Türkçe | Français | English

Üç yıl­lık evlil­iğinde ağır şid­det gördü, altı aylık bebeğiyle ölüm­den döndü. Yasemin Çakal, ken­disi­ni ve oğlunu eşinin şid­detinden koru­mak isterken, hiç düşün­mediği bir cinayetin sanığı oldu. Bebeğiyle bir­lik­te ceza­evine gir­di. Ağır­laştırılmış müeb­be­tle yargılandı.”

Yukarı­da­ki satır­lar, olayın hemen akabinde Yasemin hakkın­da yazılan­ların en hafi­fiy­di. Daha ilk duruş­masın­da müta­laası oku­nan ve hakkın­da ağır­laştırılmış müeb­bet hapis ceza­sı iste­nen Yasemin’in, aslın­da bu davanın sanığı olma­ması gerek­tiği­ni Fem­i­nist Kadın Kolek­ti­fi’nin davaya müdahil olması ile öğren­miştik. Devletin bir tür­lü koruya­madığı Yasemin, ken­di­ni ve bebeği­ni koru­mak zorun­da bırakılmış, hay­at­ta kalmak için eşi­ni öldür­müştü. O gün­lerde ben de Yasemin’in çığlığını duyan­lar­dan biriy­dim. Bu dava­da yüreği Yasemin’in özgür­lüğün­den yana çarpan, erkeği koruyan adalet karşısın­da Yasemin’in etrafın­da kenetle­nen bin­lerce kadın­dan yal­nız­ca biri. Üç yıl tutuk­lu olarak yargılan­ması devam etmişti Yasem­in’in ve mahkeme “meşru savun­ma­da mazur görülebile­cek heye­can, korku ve telaşla sınırı aşması sonu­cun­da eyle­mi gerçek­leştirdiği­ni” kab­ul ederek, ken­di­sine ceza ver­ilme­sine yer olmadığı­na karar vermişti.


Davanın kro­nolo­ji­sine buradan ulaşabilirsiniz.


 

Bütün kadın­lar adı­na zafer kazanılmıştı. Ancak, bu zaferin yarım kaldığını Yasemin’in İsviçre’de bir mül­te­ci kam­pın­da yaşadığını öğren­ince anladım.

Yasemin şim­di İsviçre’de sürgünün ilk ve en zor­lu gün­leri­ni yaşıy­or. Bir oda­da çocuğuy­la ve dünyanın fark­lı ülkelerinden gelen insan­lar­la beraber tanı­madığı, dili­ni bilmediği bir yerde yaşa­ma yeniden başlay­a­cağı günü bek­liy­or. İsviçre Göç Büro­su Yasemin Çakal’ın ülk­eye sığın­ma talebinin insani olduğunu, poli­tik bir sığın­ma talebi olmadığını düşünüy­or. Oysa insani olan her şey aynı zaman­da poli­tik değil midir? Gelin bir­lik­te Yasem­in’in ağzın­dan yeniden dinleye­lim hikayesi­ni ve hep bir­lik­te karar vere­lim, Yasemin’in davası poli­tik mi, değil mi?

Çilem Doğan, Nevin Yıldırım, Yasemin Çakal

Nevin Yıldırım, Çilem Doğan, Yasemin Çakal. Fem­i­nist öz savun­ma­da sem­bolleşen üç dava.

Yaşıtlarıma göre göğüslerim daha büyüktü diye beni okuldan aldılar”

Bir aşiret kızıyım. Ailem gelenek­leri­ni en katı haliyle yaşıy­or­du. Hiçbir esnek­liğe müsaade edilme­den büyütüldük ancak bunun ağır­lığını en fazla ben yaşadım sanırım. Kendi­mi bildim bileli eş adayı olarak büyütüldüm. Erkeğe hizmet ede­cek, onun ihtiyaçlarını karşılay­a­cak bir eş adayı olarak. 

