Gazete­ci yazar Ruken Hatun Turhal­lı, 2018 Nisan ayın­da Şen­gal’e yap­tığı yol­cu­luk­ta gerçek­leştirdiği söyleşi ve gözlem­leri paylaşıyor.

Zehra Doğan, DAEŞ’in 3 Ağus­tos 2014 saldırısın­dan kısa süre son­ra gerçek­leştirdiği röpor­taj için ken­di­sine 2015’te ver­ilen Metin Gök­te­pe ödülünü alırken, basının Şen­gal katliamı­na ses­siz kaldığının altını çiziy­or­du. Zehra’nın ve Ruken’in topladığı tanık­lık­lar, tüyler ürper­ti­ci şek­ilde bir­biri ile örtüşüy­or. Akıp geçen koca dört senede katliam gün­demde yeter­siz de olsa yer alması­na, ulus­lararası mer­ci ve kuru­luşlar ise yeter­li dere­cede bil­gi sahibi olması­na rağ­men, bu insan­lık tra­je­disinin sonunun gelme­si, fizik­sel ve psikolo­jik yaraların sarıl­ması için gereken sefer­ber­liğin ne yazık ki hala gözlem­len­emediği­ni Ruken’in satır­ların­da açık bir şek­ilde okuyacaksınız.…


Şengal tanıklıklıkları

DAEŞ 3 Ağus­tos 2014’te Ezidi­lerin yoğun­luk­lu olarak yaşadığı Irak’ın Musul ken­ti yakın­ların­da­ki Şen­gal böl­ge­sine saldırdı. Kent ve civarın­da yaşayan onbin­lerce Ezi­di, örgütün eline düşmemek için yol­lara düşmüş, Sin­car Dağı­na sığı­nan onlar­ca çocuk, yaşlı ve has­ta, susu­zluk­tan ve sıcak­tan hay­atını kaybetmişti.

Şen­gal saldırısın­da yak­laşık 5 bin Ezidiyi katle­den örgüt, bin­lerce kadın ve çocuğu da esir aldı. Alıkoy­duğu genç kadın ve çocuk­ları seks köle­si olarak kul­lanan örgütün kaçırdığı bazı insan­lar­dan ise hala haber alı­namıy­or. O gün­den bu yana dört bir yana dağılmış çocuk­ları­na ulaş­maya çalışan acılı ailel­er, kıt kanaat imkan­lar­la “Ağus­tos Fer­manı” dedik­leri Ezi­di Jeno­si­dinin kanayan yaralarını sar­maya çalışıyorlar.

Yıl­lar­ca Kürt Kadın Hareketinde aktif yer almış, alan­da yazılar yazmış ve araştır­malar yap­mış biri olarak, Şen­gal Kadın­larının yaşadığı tra­jediyi çok mer­ak ediy­or­dum. Geçtiğimiz aylar­da Alman İns­an Hak­ları Kuru­mu, ISHR’nin (Inter­na­tion­al Soci­ety for Human Rights Ger­man Sec­tion) Şen­gal’e yardım amaçlı düzen­lediği bir geziye bağım­sız gazete­ci olarak katıldım.Gezi sayesinde ilk kez Ezi­di halkının yaşadığı yürek yakıcı felaketin boyut­larını görme imkanım oldu. Fır­sat bul­dukça not etm­eye çalıştığım tanık­lık­ları bura­da sizler­le paylaşıyorum.

İlk durak Xanke Köyü

ISHR yöneti­cisi bir Alman kadın ve beraberinde­ki Kuzey Kürdis­tan köken­li Ezi­di gönül­lü ile Hewler Hava Alanın’­da buluş­manın ardın­dan rehber­im­iz Şeyh ile beraber Duhok’a yakın Xanke Köyüne hareket ediyoruz.

Beşbinin üzerinde­ki nüfusuy­la köy­den ziyade küçük bir şehri andıran bu kasa­ba Sad­dam Rejimi’nin 1970’lerde KDP Peşmergeleri­ni kon­trol etmek amacıy­la kur­duğu toplu köyler­den biri.

