Trans aktivist Kıvıl­cım Arat’ın mek­tubunu dayanış­ma ruhu ile yayın­lıy­or, Eren Keskin’i saygıy­la selamlıyoruz.


Türkçe | Français | English

Bir transeksüelin kaleminden;
Cumhurbaşkanı’na açık mektup,
Eren Keskin’e sevgi ve saygı

Tanıklık

Suruç katliamın­dan son­ra içine girdiğimiz lan­et olası savaş süre­ci, on bin­lerce aileyi dar­madağın ederken, “zulüm”, üniver­sitel­er­den, fab­rikalara, köyler­den kentlere dek coğrafyamızın dört bir yanın­da yaşam­larımız­da­ki yeri­ni almayı başar­mıştı. Korkak­lığın, ihbar­cılığın ve ihanetin kol gezdiği, el koy­ma, yalan, dolan ve talanın sıradan­laştığı, gözaltı, tutuk­la­ma ve alıkoy­manın süreklileştiği, işkence ve infaz görün­tü­lerinin büyük bir gururla bası­na servis edildiği bir iklimde, hiçbir­im­iz güvende değildik. Her günün sabahı aynı iklime uyan­mak, gele­ceği göre­memek, plan yapa­ma­mak her yurt­taşın ruh­sal bütün­lüğünü dağıtırken toplum­sal hafıza­ya ise kapan­ması zor yaralar bırakıy­or­du. Bu öyle bir yaradır ki bir ben­z­eri 100 yıl önce yaşan­mış, Anadolu’nun kadim halkı Erme­nilere ait tüm izler İtt­ih­atçı çetel­er tarafın­dan yok edilm­eye çalışılmıştır. Bugün, akıl ve vic­dan sahibi her insanın omzun­da yükünü his­set­tiği bu karan­lık tar­ih, 100 yıl boyun­ca inkar ve imhaya devam etmiş ve en nihayetinde kendine en ben­z­er mirasçısı olan Siyasal İslam’ı dünyaya getir­mişti. Oysa yüz yıl­lık yüzleşe­meme haliy­di tek­er­rüre sebep… Yüzyıl önce Ermeni halkının damağın­da ve dimağın­da beliren kekrem­si tat, bugün her bir­im­izin damağında/dimağında. Yüz yıl önce otu­ran o yum­ru, hiç inmeye­cek­miş gibi her bir­im­izin boğazın­da bugün.

Serüven

Bu mek­tubu yaz­ma serüven­im, yine aynı kekrem­si tadın belirm­eye başladığı o saba­ha uyan­mak­la başladı diye­bilir­im. Ülkede Özgür Gün­dem gazete­si basılmış, çalışan­ları gözaltı­na alın­mıştı. Bası­na düşen karel­erde, üstü başı yırtık, per­işan, bitap halde gazete­cil­er, kelepçeli götürülüy­or ve ekip araçları­na bindiriliy­or­du. Görün­tü­leri izlerken ruhum­da beliren öfke, üzün­tü ve çare­si­z­lik ile bir­leşerek tar­i­fi güç bir duyguy­la sar­mal­adı beden­i­mi. Genel yayın yönet­meni Eren Keskin’e ait ev, keskin nişancılar, özel harp eğitim­li polisler ve uzun nam­lu­lu silahlar­la basılarak aran­mıştı. Basılan ev, on bin­lerce insanın sev­gi ve saygı duy­duğu, bütün ömrü adliyel­erde geçmiş ve hâlâ da geçmek­te olan, baroya kayıtlı bir avukat değil de Daiş çeteler­ine ait hücre evi zanned­er­s­eniz. Neyse ki Eren Keskin evde değildi.

