İtalya Fransa sınırın­da, Bri­ançon — Clav­ières hat­tın­da yaşanan mül­te­ci akın­larını gözlem­le­mek ve bura­da oluşan mül­te­ci dayanış­mAsı­na katıl­mak üzere sınır boy­ların­da, kısa süre önce sona eren bir yol­cu­luk yaptım.

Gözlem ve deney­im­ler­i­mi sizler­le bu yazı serisi ile pay­laş­maya devam ediyorum.

1 | 23 | 4 |5 | 6 | 7


6 | Sınır boylarında • Pusular ve kadın dayanışması

Sınır boyun­da aynı patika­da karın­ca katar­larıy­la umu­da yürüyen kara afrikalıların hikayesi devam ediyor…

Bir ağacın göl­gesinde otur­muş, mataram­dan su içerken, aşağılar­da, ormanın derin­lik­lerinde, dere kenarın­da bir hareketlilik fark ediy­o­rum. Doğrulup ağaç dal­larını arala­yarak bakıy­o­rum; dere kenarın­da sak­la­narak uza­k­laş­maya çalışan üç mül­te­ciyi ve derenin karşı tarafın­da­ki yük­sek tepede pusuya yat­mış bekleyen bir Fran­sız özel sınır jan­dar­masını görüy­o­rum. Lan­et olsun diy­erek gayri­ihti­yari yer­im­den fır­layıp aşağıya, mül­te­ci­lerin bulun­duğu dere tarafı­na doğru iler­liy­o­rum. Gözüm pusu­da­ki jandarmada…

Yumuşak, sek­er adım­lar­la ağaçların, çalıların arasın­dan dikkatlice ve hızlı­ca geçiy­or ve nihayet, gru­pla ayrıldığımız yol ayrımın­da­ki der­eye bakan yük­sek yerde, bir ağacın arkasın­da soluk soluğa duruy­o­rum. Jan­dar­ma yerinden fır­lıy­or ve sakı­narak arkadan dolaşıp, aşağı­da­ki üç mül­tecinin bulun­duğu alana doğru iler­liy­or. Yer­i­mi değiştirip mül­te­ci­leri daha net göre­ceğim bir nok­taya geçiy­o­rum. Evet, işte onları görüy­o­rum. Dere kenarın­da, çalıların arkasın­da­ki boşluk­ta hareket­siz bek­liy­or­lar. Onların beni fark etmesi­ni sağlay­a­cak bir iki işaret yapıy­o­rum ve işte fark ettil­er! Onları bana doğru gele­cek­leri şek­ilde, sol tarafta­ki ağaç ve çalılar­la çevrili dik ara patikaya doğru yön­lendiriy­o­rum. Evet, üç mül­te­ci kardeşimiz de dere kenarın­dan uza­k­laştı. Bu ara­da Jan­dar­ma göz­den kay­boldu. Artık her an her şey için ben de risk altın­dayım. Üste­lik üzer­imde ne fotoğraf maki­ne­si ne de ulus­lararası basın kartım var. “Olmak ya da olma­mak, işte bütün mese­le!..” diy­o­rum ken­di kendime ve son­ra da vic­danımın kuman­dası­na tes­lim ediy­o­rum kendi­mi. Ok yay­dan çık­tı bir kere, geri dönüşü yok. O kardeş­leri o pusu­dan mut­la­ka uza­k­laştır­malıyım, baş­ka hiçbir şey düşün­müy­o­rum artık. Sol tarafta der­eye inen dik pati­ka yol­da, geniş gövdeli bir ağacın arkasın­da Fran­sız fotoğrafçıyı fark ediyorum.