Ezidi Şeyhinin evine konuk oluyoruz

Dış ceph­e­sine dokunul­mamış evin yeni sıvan­mış kapı ve pencereleri dikka­timizi çekiy­or. Şey­h’in aktardığı­na göre evin Ezi­di sahibi, yarı inşaat halin­de­ki yapıya kapı ve pencerel­er takarak soykırım­dan kaçıp köye sığı­nan akra­baları­na tah­sis etmiş.

Köyde belir­gin olarak hissedilen Ezi­di dayanış­masının tek örneği bu ev değil. Xanke’de­ki ailelerin hemen hemen tümü evleri­ni Ağus­tos 2014 fer­manıy­la DAEŞ’ten kaçıp kur­tul­mayı başaran Şen­gal mağ­durları­na açmışlar. Ezi­di köylüler öz imkan­larıy­la katliamdan kaçan ailelere yardım etmiş, bağır­ları­na basmışlar.

Ezidilerin insanlık durumu ve insancılık

Ezidilere yardım eli­ni uzatan Alman kuru­luş, yardım­ları aracı olmak­sızın gerçek mağ­durlara ulaştır­mayı ter­cih etmiş. Ezidi­lerin cemaat halinde yaşadığını bildik­lerinden bunun sadece bir Ezi­di Şey­hi aracılığı ile mümkün ola­bile­ceğine karar vermiş.

Kuru­mun imkan­ları kısıtlı olduğun­dan tüm mağ­durlara değil de özel­lik­le DAEŞ’in elin­den alı­nan kadın­lara ve çocuk­lara yardım etm­eye çalışıyorlar.

Geceyi Ezi­di Şey­hinin evin­de geçiriy­oruz. Nor­mal zaman­lar­da Cemaatin diğer üyeler­ine nazaran daha var­lık­lı olması bek­le­nen aile son derece kısıtlı imkan­lar­la yaşamını sürdürm­eye çalışıyor.

Şeyh ihtiyaç sahip­leri­ni daha evvelden tespit ederek kuru­luşa bildirmiş. List­ede kamp­ta yaşa­mayan ama kuru­luşun kriter­ler­ine göre mağ­dur sayıla­bile­cek kadın ve çocuk­lar da var. Bun­lar Şeyh’in evine dav­et edil­erek kurum­la görüşmeleri sağlanıyor.

Mağ­dur ezi­di kadınlar.

Gelen­ler, çoğun­luk­la kadın ve küçük yaşlar­da­ki Ezi­di kızları. Alman gönül­lü mağ­durların kısa hikayeleri­ni not edip zarf içinde 50 şer bin Dinar(40 dolara denk) yardım­ları tek tek dağıtıy­or. Bu cüzi mik­tar, ailelerin bir haf­talık yiye­cek mas­raflarını karşıla­maya dahi yet­miy­or. Örneğin bir kilo et almak için ver­ilen yardımın yarısın­dan fazlasını göz­den çıkar­mak gerekiyor.

Bazı mağ­durlar, çare­si­z­lik içinde mik­tarın azlığı­na iti­raz ediy­or. “Çocuk­ların ve yetim­lerin ihtiy­acı­na nasıl yetişe­ceğiz?” diye soruy­or­lar, “çocuk­lar bir lok­ma et yemeyeli aylar oluyor”.

Ancak bu cüzi mik­tar Almanya merke­zli kurum için oldukça önem­li ola­cak ki doğu Alman köken­li kurum yöneti­cisi, bazen zarfa konul­madan eller­ine ver­ilen 50 bin­lik Irak Dinar’larını objek­tife uzatarak mağ­durlar­la fotoğraf çekiyor.

Veren el fotoğraf objek­tifine gülüm­süy­or, mem­nun… Alan ise son derece mahsun…
Yardımın alın­ma ve ver­ilme biçi­minde mağ­du­ru insan olma duru­mu­nun aşağıları­na çeken bir den­ge­si­z­lik var. Bu kadar az bir mik­tarı için dahi, mağ­durla res­im çek­ilme­si bir Kürt olarak guru­ru­ma dokunuyor.

