Yaşamımız boyunca bedenlerimiz üzerinden sürekli farklı iktidar mekanizmalari tahakküm kurmaya çalışır. Çocukluğumuzda ailemiz başlar sonra okul, sevdiklerimiz ve tabii ki devlet dediğimiz en büyük otoriter güç bunlardan en çok bildiklerimizdir.
Türkçe | Français
Giysilerimize, konuşma tarzımıza ve neye bağlı olup olmadığımıza da bu mekanizmalar karar verdiği gibi, uyumadığımızda da şiddetle karşılaşırız.
Bedenlerimiz konusunda fiziksel tahakküm olarak, hapise kapatmak dışında da bedenimizi hapsetmenin bin bir türlü çeşidi vardır. Beden üzerindeki en büyük tahakkümlerden bir tanesi de toplumsal cinsiyet ve doğduğumuz biyolojik cinsiyete uyumamız gerektiği kalıbı ve baskısıdır.
Trans bireylerin çoğu çocukluklarından beri istemedikleri bir bedende doğdukları için bir savaşım içinde olurlar. Kendilerini kabul etmek için önce kendileri ile bir çatışma yaşarlar. Bu çatışmayı herkes zafer ile bitiremez. Kimisi din, toplumsal cinsiyetin baskısıyla ve “elalem ne der ?” diyerek toplumun normlarına göre rol alır ve istemediği beden ile yaşarlar. Mutlu olmadıkları halde aileyi ve toplumu mutlu etme rolünü seçerler. Kimisi ise bunlara dayanamayıp intihar eder…
Bu bedenlerin ruhla birleşme mücadelesinde kendileri ile olan çatışma bittikten sonra, devamında bedenleri üzerinde iktidar kurmaya çalışan başka mekanizmalar devreye girer. Aile, toplum, dini gruplar ve vatandaşlık hakkını korumakla sorumlu devlet ile çatışırlar.
Trans bireylerin büyük bir çoğunluğu kendi ile olan çatışması sonucunda kendini yaşama kararı aldıktan sonra bu kez aileleri ile çatışırlar. Onları kolayca kabullenen aile çok az olur. Genellikle tüm çatışma sahalarında birey intihar edebiliyor ya da iktidar güçleri tarafından katlediliyor. Trans bireylerin büyük bir kısmı ailesini değil “kendini yaşama” kararı aldıktan sonra ailesinden uzak, büyük bir kente yaşamayı tercih ediyor.
Tabii ki toplumsal cinsiyet ve devlet mekanizmaları ile mücadele etmek ise bir çatışmanın başka bir safhasıdır. Bir transın cinsiyet uyum sürecini yaşaması için devletin onayı gerekmektedir. Bir trans bireyin ameliyat olması için bir çok hastane ve mahkeme sürecini geçmesi gerekir. Senin ne olduğunu bilmen yetmez, devletin senin kim olduğuna emin olması gerekir. Ayrıca bunu bir “tedavi” olarak gören devletin, hastane raporları ile “iyileştirme” operasyonu gerçekleştirmesi işin en uç ve hastalıklı bakışıdır. Ancak devletin mahkemeleri olumlu karar verirse ameliyat sürecine geçilebilir. Bu sebeple bazı trans bireyler “cinsel organımız devletin malıdır” der. Bu politik bir gönderme aynı zamanda cinsiyetçi devlete göndermedir. Sıradan başka bir ameliyat yaşamak isteyen herhangi bir kişi için doktor kararı yeterlidir, mahkeme kararına gerek duyulmaz. Fakat mesele trans bireylerin bedeni ve cinsiyet olunca neden devlet bu kadar hassas? Neden mahkeme ve devletin kararı zorunludur? Bu sebeple bazı translar Tayland gibi ülkelerde mahkeme kararı olmadan ameliyat olmayı tercih ediyor. Bu, devlet ile beden mücadelesinde başka bir yöntemdir.
Dünyanın her yerinde trans cinayetler ve katliamlar gerçekleşiyor. Bir savaş gibi… İktidar güçleri ve cinsiyetçi toplumdan kaynaklı olarak trans bireyler intihar ediyor. En son Amerika’da 9 yaşındaki bir çocuk okuldaki arkadaşları yüzünden intihar etti. Türkiye’de ise, en son geçen hafta, trans kadın Esra Ateş, müşterisi tarafından kafası kesilerek katledildi. Esra’yı Katleden erkek “ben onu kadın sandım” diyor. Fakat ifadesinde, “işim bitince para istedi” diyor. Önce cinsel ihtiyacını halledip sonra “erkek sandım” demek cinsiyetçi devlete göz kırpmak “biz ortağız” demektir.