Aynı anda o da beni fark ediy­or ve bir kaç fotoğraf çekip bana doğru geliy­or. Yanı­ma geldiğinde, “İşte yol yakınken yeniden bir araya geldik” diy­o­rum. Bunu söylerken, bir yan­dan da mül­te­ci­lerin bu riskli yola neden girdiği­ni düşünüy­o­rum. Çünkü normalde artık kul­lanıl­mayan bir yol burası. Kolay bir geçiş yolu bel­ki ama jan­dar­ma bir süredir bu güz­ergâh­ta pusu kuruy­or. Ona, “Neden bu yoldan git­tiniz; bura­da sürek­li pusu atıldığını bilmiy­or muy­dunuz?” diye soruy­o­rum. “Biliy­o­rum ama işte…” deyip ses­sizce hatasını kab­ul ediy­or. Yeter­ince tanı­madığım için de kendime, bu hatanın ardın­da bir ‘gazete­ci­lik oyunu’ mu var aca­ba diye sor­madan edemiy­o­rum. Ona, “Buradan yön­lendirme yap­manız büyük hata, geçişin riskli olduğunu bildiğiniz halde üste­lik…” diy­o­rum. Üzgün, başını öne eğiy­or… Son­ra bir­lik­te bir süre ora­da bek­ledik­ten son­ra ben etrafı kolaçan etmek için geldiğimiz pati­ka yola doğru yürüy­o­rum. Kısa bir süre son­ra ikin­ci mül­te­ci grubu ile karşılaşıy­o­rum. Kısaca duru­mu anlat­tık­tan son­ra onları ses­sizce pati­ka yol­un üst tarafın­da biraz daha içte­ki sık orman­lık alana doğru yön­lendiriy­o­rum. Bura­da çukur bir alan­da kon­um­lanıp bir süre ses­sizce bekliyoruz.

Derken ben tüm­seğe çıkıp etrafa bakınırken Fran­sız fotoğrafçı da biz­im yanımıza geliy­or ve jan­dar­manın az önce bir­lik­te bek­lediğimiz pati­ka yola geldiği­ni ve ora­da pusuya yat­tığını söylüy­or. İşte tam bu sıra­da pati­ka yoldan jan­dar­manın sakı­narak bize doğru bak­tığını görüy­o­rum. Aramız­da sadece yüz metre var. Karşılık­lı bakışıy­oruz bir an. Son­ra ben geri çek­ilip, çukurluk alan­da bekleyen­lere, “Bura­da daha fazla kalmadan ikişer­li halde, geldiğiniz yöne doğru ormanın sık hat­tını takip ederek ayrıl­malısınız” diy­o­rum. Bu ara­da, “Baş­ka gelen grup var mı?” diye soruy­o­rum onlara. “Evet, bir grup daha var ve onlar da şu an buraya doğru yak­laşıy­or olmalılar,” diy­or içlerinden biri. Ben ve Fran­sız fotoğrafçı hızla grubun geldiği yöne doğru hareket ediy­oruz. Yol­da karar değiştirip, geri dönerek olası jan­dar­ma müda­halesi­ni görün­tüle­mek ve tanık­lığını jan­dar­manın görmesi­ni iste­diği­ni söylüy­or bana. Ben de, “Ter­cih senin, nasıl istersen” diy­erek ayrılıy­o­rum ondan ve hızlı adım­lar­la son grubu yoldan geri çevirm­eye gidiy­o­rum. İşte, gru­pla karşı karşıyayım. Onlara ses­sizce geri dön­meleri­ni, yol­da jan­dar­manın pusu kur­duğunu söylüy­o­rum. Bir süre ben­im­le bir­lik­te yürüdük­ten son­ra, bir yerde gizlen­mek iste­dik­leri­ni söylüyorlar.

Risk alanın­dan tama­men uza­k­laşın­ca, bir yerde durup ikişer­li halde ormana dağılıy­or­lar. İyi şanslar dileyip ayrılıy­o­rum onlar­dan da… Bir süre son­ra fena halde bir öksürük krizine tutu­luy­o­rum. Sırıl­sık­lam ter­liy­im üste­lik. İki gündür bronşal durum yaşıy­or­dum ve işte kork­tuğum başı­ma gel­di. Öksüre tık­sıra Jesus’e geri dönüy­o­rum ve olan­ları anlatıy­o­rum herkese…

Böylece, ken­di hal­imde çık­tığım dağ yol­cu­luğu­mu, ira­dem dışın­da gelişen olay­lar sil­sile­si ile atlatıp, sağ sal­im Jesus’e geri dönüy­o­rum. Ama mül­te­ci akını olan­ca hızı ile devam ediyor…

Her gün her gece onlar­ca insan akın akın İtalya’d­an Fransa sınırı­na geliy­or; yağ­mu­ra, kara, fırtı­naya ve jan­dar­ma-faşist ablukası­na aldır­mak­sızın dört mevsim yürüdük­leri sınır boy­ları­na ölüm­cül, tra­jik yaşan­mışlık­lar bırakarak sonu belir­siz yasam yol­cu­luk­ları­na soluk­suz devam ediyorlar.

