı, bir fırsat parametresi olarak görüldü.
Dersim’deki bu betona odaklı gelişmede Son 25 yılda ülke genelinde yaratılan beton imparatorluğunun da çok doğrudan bir payı vardı kuşkusuz.
Öyle ki uzak kıraç diyarlardaki en el değmeyen araziler bile bu gözü dönmüş yapı betonşörlerinin (müteahhitlerin) gözlerinden hiç kaçmadı.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi metropollerde büyük holdinglerle başlayan megakent projeleri, zamanla cebinde hazır kara parası, teşvik kredisi (ve hilesi) büyük küçük yeni müteahhitler ordusu tarafından kısa zamanda bütün şehirlere, kasabalara ve dahi en ücra köylere kadar yayıldı.
Kentsel dönüşüm pazarı öyle iştah açıcı bir hale geldi ki, bakkallar ve nalburlar bile kendilerini mahallenin ya da köyün baş müteahhiti ilan ettiler.
Bu kontrolsüz, usulsüz kara mizah beton döngüsü, öylesine bir toplumsal hafızasızlığa neden oldu ki, onu en iyi test eden depremlerin trajik etkisi bile kar etmedi.
Başa dönersek, tıpkı diğer kentlerde olduğu gibi, Dersim’de de kentsel dönüşüm ya da kalkınma projeleri etrafında (TOKİ ve Fırat Kalkınma Ajansı gibi devlet odaklı emlakçılık departmanları başta olmak üzere) betonlaşmaya endeksli sözde modern bir yaşam inşaa edilmeye başlandı. (Burada şunu da unutmamak lazım, bu çarpık dönüşümde küçük de olsa, kentin Almancılarının da bir katkı payı var.) Özellikle turizme dönük projelerin çarpıklığının insanlarda yarattığı bilinç kırılması, onları giderek ekolojik dünyalarından, uzaklaştırmakta ve yabancılaştırmakta.
Dersim’de Ekonomik kalkınma denilen ekolojik paradoks, Munzur suyunun ticarileştirilmesi amaçlıyla bölgeye kurulan , Munzur Su AŞ başta olamak üzere, bölge baraj, hidroelektrik santralleri (HES) ve özellikle de betona endeksli kentsel döngünün ana kaynağını oluşturan taş ocakları ile paradoksal bir süreç yaşıyor.
Coğrafi bakımından doğudan kısmen Peri Suyu, kuzeyden Munzur Sıradağları, batıdan Fırat Nehri, güneyden Murat Nehri ile çevirili bu bereketli bakir kutsal sular, dağlar ve ağaçlar diyarı, yukarda sıraladığım projeler ekseninde, imtiyaza dayalı yağmacı bir ekonomik kalkınmanın esareti altında.
Özellikle gözelerin olduğu korunması gereken kutsal bölgeye yapılması planlanan turizm projeleri, Dersim halkının yüz yıllara dayalı inanç kültürününü doğrudan tehdit etmekte.
Munzur Gözeleri ya da yöre halkının deyimiyle Munzur Baba, Dersim Ovacık sınırları içerisinde yer alan, Munzur Çayı’na hayat veren su kaynağı. Kırk gözeden çıkan oldukça soğuk bir kaynak suyu. Munzur Çayı’nın başladığı yer. Her yıl binlerce insanın ziyaret ettiği Munzur Gözeleri, Dersimliler tarafından kutsal kabul edilen önemli bir ziyaretgahlarından biridir.
Devlet destekli Fırat Kalkınma Ajansı’nın hazırladığı ve geçtiğimiz Şubat ayında imzalanan “Munzur Gözeleri Koruma Öncelikli Rekreasyonel Peyzaj Projesi”nde, bir amfi tiyatro, çocuk oyun alanı, yaklaşık 20 kişilik bir misafirhane, mangal istasyonu, mesire alanı ve müze gibi yapılar yapılması planlanıyor.
Söz konusu projenin bölgenin dokusuna zarar vereceği ve geri dönülemez tahribatlara yol açacağı kaygısını taşıyan Tunceli Barosu ve Ovacık Belediyesi ile dernek ve ibadet kuruluşları olmak üzere birçok kurum projenin derhal askıya alınmasını talep ettiler. Ancak devletle iç içe gecmis bu yerel ve uzantılı finans cevrelerinin doymak bilmez kar hırsı, bölge halkının bu uyarılarını duymazdan geldiği gibi, Dersim’i dört mevsim, dört bucak vantuzlamaya, eşelemeye, kemirmeye devam etmekteler.
Eğer bu gidişatın önüne geçilemez ise, yakın gelecekte Dersim’in korunması gereken kutsal dağları, taşları, suları, hayvanları, ormanları ve ziyaret mekanları tamamen bu haydutluğun yaratacağı cehennemlere dönüşecektir.