İfade ver­mek üzere Çağlayan Adliyesi’ne gide­ceği bil­gisi üzer­ine hiç bir duyu­ru ve hazır­lık yapıl­ma­ması­na rağ­men, kal­a­balık bir gru­pla bir araya gelebilmiştik. ​Adliye önünde​ kim­ler yok­tu ki? Par­la­menter­ler­den, hak savunucu­ları­na, barış annelerinden hukukçu­lara, siv­il toplum tem­sil­ci­lerinden siyasi par­tilere, LGBTİ+ dernek­lerinden vic­dani retçilere kadar haberi duyan her kurum ve kişi adliye önünde bul­muş­tu ken­di­ni. Keskin’in, ifade işlem­lerinin bitmesinin ardın­dan, hak hukuk tanı­maz değer­li savcımız tutuk­lan­ma talebi­ni ileterek topu mahkeme heyetine devret­mişti. Herkese kısa gelen fakat biz sev­en­lerinin gözünde uzadıkça uza­yan kori­dor, “faşizme karşı omuz omuza”, “Eren Keskin yal­nız değildir” slogan­ları ile yankılanıy­or, çalı­nan zıl­gıt­lar her bir­im­izin yüreğinde baharı muş­tu­layan bir karde­len çiçeğine dönüşüy­or­du. Her bir­im­iz soluk­suz, duruş­ma salo­nun­dan gele­cek haberi bekliyorduk.

…Ve nihayet… Tutuk­suz yargılan­ma kararı!

Mektuba sebep

Özgür Gün­dem’e yöne­lik gerçek­leşen siyasi operasy­onun peşi sıra yargıla­malara baş­landı ve o dönem bir müvekkili olarak Eren Keskin için bir yazı kaleme almak iste­d­im. Hita­bette ve için­den geçen­leri yazıya dök­mek­te sorun yaşa­mayan biri olarak bu isteği­mi fiiliy­a­ta dökemedim.

Dökemed­im çünkü; ne zih­n­im iste­di cüm­le kur­mayı ne kalem iste­di yazıyı yaz­mayı, ne de dil iste­di kur­gu­laya­madığım söz öbek­leri­ni kulak­lara duyur­mayı. Hâl böyle olun­ca 5 ayrı yazıya can vere­bile­cek bir taslak, aylar­ca bek­le­di ekranımın sol üst köşesinde.

Hazır­ladığım taslak “Mak­bul olmayan yurt­taş­tan Reis‑i Cumhur’a açık mek­t­up” başlığı etrafın­da kur­gu­lan­mıştı. Fikir ve ifade özgür­lüğünün olmadığı bir coğrafya­da düşün­mek, yet­in­meyip düşündüğün şey­leri yazıya dök­mek oldukça tehlike­li bir işti. Zira muk­te­dirin öfkesi­ni çeke­bilir, şid­detinden nasi­plenebilirsiniz. Bun­lar­la kalsa yine iyi, üç tarafı deni­zler­le bir diğer tarafı ise tan­klar­la çevre­le­nen yur­du­mun, açık hava mah­pus­luğun­dan, dört tarafı beton­lar­la kaplı bir hücr­eye nakledilmem­eniz işten bile değil. Tüm bu gerçek­liğin üzer­ine hazır­ladığım taslak met­ni birkaç yakın arkadaşım­la pay­laştım. Güven­lik kaygıları sebe­bi ile çok sert tep­ki gös­ter­dil­er. Kamuya açıla­cak bir met­nin böyle­si bir tep­kiye yol açması için cin­siyetçi, ırkçı, saldır­gan, suçu ve suçluyu öven, şid­dete teşvik eden vb. Bir içer­iğe sahip olması gerekir­di. Oysa taslak­ta; özgür­lük, eşit­lik, adalet, hak, hukuk, düşünce ve ifade hür­riyeti gibi temel kavram­lara duyu­lan açlık­tan ve çok ama çok sevdiğim bir kadının yaşam hakkı­na dair duy­duğum endişenin sebe­binden, sorum­lu­ları ve olası sonuçların­dan bahsediy­or­dum ve kaygılarımı, aynı yurt­ta beraber yaşadığım, yine aynı yur­da eşit yurt­taşlık bağı ile bağlı olduğum bir insana yani Reis‑i Cumhur’a iletiyordum.