  Sınır boylarında

Mayıs ayın­dan beri sınır boy­ların­da üç mül­te­ci ölümü yaşan­mıştı. Mamadou Alpha (Sene­gal), Bless­ing Matthieu (Nijerya), Muhamed Fofane (Gine)… Gine’li Fofane’nin cese­di yakın bir zaman önce, sınır boy­ların­da­ki kar­ların erime­siyle ortaya çık­mıştı. Cese­di dağ başın­da­ki bir sığın­ma kulübesinde, üşüme pozisy­onun­da otu­rur halde don­muş olarak bulun­du. Bu tra­jik mül­te­ci yol­cu­luk­larının kur­ban­ları hep aynı güz­ergâh­lar­da, hep aynı ölüm­lere ran­de­vu­luy­du­lar… Ya denizde, ya ırmak­ta, ya da bir dağ başın­da kar altında…

Sınır boylarında neydi ölüm?
Korkunç sessizliğimizle
ilgisizliğimizle
ya da
gizli açık nefretimizle
süslediğimiz
ÖTEKİ’nin kurban ayini miydi?
Söyleyin neydi
onlar için isteyerek
istemeyerek biçtiğimiz son mu
yoksa, yaşama ağrımızdan firar ettirdiğimiz
vicdanımız mıydı gömdüğümüz?
Sahi neydi sınır boylarında ölüm?

Öyle! Bütün ötek­il­er böyle öldürülür; ama asıl ölen vic­dandır, kimse bilmez.

Dayanış­ma suç değil, vic­danî bir sorumluluktur.

Fransa’­da mül­te­ci­lerin sınır boy­ların­da yaşadığı polis-faşist kıskacını protesto amacıy­la 22 Nisan’­da İtalya sınırın­da düzen­le­nen anti-faşist dayanış­ma yürüyüşüne katılan­lara yöne­lik soruş­tur­ma kap­samın­da, dört anti-faşist hakkın­da gözaltı kararı ver­il­di. Bunun üzer­ine İtalyan ve Fran­sız mül­te­ci dayanış­macıları Bri­ançon Jan­dar­ma Komu­tan­lığı önün­de­ki yol üzerinde bütün gün süren bir protesto işgal eyle­mi gerçekleştirdiler.

Bu öyle bir dayanış­ma ruhu ki…

Bura­da bu eski kilise, Chez Jesus sığı­nağın­da, mül­te­cil­er için mül­te­cil­er­le bir ara­da yasayan kadın, erkek, lgbti, her kim isek, dayanış­ma için bir­bir­im­i­zle önce­den sözleşme­den, içgüdüsel olarak aynı anda aynı düşünce ile harekete geçen ortak bir vic­danın sesi olmayı başarmıştık.

Şim­di dayanış­ma sırası mül­te­cil­erdey­di. Bu kez hem ken­di özgür­lük­leri, hem de mul­te­ci­lerin özgür­lüğü için mücadele eden aktivist kardeş­lerinin serbest bırakıl­ması için sınır­ları adımlayacaklardı.

Clav­ières, Mont­genevre’­den Bri­ançon’a, mül­te­ci adım­ları­na ortak olmak…

Sınır boylarında

Sabah yine öksürük kriziyle uyandım. Yer yatağın­da sarsıla sarsıla doğrul­dum. Uyuyan­ları daha fazla rahat­sız etm­eye özen göster­erek çabu­cak topar­lanıp mut­fağa git­tim; biraz su içtim. Ardın­dan Pre­po­lis damlayı arayıp bul­dum ve bir kaşık siyah erik marme­latı­na damlatıp çabu­cak yut­tum. Midem, göğsüm, boğazım bir­birine karşı kav­ga halin­del­er ade­ta. “Neyse geçe­cek, geçe­cek” diy­erek ken­di kendime telkinde bulunuy­o­rum. Ocağa çay suyu koy­duk­tan son­ra, ana gir­iş kapısının zin­cir­li kili­di­ni açıp dışarıya, güneşe çıkıy­o­rum. Bahçede­ki masaya ilişik san­da­lyeyi çekip, yeni doğan güneşe doğru otu­ruy­o­rum. Ardım­da Afrikalı üç mül­te­ci, yarı uyku­lu göz­leri­ni yeni doğan güneşten sakı­narak, güneşe serdik­leri çoraplarını ve ayakkabılarını yok­luy­or­lar. Sabah selamı ile tokalaşıyoruz.

