Kasklı, ve her türlü ekipmana sahip polisler tarafından bellerinden giysilerini soyacak şekilde kavranan, saçlarından, ayaklarından tutulup sürüklenen kadınların görüntüleri karşısında, “Kadın-erkek eşitliği ve ayrımcılıkla mücadele” ile sorumlu devlet müsteşarı, darp edilen hemcinsleri şöyle dedi “O ‘görünüşe göre antikapitalist’ kadınlar, yürüyüş için belirlenen ve izin verilen güzergaha uymak istemediler.
Français | Türkçe | English
Müsteşar Marlène Schiappa, “Dünya kadın haklarını koruma günü” yürüyüşçülere bol kepçeden servis edilen darp ve gazı bu şekilde açıklıyordu. Ama herkes biliyor ki, emir Paris Güvenlik müdürü Didier Lallement’dan geliyordu. (Okunuşu Lalman)
(Anabasından video verdiğimiz için özür dileriz)
Sosyal medyadan yakaladığımız bir kaç yorumla yetinelim:
• Haklısın Marlène, ben de kızım boyama yaparken, resmin kenarından her taşırdığında, suratına iki tane patlatıyorum. Hakkediyor.
• Marlène, Lalman’a arka çıkarak Lili Marlène’lik mi yapıyorsun?
• Marlène’e bakarsak, “mutfakta takıl” değil, “eril düzenin polisinin copu altında takıl”.
Bu yorumlar yağarken, televizyonda, Başkan bey, günün anlamı ve önemine binaen “kadınları onlara yönelik şiddetten korumanın gerekliliği” üzerine konuşuyordu.
Aslında gülebilirdik, tabii eğer Fransa’da, bir 8 Mart yürüyüşüne yapılan hemen hemen ilk müdahale olmasaydı…
Kadın hareketi, kadınkırım sayısının yükselmesi, cinsiyetçi şiddetin üstel artışı, hukuki hakların, kazanımların sorgulanması ve gerilemesini gözlemleyerek, uzun bir süredir gece yürüyüşlerine dönmeye karar vermişti zaten. Geri dönmeye diyoruz, evet. Hatırlarsak feministler “tecavüzlere karşı” yürümeye başlayalı yarım asır oluyor.
2020 8 mart yürüyüşü, sosyal hareketin sistematik şekilde, polis tarafından, sarıldığı, sıkıştırıldığı ve müdahale gördüğü; LBD kauçuk savunma fişeği atar silahlar ve dağıtıcı bombaların insanları yaraladığı, kör ettiği; elini, ayağını kaybeden kişilerin sayılarının tavana vurduğu bir ortam ve bağlamda gerçekleşti. Devlet kaynaklarına göre, son bir yıl, 207’sı kafada olmak üzere 2200 yaralı, en az 23 göz kaybı…
Paris Polis Müdürünün emirleri bir Bakan tarafından denetleniyor, Bakan ise Başkanına hesap veriyor. Bu güvenlik yöneticisinin kendi hiyerarşisisi tarafından itiraza maruz kalacağını, ya da kafasına göre davranıp, şiddetinin dozunu polisin o anki eril keyfine bırakacağını kimse iddia edemez, düşünemez bile. Kaldı ki, diğer kentlerde, örneğin Nantes’da, gaz ve şiddet hiç eksik değildi.
Fransız ana basını, bu şiddet gösterisini selamladılar. Aralarında bulunan bir Le Figaro gazetecisinin zarif ifadesiyle, “kadın-erkek eşitliğinin bir işareti” olarak yorumladılar…
Demek ki neymiş? Artık polis bütün protestolara karşı bir baraj, Fransa’da, varlıklı sosyal sınıfların özel çıkarlarına hizmet ede ede halkın tüm saygısını ve desteğini kaybetmiş bir siyasi iktidarın koruyucu kalesi…
Kadın hareketi de siyasi otoriterliğe doğru kayan bu ortamdan payını aldı, ve bu gerçekliğin acı deneyimini yaşadı.
Fransa, insan hakları ülkesi, ama kadınsız.