Neolib­er­al­izmin ilk lab­o­rat­u­arı Şili’de tar­ih­sel bir rövanş mı yaşanıy­or? Bu soru­nun cevap­larını ara­madan önce neolib­er­al­izmin tar­i­hçesi­ni aktar­mak gerekir.

Neolib­er­al­izm ilk olarak 1930’larda Avru­pa lib­er­al akademisyen­ler arasın­da ortaya çık­tı. Neolib­er­al­izm ya da neo-lib­er­al­izm, 19.yüzyıl fikir­lerinin, 1945’ten 1980’e kadar süren savaş son­rası Key­nesyen kon­sen­süs­den uzak bir par­a­dig­ma kay­ması oluş­tu­ran lais­sez-faire ekonomik lib­er­al­izm ve serbest piyasa kap­i­tal­iz­mi ile ilişk­i­lidir. Neolib­er­al­izm genel­lik­le özelleştirme, deregülasy­on, serbest ticaret, kemer sık­ma ve özel sek­törün ekono­mi ve toplum­da­ki rolünü art­tır­mak için devlet har­ca­maların­da­ki azal­malar da dahil olmak üzere ekonomik lib­er­alleşme poli­tikalarını ifade eder.

İngilizce konuşan­lar, 20. yüzyılın başın­dan bu yana “neolib­er­al­izm” ter­i­m­i­ni fark­lı anlam­lar­la kul­landılar, ancak 1970’lerde ve 1980’lerde mev­cut anlamın­da daha yaygın hale gel­di ve akademisyen­ler tarafın­dan çok çeşitli sosyal bil­im­ler ve eleştir­men­ler tarafın­dan kul­lanıldı. Bu ter­im 1980’lerde Augus­to Pinochet’in Şil­i’de­ki ve ben­z­er bir şek­ilde 12 Eylül 1980 Türkiye’sindeki ekonomik reform­lar ile bağlan­tılı olarak ortak kul­lanı­ma girdiğinde, hızla olum­suz çağrışım­lar üstlen­di. Toplum ekon­o­mist­leri Friedrich Hayek, Mil­ton Fried­man ve James M. teo­ri­leri ile kap­i­tal­izmin ekonomik poli­tik lit­er­atürü haline gel­di. Ve nihayet Buchanan, Mar­garet Thatch­er, Ronald Rea­gan ve alan Greenspan gibi poli­tikacılar ve poli­ti­ka yapıcılarının dört elle sarıldığı vahşi kap­i­tal­izmin küre­sel sömürü strate­jisinin “hay­dut­luğa day­alı” el kitabı haline geldi.

1994 yılı­na gelindiğinde, Naf­ta’nın geçişi ve Zap­atis­tas’ın Chi­a­pas’­ta­ki bu gelişime tep­kisi ile bu ter­im küre­sel dolaşı­ma girdi.

Şimdi gelelim Şili’deki ekolojik sosyal isyana…

Latin Amerika’daki son isyan dal­gasın­da isyanın sınıf­sal pozisy­onun­dan çok, direniş potan­siyeli­ni harekete geçiren çok boyut­lu ekolo­jik sosyal sorun­lar olduğu çok açık. Dolayısıy­la bu mev­cut isyan­ların sosy­olo­ji­sine yak­laşırken önce­lik­le “klasik devrim­ci” yak­laşım­ların dışı­na çık­mak gerek­tiği­ni düşünüyorum.

Dünyayı algıla­ma biçim­leri, deve kuşu­nun fizy­obiy­olo­jik pozisy­onun­dan öteye geçmeyen klasik mark­sist anal­ist­lerin o her isyan dal­gası döne­minde ellerinde­ki ezeli dog­ma reçetel­er­le başlarını kum­dan çıkarıp, “hah işte pro­leter devrim başlıy­or!” hülyası artık sona ermiştir. Çünkü günümüzün sorun­ları, her toplum­sal süre­ci “yüce pro­leter sınıfın değişmez yasaları“na göre açık­layan o çok türevli mark­sist otorite-r-lerin “bayağı” tez­lerinin çok öteler­ine geçmiş durumda.