Çadır­lar­da­ki genç Fran­sız ve İtalyan dayanış­macı kardeş­ler­im­iz de uyanıy­or. İşte Küçük Kara Kor­san (Petit Pirate Noir) da uyan­mış; titrek kuyruğu ve zeytin karası göz­leriyle hoplaya zıplaya etrafı kok­la­yarak yanı­ma geliy­or; kucağı­ma alıp seviy­o­rum biraz. Yüzümü gözümü bir güzel yalayıp, kucağım­dan yere atladık­tan son­ra, küçük titrek kuyruğunu sal­laya sal­laya çit­lerin altın­da sıra sıra dizili mül­te­ci ayakkabılarını kok­la­maya gidiy­or. Bu ara­da Küçük Kara Kor­san’ın arkadaşı, İtalyan anti-faşist Lau­ra da gülüm­sey­erek çadırın­dan çıkıy­or. K Karşılık­lı günay­dın­laşıy­oruz. Ocak­ta­ki çay suyunu hatır­layıp mut­fağa gidiy­o­rum; gün yeniden başlıyor.

Sabah kah­valt­sın­da bir grup Fran­sız-İtalyan kadın dayanış­macının spon­tane öner­isiyle 22 Nisan soruş­tur­ması nedeniyle hak­ların­da gözaltı­na alma kararı çıkartılan 4 aktivist için Clav­ières ve Mont­genèvre’­den ve Bri­ançon’a uzanan bir dayanış­ma yol­cu­luğu­na hazırlanıyoruz.

Bu yol­cu­luk sonun­da sanırım mev­cut fizik­sel sınır­larımın biraz öte­sine geçmiş ola­cağım. Bu da var olan bronşit duru­mu­mu olum­suz ölçüde tetikleye­cek­tir kuşkusuz. Sınır boy­ların­da­ki bu son yol­cu­luğum­da ben yine de içim­den geçen, o, “çivi çiviyi sök­er” diyen sese kulak vereceğim.

Tıp­kı her gün her gece aynı yol güz­er­gahını adım­layan isim­siz, kim­lik­siz umut koku­lu mül­te­cil­er gibi, dağların meltem­ine; ağlayan kök­narlara, karahindibalara, taşkıran çiçek­ler­ine, sevi­nen yaprak­lara, pap­atyalara ve o adını kokusunu dahi bilmediğim(çünkü ben bir koku körüyüm) nice şifalı bit­ki örtüsüne karışacağım.

Bütün ekip­manımı hazır­layıp son bir kez göz­den geçiriy­o­rum. Herşey tamam, herşey hazır. Eşlik ede­ceğim grup ta hazır. içlerinden biri yanı­ma gelip, “artık gide­bil­i­riz” diy­or. Bu ara­da mül­te­ci grubunun da biz­im­le aynı anda hazır­landığını farkediy­o­rum. Yolu­muz muhteme­len onlar­la yeniden kesişe­cek. Ancak onlar önce biz­im yola çık­mamızı bekleye­cek­ler. Geride kalan dayanış­macılar ise, yarın sabah araçlar­ala gele­ceğin­den onlara “yarın Bri­ançon da görüşmek üzere” diy­erek ayrılıyoruz.

Sınır boylarında

İşte orman­da patika­dayız yeniden. Dayanış­ma yürüyüşün­de­ki tek kadın grubu en arka­da, yavaş adım­lar­la ben de onlara eşlik ediy­o­rum. Kam­er­am kayıt­ta. Sırt çan­ta­ları, rüz­gar­lık­ları yürüyüş ayakkabıları (hat­ta kim­i­lerinde yürüyüş baton­ları bile var) ile tam ekip­man tek sıra halinde Clav­ières’­den Mont­genèvre sınır boyu­nuna doğru ağır bir tem­po ile iler­liy­oruz. Pati­ka yol­da, düz bayır, ormanın derin­lik­lerinden geçip, dağ yol­u­na tırmanıyoruz .