Abim­le aynı oku­la gidiy­or­duk, kafamı bile kaldır­ma­ma izin ver­mez­di. Hiç ten­ef­füsüm olmadı ben­im, hay­at­la mücadelemde olduğu gibi okul­da da hiç nefes almadım. Abim hep hak sahibiy­di, çünkü erkek­ti. Evde işleri ben yapardım, onlar bisik­lete bin­er­di ben bine­mezdim, ben­im der­s­ler­im iyiy­di ama onlar takdir edilir­di. Çünkü onlar erkek­ti ve okuy­a­cak­tı. Ben­im okul hay­atım için düşünülen bir şey yok­tu ki! Zat­en daha on bir yaşın­dayken annem zor­la saçlarımı kap­at­mak iste­di. Ben istemiy­or­dum. Başımı kap­at­madığım için üç gece dayak yediği­mi bilir­im ama tak­madım, yine de tak­tıra­madılar bana başörtüsünü. 

Yaşıt­larım­dan daha erken olgun­laşıy­or­dum. Abim, “bunun göğüs­leri çok büyük, başımı belaya mı soka­cak­sınız, gelmesin oku­la” diy­or­du ve öyle de oldu. Sorgu­la­mam, birey olma çabam hep vardı, “neden?” diye kendime sorardım. Aslın­da direniy­or­dum da. Başörtüsünü bana tak­tıra­mamış olmaları ilk isyanım ve ilk zaferimdi. 

Ben uzun yıl­lar ken­di sem­tim dışın­da bir yer göremed­im, İst­anb­ul ben­im için mahalle­den ibaret­ti. Öyle korkut­muşlardı ki beni san­ki dışarı çık­sam, arka mahall­eye geçsem kötü yola düşe­cek­tim. Bun­ların saf­sa­tadan ibaret olduğunu bun­ca şeyi yaşadık­tan son­ra öğrendim.

Okul­dan son­ra ufak tefek işlerde çalıştım, yine ken­di mahallemin öte­sine geçmeyen işler­di bun­lar. Arkadaşlarım­la beş daki­ka zaman geçiremediğim, işten eve, evden işe zaman­lardı. Görücü­lerin arkasının kesilmediği dönem­ler işte. Her gün biri geliy­or­du, tanı­madığım insan­lara kahve uza­tıy­or­dum. Sevginin bile ne olduğunu bilmediğim yaşlar­dan bahsediy­o­rum. Hiç evlen­mek istemed­im. Hiç… İlla ki annem birinden birine vere­cek­ti beni, evlendirile­cek­tim. O çocuk yaş­ta düşünebildiğim tek çözüm, ben­im isteğim­le biri gelir isterse, ki zat­en ben iste­d­im diye ailem evlen­meme izin ver­mez­di, insan­lar “sevdiği biri var” diye düşünüp gelmez, iste­me­zler­di. Küçük­tüm diy­o­rum ya, bu kadar yete­biliy­or­dum. Rah­metliyle kendim tanışmıştım. Rah­metli diy­o­rum ama rah­met okuduğum­dan değil, ismi­ni anmak istemediğim­den, bu da böyle bilinsin. Neyse!

İlg­isi var­mış bana. Küçücük bir çocuğa nasıl ilgi duyu­la­biliy­or­sa… Yaşça da ben­den büyük­tü zat­en, ama ken­di planımı işlet­mek için “tamam” ded­im. Geldil­er bir akşam, ailem­le tanışa­cak­lar güya, ailem kab­ul etmez diye düşünürken, o gece, yani tanış­maya geldik­leri gün, yüzük­ler takıldı. Niye mi? Çünkü mad­di durum­ları çok iyiy­di, mad­di duru­mu aklı­ma bile gelmemişti, ama o an aklım başı­ma gelmişti. İstemiyo­r­um ded­im. Oku­mak istiy­or­dum, sadece oku­mak. Birkaç gün son­ra da par­mağım­da­ki yüzüğü attım ve kaçtım. Teyzeme git­tim. Akşamı­na kalmadan gelip tabii geri aldılar beni, ama artık ailemin değil, nişan­lımın evine gidiy­or­dum. Acelece imam nikahı kıyılmış, düğün derneğe gerek görülmemişti. Yıl­lar son­ra kayın­validemin ısrarıy­la düğün yapıldı, beni sever­di kayın­vali­dem. Anlaşıldığı gibi evlil­iğim görü­nen tar­i­hin­den çok daha eski, bun­ları hiç söylemed­im, kork­tum. Bun­dan ne anla­mak isters­eniz onu anlayın çünkü bu korku­larım hala geçmiş değil.