Guru­run bir Orta­doğu­lu için herşey olduğunu düşünürken “İns­an onu­ru­nun dokunul­maz olduğu” cüm­lesinin, Alman Anayasasının ilk mad­de­si olduğunu hatır­layıveriy­o­rum bir­d­en. Nedense, Anayasa’da yazan süs­lü cüm­lelere rağ­men Alman­lar yardımı fotoğrafla­mayı ter­cih ediy­or­lar, Orta­doğu­l­u­lar ise ailenin onu­runu kır­ma­mak için yardımın gizlil­iği­ni önemsiyor.

Uzun yıl­lar Almanya’da yaşadığım­dan fotoğrafın ardın­da­ki gerçek duru­mu tah­min ede­biliy­o­rum. Büyük ihti­malle bu fotoğraflar kuru­mun değer­lendirme raporun­da, yardımın ihtiyaç sahip­ler­ine ulaştığını bel­gele­mek amacıy­la kul­lanıla­cak. Bir kıs­mı ise ofset baskılar­da kat­lanıla­bilir broşür­lere basıla­cak, süs­lü kadın ve erkelerin katıldığı bol demeçli toplan­tılar­da yardım yapan bireylere dağıtıla­cak­lar. Yardım­sev­er­ler, uzak diyarlar­da ismi­ni bilmedik­leri insan­lara yap­tık­ları yardım­dan gurur duy­a­cak ve sevinecekler.

Bek­len­til­er ve gerçek­lik arasın­da­ki uçu­rum, Ezidi­lerin insan­lık duru­mu bu bir haf­talık gezide en zor­landığım konu­lar­dan biri oluy­or. Yardım kuru­luşu­nun bu kasvetli iyi­lik perisi havasın­dan kendi­mi kur­tar­ma ihtiy­acı hissediy­or ve soluğu daha çok halkın içine karış­mak­ta buluyorum.

Mağ­durlar­la aynı dili konuş­manın bir avan­ta­jı var. Kürtçe sayesinde Ezi­di kadın­lar­la diyaloğu­mu der­inştirme olanağı buluyorum.

Gördük­ler­i­mi, görüştük­ler­im­in konuş­malarını imkan bul­dukça not etm­eye çalışıy­o­rum. Yaşanalar, tanık­lık­lar o kadar ağır ki bazen not def­ter­im­in kap­atıp onlar­la beraber hıçkıra hıçkıra ağlıy­o­rum. Son­ra hep beraber derin derin nefes alıy­or, onlar anlat­maya ben yeniden yaz­maya başlıyorum

Dokuz Çocuğu Esir Düşen ve Eşi katledilen Gewrê

Aktara­cağım ilk tra­je­di Şey­h’in evine gelen kadın­lara ait. Bu kadın­lar­dan birinin adı Gewrê daha yaşlı görü­nen ötek­isi ise Xanza.

DAEŞ’in Şengal’e saldırdığı 3 Ağus­tos 2014 gece­si Gewrê’nin eşi ve dokuz çocuğu örgüte esir düşmüş. Gewrê o gece katledilen damadının yasını tut­mak için kızının Zorava’daki evin­de bulun­duğun­dan örgüte esir düşmemiş. Karnın­da­ki bebeği ile saldırı­dan kurtulabilmiş.

Görüştüğümüz bütün Ezi­di anaları gibi Gewrê’nin de elinde iki ayrı demet halinde kim­lik­ler vardı. Bir elinde DAEŞ’in hala esir tut­tuğu çocuk­larının ötekinde ise örgüt­ten kaçıp kur­tu­la­bilen­lerin kim­lik­leri­ni tutuyor.

Kur­tu­lan­ları gös­terirken göz­lerinin içi par­lıy­or ve gülümseme ışık­ları doluy­or hüzün­lü yüzüne. Esir kalan, haber alı­na­mayan çocuk­larını anlat­tığın­da ise göz yaşları­na boğu­luy­or, nefe­si kesilir gibi oluy­or. Hıçkırık­lar içinde konuş­ması­na devam ediy­or. Çocuk­ların esir düşerken­ki yaşlarını tek­er tek­er söylüy­or ve şim­di bu kadar yaşın­da olsalar gerek diye ekliy­or sonra…

Gewrê DAEŞ’in esir aldığı çocuk­ların­dan büs­bütün de haber­siz kalmamış. çocuk­larıy­la aynı yer­lerde esir kalan­lar­dan kaçıp kuru­tu­lan­lar ona zaman zaman haber­leri­ni getirmişler.