Soluk soluğa bir düzlüğe çık­tığımız­da ben­im öksürük nöbe­tim tekrar nüksediy­or. Mataramı çıkarıp biraz su içiy­o­rum. Bu ara­da grup­tan bazıları ken­di­ni otlara bırakıy­or. Kısa bir moladan son­ra tekrar devam ediy­oruz. İşte sınır boyun­dayız. Çam ağaçlarının perdelediği pati­ka yol­da iler­liy­oruz. Ve işte sağımız­da Mont­genèvre. Kam­er­amı çam ağaçlarının dal­ları arasın­dan Fran­sız sınır karakol­u­na doğru çeviriy­o­rum. Neyse ki olağanüstü bir hareketlilik görün­müy­or. Bu ara­da grubun uza­k­laştığını farkediy­o­rum. Kay­dı kap­atıp biraz hızlı tem­polu adım­lar­la gru­ba yetişm­eye çalışıy­o­rum. “Hah, onlara yetiştim!”

Sınır boylarında

Bir­lik­te biraz ilerledik­ten son­ra kri­tik nok­taya geliy­oruz. Burası Fran­sız sınır özel jan­dar­masının mül­te­cil­er için pusuya yat­tığı yer. Biz­im açımız­dan bur­da jan­dar­may­la karşılaş­mak bel­ki çok sorun olmaz ama son gün­lerde bura­da mül­te­ci­lerin yaşadık­ları şid­det ve tehdit­leri ve tabii ben­im yaşadığım o son ger­il­im­li karşılaş­mayı da düşününce aktivist bir grubun bu hat­tı kul­lan­masını pek sevim­li bul­may­a­cak­lardır. Hem zat­en yarın­ki dayanış­ma buluş­ması için bizi engelleye­cek her tür­den risk­ten kaçın­mamız gerekiy­or. Ben bun­ları aklım­dan geçiriy­o­rum ki, grup bir­d­en pusu nok­tasının olduğu dere tarafı­na doğru yöneliy­or. Onlara geri­den seslenip, bek­lemeleri­ni söylüy­o­rum. Der­eye inen pati­ka yol­un başın­da durup beni bek­liy­or­lar. Yan­ları­na geldiğimde onlara, “burası özel sınır jan­dar­masının pusu attığı nok­ta, her zaman olmasa­da bazen pusu atıy­or­lar. Şu an bun­dan emin ola­mayız. Burası son bir haf­tadır kul­lanılmıy­or. Ayrı­ca yarın­ki pro­gramımız için bu riske girmemeliy­iz. Bu neden­le yukarıya, dağ istikame­tine doğru patikadan devam etmeliy­iz” diy­o­rum. Grup­tak­il­er uyarımı dikkate alıy­or ve hep bir­lik­te dağ istikame­tine doğru patikadan devam ediy­oruz. Güneş, sarı sıcak kuşatıy­or her yanımızı. Alnım­dan süzülen sıcak, tuzlu ter göz­ler­i­mi yakıy­or. Bir göl­g­eye çek­ilip soluk­lanıy­oruz. Bu ara­da karşılık­lı küçük ikram­lar­da bulunuy­oruz bir birimize.

Sınır boylarında

Bir süre son­ra tam tekrar yola koyu­lurken peşimiz­den yola çıkan mül­te­ci o küçük mül­te­ci grubuy­la karşılaşıy­oruz. İki­si kadın altı Afrikalı mül­te­ci soluk soluğa yanımıza gelip, yorgun ve ter­li beden­leri­ni biz­im kalk­tığımız göl­g­eye bırakıy­or­lar. Selam­laşıy­oruz ve iyi şanslar dileyip onlar­dan ayrılıy­oruz. Bel­li bir süre uza­k­laştık­tan son­ra geriye doğru dönüp bakıy­o­rum. Uza­k­ta, karşılık­lı çam ağaçlarının göl­gelediği pati­ka yol üzerinde mavi şap­kalı genç Nijeryalı kadının ayak­ta, tek başı­na arkamız­dan öylece bak­tığını görüy­o­rum. Son­ra da kam­er­amı ona doğru çevirip bu anları kaydediyorum.