Eğer seni kocan istiyor olmasaydı, o gün öldürecektim seni”

Daha birkaç gün­lük evliyken şid­det görm­eye başladım. Eski eşim çok sorun­luy­du, ne ararsanız vardı; şid­detin her tür­lüsünü yaşat­tı bana. Hakaret, dayak, işkence… Kapının önüne bile çık­ma­ma müsaade etmiy­or­du. Kaç defa has­tane­lik olduğu­mu hatır­lamıy­o­rum bile. İlk hamileliğim gördüğüm ağır şid­det sebe­biyle düşük­le son­landı. Olay, çoğu zaman polis­lerin “aile içi mese­le”, “karı koca arası­na gir­ilmez” söz­leriyle daha polis karakol­un­da nok­ta­lanıy­or­du. Eğer has­tanede iyi bir dok­to­ra denk gelirs­eniz durum değişe­biliy­or ya da iyi bir polis, iyi bir savcı…

Elbette iyil­iği aşan durum­lar da ola­biliy­or; mesela iki defa beni bıçak­la­ması gibi. Ölüm­den dön­müştüm. Hakim kararıy­la kadın sığın­ma evine yer­leştir­ildim. Elin­iz kol­unuz uzun­sa ya da ail­enizin devle­tle bağları güçlüyse olmay­a­cak şeyler ola­biliy­or, abimin kadın sığın­ma evi­ni öğren­mesi gibi… Suç işliy­or­lardı. Kadın sığın­ma evlerinin adresi kim­seyle pay­laşıl­maz, pay­laşıl­ma­malı ama ne yazık ki bu da biz­im ülkem­izde yasada­ki gibi uygu­lan­mıy­or. Zat­en devlete güven­im yok­tu, o olay­dan son­ra bu duygum pekişti. 

Bir haf­ta son­ra abim kadın sığın­ma evin­den beni gelip polis arkadaşlarıy­la beraber aldı. Abim beni öldüre­bilir­di o gün. “Eğer kocan seni istiy­or olmasay­dı o gün öldüre­cek­tim” diy­or­du. Ailemin beni öldürmemesinin tek sebe­bi de bu. Eşimin “bulun Yasemin’i” demesi. 

Eşim beni geri istiy­or­du çünkü takın­tılıy­dı, vazgeçmiy­or­du. Defalar­ca şikayetçi oldum ama her seferinde serbest kaldı. Ne sığındığınız polis karakolu, ne şikayetinizi alan savcı o gün­lerde kadın cinayet­leri­ni cid­diye almıy­or­du, gerçi bugün de fark­lı değil ama o gün­ler daha kötüy­dü. Kadın cinayet­leri­ni meşru­laştıran bir dil bile kul­lanılıy­or­du. Bir kadın eşi tarafın­dan öldürülüy­or­du ve herkesin ilk cüm­le­si “kesin aldat­mıştır” ile başlayıp “kesin bir şey yap­mıştır” la nok­ta­lanıy­or­du. Oysa çoğu kadın boşan­mak iste­diği için öldürülüyor… 