Gewrê’nin elinde bir yakın akra­banın düğününde çek­ilmiş toplu bir aile fotoğrafı var. DAEŞ önce­si zaman­lar­dan kalma bu mut­lu aile resmin­den tek tek çocuk­larını gös­teriy­or. Gözyaşları içinde, “İyi ki aile­cek o düğüne katılmış ve bu fotoğrafı çek­mişiz” diy­or. Göz­leri sürek­li fotoğrafa takılı “Yok­sa onlar­dan geriye hiçbir şey kalmay­a­cak­tı” diye ekliyor.

Ezidi

Düğünde çek­ilen fotoğraflar…

Fotoğrafta­ki kızların­dan biri­ni bana gös­teriy­or. “Bu kızım Ş. kaçırıldığın­da henüz 14 yaşın­day­dı. DAEŞ’li onu zor­la cariyeleştirm­eye çalıştığın­da üstüne gaz dök­erek ken­di­ni yak­maya çalışmış. Ancak ne yap­mışsa da kur­tu­la­mamış!” diy­erek gözyaşları­na boğuluyor.

Bir Ezidi Geleneği: Kadınların Saçlarını Kesmesi

Gewrê anlatım­ları­na devam ediy­or. “Biz Ezidil­erde kadın­lar hep uzun saçlı olur. Ancak, yas­tayken ya da çok kızarsak bize ağır gelen olguyu protesto etmek adı­na saçlarımızı kesiver­i­riz. DAEŞ’li kızı­ma ilk tecavüze kalkıştığın­da, kızım saçlarını kök­ten kesmiş. Saçlarını kesince kızı­ma daha çok işkencel­er yap­mış. Onu yara berel­er içinde bırakmış”.

Ezidi

Gewrê’nin halen IŞİD’in elinde bulu­nan, protesto için saçını kesen kızı.

Kaçırılan öte­ki kızı Şehri’ye de çok eziyet ettik­leri­ni söylüy­or. Küçücük kızı para karşılığın­da sayısız kişilere, yaşlı başlı adamlara defalar­ca alıp sat­mışlar. Şehri satıldığı her yerde köle olarak çalıştırılmış. Bir kaç kadının ancak yapa­bildiği işleri tek başı­na yap­mak zorun­da bırakılmış. Şehri’ye günde onlar­ca kez çok uzak mesafel­er­den 25 litre­den fazla su taşıt­mışlar. Her gün onlar­ca kişi için tandır­lar­da ekmek pişirmek, büyük gru­plar için yemek yap­mak zorun­da bırakılmış. Gün doğu­mun­dan gün batımı­na değin köle olarak çalıştır­mışlar kızını.

Şehri Rojava’­da YPG’lil­er tarafın­dan kur­tarıldık­tan son­ra ancak bir haf­ta yaşaya­bilmiş. “Yap­tık­ları eziyet­ten dolayı kızımın kalp damar­ları iflas etmişti” diy­or Gewrê. “Duhok Has­ta­hanesinde bir haf­ta son­ra yaşa­ma veda etti. Henüz kur­tul­ması­na doğru dürüst sevineme­den cenazesi­ni aldım” diyor.

Beş Yaşında Bir Esir Çocuk

EzidiGewrê şu an dokuz yaşın­da olan yanın­da­ki kızı İ. ile de konuş­mamı istiy­or. İ. Ağus­tos 2014’te DAEŞ tarafın­dan kaçırıldığın­da henüz beş yaşın­daymış. DAEŞ’li Türk­men bir aile onu köle olarak almış.