Gru­pla ara­mada­ki mesafe açılıy­or yeniden. Ancak artık risk alanını geçtiğimiz için kendi­mi rahat bırakıy­o­rum. Grubu ve arkamız­dan gelen mül­te­ci­leri kay­det­m­eye başlıy­o­rum. Önce grubun vadiye doğru iler­ley­işi­ni ve sinyal­iza­sy­on calış­malarını son­ra­da arkamız­dan gelen mül­te­ci grubun dikkatli iler­ley­işi­ni. Bir süre son­ra pati­ka, şırıl şırıl akan bir dere ile kesişiy­or. Grup dere­de­ki iri taşlara basarak karşıya geçiy­or ve az ilerde­ki tele­ferik ista­sy­onunun bulun­duğu alana doğru iler­liy­or. Ben bura­da derenin kıyısın­da durup, arkadan gelen mül­te­ci­lerin dere­den geçiş­leri­ni kay­det­mek için kam­era­ma takılı tripo­du dere kıyısı­na kuruy­o­rum. Kam­er­ayı şırıltıy­la kan derenin berrak suları­na odak­layıp grubun geçişi­ni bekliyorum.

Kam­era kayıt­ta. Ve işte önde mavi şap­kalı kız, ilk üç kişi geçiy­or ve ardın­dan da diğer üç kişi… Ve en son da ben geçiy­o­rum dereyi. Kayak tele­ferik santra­line doğru ilerleyen grubu arkadan görün­tüley­erek iler­liy­o­rum. Tam yan­ları­na yak­laştığım­da kayıt­tan çıkıy­o­rum. Biz­im grup tele­ferik alanın­da din­leniy­or. İki grup halinde bel­li bir aralık­ta din­leniy­oruz bir süre. Grup­ta­ki kadın aktivistler­den ikisi az ilerde­ki bir direğe kır­mızı bir nok­ta işareti bırakıyor.

Sınır boylarında

Bu ara­da ben­im öksürük sean­sım yeniden başlıy­or. Göz­ler­im­den yaşlar gelene kadar öksürüy­or ve bronşlarım­da ne var ne yok hep­si­ni çıkarıy­or ve rahatlıy­o­rum nihayet. Kadın­lar­dan biri yanı­ma gelip, “fena öksürüy­or­sun, iyi misin?” diye soruy­or. “İyiyim. Bronşitim var, ama biraz­dan geçe­cek” diy­o­rum. Mataram­da­ki sudan bir kaç yudum alıp, yola devam etmek üzere gru­pla bir­lik­te son tır­manışa doğru iler­liy­o­rum. Mül­te­ci grubu az iler­im­izde­ki ağaçların altın­da biz­im iler­lemem­izi bek­liy­or. Bir süre bu son yokuş­ta biraz ilerledik­ten son­ra tekrar yavaşlıy­o­rum. Artık gerçek­ten yorul­duğu­mu hissediy­o­rum. Bu zor­lu yokuşu tık nefes tır­man­mak gerçek­ten çok zor­lay­a­cak beni. Son­ra aşağılar­dan hafiften bir vadi melte­mi çıkıy­or. Yüzümü, eller­i­mi yalayıp dağlara doğru uzaklaşıyor…

Rüz­gar­lı bayır­da titrek, uzun dal­lı sarı yaprak­lı bir kır çiçeğinin önünde diz çöküp oturuyorum.Fena halde ter­liy­im Tişört değiştirmeliy­im. Sırt çan­tamı kenara bırakıp yedek tişört­ler­im­den biri­ni çıkarıp ter­li olan­la değiştiriy­o­rum. Bu ara­da mül­te­ci grubun­dak­il­er, önde mavi şap­kalı kız, yavaş ve dikkatli adım­lar­la yak­laşıp aşağılar­da bir yerde, çalıların arasın­da durup bek­liy­or­lar tekrar.

Onlara devam etmeleri için işaret veriy­o­rum. Tekrar ve hızlı adım­lar­la bana doğru yokuş yukarı yürüm­eye başlıy­or­lar. Kam­er­am kayıt­ta. Önüm­den tek sıra halinde geçip uza­k­laşıy­or­lar. Bir süre ora­da öylece kalıp, yokuşu tır­manan iki grubu kaydediy­o­rum. Son­ra kam­er­ayı kenara bırakıp, sarı kır çiçeğinin yanın­da uzanıy­o­rum. Mas­mavi gök­te­ki beyaz bulut­ları izliy­o­rum. Ve bulut­ların altın­da bir şahin çığlık çığlığa vadiyi yarıp dağlara doğru uzaklaşıyor…