Hiçbir suç unsu­ru bulun­dur­mayan taslağım bek­lerken bir köşede, zih­n­imin üret­tiği gerçek­lik ile gerçek­liğin pay­laşımı­na ilişkin duy­duğum arzu tekrar­dan harekete geçme­mi sağladı. Bu defa arkadaşlarımın kaygılarını da göz önüne alarak başladım sevgili reisimizin belediye başkan­lığı ve bil­has­sa tutuk­lu­luk dönem­ler­ine ait ne kadar video kay­dı varsa tara­maya. Amacım, şah­sı­ma ve mily­on­lar­ca yurt­taşa reva görülen­leri, day­atılan­ları ve yaşatılan­ları vide­o­lar­da­ki beyan­lara daya­narak teşhir etmekti.

Öyle ya, söz ağız­dan bir kere çıkardı, senet denir­di bu toprak­lar­da. “Sözünün eri olmak” gibi erkek­lik­le özdeşleştir­ilmiş cin­siyetçi dey­im­ler­im­iz vardı. Fakat bu kur­gu, ham bir hay­al­di. Günün pratiği, riyakar­lığın hakimiyeti, yargı sis­te­mi, çevremde­ki dost­larımın arkadaşlarımın ve düş­daşlarımın hak ara­ma pratik­lerinin bedeli bam­başkay­dı. Ben­im bu güven­lik önle­mi say­dığım adım­lar ise bir zır­vadan ibaret­ti. İbaretti çünkü; dün ak dediğine bugün kara diye­bilen, sabah söylediği­ni akşam inkar eden, yur­dun yarısını terörist kalan yarısını ise güdüle­cek koyun sürüsü olarak gören bir ikti­dardı karşımızdaki.

Çelişkiler atlası ya da zıtların biraradalığı

Türkiye öyle bir ülkedir ki yan yana dur­ması imkan­sız diye­ceğiniz çelişk­i­leri bir ara­da var ede­bilme kudretine sahip­tir. Birkaç küçük örnek­le sırala­mak gerekirse ; transek­süel kim­liğin baskı altı­na alın­ması­na ya da baskı altı­na alın­ması gerek­tiğine dair öne sürülen birkaç temel savın içinde en güçlü olanı dindir. Transek­süeller, büyük bir günahın içindedirler ve ruh­larını şey­tana, beden­leri­ni ise erkek­lere sat­mak­tadır­lar. Allah, insanı en mükem­mel biçimde yarat­tığın­dan, estetik kaygılar­la gir­işilen tıb­bi operasy­on­lar günahtır. Allah’ın yarat­tığı­na isyan etmek­tir ve beğen­memek­tir. Bugün sokağa çıkıp estetik ile ilgili soru sora­cağınız her orta­la­ma müs­lü­man size bu cev­abı vere­cek­tir ve bu orta­la­ma Müs­lü­man, transek­süel bir kişiyi günahkar ilan ederken temel savı yine din ola­cak­tır yani Allah’ın yarat­tığını beğen­meyip isyan eden ve yarat­tığının şek­li var­lığı­na müda­hale eden bir günahkar.

Yine bu orta­la­ma Müs­lü­man vatan­daş, bir seç­men olarak sandık başı­na git­tiğinde vere­ceği oyun ren­gi belirleye­cek olan done dindir. Oy vere­ceği par­tinin din ile olan ilişk­ilen­me biçimidir. İşte çeliş­ki bura­da başlıy­or. Bugün AKP’ye oy veren bir çok seç­men, transek­süel kim­liği bu sebe­ple günahkar ilân ederken, yine defalar­ca kez suratı­na botox yap­tır­mış ve yap­tır­maya devam eden lid­er eşleri­ni günahkâr görmez ve ilan etmez. Transek­süel kişi, Allah’a isyan eder ama lid­er eşi, tövbe sümme hâşâ, değil botox, meme büyütme operasy­onu dahi geçirse, isyan etmiş olmaz ve oylar akmaya devam eder.