Çocuk bu aile­den Türkçe öğren­miş, istersen onun­la Türkçe konuş” diy­or bana. İ.‘ye dönerek gülüm­süy­or ve Türkçe, “Gelsene buraya!” diye sesleniy­o­rum. Bunu duyar duy­maz çocuk­cağızı bir titreme alıy­or. Göz­leri fal­taşı gibi açılıy­or ve korku­dan don­muş bir halde gerisin geriye giderek ben­den uza­k­laş­maya çalışıy­or. Türkçe’nin onun aklın­da DAEŞ ve köle­lik gün­lerinin dili olarak kaldığını anlıy­o­rum. Kork­ma­masını, Türk­men olmadığımı, Kürt olduğu­mu, tıp­kı onun gibi son­radan Türkçe’yi öğrendiği­mi, sarılarak öperek anlat­maya çalışıy­o­rum. Küçük İ. bir müd­det son­ra güve­nile­cek biri olduğu­ma karar veriy­or ve anlat­maya başlıyor.

Türk­men Nes­rin’in evin­de kalırken kadın her gece bütün ailenin uyuduğu yer yatak­larını ona serdirip sabah da ona toplatıy­or­muş. Evin tüm bulaşık­larını ona yıkatıp, çocuk­ları ona baktırıyormuş.

Küçük İ. birgün dayana­mamış Nes­rin’in çocuk­larının oyun­cak­larıy­la oyna­mak istemiş. Oynarken elin­de­ki oyun­cak bozu­lu­ver­miş. Bunun üzer­ine Nes­rin ısıt­tığı çatal­la göz kapak­larını yakarak ceza­landır­mış onu. O gün­den son­ra İ. bir daha Nesrin’in çocuk­ların oyun­cak­ları­na dokunmamış.

Telafer düşme­den evvel Nes­rin onu da yanı­na alarak aile­siyle beraber Ankaraya kaçmış. Ankara’­da uzun süre kaldık­tan son­ra, Türk devleti onu Nesrin’den alarak Bağ­dat’a tes­lim etmiş. Tes­lim edil­iş konusun­da İ.‘nin anlat­tık­ların­da bir kesik­lik var. Çocuk, nasıl Nesrin’den alınıp da Bağ­da­ta ver­ildiği­ni bilmiyor.

Küçük İ. DAEŞ tarafın­dan kaçırıldığın­da ismi­ni ve soy ismi­ni unut­mamış. Bu sayede aile­sine ulaşıla­bilindiği için çok şanslı. Fakat ya ismi­ni bilmeyen ve kaçırıldık­tan son­ra ismi de dahil Kürtçe konuş­mayı bile unutan bin­lerce Ezi­di çocuk? Maale­sef onların akı­bet­leri henüz bilinmiyor…

Parçalanan Ezi­di ailelerin bir daha bir­leşe­meye­cek kayıp bir çocuk­lar kuşağı var. Ner­den geldiği­ni, kim olduğunu bilmeyen savaş çocukları…

İ. yanımız­dan ayrılarak öte­ki küçük çocuk­lar­la oyna­maya başlıy­or. Beş yaşın­da akran­larıy­la oyana­ma hakkı elin­den alın­mış çocuk, dört yıl son­ra çocuk­luğu­na kaldığı yer­den başla­maya çalışıy­or, ama film kopuk. Kopan fil­mi onar­mak onu yeniden mut­lu ve huzurlu bir çocuk haline getirmek dünya ve insan­lığın omu­zları­na yük­len­miş ağır bir vebal. Ancak, maale­sef dünyanın gözü kulağı Ezidi­lerin yaşadığı büyük dra­ma kapan­mış .İns­alık bu dram­la ilgili tek tük kişi­leri öne çıkaran sınır­lı medy­atik çalış­malar­la yet­in­miş gözüküy­or. Ezidi­lerin hikayesi­ni tek tek göremediği gibi yok olmak­la karşı karşıya olan bu halkın toplu akı­be­ti­ni de görmek­ten, toplu­luğa karşı işle­nen soykırım ve insan­lık suçlarının fail­leri­ni bulup yargıla­mak­tan aciz.

ezidi kadinlar

Xanza’nin Hikayesi : Kirvelik ve İhanet

Şeyh’in evin­de görüştüğüm diğer kadın Xan­za ise kısa boy­lu, zayıf esmer bir kadın Gerçek­te 65 yaşın­da olsa da çök­müş görün­tüsüyle çok daha yaşlı bir kadın izlen­i­mi uyandırıy­or. Der­li toplu, sade konuş­ması dikkat çekiy­or. DAEŞ’in elinde esirken yaşadığı tra­jediyi ara­da bir espir­il­er katarak da anlat­ması zaman zaman güldürüy­or insanı.

