Türkçe | Français | English

Geçtiğimiz gün­lerde “O Ses Türkiye” isim­li bir tele­vizy­on pro­gramın­da Hayri Kasaç isim­li Mardin’li bir genç Kürtçe bir nin­ni söyle­mek iste­di. Bunun için pro­gramın yayıncısın­dan izin istedi.

Hayri Kasaç annesinin bebekken kulağı­na fısıl­dadığı nin­niyi oku­mak istiy­or­du. Annesinin şarkılarını anlaya­madığını söylüy­or ve annesinin gön­lünü hoş etmek istiy­or­du. Ken­di dilinde yir­mi saniye şarkı söyle­mek için izin isteyen gencin bel­ki o an annesinin gön­lünü almak dışın­da düşündüğü pek bir şey yok­tu ama unut­tuğu şeyler vardı. Hayri’nin Kürtçe bir nin­niyi söyle­mek için gerçek­te yayıncı­dan izin alması yet­mez­di, day­atılmış tüm inkar­ları aşması gerekir­di. Dil sadece bir iletişim aracı olmak­la kalmayıp kişinin ait olduğu toplu­luğu ve kim­liği­ni oluş­tur­masının temel aracıy­dı. Dil olmadan var­lık baş­ka bir şeye dönüşür, ken­disi olmak­tan çıkar, ben­liğin­den kopardı.

Hayri, 20 saniyede söyleye­ceği­ni düşündüğü bir nin­ni için, o süreyi iki kat aşan, özür ve maz­eret beyan etmek zorun­da kaldı. Ardın­dan annelik ve bebek­lik anıları üzerinden iza­hat yap­tı. Esasın­da en doğal hakkı olması­na rağ­men, poli­tik olmadığını, hak idda etmediği­ni, ana dili ile Kürtçe şarkılarını o sahne­den oku­manın peşinde olmadığını anlat­maya çalıştı.

Kürtç­eye vuru­lan yasak­la­ma zin­cir­lerinden dolayı Hayri Kasaç’a varın­caya dek sayısız hikaye duy­muş, tanık­lık etmişsek de Kürt­lerin bu yasak­ları kuralın­ca taşı­madığı ve red­det­tiği artık sır olmak­tan çık­mıştır. Elbette başlı başı­na bu man­zaranın yarat­tığı ruh­sal ezilme hali üzer­ine sayısız cüm­le kuru­la­bilir. Fakat ben fısıltı halinde konuşu­lan bir dilin nasıl bir halkın direnişi haline geldiğine dikkat çek­mek istiyorum.

Nihayetinde Türkiye ‘güçlü tek­il etho­su’ altın­da yaşayan bir ülke! Öyle ki Osman­lı impara­tor­luğu­nun koz­mopolit yapısı üzerinden şekil­lenen Türk ulus devleti aradığı saflığı Türkçe’nin ege­men dil olarak yük­selme­si üzerinden kur­gu­larken diğer dil­leri san­sür­lemeyi, yasak­la­mayı ve hat­ta yok etmeyi görev bellediğinin ipliği çok­tan pazara çık­mış durumda.


parle turc
Resim 1 et 2 : 2013, Varto’da bir sınıfta panolar. Resim 3 : Diyarbakır Cezaevi. Resim 4 : Bir internet sitesinde “öğretmen kupası” olarak tanımlanan bardak.