Yıllardır Türkiye’de trans hareket “Trans cinayetler politiktir” diyerek, bedenleri üzerinde ailenin, toplumun ve devletin kurduğu tahakküm ve baskıya değinmektedirler. Trans bedenlerin politik olmasından anlatılmak istenen, toplumsal cinsiyet ve transfobinin çıktığı temel nokta “nasıl olur da bir ‘erkek’ kadına dönüşebilir?” zihniyetidir. Temel mesele erkeklik ve erkekliğin kutsiyetidir. Bu sebeple trans kadın cinayetleri trans erkeklere göre çok fazladır. Trans bedenlere tahammülsüzlük cinsiyetçiliğin kusmasıdır. Mücadele ise, trans bedenlerin ikili cinsiyet sistemine uymak değil, tam tersine ikili cinsiyet noktasında bedenlerin politik olduğuna ve beden üzerindeki tahakküme karşı bir duruş gerektirir. Bu bir tercih değil, cinsiyetçi topluma bir duruştur. Trans beden bir kimliktir. Bir insan bir şeyi “tercih ederse” genellikle zor olanı değil kolay olanı tercih eder. Ailesinden, sevdiklerinden ayrılıp herşeye rağmen “kendi” olmayı seçip toplumsal bir çok zorluğa karşı yaşamak büyük bir direniştir.
Bir çok trans birey toplumda iş bulamadığı için seks işçiliği yapmak zorunda bırakılmaktadır. Yaşama alanı bulamadığı gibi, ahlak adı altında katledilmektedir. Trans bireyleri katledenlerin büyük bir çoğunluğu müşterileri ya da hiç tanımadıkları kişilerdir.
Türkiye’de kaçırılıp tecavüze uğrayan ve yakılan trans kadın Hande Kader ile ilgili olarak, üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen, devletin emniyet güçleri tarafından bir tek gözaltı işlemi dahi yapılmadı. Hande Kader gibi bir çok trans kadının katilleri devlet tarafından yakalanmıyor. Devletin trans cinayetleri konusunda katilleri yakalayıp cezalandırMAması katilleri desteklediğini göstermektedir.
Ağustos ayında Bursa’da yaşayan ve aslen Hataylı olan Begüm adında bir trans kadından 10 gün boyunca haber alınamıyordu. Uludağ yolu üzerinde terkedilmiş boş bir otel binasında çürümüş cesedi bulundu… Cenazenin trans kadın Begüm’e ait olduğu ortaya çıktı. Vücudu çürümüş, saçları kazınmış halde bulunması şunu söyletiyor: gerçekten bu katliamları yapanlar ve destekçilerine, trans katliamlarına bir çözüm bulunmadığı gibi, bu ülkede hiç bir trans kadının yaşama garantisi yok.
Devletin trans haklarını insan hakları olarak görmemesinden kaynaklıdır. En son Türkiye hapishanelerinde iki trans kadın, Buse ve Diren, hakları için bedenlerini açlık grevine yatırmışlardı. Türkiye’deki karamsar duruma rağmen güçlü ve örgütlü bir trans hareket var. Fakat trans haklarını sadece trans bireylere bırakmamak gerekir. Kuşkusuz bu mücadelenin öznesi onlardır. Fakat kendine ve yaşama saygısı olan her insan, başkalarının haklarını o kimliğe sahip olmadan da savunabilir. Ermeni’nin, Kürd’ün, Alevi’nin, ve toplumdaki tüm “ötekilerin” hakkını savunmak için o kimliğe sahip olması gerekmez. Tıpkı hayvan haklarını savunmak için hayvan olmaya gerek olmadığı gibi… Trans bireylerin haklarını savunmak için trans olmaya gerek yok. Herkes trans bireylerin beden hakları ve yaşam hakları için verdiği mücadelelerin yanında olabilir, olmalıdır.
Trans kadınlar seks işçiliği yapmak için trans olmadılar. Trans oldukları için devlet ve toplum tarafında iş alanlarına izin verilmedikleri için zorunlu seks işçiliği yapmak zorunda bırakılıyorlar. Onlara yaşam alanı tanımayan cinsiyetçi devlet, toplum, aile ve erk iktidarlar tarafından “ahlak” adı altında katlediliyorlar.
Son dönemde üniversite okuyan ve mezun olan kimi trans bireyler, trans bireylerin başka iş alanlarında var olabileceğine dikkat çekerek, seks işçiliği yapmak istemediklerini, mezun oldukları alanlarda yer edinmek için cinsiyet uyum süreçlerin bitmemesinin en büyük sorun olduğunu belirtiyorlar. Kişisel yaşam mücadelelerinde, bedensel haklarını talep eden savaşımlarında destek beklediklerini ifade ediyor, ve devlet bu konuda sağlık sigortası imkanı vermediği ve şahsen yeterli imkanları olmadığından, İnternet üzerinden ekonomik dayanışma hesapları açarak, dayanışma çağrısında bulunuyorlar. Bu trans arkadaşlar arasında hukuk, tıp, mühendislik okuyan bireyler var. Cinsiyet uyum sürecinde iktidarların baskısına karşı desteklerinizi bekliyorlar.
Ben bu arkadaşların bir kısmını İstanbul’daki aktivist camiadan tanıyorum. Bu arkadaşlarımızdan bazıları politik mücadele dışında ekonomik olarak destek bekliyor.
Özellikle Avrupa’daki duyarlı dostlardan destek bekliyoruz. Avrupa’dan destek olacağınız 30€, Türkiye parasıyla karşılaştırıldığında çok önemli bir meblağdır. Bu nedenle az çok demeden destek vereceğinizi umuyoruz.
Dayanışmayla kalın…