Muk­te­dirin, 2010 yılın­da ​Almanya’yı ziyareti sırasın­da “Asim­i­lasy­on bir insan­lık suçudur.” Değer­lendirme­si ve bu değer­lendirmeyi ken­disinin değil, bil­im­in yap­tığı vur­gusu ile güçlendirme­si takdir toplarken​, bir Kürt, ken­di toprak­ların­da anadili­ni konuş­tuğu için linç edilebilir ya da ömrünü bir hücrede geçire­bilir. Üste­lik, takdir eden geniş yığın­ların ses­si­zliği ve onayıyla…

Söz konusu Siyasal İsl­am ve yarat­tığı ide­al insan tipi olduğun­da bu ve ben­z­eri çelişk­ilere rast­la­ma­mak neredeyse imkan­sız. Dün Fetul­lah Gülen ile bir­lik­te ülkeyi yöneten­ler, bugün ömrünü Fetul­lah Gülen vb. Yapılan­malara karşı mücadele etmek­le geçir­miş insan­ları hapsediy­or, kurum­ları irt­ibatlı göster­erek Hol­ly­wood film­ler­ine taş çıkar­ta­cak senary­olara imza ata­biliy­or. Takvim isim­li müsved­denin yayın­ladığı ve ​LGBTİ+ dernek­lerinin Gülen ile olan bağı​nı anla­tan o müthiş senaryo en güzel örnek olarak yanı başımız­da duruyor.

Fikirden zikre, zikirden pratiğe; Reis‑i Cumhur’a açık mektup

Sevgili Cumhur­başkanı,

Bu mek­tubu kaleme almam biraz sancılı ve çetre­filli bir sürece tek­abül ediy­or. Yeni Türkiye’nin, Yeni Başkanı’na mek­t­up yaz­ma fikri, çokça engele takılmış olması­na rağ­men başarıya ulaştı. Kime mek­t­up yaza­cağımı söyle­sem kaygı dolu gözler­le karşılaştım. Bu adımın dikkati üzer­ime toplay­a­cağını dile getiren dost­larım, sonu­cu tutuk­lan­ma olan bir sürecin inşa ede­bile­ceği­ni örnek­leri ile anlatıp durdular.

Sayın Başkan, önce­lik­le kim olduğum­dan bah­set­mek istiy­o­rum. İstih­b­arat bir­im­leriniz bir pro­fil çize­bilir lakin güve­nilir ola­cağını san­mıy­o­rum. Bu sebe­ple mil­li isti­h­baratımız­dan önce beni ben­den din­le­m­eniz, mer­amımı dile getire­bilmem açısın­dan önem­li diye düşün­mek­tey­im. Adım Kıvıl­cım. Şah­sım adı­na bir öne­mi olmasa dahi adımın önüne geçen ve beni niteleyen bir sıfa­ta sahibim. Transek­süel kadın.

31 yıl­lık yaşam serüven­im (ki yarı­dan fazlası sizin lid­er­liğinizde geçti) adımı bir damga gibi niteleyen bu sıfatın getirisi olan şid­det kültürü ile mücadele etmek­le geçti. Birkaç küçük örnek­le konuyu açmak gerekirse;

15 Temmuz’da sizler adı­na demokrasi dediğiniz bu güzide süre­ci başlat­manın coşkusuy­la mey­dan­ları doldu­rurken, ben­d­eniz Sedat Peker’in söz­leri ile donatılan mahallemde sizi takip eden bir güruhun sis­tem­atik saldırıları ile yaşam alanımı kaybettim.

Sizler dolup taşan mah­pus damları ile övünüp yeni dam kur­mak için ihale açarken ben­d­eniz neşter­le kesilm­eye çalışılan boğazımın hesabını sor­sun diye git­tiğim savcının “​devletin bekâsının söz konusu olduğu dönem­lerde böyle işlere sıra gelmez​” ilgi­si­zliği ve engelleme­si ile karşılaştım.