Anlatık­ları yakın tar­i­hin bir özeti gibi. “Bize Emin Berakat aile­si der­ler” diy­erek başlıy­or söz­ler­ine. “Hardan köyün­d­eniz. Eşim Irak İran savaşın­da öldü. BAAS par­tisi döne­minde Irak yasaları­na göre savaş­ta ölen­lerin aileler­ine 60 dönüm­lük toprak tazmi­nat olarak tah­sis edilir­di” diy­or. Eşinin ölümün­den son­ra iki kızı ile oğlu Emin’i Saddam’ın tah­sis ettiği bu toprak­ları sür­erek tek başı­na büyüt­tüğünü söylüyor.

Biz Ezidil­erde ailenin devamı soyun sürdürücülüğü önem­lidir. Bu neden­le erken yaş­ta oğlu­mu evlendirdim. Hem de iki eşle evlen­mesi­ni iste­d­im ki çocuk­ları çok olsun, soyu­muz sürsün istedim”.

Bu evlilik­ler­den yedisi kız, üçü erkek toplam on çocuğu olmuş oğlu Emin’in. “DAEŞ saldırdığın­da tüm aile esir düştük” diyor.

Xanza’nın esare­tle ile ilgili anlat­tık­ları tüyler ürper­ti­ci. DAEŞ’ten kaç­mayı başar­mış torun­larıy­la da konuş­mak istiy­o­rum. Ancak, “onları bırak ben­im­le konuş ki bütün soru­ların cevap bul­sun” diy­or. Anladığım kadarıy­la bunu torun­larını, koru­ma içgüdüsüyle yapıy­or. Kısa bir süre son­ra hep­si­ni eve yol­luy­or ve anlat­maya devam ediyor.

Saldırı­dan önce, komşu­lar ve çevre­de­ki insan­lar­la ilişk­i­ler­im­iz güzel ve sorun­suz­du. Evimizin kapısı, sofralarımız, herkese açık­tı. Mis­afir­im­iz bol olur çay kahve ve ikram­lar eksik olmazdı soframız­da. Köyümüz Sun­ni Arap ve Ezi­di Kürtler’­den oluşuy­or­du. Yıl­lar içinde Sun­ni-Ara­plar’la dost ve kirve olmuş­tuk. Her şey­imizi pay­laşırdık. Biz Ezidil­erde “kiriv­o­luk” önem­lidir. Kardeş gibi olur­sun kir­ven­le. Namusunu-malını gözünü kırp­madan tes­lim eder­sin ona. Çünkü kendin gibi bilirsin. Yıl­lar­ca bu Arap Sün­nil­er­le bu kut­sal kirve­lik bağı ile ilişk­ilendik” diyor.

DAEŞ’in saldırıya geçtiği gün­lerde bir gün çok sayı­da Arap-Sün­ni oto­mo­bil­leriyle bizi ziyarete geldil­er. Çay, kahve ikram ettik, mis­afir­per­ver­liğimiz­den birşey eksik etmedik. Bize, ‘git­meyin bur­da kalın. Size kimse karışa­maz. Biz size kefil­iz’ dedil­er. Biz de, ‘içimiz rahat değil, gide­ceğiz’ dedik. Oto­mo­bil­ler­im­ize binip Sınuni Nahye­si’ne doğru yola çık­tık. Bizi yol­da yakaladılar. Köyde kalan köylü­ler­im­izin yarısını ora­da, diğer yarısını Sınuni’ye yakın öldürdüler.

Bizi akşam saat 5’te aldılar ve Suriye Tıl­te­mer’e götürdüler. Bura­da dokuz gün kaldık­tan son­ra, kızlarımızı, çocuk­larımızı biz­den ayırdılar ve bizi Koço köyü üzerinden Musul’a götürdüler. Koço köyüne vardığımız­da toplu, kümel­er halinde öldürülmüş insan ceset­leri ile karşılaştık. Üst üste yığılmış, güneşin altın­da kızarmış, bozul­muş, kurtçuk­lan­mış, tanın­may­a­cak halde­ki bu ceset­lerin çoğu Ezi­di erkek­ler­ine ait­ti. Yakaladık­larını toplu halde öldürmüşlerdi.