Yani, Munzur Vadisi, sahip olduğu endemik fauna-florası ve doğal kaynaklarıyla birinci derece doğal sit alanı ilan edilmesi gerekirken imtiyaza dayalı bir yağmacılığın kurbanı olacaktır.
Nitekim, HES’ler sebebiyle Peri Vadisi’nin ekosistemi büyük zarar görmüş çeşitli flora ve fauna türleri olumsuz olarak etkilenmiş ve geniş anlamda telafisi mümkün olmayan zararlara yol açmıştır.
Dersim Kültürel ve Doğal Miras Girişimi sözcüsü Avukat Barış Yıldırım’ın dile getirdiği gibi, “Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını Korunması Sözleşmesine göre, bu bölgeler insan etkileşimine maruz bırakılamaz. Yaban hayatı ekosistem alanlarına turistik tesis yapılamaz. Bölgede başta yaban keçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, vaşak gibi kesin koruma altında bulunan pek çok tür bulunuyor. Ayrıca bir de milli park var. Ayrıca Dinar Havzası bir ekosistem alanı. Yaban hayvanları o bölgede yaşıyor. Burası bir vadi aynı zamanda. Her ne kadar ‘Şehir merkezine uzak’ denilse de burası en kıyıdaki mahalleye 100 metre uzaklıkta. Dolayısıyla yapılmak istenen tesis hukuka aykırıdır”
DERSİM’İN EKOLOJiK KUTSAL DOĞASINI KEMİREN TAŞ OCAKLARI
Dervişler Ozanlar Diyarı Milli (Mulu) Köyünde Taş Ocağı’na Karşı Direniş
Betonşör bir haydutluk hikayesi
Geçtiğimiz yıllarda HES’ler, barajlar, maden projeleri ve orman yangınlarıyla gündeme gelen Dersim, şimdi de taş ve kum ocaklarıyla mücadele ediyor.
Örenönü Tabiat Parkı içinde bulunan Milli Köyü, Alevi/Kızılbaş inancının en önemli yerlerinden biri. Köy ile şehir merkezi arasında neredeyse 15 yıldır bir taş ocağı işletiliyor. Çok uzun yıllar köyün girişindeki mezarlığa yakın bir alan, çöp dökme alanı olarak kullanıldı.
Dersim şehir merkezine yaklaşık 6 kilometre uzaklıkta olan Milli Köyü sınırları içinde 2006 yılında müteahhit Erdal Güntaş ve ortakları tarafından bir taş ocağı açıldı. Taş ocağı şehir merkezine yaklaşık 4 kilometre, köye ise yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta.
Daha önce aynı köyde açılmak istenen iki taş ocağı köylülerin tepkisi üzerine iptal edildi.
Hali hazırda köyün coğrafi yapısını bozacak yeni planlamalar da mevcut. Milli ile Keyşan ve Kemer köyleri arasında çöp ve atıklarla ilgili bir proje var. Diğer bir proje ise köyün içinden geçirilecek, ihalesi yine taş ocağını işleten Erdal Güntaş’a verilen Dersim-Erzincan yol projesi.
Köylüler, köyün bu şekilde yıkıma uğratılarak yok edilmesini istemiyor. Bugüne kadar farklı platformlarda mücadele verilmesine rağmen, kentteki yerel yönetimlerden, milletvekillerinden ve sivil toplum örgütlerinden de yeterince duyarlılık görememişler.
Köy, Alevi inancında önemli bir yeri olan ziyaret yerlerinin ve evliyaların yer aldığı bir köy. Alevi inancında doğa, inanç ve ziyaret alanları bir bütünlük içinde önem arz ediyor.
Müteahhit Erdal Güntaş’ın işlettiği taş ocağının bir yanında ozan Silê Qiz’in mezarı ve Mesela Dewres mezarı, diğer tarafında ise Vile Jêlê ziyareti yer alıyor. Maalesef, iki ziyaretin arasındaki tüm arazi çöle dönüştürülmüş, yolları kesilmiş durumda.
Ayrıca, geçmişte taş ocağından yuvarlanan taşlar mezar taşlarını kırmış, tabii tepki çekmemek için şirket yetkilileri kırılan mezar taşlarını onarmış.
Köyde yer alan ziyaret ve dervişlerden bazıları, Dewresi Miliz, Sultan Paysa, Qere Heyder, Dewrese Dawud, Kures, Kalê Sipê, Qalender Bava, Bağır Bava, Vilê Jêle, Tayê Jarê, Mezela Bapirû, Şix Silêman olarak sıralanıyor.