Yani mev­cut ekolo­jik sosyal kriz, “çağın kap­i­tal­izminin” gelişme dinamik­lerinin önünde, hiç öngöre­meye­ceği ve hiç çöze­meye­ceği kadar güç bir evr­eye gir­miş durumda.

Aslı­na bakarsanız bu durum hiç de şaşırtıcı olmayan bir tüketişin ve tükenişin bir sonu­cu olarak yaşan­mak­ta. Bütün bu yaşanan­lar, yeryüzünün bütün nimet­leri­ni hiç bit­meye­cek­miş gibi yal­nız­ca “ken­di eks­eninde” bir otoriter­liğe bağlayan; bütün gelmiş-geçmiş toplum­sal sis­tem­lerde ken­di­ni bir tür olarak dünya nimet­lerinin üstünde, daima bir­in­cil ve üstün bir özne sayan, o en ezeli, en zehirli ve en paradok­sal ego­nun sis­tem­atik ve psikopatik ev sahipliğinin eseridir. Bu vahim sonu­cu görmek için kahin olmaya gerek yok.

Eko­sis­te­mi asır­lar boyu doy­mak bilmez bir iştahla kemiren insan hay­dut­luğu, yani kap­i­tal­izm, nihayet ken­di olum­lu sonunu da hazır­ladığının farkın­da olarak son bir defa da olsa, can havliyle, ken­disi için gerek­li son ener­ji kay­naklarını da yağ­mala­ma peşinde. Geze­genin yaşam­sal sürdürülebilir­liği­ni zehirley­erek tüketen ve ama en vazgeçilmez en kâr­lı ener­ji kay­nağı olarak, bütün endüstri devlet­ler­ine son bir savaş sığı­nağı olan petrol-süzlük‑, yeryüzünün bütün kıta­ların­da büyük bir ekolo­jik sosyal krize neden olmuş durum­da. Mil­yarlar­ca insanın teknolo­jiye bağım­lı gün­de­lik hay­atının vazgeçile­mez ener­ji kay­nağı olan petrol, mil­i­tarist devlet­lerin yeni petrol yatak­ları üzerinde­ki “ekonomik askeri strate­jik üstün­lüğü” ele geçirme savaşı, geze­gen­i­mizi yok eden bütün ekokırım­ların vazgeçilmez gerekçe­si haline gelmiştir. Yani geli­nen aşa­ma­da asıl sorun artık ne iki sınıfın mücade­le­si ile ne de kap­i­tal­izm sosyal­izm mücade­le­si ile açık­lan­abilir.

Sorun, bütün alt ve orta sınıfların hay­at­larını alt üst eden ekolo­jik sosyal bir sorun olarak ken­di­ni göster­mek­te­dir. Ancak tar­ih­sel bir yekün olarak bak­tığımız­da yine de bütün bu, alt ve orta sınıfları ve eko­sis­te­mi pet­role ve diğer ener­ji kay­nakları üzerinden bugünkü gele­cek­si­zliğe mahkum eden asıl zan­lı, 21 yüz yıldır geze­gen­i­mizi toprak, su, orman, hay­van ve insan bileşen­leriyle kemiren, yok eden, her tür saldır­gan, mil­i­tarist otorite ve ulus devlet kap­i­tal­izmidir. Dolayısıy­la Latin Amerika’da, Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Rojava’da, ya da nerede olur­sa olsun, sürdürülebilir özgür, ekolo­jik, anti par­tri­arkal bir yaşam için, mil­i­ta­rizm­den besle­nen her tür­den otoriter­liği doğru­dan red­de­den toplum­sal bir sözleşm­eye ihtiyaç vardır.

Bugün Fransa’da, Ekvator’da, ya da Irak’taki isyan­ları tetikleyen neden­lere bak­tığımız­da petrol fiy­at­ları­na yapılan zam­lar, sosyal hak­ların gasp edilme­si, yol­su­zluk ve petrol gelir­lerinin eşit­siz dağılımı gibi sorun­ların öne çık­tığını görmek­tey­iz. Bu durum doğal olarak kap­i­tal­izme karşı mücadelede ekonomik demokratik mücadele ile ekolo­ji mücade­lesinin paradok­sal bir şek­ilde ayrış­masını ya da zorun­lu olarak ortak­laş­masını gün­deme getirmekte.