Mahal­lenin baskısı da cabası. İns­anl­ar kadın hakkın­da çok rahat cüm­lel­er kuruy­or. Ayrılan, boşanan, evi terk etmek zorun­da kalan, hat­ta öldürülen kadın hakkın­da bile konuşa­biliy­or­lar. Onlar, şid­det cen­deresinde, istemediği hay­atın içinde cebelleşen bir kadının yaşadık­ların­da pay sahi­bil­er. Öldürülen yüzlerce kadın toplumun, mahalle baskısının sonu­cu o evde yaşa­maya devam ederken canın­dan oluy­or. Sadece boşan­mış bir kadın görün­memek için evlil­iği iste­m­eye iste­m­eye devam ettiren kadın­lar var. Patro­nun, eşin, ailenin, toplumun, devletin, nere­den geliy­or­sa şid­det, işte kab­ul etmemek gerekiy­or. Ben de kab­ul etmek istemed­im. Boşan­mak isteği­mi söylediğimde annem bana “gelin­liğin­le çık­tın kefenin­le dön­ersin” dedi. Ailemde zat­en umut yok­tu. Ne yap­tıysam boşana­madım. Her günüm dayak her günüm işkenceydi. 

Olay gününe gele­cek olur­sak zih­n­im san­ki bana o günü unut­tur­muş gibi. Tam olarak hatır­layamıy­o­rum şu an, ayrın­tılar kayıp. Eşim o gece eve geç ve sarhoş gelmişti. Yine hakaret, bir yığın dayak­tan son­ra oğlu­mu ve beni odaya kil­i­tle­di. Oğlum karnı aç, ağlaya ağlaya kendin­den geçti. Ben de ken­di ağrım­la sızım­la uyuya kalmıştım. Sabah uyandığım­da kapı açık oğlum yanım­da yok­tu. Önce çocuğu­mu alıp git­tiği­ni düşündüm. 

Oğlum kucağın­da dışar­dan beraber geldil­er. Daha kapı­dan gir­er girmez bana “sen odadan neden çık­tın?” diye bağır­maya, vur­maya başladı. Çocuğu kucağın­dan almak iste­d­im, kapıyı kil­i­tle­di ve anahtarı dışarı attı. “Bu gün ölümüz çıka­cak buradan” dedi. Üçümüzü de öldüre­ceği­ni söylüy­or­du. Yerdey­dim, kendi­mi topar­la­maya çalıştım. O sıra­da masadan yere düşen bıçak elime geçti, can havliyle saplamışım. Nasıl oldu anla­madım. Şok­tay­dım, zat­en son­rasını en iyi beni olay yerinden almaya gelen polis­lerin ifade­si anlatıy­or. “Olay yerinde şoka gir­miş bir kadın vardı, aldık ve polis merkezine getirdik.”

Kadınlar birlikte, birlikte güçlü”

Tutuk­landım ve ceza­e­vi gün­ler­im başladı. Adli koğuş­ta kalıy­or­dum ama fikir­ler­im de eylemim de siyasiy­di. Kadı­na yöne­lik şid­det poli­tik­ti ve her yerdey­di. Bunu fem­i­niz­mi öğren­ince fark ettim. Akla gelebile­cek her tür­lü suç­tan tutuk­lu, hüküm­lü yüzlerce kadın tanıdım, onları din­led­im. Din­lediğim bütün kadın­ların hikayelerinde istis­nasız bir erkeğin rolü vardı. Diye­bilir­im ki her kadın bir erkek yüzün­den ora­day­dı. Fem­i­nist bil­incimin gelişme­si de böyle başlamıştı. Bun­lara bir de yargının eril zih­niyeti, basının eril dili eklen­ince, bun­ca yaşadığının üzer­ine fem­i­nist olmay­a­cak­sın da ne olacak!