Sizler, şah­sınıza yöne­lik sosyal medya eleştir­i­leri­ni gece baskın­larıy­la cevap­layıp, eleştiri sahib­i­ni dört duvar arası­na tıkarken, ben­d­eniz otomatik pom­palı tüfek­le üzer­ime yağan 6 kurşu­nun sahib­ine bir tek madalya takıl­madığını gördüm.

Sizler, Mâide Sure­si 32. Ayeti* düs­tur edindiğinizi ilan ederken, ben­d­eniz kad­er arkadaşlarımın parçalara ayrılmış, tecavüz edilmiş ceset­leri ile baş başa kaldım. Ve yine sizler Allah’ın adaletinden bahsederken, ben­d­eniz emrinizde olan adaletin katil­ler­im­izi nasıl ödül­lendirdiğine şahit oldum.

*5.Mâide Sûresi, 32.Ayet, 112.Sayfa, 6.cüz, Meal Diyanet İşleri Başkanlığı: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.

Sayın Başkan;

Sizler ve ben­d­eniz” örnek­le­mi uzar gider, söz konusu zulüm olduğun­da. Ben siz­lerin de çok iyi tanıdığı ve şu yorgun kalbime dert olmuş, ben­z­eri yüz yıl­da bir doğan bir güzel­lik­ten, sevgili Eren Keskin’den bah­set­mek istiy­o­rum. Eren Keskin ile translar olarak tanışık­lığımız 90’lı yıl­lara dayan­mak­tadır. Şah­sınızın ve hareke­tinizin, barış döne­mi boyun­ca eleştirdiği, yeri geldiğinde hüngür hüngür ağladığı ve lan­e­tlediği 90’lı yıl­lar biz translar için de yaşan­ması zor, mirası ağır bir tar­i­hi işaret etmek­te­dir. Döne­min muk­te­dir­leri tarafın­dan vatan­per­v­er ilan edilen ve fakat tar­i­he işlediği insan­lık suçları ile geçen Hor­tum Süley­man lakaplı Bey­oğlu Ekipler Amiri Süley­man Ulusoy’un emri ile Bel­grad orman­ların­da kazığa otur­tul­maya çalışılan translar, bitap halde İns­an Hak­ları Derneği’nin kapısını çalar. Kim­s­enin sahip çık­madığı, görmez­den geldiği translara birkaç avukat sahip çıkar.

Yanı­na işkence mağ­durlarını da alarak Hor­tum Süleyman’ın karşısı­na dik­ilir; genç ve güzel bir avukat. Söz konusu işkence uygu­la­ması ile ilgili ​“terörist­leri savunuy­or­sunuz, onu anladık. Ama bun­ları neden savunuy­or­sunuz, bun­lar insan bile değil​.” der, giden avukata.

O avukat kimdir biliy­or musunuz?

Eren Keskin…

Evet, Sayın Başkan!

Yarat­tığınız sis­temde lan­e­tlediğiniz translar­la dayanış­manın öne­m­i­ni herkese anla­tan; nezarethanel­er­den, karakol­lara, işkence­hanel­er­den, duruş­ma salon­ları­na, adli tıp kuru­mun­dan, kol­luğunuzun şid­de­tine maruz bırakıldığımız eylem alan­larımıza kadar bizler­le dire­nen ve tüm bun­ları hiç bir mad­di kaygı gütmeden “İns­an hak­ları ile insandır. İns­an hak­ları herkes içindir” söylem­i­ni düs­tur edin­mem­izi sağlayan bir hukukçu, hak savunucusu, yoldaş ve arkadaştır.

Evet, Sayın Başkan!