Artık git­meliy­im. Dayanış­macı kadın grubu çok­tan göz­den kay­bol­muş bile. Mül­te­cil­er­den mavi şap­kalı kız yokuş sonuna yakın bir ara düzlük­te otur­muş din­leniy­or. Diğer­leri dağınık halde yokuşun sonuna ulaşıy­or­lar. Kam­er­amı mavi şap­kalı kıza doğrul­tuy­o­rum yeniden. Bir süre yokuş­ta otu­rarak din­lendik­ten son­ra sarı uzun bük­leli sarıya boy­alı saçlarını sal­laya sal­laya yokuş yukarı yürüm­eye devam ediy­or. Önde­ki arkadaşları yokuşun sonun­da bir ağacın göl­gesinde onu bek­liy­or­lar. Biz­im dayanış­ma grubu ise, çok­tan uza­k­laşmış durum­da. Topar­lanıp yeniden tır­manışa geçiyorum.

Sınır boylarında

Yokuş sonuna geldiğimde mül­te­ci grubu önde ben arka­da son düzlüğe doğru yürüy­oruz. Tam düzlüğe çıkarken önde­ki mül­te­cil­er­den bazıları panikle gerisin geri orman içler­ine doğru kaçış­maya başlıy­or­lar. Bir ağacın arkası­na kon­um­lanıp kam­er­ayı açıy­o­rum. Yokuş­ta­ki son düzlüğü görüy­o­rum. Mavi şap­kalı kız pati­ka yola yat­mış hareket­siz bek­liy­or. Derken, bir bisik­let grubu yokuş­tan düzlüğe doğru inip uza­k­laşıy­or. Grup yeniden topar­lanıp düzlüğe doğru yürüy­or. Ben de arkaların­dan… Yan­ları­na geldiğimde anlıy­o­rum­ki tele­ferik geçiş­lerinden ve bisik­letlil­er­den çek­in­mişler. Onlara, bun­dan son­ra sağ alt yola inip Mont­genèvre istikame­tine doğru devam etmeleri­ni ve ordan da yine orman içlerinden Bri­ançon’a devam etmeleri­ni söylüy­o­rum. Tele­ferik­ler geçm­eye devam ediyor…

Sınır boylarında

Ben yokuş aşağı devam ederken onlar, tele­ferik­tek­ilere görün­meden iler­lemek için Mont­genèvre’e inen alt yola para­lel, orman içler­ine doğru yürüyüp göz­den kay­boluy­or­lar. Biz­im grup artık tama­men göz­den kay­bol­muş durum­da. Ama bu çok da önem­li değil. “Nasıl­sa, yarın aynı güz­er­gah­ta bulaşa­cağız” diy­o­rum ken­di kendime. Alt yola doğru yürüken tepem­den tele­ferik­ler geçiy­or sıra sıra….

Kam­er­ayı açıp biraz kayıt yapıy­o­rum. Ben kayıt­tayken üstü açık tele­ferik­ler­den biri giriy­or kadra­ja. Bir grup trekking­ci tur­ist. Çekim yap­tığımı görünce el sal­lıy­or bana. Ben de onlara el sal­layıp alt yola doğru yürüy­o­rum. Alt yola inince, biraz ilerde­ki tepe­den genel bir görün­tü almak istiy­o­rum. Tep­eye doğru yürürken geride az önce terk ettiğim düzlük alan­da mavi şap­kalı kızı farkediy­o­rum. Ondan baş­ka kimse de yok üste­lik. Sanırım yönünü kay­bet­ti. Ona uza­k­tan elim­le aşağıya Mont­genèvre’e doğru gitmesi­ni işaret ediy­o­rum. Düzlük­te tek başı­na öylece kalıy­or bir süre ve son­ra­da geri dönüyor…