Yasemin Çakal

İlk duruş­mam­da erkek adalet nedir, nasıl olur gördüm. Daha olay yeri inceleme­si isten­meden, şahitler din­len­meden, işkence gördüğüme dair her han­gi bir rapo­ra ihtiyaç duyul­madan, daha kendi­mi anlata­mamışken savcı müta­laasını açık­ladı. Yani bu demek oluy­or ki ikin­ci duruş­ma­da karar ver­ile­cek. Savcı ağır­laştırılmış müeb­bet ceza­sı ver­ilmesi­ni istemişti. Heyet Başkanı beni din­leme­di bile, “zat­en ifadeni ver­mişsin” dedi. İlk duruş­ma­da inancımı kay­bet­tim, hay­at oracık­ta bitivermişti. 

İlk duruş­mam­dan on gün son­ra Avukat Diren Cevahir Şen ben­im­le görüşm­eye gel­di. Beni davaya müdahil olmaya ikna etm­eye çalışıy­or­du. Tanımıy­o­rum, korkuy­o­rum. O haf­ta Diren her gün gel­di ve beni ikna ede­mey­ince kız kardeşimin numarasını aldı, onun­la konuş­mak iste­di. Ben o zaman zat­en hay­at­tan kop­muş­tum, algıla­mak­ta bile güçlük yaşıy­or­dum. Son­ra kız kardeşim­le görüşmüş, kardeşim Mor Çatı’ya git­miş. Görüşüme geldiğinde “abla güven onlara, bir şey kay­bet­mezsin” dedi. Kab­ul ettim. 

Bir ay son­ra ikin­ci duruş­mam oldu, adliyede ceza­e­vi aracın­dan iner inmez etrafımı çevik kuvvet polis­leri sardı, ne olduğunu anla­madım. Dışar­da bir uğultu… 

Beni yangın mer­di­ven­lerinden binaya almak ister­lerken kit­leyi göre­bildim, yüzlerce kadın “Yasemin, Yasemin” diye bağırıy­or­lardı, o an yüzümde bir gülümse­meyle yakaladım kendi­mi. O kadar çok kadın vardı ki! Mor pankart­lar, bayrak­lar ve o slo­gan… “Kadın­lar bir­lik­te, bir­lik­te güçlü! ”

Öyle de oldu. O duruş­madan son­ra hep bir­lik­tey­dik. Ben on beş duruş­ma boyun­ca ve son­rasın­da hiç yal­nız yürümed­im. Duruş­ma başladı. On avukat gelmişti, basın men­su­pları salon­day­dı… Mahkeme heyeti baş­ta olmak üzere herkes şaşkındı. İçerde fem­i­nist avukat­lar, salon­da, dışarı­da bir çok kadın… Avukat­larım beni can­la başla savunuy­or­lardı. Tale­p­ler­im­iz kab­ul edil­di, şahitler dinlenecekti.

Ceza­evine döndüğümde bütün ana haber­lerde ben­im duruş­mam vardı. O gün­den son­ra yüzlerce mek­t­up aldım, hep­si­ni tek tek okuduğum, her satırını hatır­ladığım yüzlerce mek­t­up. O kadar çok oku­muşum ki her bir mek­tubu, han­gi isim ne yazmış onu bile hatırlıyorum. 

Mek­tu­plar­la, gün­lüğüm­le, biraz yazarak biraz oku­yarak üç yıl geçirdim ceza­evin­de. Ülkenin fark­lı fark­lı yer­lerinden kadın­ların mücade­le­siyle tahliye edildim. Son duruş­ma­da hakim kararı açık­layın­ca herkes ağladı. Kadın­lar erkek adaletin karşısın­da kenetlen­miş ve büyük bir zafer kazanmıştı.