Tepkiler üzerine Aralık 2015 tarihinde taş ocağını işleten Erdal Güntaş, medyaya da yansıyan bir açıklama yaparak, taş ocağının çevreye verdiği zarardan ötürü 2017 yılında kapatacağı yönünde bir taahhütte bulundu. Bu sözün üzerinden de yıllar geçmiş olmasına rağmen halen taş ocağı kapatılmış değil. Şu anda uydudan dahi görülen geniş bir alan çöle çevrilmiş durumda.
Hatta aynı yere karayolları beton şantiyesi açıldı. Bu şantiye de malzemeyi bu taş ocağından alıyor. Dağlar delik deşik edildi, orman, bitki örtüsü, diğer canlılar yok oldu, vadideki yeraltı suları kirletildi. Bir toplumun inanç alanları, kültürel mirası, toplumsal belleği paramparça edildi. Geriye müteahhidin de para kazanma hırsının bir sonucu olarak taş ocağının tahribatı, tozu, kiri kaldı.
Gelinen son noktada ise, Tunceli Belediyesi ile Doğan İnşaat’ın sahibi Erdal Güntaş arasında yapılan protokolle, taş ocağının Kasım 2020 tarihine kadar faaliyetlerine devam etmesi kararı alındı.
Protokole göre, Milli Köyü mevkinde bulunan taş ocağı bu tarihten sonra kaldırılacak. Ancak Köylüler kendi rızalarına başvurulmadan gerçekleştirilen bu protokollere karşı çıkmakla birlikte, haklı taleplerinin bir an önce ilgili ekoloji kurumları tarafından oluşturulan bağımsız bir kurul tarafından çözüme kavuşturulmasını istiyorlar.
Milli köyü sakinleri kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen bu protokollerle ilgili yaptıkları açıklamada tepkilerini şöyle dile getirdiler:
Kampanyayı başlattığımızdan beri kurum ve partilere, basına, sanatçılara yönelik destek talebimiz oldu. Hangi düşünceden olursa olsun kurumlar ve partilerimize yaklaşımda hassas davrandık. Ancak son günlerde yapılan tüm kurum açıklamalarında, müteahhitin ismi kullanılmaktan imtina edildiği gibi birçok şey ard arda sıralanarak asıl konu muğlaklaştırılıyor. Bazı açıklamalarda köyümüzün ismi bile verilmedi, genelleştirilince asıl tavır konulması gereken durum da görünmez kılınmış oluyor. Beklentimizin olduğu kurumlardan HDP’nin yaptığı açıklama da, hiçbir güvencesi olmayan, sorunu çözmekten uzak bir açıklamadır. Taş ocağında çalışan bazı bireyler de, HDP’nin adını kullanarak köylüler üzerinde baskı kurmaya çalışmaktadır. Bunun sorumluluğunda onlara aittir.
Son olarak, Dersim Belediyesinin, taş ocağı sahibi şirket ile yaptığı protokol için kiminle, hangi köylülerle görüşülmüştür? Neye, hangi taleplere dayanarak böyle bir protokol yapılmıştır?
Her kurum, parti, taş ocağı sahibi ile görüşüp kendince kararlara varıyor ancak köylülere, kampanya yürütücülerine talepleri neden sorulmuyor ya da baştan beri dile getirilen talepler görülmüyor. Halkın, köylülerin, kampanya yürütücüleri ile görüşülmeden nasıl böyle bir karar alınıyor?
Bu açıklamalar da şehirde yaşanan durumu gözler önüne seriyor. Bunun takdirini de halka bırakıyoruz.
Ancak bu aşamadan sonra ekoloji kurumlarının bu duruma müdahil olarak bu sorunun çözümünde rol üstlenmelerini talep ediyoruz.
Taleplerimiz nettir :
- Taş ocağı derhal kapatılmalıdır. Bunu da ekoloji kurumları güvence altına almalı.
- Bu durumun muhatabı olan müteahhit köylülere söz vermeli, basın önünde açıklama yapmalıdır.
- Taş ocağı kapatıldıktan sonra yıkıma uğratılan yerlerin tekrardan ağaçlandırılması üzerine bir takvim oluşturulmalı.
- Ağaçlandırma, bu işin uzmanlarına sorularak, taş ocağı yeri toprakla doldurularak yapılmalı.
- Yok edilen Kemere Kunk vadisinin çalınan suyu Mezela Dewres’e getirilmelidir.
- Ayrıca bundan sonra köyümüzde hiçbir proje yapılmasını istemiyoruz.
Bu taş ocağından malzeme satın aldığı için köyümüze kurulan Karayolları beton şantiyesinin de kaldırılmasını talep ediyoruz.
Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da gerek devlet odaklı gerekse yerel işletmecilerin doğayı yıkıma uğratan çalışmalarının hepsine karşı mücadelemiz devam edecek.Milli Köylüleri
Dersim’in ekosisteminin korunması mücadelesi, kendi içinde tartışmalı pek çok Sorunu barındır makla birlikte olumlu hukuki sosyo ekolojik kazanımları da var elbette.özellikle barajlara ve HES’lere Karşısı yürütülen kampanyalar, hukuki kazanımlar, Dersim’in tarihi kültürel, ekolojik ve sosyal dokusunun korunabilir olduğunu göstermiştir.
O halde aynı ekoloji sosyal bileşenleri bugün neden taş ocakları konusunda aynı toplumsal duyarlılığı göstermiyorlar?
Dersim merkezine sadece 2 km mesafedeki Milli köyünde yıllardır göz göre göre ekokırım yapan taş ocağını, 2015 yılında adeta şov yaparcasına, Fransa’daki COP21 konferansına da göndermeler yaparak, 2017’de kapatacağını açıklayan, ama aradan 5 yıl geçmesine rağmen ekokırıma devam eden Erdal Güntaş’ın bu katliamını neden hala görmezden gelmekteler?
Milli Köyü sakinlerinin bugüne kadar ki çağrılarına, uyarılarına neden yanıt vermediler?
Dahası,Köylülerin,“Taş ocağı kapatılsın” adıyla başlattıkları kampanyalarına neden hala katılım göstermiyorlar.?
Beş yıldır bu Ocağın kapanmayışını neden kendileri için bir sorun haline getirmediler?
Taş ocağı sahibi ile bu çevrelerin başka bir ilişkisi mi var?
Bu gizemli sessizliğe daha ne kadar devam edecekler?
Bu sorular acilen cevaplanmayı bekliyor. Bu paradoksal durumların açığa kavuşturulması gerekiyor. Milli köyü halkının mağduriyeti, bütün Dersimlinin mağduriyetidir. Başta mevcut belediye başkanı Maçoğlu ve HDP il yönetiminin sözde sorunu çözmek adına, Milli köyü halkının iradesini hiçe sayarak gerçekleştirdikleri kapalı kapılar ardındaki protokol girişimleri, haklı olarak son derece şüpheli bir algı yaratmıştır.
Son zamanlarda taş ve kum ocaklarının doğa üzerindeki tahribatının tartışıldığı belirtilen açıklamada söylenen:
“İl örgütümüz, Pülümür suyu üzerinde kum ocakları ve Mili köyüne yakın taş kırma ve kum eleme tesislerine karşı başlatılan imza kampanyasına dair, işletmecisiyle görüşme yapmış ve olumlu sonuçlar almıştır. Taş ocağı işletmecisi, halkımızın taleplerine olumlu cevap vermiştir”
HDP Dersim İl Yönetimi
“Belediyemizin doğaya bakış açısı ve yöre halkının taleplerinden kaynaklı olarak uzun zamandan beri Doğan İnşaat yönetimi ile yapılan görüşmeler sonucunda Doğan inşaata ait bu taş ocağında bulunan kırma eleme bölümünün kaldırılması ve bölgenin yeşillendirilerek doğal karakterine kavuşturulması konusunda belediyemiz ile Doğan inşaat yönetiminin görüşmeleri olumlu sonuçlanmış ve Kasım 2020 ‘de bölümün kaldırılmasına karar verilmiştir”.
İmzalar: Belediye Başkanı, Fatih Mehmet Maçoğlu, Doğan inşaat Sanaayi ve Limited Şirketi, Erdal Güntaş
Bu sorunun Milli Köyü halkının rızası, iradesi olmaksızın çözülemeyeceği çok açıktır.
Dersim’deki ekolojik sosyal sorunların Milli köyünde yaşanan bu ekokırımda olduğu gibi son derece kontrolsüz ve engelsiz bir hızla ilerlemesinde, merkez belediyenin eski ve yeni yönetimleri de dahil, bölgedeki sol siyasi parti ve gruplar ile “çevreci”, “doğa korumacı” dernek ve klüpler arasında var olan paradoksal derecede çelişkili ego-iktidar kavgalarının da çok büyük bir payı olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Desim’de dervişlerin, dengbejlerin ocağını yıkan bu gözü dönmüş haydutlar ve onların rezil sofralarına diz kırıp, sus pus oturanlar bu kirli, günahkar ekokırım’ın suç ortaklarıdır.
Bu kutsalına, toprağına suyuna, hayvanına ve insanına karşı sınır tanımaz yabancılaşma, bu kendi egosundan başka hiç bir değeri kalmamışlık, umarız en kısa zamanda Milli köyü halkının haklı taleplerinin etrafında nihai bir çözüme kavuşturulur.
Milli köyü sakinlerinin yürüttüğü imza kampanyası devam etmektedir: buradan imzalayabilir, Twitter’da @DersimKoyMilli hesabından izleyebilir ve destekleyebilirsiniz.