Tem­sil ettiğiniz sis­tem biz transek­süel­leri ceza­landırırken, toplumun örgütlen­me biçi­mi olan aile for­mun­dan uza­k­laştır­mayı en büyük koz olarak kul­lanır. Edindiğimiz bil­gi biriki­mi, kişisel yetenek­ler­im­iz, kazandığımız sosyal ilişk­il­er, kan soy­lu bağlar ve dahi on yıl­ların emeği olan diplo­ma­larımız alınır eller­im­iz­den. Bizler bu sebe­ple görün­mez insan­larızdır. Geceleri ortaya çıkarız. Ta ki sizler günün ve güneşin nimet­lerinden yorulup karan­lığın huzur­su­zluğun­da güven­li, aile apart­man­larınıza çek­i­lene dek ve Sayın Başkan… Biz translar, reva görülen bu yaşam­da; kur­du kuşu, börtüyü böceği, kediyi köpeği ailem­iz bil­i­riz. Evlat beller bir çocuğu­muz. İns­an dışı tür­ler­le ilişkimizin iyi olması da bun­dandır. Biz­lerin çokça kıymet verdiği bazı bağları vardır. Bu bağı kazana­maz bir insan, aynı annenin rah­minde hay­at bul­mak­la, kazana­maz aynı babaya ait sper­min döllediği yumur­taya denk düşmek­le, yakalaya­maz bilmem han­gi kuşak­ta gelen kan soy­lu bağla. Çünkü, doğ­duğunuz an tayin edilir, ablayı, kardeşi, anayı, babayı seçemezsiniz.

İşte Sayın Başkan, Eren Keskin biz translar için böyle bir bağı ifade ediy­or. Hakkını arayan bir müvekkili savu­nan hukuk erbabı değil, yeri gelir arkadaştır, dost­tur. Yeri gelir abladır. Yeri gelir uygu­ladığınız vahşete karşı attığımız çığlığa yoldaştır. Direnişimize can veren ana damar­lar­dan biridir ve ben­im gibi her çelişkiye düştüğünde, zul­münüze direnecek takati bula­madığın­da hiçliğe doğru giden­lere uzanan bir eldir. Yaşam sebe­bimizdir yani.

Şim­di Sayın Başkan, yarat­tığınız yargı sis­te­mi bu değeri sus­tur­maya, zap­turapt altı­na almaya ve biz­leri ablasız, arkadaşsız, yoldaşsız, avukat­sız bırak­maya yel­teniy­or. Suskun­luk bir sar­mal gibidir. Azın­lık olduğu­na inanılan bir düşünce zikredile­mez ve bu sar­mal büyür gider ve birgün bir deli çıkar, azın­lık fikri zikred­er. Büyüyen sar­malı çığlığa döndüren kıvıl­cım çakılmış olur böylece. Eren Keskin büyüyen sar­mala kıvıl­cım ola­cak ateştir.

Evet Sayın Cumhur­başkanı; kim­liğim­den ve zih­n­imde dönüp duran fikir­ler­den mütev­el­lid toplumun çoğun­da olduğu gibi sizde de negatif bir duygu duru­mu yarat­mış ola­bilir­im ve fakat düşünün ki çem­berin bu kadar dışı­na itilen ve mak­bul görülmeyen bir insanın dahi kalbine değe­bilmiş bir kadın­dan ve ona reva görülen zulüm­den bahsediy­o­rum. Üste­lik secd­eye var­mışken önünüzde başlar, kork­madan, aman ver­me­den düşü­nen, üreten bir bil­inçle karşınıza dikiliyorum.

U​mudum var ama var olan umut, şah­sınızın birşey­leri farkedip düzel­te­bile­ceğine olan inancım­dan değil.

Umudum niçin var biliy­or musunuz Sayın Başkan?

Bilmiy­or­sanız söyleyeyim.

Eren Keskin’in ofisinden…

Evladını kay­bet­miş Hakkar­ili bir anne ile, eğitim hakkı elin­den alın­mış bir öğren­ci, eşin­den şid­det gör­müş bir kadın ile iki bıçak darbe­si ile yaralanan yaşlı seks işçisi, ibade­thane­si talan edilen gayrimüs­lim ile mahallesin­den kovu­lan bir trans kişi… aynı ofiste buluşuy­or­sa umut hâlâ var demek­tir. Umut hâlâ dimdik ayak­ta demek­tir. Bir ara­da yaşam, hay­al değil demektir.