Jin, Jiyan, Azadi”

Ceza­e­vi kapısın­da beni kadın­lar, avukat­larım, ailem ve basın men­su­pları karşıladı. Tahliye edildiğim günün hay­ali­ni kurarken kendime bir söz ver­miş­tim, bir slo­gan­la selam­lay­a­cak­tım bekleyen­ler­i­mi. Kendime en yakın bul­duğum, beni en iyi anla­tan slo­gan­la… Ceza­e­vi kapısı açıldığın­da mikro­fon­lar uza­tıldı ve bir muhabir “Yasemin kadın­lara söyle­mek iste­diğin bir şey var mı, bir mesajın var mı?” diye sor­du, “Evet” ded­im ve zafer işareti yaparak anadil­imde o slo­ganı attım, “Jin, jiyan, Aza­di!” [Kürtçe, Kadın, Yaşam, Özgürlük!]

Ailem ve avukatım kızdı bana. Daha son­rasın­da yapılan iti­ra­zların kab­ul edil­işi ve aldığım on beş yıl hapis ceza­sının da sebe­bi bu slo­gan oldu. Ben hiçbir zaman bu slo­gan­la kadın­ları selam­la­mak­tan piş­man olmadım, bugün olsa bugün de aynı slo­gan­la ve aynı içten­lik­le selam­lardım kadın­ları. Biz­im mücadelem­iz kadın için, yaşam için, özgür­lük için değil mi?

Ceza­e­vi çıkışın­da ailem arkadaşlarım­la zaman geçirmeme izin ver­me­di. Ceza­evinin önünde beni apar topar eve götürdüler. Yol boyun­ca ağladım. Mahall­eye girdiğimizde tar­ih başa dön­müştü. Çok küçük yaş­ta apar topar gelin olduğum ve bir daha uğra­madığım eve rah­metlin­in aileme sus payı olarak aldığı arabay­la götürülüy­or­dum. Bütün vücud­u­mu ateş bas­mıştı. His­set­tik­ler­i­mi anlat­a­cak kelime gerçek­ten bulamıyorum.

Yasemin ÇakalEv kal­a­balık­tı, aşiret toplan­mıştı. Hiç unut­muy­o­rum amcamın konuş­masını: “Bir bok yedin, bun­dan son­ra dizi­ni kır evin­de otur. Dışarı çık­mak falan yok. Otur çocuğu­na bak! Bir kıs­met de bulur­sak evlendir­i­riz seni.” O an sinir krizi geçire­ceği­mi düşündüm. Yüz­ler­ine söyleyemiy­or­dum ama aklım­dan geçen cüm­lel­er vardı: “Yaşadık­ları­ma dair kim­s­enin bir fikri yok, işkence gördüğümde hiç kimse sahip çık­mamış bana, üste­lik gelin­lik­le çık­tın kefen­le gir­ersin demişler, şim­di bun­ları nasıl söyleye­biliy­or­lar,” diye düşünürken, ağzım­dan çıkan şu oldu: “Artık kim­s­enin hay­atı için değil ken­di hay­atım ve oğlu­mun hay­atı için varım, ben bizi yaşay­a­cağım” dedim.

Abim­le tartış­malarımız bit­miy­or­du; bir gün, “kendine gel, sen çok değişmişsin ama ben seni eski haline getirmesi­ni bilir­im” dedi. Birkaç gün son­ra zat­en olan oldu, abim­le yine büyük bir tartış­ma yaşadım. Elimde 10 TL para, cebimde kon­tör­lü bir tele­fon­la bakkala diye evden çık­tık oğlum­la, ve bir daha dön­medik. Kim­seyi arayamıy­o­rum, tele­fon­um­da kon­tör yok, tam ne yaparım ne eder­im derken o sıra­da Avukat Sezin Uçar aradı. Ceza­evin­de hep ziyare­time gelir­di, hiç avukatlığımı yap­madı ama iyi bir arkadaş oldu bana. Sağ olsun fırtı­na gibi gel­di ve bizi aldı. Eve git­tik beraber. Babam dur­madan arıy­or­du. Kim­lik­ler­im­izi almıştı zat­en, kaça­bile­ceği­mi düşünerek. Sezin, tele­fonu elim­den alıp kap­at­tı. “Yal­nız değilsin” dedi. 

