Fransa’nın güney-batısında, Bask ülkesinde, güzel mi güzel bir kasabada, bir malikanenin üç sakini. Sakini dediysem de aslında onlar bu malikanenin sahipleri, zira günün ayarını onlar yapıyor.
Türkçe | Français
Bu sabah da hemen hemen bütün sabahlar gibi kapımda patileri ile kapıya dokunarak “haydi Erco kalk, ben açım” diyen Soré’nin bağırışları ile uyandım. Kışın Soré ve Çiya malikanenin birinci katında, kuyruklu piyanonun olduğu, şömineyi yaktığımız büyükçe salonda uyurlardı, o zamanlar biraz daha rahat oluyordu benim için, zira biyolojik saatime göre uyanıp aşağıya iner, ve sabah için yiyeceklerini verirdim. Ancak havaların ısınması ile bütün salonlar, odalar, çatı katı dahil her yere yerleştiler.
Şimdi biraz kendilerini tanıtayım. Xuçka oniki yıldır, bebekliğinden beri bu evde yaşar. Adeta, evin insan ahalisi, “Joseph ve Samuel’i ben büyüttüm” havalarında. Sanırım bizde bir yılın karşılığı onlarda çarpı yedi oluyor.
Bu eve ilk geldiğimde, ki bu bir yıl kadar önceydi, Xuçka’nın bu evin gerçek sahibi olduğunu öğrenmiştim. Sakin, kendi halinde, zaman zaman sevilerek şımartılan, zaman zaman da Joseph’in “Xuçkaaaa!” bağrışları ile ortadan kaybolan bir hali vardı. Bir anda ortadan kaybolmada benim kadar olmasa da, Çiya ile yarışır bir halde Xuçka. Simsiyah renklerine boynunun altına gizlediği bir öbek beyaz ile adeta penguenlerin giydiklerinden giyinmiş gibi.
Çiya ve Soré, geçen yaz, bir avuç kadar olmayı tamamladıklarında bu eve geldiler. Yani daha bir yıl bile olmadı. İlk tepki ve en büyük tepki Xuçka’dan geldi. Sevmedi, istemedi bunları. Ancak hem Çiya hem de Soré henüz istenmemenin ne demek olduğunu bilecek yaşta değillerdi. Xuçka’nın her homurdanışını oyun belleyip kendisi ile inatla oyuna girdiler, ta ki Xuçka’nın “yeter” diyerek meydanı terk etmesine kadar. Çiya biraz hızlı, Soré ise daha yavaş keşif yapıyor, malikanenin bahçesini, evin katlarını yavaş yavaş tanımaya çalışıyorlardı.
Tabii Soré ve Çiya geldiğinde, bir süre, Xuçka ikisinin olduğu kuyruklu piyanolu salona hiç gelmedi. Özellikle Joseph bu konuda Xuçka’ya yardımcı olmaya çalışsa da, bu yardımları da kabul etmedi. Çiya ve Soré hızlı büyüdüler. Artık bahçeyi de, evin her alanını da iyi tanıyorladı. Bu arada karakter değiştirmeye başladılar. Adeta Çiya ve Soré aralarında karakter değişimine girdiler. Sakin Soré gittikçe daha hareketli olan Çiya’ya dönüşürken, Çiya ise sakinleşerek Soré’ye dönüşmeye başladı. Zamanla üçünün buluştuğu anlar oldu. Bu anlarda sakinleşen Çiya tepki vermese de Soré ve Xuçka için bir çatışma alanı oluşmaya başladı.
Yavaş yavaş, benim biyolojik saatime ayarlı güne girme hallerim artık onların “hadi Erco, hadi Erco” miyavlamaları ile daha erkene alındı. Güne onlar ile girmeyi seven Joseph ise bizler bir şeyler yiyip içtikten sonra ancak aramıza karışmaya başladı. Bu arada Joseph’in adeta bir çocuğu azarlarcasına üçüyle girdiği kavgalara ben de zamanla alıştım. Malum, kedi büyütmek de çocuk büyütmek gibi bir şeymiş, zaman zaman senin onlara bir ayar vermen gerekiyormuş. Tabii aralarında en büyük fark kediler hiç bir zaman büyümeyecek bebeklerdir.
Bütün kış şömine başında özellikle de karıştıkları oyunlarını izlemek bize çok keyifli anlar yaşattı. Çiya ve Soré durmaksızın oyun peşindeler. Hele hele kroketleri tüketip, oyunlarını da oynadıktan sonra şömine sıcaklığına kendilerini bırakmaları yok mu? O zaman bir an durup düşünüyorsun; hayatta bir şey beklemeden, zamanı kendi haline bırakma, kendi haline bıraktığın, yavaşlattığın hayattan keyif almak, mutlu olmak, galiba bu. Ben artık hayata zaman zaman Xuçka, Çiya ve Soré tarzında bakıyorum: “Hayatı yavaşlat!”