AKP’li Cumhur­başkanı, Sayın Erdoğan, bu kadar mazlu­mun kalp sarayı­na taht kur­muş bir hukukçu söz konusu olan. Mazlum ve ahı arasın­da­ki diyalek­tik iliş­ki, sizin de zaman zaman iddi­anızı güçlendirmek için belirt­tiğiniz gibi bil­im­sel bir gerçek­lik. Gelin hiçbir suçu olmayan ve mazlum­ların ortak bir değer atfet­tiği Eren’imi­zle uğraş­mak­tan vazgeçin. Günün gerçek­liği çarp­tırıla­bilir fakat zaman gerçeği söyleye­cek ve tar­ih gerçeği her daim yaza­cak­tır. Onbin­lerin söylediği bir söz ile sizlere veda ediy­or, doğru olana ulaş­manızı can‑ı gönülden diliyorum.

Eren Keskin’in sürmeleriyiz!

Na-mak­bul Kıvıl­cım Arat

*

Son Söz Niyetine

Bu mek­t­up, zamanın karan­lığı­na atılan bir çığlık, bıçağı kemik­te hisseden mily­on­lara ise onurlu bir çağrıdır aynı zaman­da. Bir yanımız­da ihbar­cılığın, korkak­lığın ve dahi utancın say­faları yazılırken, diğer yanımız­da bir ara­da yaşamın hamu­runu yoğu­ruy­or serüven­cil­er. Ya hep bir­lik­te yok ola­cağız ya da onu­ru­muzu ayak­lar altı­na alan bu karun­lar sul­tası­na karşı eşit yurt­taşlığı, özgür­lüğü, adaleti ve hukukun üstün­lüğünü savunup özgür bir­er yurt­taş olarak aydın­lık gün­leri karşılay­a­cağız. Onlar bir avuç bizler ise mily­on­larız. Bunu unutan­lara hatır­lat­manın vak­ti gel­di de geçiy­or. O halde Epik Tiy­a­tro kuramının ölüm­süz yaratıcısı Bertolt Brecht’in dizeleri­ni hatırlayalım:

Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozul­du­mu tadı, başlar hoşnut­su­zluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!
Ace­mi eller­le yuğu­ru­lan, iyi pişir­ilmemiş adalet yeter!
Yeter katık­sız, kara kabuk­lu adalet!
Dura dura bay­at­layan adalet yeter!

Bol­sa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiye­cek­lere yumul­sa­da olur.
Ama her şey bol­laş­maz ki birdenbire…
Bilirsiniz, nasıl bol­luk doğu­rur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle bes­lene beslene.

Ekmek her gün nasıl gerek­liyse nasıl,
adalet de gerek­li her gün,
hem o, günde bir çok kez gerekli.

Sabah­tan akşa­ma dek, iş yerinde, eğlencede,
hele çalışırken can­la başla,
ked­er­liyken, sevinçliyken,
halkın ihtiy­acı var pişkin, bol ekmeğe,
gün­lük, has ekmeğine adaletin.

madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dost­lar, söyleyin?

Öte­ki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeği­ni de
ken­disi pişirmeli halkın,
gün­de­lik ekmek gibi.

Bol, pişkin, verimli.

Halkın ekmeği ütopya değil, uza­ğımız­da ise hiç değil! İşte bakın, adalete olan açlığımızı dindi­re­cek yola dön­müş tabelalar. Yal­nız değiliz! O yol­un başın­da, bin­lerce Eren bek­ler biz­leri. Ellerinde hamu­run, kuru­mamış izleri!

Eren Keskin’le ilgili tüm yazılarımıza  buradan ulaşabilirsiniz


Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias.
Auteur(e) invité(e)
Auteur(e)s Invité(e)s
AmiEs con­tributri­ces, con­tribu­teurs tra­ver­sant les pages de Kedis­tan, occa­sion­nelle­ment ou régulièrement…