Son­ra belediyede bir iş bulun­du bana. Daha son­ra kendime ait bir evim oldu. Kız kardeşi­mi de ona söz verdiğim gibi yanı­ma aldım, beraber yaşa­maya başladık. 

Mut­luy­duk, abim beni ve iş yer­i­mi bulana kadar her şey yol­un­day­dı. Abimin ilk işi ev sahibi­mi tehdit etmek oldu. Evden çık­mak zorun­da kaldım. Kız kardeşim iste­m­eye iste­m­eye ailemin yanı­na döndü. Bu diğer abim, uzman çavuş olan, ben­im duru­mum­dan kay­naklı işten çıkarılmıştı. Son­ra da rahat ver­me­di zat­en. Her seferinde “senin yüzün­den işim­den oldum, kimse seni öldüreme­di, ben öldüre­ceğim” diy­or­du ve peşimizi bırak­mıy­or­du. Daha önceleri cid­diye aldığım biri değil­di ancak bu yap­tık­ları, söyledik­leri beni korkut­maya başlamıştı, çünkü en son silah çek­ti bana. Bun­lara birçok arkadaşım şahit oldu.

Ceza­evin­den çık­tık­tan son­ra çok tehdit aldım. Polisler tarafın­dan, rah­metlin­in ailesin­den taraf, sürek­li tehditler alıy­or­dum. Kapımın önüne ismimin yazılı olduğu mezar taşı bile bırak­tılar. Polisler iş yer­ime geliy­or­du, tehdit ediy­or­lardı, eylem­lere katıldığım­da kenara çekip, “git evin­de otur, eylem eylem gezme” diy­or­lardı. Polis tacizi çok fazla oldu. Özel­lik­le “ne işin var eylem­lerde, siyase­tle ne işin var” diy­erek çok taciz ettil­er. Ben hiçbir zaman cevap ver­med­im onlara ama yap­tığım­dan da geri dur­madım. Ben mücadelem­le zat­en gereken cev­abı veriyordum. 

O gün­lerde herkes yurt dışı­na çık­mamı öner­iy­or­du, ama ben hiçbir zaman ülke­den ayrıl­mak istemed­im. Dışarıya çık­mak için çok mücadele verdim yine mücadele eder­im diye düşünüy­or­dum. Ceza­evin­den çık­tık­tan son­ra iki yıl­da dışar­da ben­z­er sorun­lara direndim. Ama öyle bir olay oldu ki baş­ka şans bırak­madılar bana. Ülkeyi terk etmeden üç ay önce oğlum bir saldırıya uğradı ve beyin kana­ması geçir­di. Her kim yap­tıysa, ki hala kimin yap­tığı bil­in­miy­or, yakalana­madı! O gün­den son­ra işi bırak­tım, oğlum iyileşince de arkadaşlarım­dan yardım iste­d­im. Yine bir dayanış­ma ağıy­la ülkeyi terk ettim. Yurt dışı­na çıkış yasağım yok­tu, ama tanı­nan bir yüz olmam­dan kay­naklı büyük bir risk­ti. Bunu da başardım.

Şim­di İsviçre’de mül­te­ci kam­pın­da tek bir oda­da oğlum­la beraber kalıy­oruz. Bun­dan son­rası için çok bir bek­len­tim yok, içinde ölümün olmadığı, kork­madan bir yaşam sürdürmek istiy­o­rum. İstiyo­r­um ki tek derdim oğlu­mun öde­v­leri olsun, çocuğu­mun ergen­lik sorun­larıy­la ilgileney­im, nor­mal yaşamın içinde insan­ların sorun­ları kadar sorunum olsun.