Tabii bizimkiler arasında kavgalar zaman zaman oldukça büyüyor. Her şey onların istediği gibi ve istedikleri saat içinde olacak, yoksa evde kıyamet kopuyor. Bana az çektirmediler… Pau’dan Paris’e otobüsüm var. Joseph’in arabası ile bir saatlik uzaklığımızda olan Pau şehrine beni bırakması gerekiyor. O da ne? Çiya bahçedeki asırlık çınar ağacının tepesinde miyavlıyor. Hani nasıl çıkmış ise onu biz çözemedik, ama inmiyor, daha doğrusu inemiyor. Joseph bir panik… Zaman zaman Joseph, Çiya ve Soré’den daha panik ve de çocuk olabiliyor, bu kez de aynı durum. Saatim yaklaşıyor ama bir hareket edemiyoruz. Böyle bir durumda “Joseph otobüsümü kaçırıyorum” gibi bir cümle kurma imkanım, aralığım bile yok. Biz ne yapıp edip bir şekilde Çiya’yı çıktığı çınar ağacından indirmeye çalışıyoruz. Sonunda ben otobüsümü kaçırdım. Ve bir süre sonra bir de baktık ki Çiya’da çıktığı ağaçtan inmiş.
Bununla da bitmiyor ki. Bizim Çiya’nın baya baya kuyruklu piyano çalma merakı başladı. Bu öylesine patilerinin piyanonun tuşlarına değmesi ve çıkan sesler şeklinde olmadı elbette. Bizim ki nasıl keşfetti ise piyanoda çıkan sesler ile oyunlara başladı. Hani sanat potansiyelini açığa çıkarması için çok engel olmak istemesem de, Joseph bu durumda kendisine eğitsel bir hava verecek, ondan çekiniyorum. Zaten zaman zaman Joseph’in her üçü ile olan hallerini görünce, kim daha küçük, daha çocuk diye düşünmeye başlıyorum. Ama galiba öyleymiş, kedilere de bebek gibi bir şeyler anlatmak gerekiyormuş; ”Sen piyano çalamazsın, bu senin işin değil. Hem bu piyano senin değil Juliet’in senin değil”, ya da “Bak, Xuçka ile kavga edemezsin, bu evde senin gibi o da yaşıyor” gibisinden. Bizim bu ayar verme halleri devam ediyor hala.
Mevsim kıştan bahara dönmeye başlayınca biz ev halkı, zaman zaman eve gelen arkadaşlar ile eve yakın nehre yürümeye çıkarız. Bir gün, bir baktık Çiya ve Soré adeta, “biz de geliyoruz” havalarında bizimle nehre yürümeye başladılar. Bir süre sonra Çiya geri döndü, ama Soré bizimle nehrin yakasına kadar geldi sonra durdu. “Eve bir kaç yüz metre” dedik, “eve geri dönebilir Çiya gibi”. Akşama doğru eve geldik ama Soré ortalıkta yok. Hadiii, bizde gene bir panik. Başladık katettiğimiz yol güzergahını aramaya. Bir saat kadar sonra Soré’yi gün içinde bıraktığımız yerde bulduk, oracıkta öylesine kalmış. Günü eksiksiz kapatmanın sevinci ile eve döndük.
Ve bahar geldi. Bahçe bostan işleri çalışıyoruz, ama Soré ve Çiya bizim her bahçeye çıkışımız, çalışmamız sırasında inatla bizimle geliyorlar ve işlerimizi bitirene kadar da bizimle kalıyorlar. Yani ne bileyim, benim çocukluğumdan bildiğim kediler gibi değiller, baya baya bizimkiler bildiğin çocuklar. Bence onlar da kendilerini kedi olarak görmüyorlar. Aslında onları anlıyorum da… Samuel ve de Joseph’in kucağında saatlerce, günlerce bebek gibi uyutulduklarını gördükten sonra onların bu hallerini anlamamak mümkün değil ki.
Ha, bu arada kavgaları devam ediyor, özellikle de gece kiminle, kimin yatağında uyuyacakları konusunda! Çiya daha serbest ve cool, kroketlerini tükettikten sonra köyü dolaşmaya çıkıyor. Soré nedense hiç doymaz bir halde ve gözleri, kulakları hep kroket bidonun seslerinde olduğu için evden çok fazla uzaklaşmıyor. Xuçka ise sakin sakin evin bahçenin keyfini çıkarmaya devam ediyor. Bizler, malikanenin diğer sakinleri olarak da onlar ile yaşamın mutluğunu ve keyfini anılarımıza dolduruyoruz.
Başlık resmi : Soré, Çiya ve Xuçka