Sınır boylarında

Tep­eye çıkıp Mont­genèvre vadisi­ni sol­dan sağa ağır ağır pan yapıy­o­rum. İşte tam bu esna­da Mont­genèvre istikametinden kıvrıla kıvrıla gelen yol üzerinde, toz bulu­tu içinde hızla yak­laşan Fran­sız jan­dar­ması­na ait bir sınır devriye jipi giriy­or kadra­jı­ma. Biraz zoom yapıp yakı­na alıy­o­rum görün­tüyü. Biri şoför, iki kişil­er. Ama o da ne? İki­nci kişi tanıdık… Bir kaç gün önce orman­da karşı karşıya geldiğimiz o özel sınır jan­dar­ması. Jip bir süre önce mavi şap­kalı kızı geri çevirdiğim düzlüğün üst tarafın­da­ki yoldan hızla geçip tele­ferik santral merkezin­den yukarıya, dağa doğru iler­liy­or. Kay­dı kap­atıp, ken­di kendime “o kızı ordan geri çevirme­sey­dim, şim­di yakalan­mış ola­cak­tı” diyorum.

Güneş tam tepemde ve fena yakıy­or. Aşağı­da­ki vadi­den bana doğru esen meltem rüz­garı da cabası… Sıcak, ter, rüz­gar, herşey iç içe üzer­ime üşüşüy­or. Az ilerde bir kök­nar ağacı var. Gidip biraz onun göl­gesinde din­len­meliy­im. Yine soluk soluğa kaldım ve ardın­dan yeni bir öksürük nöbeti… Öksüre tık­sıra yürüyüp, nihayet kök­nar ağacının göl­ge­sine atıy­o­rum kendi­mi. Sırtımı kök­nara yaslayıp öksürüğümün geçmesi­ni bek­liy­o­rum. Mataram­da­ki son bir kaç yudum suyu­da kafaya dikip biraz rahat­la­maya çalışıy­o­rum. Bir kaç daki­ka son­ra öksürük kesiliy­or ve ben kök­nar ağacının gövde­sine yaslan­mış halde uyuya kalıyorum.

Mavi göğü saran
kara gri bulutlar geçiyor üzerimden
ve kayak teleferiklerinde
başsız mülteci gövdeleri…
Ve avaz avaz bir çocuk çığlığı
kanayan kulaklarımda…
UYANmalıyım
UYANmalıyım
UY
an
dım
usul usul ıslık çalan bir meltem eşliğinde
anaç kadın gövdeli bir Köknarın gölgesinde.

Sınır boylarında

Ağlayan kök­nar ağacının göl­gesinde uyanıp topar­landım. Artık Mont­genèvre’e doğru gide­bilir­im. Yokuş aşağı biraz hafi­flemiş olarak ağır adım­lar­la yürüy­o­rum. Aşağı­da­ki çakıl taşlı ana yola geldiğimde yol­un al tarafın­da Mont­genèvre’e doğru akan deren­inşırıltısını duyuyorum.

Su sesiyle susamak ne güzel bir duyumsama.
İşte berrak bir ışıltıyla akan derenin kıyısındayım.
Saygıyla diz çöküp eğiliyorum ona…
Gözlerimde suya akseden bir çocuk yüzü,
kana kana içiyorum,
içiyorum ömrümün o en berrak
en güzel yağmurlarıyla çoğalan
diyar diyar coşkun
ırmaklarca akan,
çelik çomaklı,
dere tepe meraklı
koşar adım
haylaz çocukluğunu…
(*) Şifalı köknar ağacının gölgesinde boğulurcasına öksürürken ne kadar da bihabermişim. Köknar ağacı ile ilgili inceleme yaparken öğrendim ki : “yumuşak uçlu köknar dalları solunum yollarındaki rahatsızlıkların tedavisinde etkili özellik gösterir. C ve E vitamininden zengin olan köknar kozalakları, grip ve nezle gibi soğuk algınlığı hastalıklarına iyi gelmektedir”. Bu ironik hayat deneyimimi bir hayat bilgisi notu olarak bir daha asla unutmayacağım.

Devamı gele­cek…

| Sınır boy­ların­da • Ölmek ya da ölmemek
2 | Sınır boy­ların­da • Irkçı bariy­er­ler ve dayanışma
3 | Sınır boy­ların­da • Par­mak ucun­da yürümek
4 | Sınır boy­ların­da • Özgür­lüğün diğer adı ölüm
5 | Sınır boy­ların­da • S O S …— …
6 | Sınır boy­ların­da • Pusu­lar ve kadın dayanışması
7 | Sınır boy­ların­da • Dayanış­ma suç değildir!


Başlık fotoğrafı: Chez Jesus — Rifu­gio Autogestito

Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.