Bu yeni tip mücade­lenin en belir­gin ortak­laş­ması Ekva­tor, Peru, Bolivya metropol­lerinde, kentli alt sınıfların ekonomik sosyal tale­p­leri ile Ama­zon yerlilerinin ekolo­jik sosyal tale­p­leri­ni ortak bir isyan­da bir­leştirmeleriyle (ve nihayet Ekvator’da olduğu gibi, Moreno hüküme­tinin IMF pake­ti­ni iptal ettirmeleriyle) gün­dem­leşti. Şil­i’de ise, başkent San­ti­ago’­nun en önem­li ulaşım aracı metroya, belir­li saatler arasın­da uygu­lan­mak üzere % 4 zam yapıl­ması üzer­ine 18 Ekim 2019 tar­i­hinde öğren­cil­er tarafın­dan metro­da “turnike­den atla­ma” şek­linde başlayan protesto­lar, güven­lik güç­lerinin, turnike­den atlayan ve ücret ödeme­den geçen­lere güç kul­la­narak çıkar­masıy­la kitle­selleşti, bütün kentli alt sınıfların ve Patagonya Mapucheleri’nin ekolo­jik sosyal tale­p­leriyle bir­leşerek bugünkü büyük “isyan”a dönüştü.

Diktatörlük sonrası, Şili’de benzeri görülmemiş bir isyan

18 Ekim Cuma günü, polisle çatış­malar ve kap­i­tal­ist altyapı tesis­lerinin tahrip edilme­si olay­ları San­ti­a­go şehrinin sokak­ları­na yayıldığı anda ayak­lan­ma radikalleşti. Hükümet sarayının etek­lerinin dibinde başlayan şid­det eylem­lerinin, gece saat­lerinde, şehrin çeşitli yer­ler­ine yayıl­ması uzun sürmedi.

Genelleşmiş bir isyan ve birçok kent­te­ki dağınık kaos karşısın­da polis o gün­den beri artık uyan­mış olan ve toplumun geniş kes­im­ler­ine yayılan öfke pat­la­masını kon­trol etmeyi becereme­di. Bu öfkenin kökeninde Şili’de yakın zaman­da siv­il ve askeri cun­ta (1973–1990) döne­minde kuru­lan polis devleti ve neolib­er­al ekonomik sis­temin geniş kes­im­lere yöne­lik baskısı ve hay­atın güvence­si­zleştir­ilme­si yatıy­or­du. Demokrasiye geçişten son­ra ardı sıra gelen merkez sol ve sağ hükümetler bu baskı ve sömürü koşullarının var­lığını ve ege­men­liği­ni kuvvetlendirdiler.

Şehir merke­z­lerinde başlayan ayak­lan­malara daha son­ra mahal­lel­erde gös­teri yapan bin­lerce kişi katıldı. Gös­teri­cil­er protesto biçi­mi olarak boş tencerelere vuruy­or­lardı. Bu aynı zaman­da düzinel­erce oto­büsün, kamu ve özel şir­ket binalarının saldırıya uğra­ması, yağ­malan­ması ve yakıl­ması şek­linde gerçek­leşen yangın, yıkım ve ayak­lan­maları tetik­le­di. Düzinel­erce metro ista­sy­onunun gece geç saatlere kadar akın­lar halin­de­ki öfke dolu birey­lerin saldırısı­na uğra­ması ve yakıl­ması kri­tik önem taşıyan bir unsur oldu.

Hükümet, San­ti­a­go şehrinde askeri per­son­elin sokak­lara konuşlan­masını ve düzenin silahlı kuvvetler tarafın­dan sağlan­masını içeren istis­nai bir durum olan, olağanüstü hal ilan etmek için fazla zaman geçme­sine izin ver­me­di. Ancak, dik­tatör­lük son­rası senary­o­da kitle­sel, organik, kon­trol edile­mez ve eşi ben­z­eri görülmemiş bir isyan, Şili’de yıl­lar­ca süren kap­i­tal­ist düzenin getirdiği itaat, boyun eğme ve korku uygu­la­malarını çok­tan ortadan kaldırmaktaydı.

Olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı

19 Eylül Cumarte­si günü, askeri güçler, karışık­lığın devam etmesi ve şid­detlen­mesi karşısın­da şehrin çeşitli böl­geler­ine konuş­landırıldı. Santiago’nun merkezinde ve per­iferide­ki mahal­lel­erde asker, sokak­ları, ticari alan­ları ve metro ista­sy­on­larını korudu. Ancak, fark­lı biçim­lerde “mücadele eden” gös­teri­cil­er geri çek­ilme­di ve birkaç on yıl önce, dik­tatör­lük yıl­ların­da yaşanan baskının yaşayan anısıy­la, genel olarak askerin var­lığını reddetti.

Aynı gün gös­teri­ci­lerin yak­tığı oto­büs, ara­ba ve metro ista­sy­onu sayısı art­tı. Aynı zaman­da, süper­mar­ket­lerin ve büyük alışver­iş merke­z­lerinin yağ­malan­ması kon­trol edile­mez hale gel­di. Yüzlerce insanın alışver­iş merke­z­lerinden mal kaparak hay­at­larını iyileştirdiği görün­tü isyan gün­lerinin en can­lı görün­tü­lerinden biri haline gel­di ve yağ­ma ve şid­det­ten bunalmış hükümetin, San­ti­a­go şehrinde sokağa çık­ma yasağını aynı gece uygu­la­ması için önem­li bir fak­tör işle­vi gördü.
Başkan ve şehir­d­en sorum­lu askeri şef, medyaya, o akşam saat 19: 00’dan erte­si sabah saat 6’ya kadar olan “siv­il özgür­lük­lerin” kısıt­landığını açık­ladı. O gece gös­ter­il­er, ayak­lan­malar, yağ­mala­malar, yangın­lar ve kol­luk kuvvet­leri ile çatış­malar şehir genelinde sabahın erken saat­ler­ine kadar devam etti.

Cumarte­si ve Pazar gün­leri arasın­da öfke kıvıl­cımı daha da yayıldı, kitle­sel eylem­lerin ateşlen­mesi ve ülkenin baş­ka yer­lerinde­ki vahşi şid­det görün­tü­leri, fark­lı şehirlerde pek çok ayak­lan­ma ve isyan eylemiyle yeni bir yaygın kaos anı yaşan­ması­na yol açtı. Belediye binaları, hükümet binaları, alışver­iş merke­z­leri ve res­mi medya binaları­na yöne­lik van­dal­izm ve kun­dak­la­malar yal­nız­ca birkaç günde şehir altyapısının önem­li bir kıs­mını kuşat­ma, yıkın­tı ve kül altın­da bırak­tı. Fark­lı köken­ler­den ve yer­ler­den gelen insan­ların bir­bir­leri­ni sokak­lar­da, protesto­ların ortasın­da bul­duk­ları an ve ayak­lan­malar Şili neolib­er­al sis­te­minde ve onun bütün böl­geyi etk­ileyen kapitalist/ekstraktivist sömürü mod­elinde büyük kri­tik bir yarıl­maya yol açtığı an isyan, belir­li her­han­gi bir talebi çok­tan aşmıştı.

Baskıcı Şili devleti ise, isyanın olağanüstü süreklil­iği karşısın­da daha çok mil­i­ta­rize olmaya başlamıştı. Devletin bu süreçte­ki ana strate­jisi­ni şu ana başlık­lar da görmek mümkündür:

  • İkiyüz­lü biçimde baskı ile ilgili kayıt­ları sak­la­mak, hak­lı çıkar­mak ve / veya sorgu­lat­mak için bil­gi­lerin san­sür­len­mesi ve kontrolü.
  • Hükümet yetk­ililerinin “Yeni bir sosyal sözleşme” ile çözülme­si gereken bir sosyal krizin tanın­masını içeren tele­vizyon­da­ki konuşmaları.
  • Sözde kaos yarat­mak ve küçük dükkan­lara, okullara ve has­tanelere saldır­mak için örgütlen­miş iç düş­mana karşı bir devlet savaşının açık işare­tinin ver­ilme­si. Yağ­macıların ve van­dal­ların krim­i­nal­ize edilme­sine özel önem ver­ilme­si. Ayrı­ca, devlet tele­vizy­on kanalı hakkın­da­ki bir rapor­da, ayak­lan­maların nihilist anarşist hücrel­er tarafın­dan örgütlendiği belirtildi.
  • Gün boyu süren akışı haber yağ­ma nedeniyle kıtlık korkusunu işliy­or, hırsı­zlık­ların sıradan evlere yayıla­cağı fikri­ni yayıyor.
  • Eylem­ci­lerin her tür­lü baskıyı mazur göstere­cek biçimde şid­det yan­lısı olan­lara karşı iyi, yasal ve şen­liklil­er olarak, yapay olarak bölünmesi
  • Mev­cut krizin çözümünün önem­sendiğinin gös­ter­ilm­eye çalışıldığı bir ekonomik ve sosyal önlem planının sunulması.
  • Ordunun güven­lik ve barış gücü olarak sunulması.

Sonuç olarak, 3 bölge ile 11 şehirde güven­liğin orduya bırakıl­masını kap­sayan “olağan üstü hal ” ve “sokağa çık­ma yasağı” cay­dırıcı ola­mamış bilakis isyan’ın daha da büyüme­sine neden olmuştu.

Şili halk­larının bu bastırıla­mayan isyAn’ı, Pinochet dikatör­lüğü ve onun devamı niteliğin­de­ki Pin­era hüküme­tinin neolib­er­al poli­tikaları­na karşı “sosyo poli­tik bir rövanş” niteliği taşımaktadır.

Bilindiği üzere Pinochet dik­tatör­lüğü, Şil­i’yi IMF eliyle yeniden diza­yn etmiş, baş­ta Mapuche halkı olmak üzere Şili halk­larını hak ve özgür­lük­lerinden men etmiş, büyük bir yok­sul­luğa, köleliğe ve katliamlara mahkum etmişti.

Kısa tar­ih­sel bir not­la aktar­mak gerekirse: Richard M. Nixon başkan­lığın­da­ki ABD hükümeti, Şili oli­gark­larının suç ortak­lığıy­la bu kan­lı rejim değişik­liği­ni plan­ladılar ve orga­nize ettil­er. Ulus­lararası Tele­fon ve Tel­graf Şir­keti (İTT) gibi çok ulus­lu büyük ABD şir­ket­leri karşı ikti­darı gerçek­leştirmek için CIA ile bir­lik­te çalıştı. İlk olarak Ulusal Kamy­on Sahip­leri Kon­fed­erasy­onu aracılığı ile 70 bin kamy­onu felce uğratan ulusal çap­ta bir ‘grev’i örgü­tledil­er. Ardın­dan Silahlı kişil­er Allen­de’nin ordu komu­tanı yardım­cısını vur­du. Ve1 1 Eylül 1973’te, şid­detli askeri bir darbe ile Allende devrildi.

Sal­vador Allen­de’nin ölümü hala tartış­malı. Birçok­ları onun ken­disi­ni öldürdüğünü; diğer­leri de idam edildiği­ni söylüy­or. Onun geride kalan son fotoğrafı, elinde silah Başkan­lık Sarayını savunurken gös­teriy­or. Ölme­den önce, Şili halkı­na ilham veren şu söz­leri söylemişti: “Ben­im yur­du­mun işçi­leri, ben Şil­i’ye ve Şil­i’nin gele­ceğine inanıy­o­rum. Yaşasın Şili, Yaşasın Şili halkı, Yaşasın işçiler!”

Şil­i’nin kalbinin sesi Vic­tor Jara ise Ulusal stadyum­da dudak­ların­da­ki son şarkısıy­la öle­cek­ti. Şil­i’de­ki Prav­da muhabiri Vladimir Çerni­sev, Jara’nın son anlarını şöyle anlatıy­or: “Víc­tor Jara dudak­ların­da şarkıy­la öldü. Onu yanın­dan hiç ayır­madığı yoldaşı, gitarıy­la bir­lik­te stadyu­ma getirdil­er. Ve şarkı söyle­m­eye başladı. Öbür tutuk­lu­lar, gardiyan­ların ateş açma tehdi­dine rağ­men melodiye eşlik etm­eye başladılar. Son­ra bir sub­ayın emri ile asker­ler Víc­tor’un elleri­ni kırdılar. Artık gitar çalmıy­or­du, ama zayıf bir sesle şarkı söyle­meyi sürdürdü. Bir dipçik­le kafasını parçal­adılar ve diğer tutuk­lu­lara ibret olsun diye elleri­ni kesip tribün­lerin önüne astılar.”