Yasemin Çakal

Korkuy­la, en ufak bir tıkırtıya bile kulak kesilir bir psikolo­jiye sahibim, öyle ki kapı­dan geçen insan­ları ayak sesin­den bile tanıya­biliy­o­rum. Gece kabus­lar­la uyanıy­o­rum. Kendi­mi hala güvende his­set­miy­o­rum. Oğlum bir önce­ki kamp­ta güven­lik görevlileri­ni görüp çığlık attığı çok olmuştur. 

Kendimize ait bir evimiz yok. Bir oda­da, ortak tuvalet, ortak banyo, ortak mut­fak kul­lanıy­oruz. Oğlu­mun iyi olmadığını biliy­o­rum. Tuvalete bany­oya tek başı­na gidemiy­or. Ben­den ayrı uyu­muy­or. Selim daha altı aylık bir bebekken ceza­evine gir­di ben­im­le. İki katlı bir ran­zanın alt katın­da ben­im­le uyuy­or­du. Biraz büyüyünce yatağımıza ken­di başı­na tır­manıy­or­du. Şim­di bura­da yine iki katlı ran­za­mız var. Hem oğlum hem de ben­im için ran­za çok ağır bir trav­ma. Elim­den gelse sök­er atarım, yerde uyurum. 

İsviçre’ye geldiğimiz ilk gün­ler Selim çok ağladı. “Beni kandırdın, hani biz İsviçre’ye gide­cek­tik” dedi. Kam­pları görünce ona ceza­e­vi gibi geliy­or. Hak­lı, şehir­d­en uzak, ıssız bir kamp­ta kalıy­oruz. Bura­da yaşa­mak ne oğluma ne de bana iyi gelmiy­or. Korkuy­oruz. Devam eden bir prosedür var ve psikolo­jik olarak iyi de değiliz. Çok zor bir süreç geçiriy­oruz. Her kapı çalışın­da yüreğim hopluyor.”

Yasemin ailenin, erkeğin, devletin ve toplumun ken­di­sine yük­lediği bütün rol­leri üzerinden attı; bu yüz­den de ağır bedeller öde­di. Hikayesi zor­luk­lar­la dolu olsa da, çok yabancı bir hikaye de değil­di. Çünkü o gün­lerde biz kadın­ları “Yasemin Çakal Davası” etrafın­da bir araya getiren de evde, sokak­ta, iş yerinde yani hay­atın her alanın­da yaşamı savun­mak zorun­da bırakılan mily­on­lar­ca baş­ka kadının var olduğu gerçeğiy­di. Yasemin sadece sesi­ni yük­selt­miş ve akabinde mily­on­lar­ca ses olmuş­tu. Bu ses hep­imize poli­tik bir sorum­lu­luk yük­lemiş ve bir dayanış­ma ağının içinde bul­muş­tuk kendimizi.

Bu gün­lerde ise Yasemin İsviçre Göç Bürosu’nun vere­ceği kararı bek­liy­or. Bu kararın aynı zaman­da biz kadın­ları da tat­min ede­cek bir karar olması gerek­tiği kanaatindey­im. Yasemin’in yap­mış olduğu sığın­ma talebinin poli­tik bir talep olduğu kab­ul edil­erek, oğluy­la beraber İsviçre’de yaşa­ması­na olanak sağlay­a­cak iznin ver­ilme­si gerekiy­or. Çünkü, kanım­ca, yukarı­da hikayesinin ‘bitemiy­or oluşu’ talebinin poli­tik doğasını gözler önüne seriy­or: Yasemin’in mücade­lesinin hem geçmişi hem de şimdi­ki zamanı, bir kadının ken­di yaşamının özne­si ola­bilme serüveninin bir tar­i­hi. Dava tam da bu nok­ta­da poli­tik bir kim­lik kazanıyor.

 


Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Dilek Aykan
REDACTION | Auteure
Gazete­ci, siyasetçi, insan hak­ları savunucusu. Jour­nal­iste, femme poli­tique, défenseure des droits humain. Jour­nal­ist, polit­i­cal woman, defendor of human rights.