Türk ulus devleti sadece Kürtçeyi değil, kürt köy­lerinin, böl­gelerinin, çeşmelerinin, dağlarının, ovalarının, yeni doğan çocuk­larının da kürtçe isim­leri­ni yasak­lamıştır. Kürt­lerin bir halk olduğunu, dili ve kültürünün bulun­duğunu söyle­meyi en ağır suç kab­ul etmiştir. 12 Eylül darbe­si ile bu poli­tikayı yasa hüküm­ler­ine bağlayıp ‘Vatan­daş Türkçe Konuş Çok Konuş’ zih­niyeti­ni topluma zor­la, işkence ile dik­te etmiştir. Kürt kültürü ve dili ortadan kaldırıl­maya çalışılırken Kürt genç­lerinin bellek­si­zleştir­ilmesi­ni başat hedef yap­mıştır. Diğer taraftan tüm bu yok etme strate­ji­leri karşısın­da dire­nen ve hiza­ya soku­la­mayan bir halk vardı. Kürtçe giderek kamusal alan­da tama­men yasak­lanın­ca, Deng­be­jler ve Çirokbe­jler aracılığı ile ağız­dan ağıza fısıltı halinde konuşu­lan bir dil haline gel­di. Herş­eye karşın gün­lük kul­lanım­dan tama­men yok edileme­di. Kürt müz­iğine gön­lünü veren­ler içli ezgi­leri­ni küçük karan­lık odalar­da gizlice kasetlere kayıt ettil­er. Bu kasetler elden ele dolaşarak evlerde kısık sesle din­len­di. Çocuk­luğu­muz Hayri örneğinde olduğu gibi kulak­larımıza fısıl­danan Kürtçe nin­nil­er ve ezgiler­le muhteşem bir anlam kazandı. Ken­di dili­ni konuş­mak için min­net duy­madan, icazet almadan canı kanı pahası­na mücadele eden direnişçil­er ve direnişler yaratıldı.

Yani İkt­id­ar güç­lerinin tüm kıyıcılığı­na ve bar­bar imha poli­tikaları­na karşın anadili­ni konuş­mak için işkencelere dayanan yet­miy­or hapsedilen mily­on­lar­ca insan­dan bahs ediy­o­rum. Bu mily­on­lar dil­si­zliğe ve yok­luğa mahkûm edildiğinde, kim­lik­leri yok sayıldığın­da, çocuk­luk­larının en muhteşem man­zarasını sak­lar gibi bu dili ruhun­da sak­layan bir halk­tı. Ve hiç kuşkusuz bu halk anadili­ni özgürce konuş­mak için, en acı­masız, en zal­i­mane, en rezilce uygu­la­malara karşı koy­muş­tu. Bu bakım­dan Hayri’nin örneğinde kürt genç­lerinin yaşadığı psikolo­jik ezil­menin hüznünü ve öfkesi­ni yaşarken çoğu­muz bunun gerçek­liğin sadece bir yüzünü ifade ettiği­ni zat­en biliy­or­duk. Diğer bir yüzü muhteşem direnişlere yol açmıştı. Tıp­kı Ahmet Kaya’nın Kürtçe şarkı söylediğinde maruz kaldığı saldırılar karşısın­da­ki bükülmeyen duruşu gibi!

Sonuç olarak Hayri Kasaç bir hal­ka day­atılmış yok­luk ve bu yok­luğun yarat­tığı sosyo-psikolo­jik duru­mu yan­sıt­ması açısın­dan oldukça çarpıcı bir örnek olsa da kürt genç­leri dökülen onca kan ve can izine rağ­men dilin­den koparıl­manın bir yok­luğa, bir kök­sü­zlüğe mahku­miyet olduğunu çok­tandır farkın­dadır. Bun­dandır ki devletin bahşet­tiğin­den fazlasını ve kendine ait olanı iste­mek­te­dir. Bun­dandır ki kimseden min­net bekley­erek ken­di dili­ni konuş­mak iste­memek­te­dir. Peki ken­di ben­liğin­den kopartılıp her defasın­da fark­lı kalı­ba sokul­maya çalışılan bu halkın gös­ter­diği diren­me azmi karşısın­da yasak­ların ve baskıların artık bir hük­mü kalmış mıdır?

Sara Aktaş

21 Şubat 2020, “Dünya anadili günü”.

Lorî Lorî / Grupe Lilith.


Sara Aktaş
Sara Aktaş, Kürt şair, yazar ve feminist aktivist, özgür kadınlar Kongresi üyesi. “Aksi Yalandır” (2013) ve “Savaş Yıkıntıları”, (2005) isimli iki şiir kitabı yayınladı.
Birçok dosyadan ve uzun yıllar hapis cezası riski ile Fransa’ya sığınmaya karar verdi. Çeşitli medyalar için yazmaya devam ediyor.

Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
KEDISTAN on EmailKEDISTAN on FacebookKEDISTAN on TwitterKEDISTAN on Youtube
KEDISTAN
Le petit mag­a­zine qui ne se laisse pas caress­er dans le sens du poil.