Amerikan Gizli Kayıt­ların­da Şili Dik­tatör­lüğünün iç yüzü bel­gel­er­le ortaya konuy­or. Gizli kayıt­ları ortaya çıkaran Wash­ing­ton’­da kar amacı güt­meyen bir grup, Ulusal Güven­lik Arşivi’n­den ABD’nin darbe­de­ki rolünü kanıt­layan bel­gel­er yayın­ladı. Kayıt­lar Nixon’un CIA’ye nasıl “ekonomiyi sek­t­eye uğrat­ması”, ve “Allen­de’nin ikti­darı almasını ya da göreve gelmesi­ni önleme­si” için emir­ler verdiği­ni gös­teriy­or. Yine aynı kayıt­lar­da, 1973 Mart’ın­da­ki bir sen­a­to otu­ru­mun­da, bir İTT başkan yardım­cısı CIA ile İTT arasın­da en az 25 görüşme olduğunu gösteriyor.

Pinoche son­rası demokrasiye dair kıs­mi restorasy­onu say­mazsak, Şili hala dikatatör­lük yasalarıy­la yönetilm­eye devam etmek­te­dir. Böyle­sine bir tar­i­hin birik­miş ağır tra­jik yükü, sonun­da büyük bir rövanş isyanını açığa çıkardı.
Şili halk­ları bir ayı aşkın bir zamandır bastırıla­mayan isyⒶnı ile Piñera hükümeti nezdinde esas olarak Pinochet dik­tatör­lüğü ile hesaplaşmaktadır.

İsyan, kıtasal ruh­sal bir aidiyetin tar­ih­sel izlerinde, neolib­er­al­izme karşı domi­no tasaları gibi bir­biri­ni iten reak­siy­on­er bir potan­siyeli harekete geçirdi.
Sıra­da Kolom­biya vardı. Kolombiya’lı kentli alt sınıflar ile yer­li Ama­zon halk­larının ekolo­jik sosyal tale­p­leri iç içe geçerek kitle­sel bir dinamizm­le sokak­lara mey­dan­lara taşmıştı. Latin Ameri­ka neolib­er­al­izme karşı bir rövanş isyanı sil­sile­si ile dünyanın baş gün­dem­ine otu­rurken, Şili’deki isyanın baş aktörü Şili halk­ları, isyanın güncesi­ni yaz­maya devam ediyor.

Şili’deki isyⒶnın en önem­li baş aktör­leri olan anarşist­lerin şu söz­leri ile şimdi­lik noktalıyorum:

Demokrasi yalanının iyi niyet­ler­ine asla inan­madık, bu yüz­den baskıcı güç­lerin mer­mi­leri­ni çocuk­lara, yaşlılara ve hay­van­lara yönelt­meler­ine şaşır­madık. Bugün aynı zaman­da hareketlil­iği kısıt­layan sokağa çık­ma yasağı­na rağ­men arkadaşlar­la, yoldaşlar­la ve ilgi gru­plar­la kucak­laş­mayı, pay­laş­mayı öğreniyoruz.
HİÇBİR ŞEY BİTMEDİ, HER ŞEY DEVAM EDİYOR!”

Not :
Latin Amerika’daki isyan­ları takip etmek üzere Şili, Bolivya ve Ekva­tor (Amazon)’da incelemel­erde bulun­maya izlen­im­ler­i­mi aktar­maya devam ede­ceğim. Son olarak, Arjan­tin-Şili Patagonya’sına yani asi özgür­lüğümün yur­duna geri döneceğim. Kısacası, uzun süre buralar­da ola­cağım. Bölge ile ilgili gelişmeleri sosyal medya say­falarım­dan takip edebilirsiniz.

Sev­gi ve dostlukla…



Diğer pay­laşım­lara Sadık Çelik’in Face­book hesabın­dan ulaşabilirsiniz.


Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.