Sahip­siz çok sayı­da köpek ortalık­ta dolaşıy­or­du. Bun­lar bazen ağı­zların­da ölü insan uzu­vları, el, bacak ve muhtelif parçalar­la gelir yanıbaşımız­da yer­ler­di. Bir defasın­da bir köpeğin ağzın­dan bir insan eli aldım. Eli cebimde­ki bez mendil­ime sardım ve toprağı eşe­leyip gömdüm. Bu ellde koca­man taşlı bir yüzük vardı. altındı ve pahal­lı bir şey gibi görünüy­or­du. Yüzüğü par­mağın­dan çıkardım, ve gücümün yet­tiği kadar uza­k­lara fır­lat­tım. ‘Sahib­ine hayır getirmemiş bu yüzük bana mı hayır getire­cek?’ ded­im ken­di kendime.

Bizi son­ra Telafer­’e götürdüler. Bur­da silah zoruy­la Müs­lü­man­laştır­maya çalıştılar. Bize bir öğret­meni hoca olarak vermişlerdi.Görevi bize namaz der­si vermekti.

Orada­ki DAEŞ sorum­lu­larının isim­leri Ebu Humud, Ebu Hac­er, Ebu Somay’dı. Biz­im tanıdığımız Mitil­da Arap aşire­tinin men­su­plarıy­dı hep­si de. Telafer­li Türke­men­ler’­den de çok sayı­da DAEŞ sorum­lusu vardı. Hacı Meh­di, Ebu Ali, Ebu Bakıl’dı adları. Bun­lar bize Kuran, namaz, sala ve Şeyh­lerin tar­i­hi der­s­leri­ni verir­ler­di. Zor­la namaz kıldırt­tık­ları zaman içim­den ses­sizce onlara küfür ederdim.

Zor­la evlendirilen, cariye olarak satılan kızlarımız onlara direniy­or, boyun eğmiy­or­lardı. Bir gün bize, söyledik­leri­ni ses­li ses­li tekrar­la­mamızı iste­dil­er. Söyledik­leri­ni yap­mazsak ortamız­da bom­ba pat­lat­a­cak­larını söyledil­er. Bir keresinde gerçek­ten de pat­lat­tılar.

Emi­ra ve Mahveri adlı iki kızı, aramız­dan alıp saçların­dan tut­up dipçik­ler­le döverek zor­la Suriye’ye götürdüler. Bu kızlar­dan hiç haber ala­madık. Daha son­ra bizi Koço köyüne köle olarak tarım yapalım diye yolladılar.

Bahardı, sular yük­selmiş sell­er akıy­or­du. Baharın hırçın suları toplu­ca öldürülen Ezi­di ceset­leri­ni sürük­leyip kıyılara vuruy­or­du. Derelerin etrafı kafa­tası, kol, bacak ve insan uzu­vlarıy­la dol­muş­tu. Ceset­lerin büyük bölümü Koço köyü sakin­ler­ine aitti.

Köy­de­ki bizi esir olarak çalıştıran sorum­lu Hüseyin Seloy’­du. O da biz­im gibi bir Ezidiy­di. Öldürülmemek için kızlarını DAEŞ’e gönül­lü ver­miş, Müs­lü­man olmayı seçmişti. Ken­di­ni onlara daha fazla kanıt­la­ma ihtiy­acı ile onlar­dan daha çok kötülük yapıy­or­du. Şen­gal’de­ki bir çatış­ma­da öldürüldü.

Daha son­ra DAEŞ bir karar aldı. Ezi­di yaşlılarını bırak­tı. Torunum 8 yaşın­da­ki N.‘yi de kendim­le getirdim. 10 yaşın­da­ki torunum E.’yi hükümet DAEŞ’ten satın aldı. Öte­ki torunum 14 yaşın­da­ki T.’yi de bulup getirdil­er. Torunum I. şu an 18 yaşın­da o da kaçarak gel­di. Torunumu R.’yi ise ben 7000 Dolara DAEŞ’ten satın aldım” diyor.

Bir gecede komşuluktan düşmanlığa geçiş

Xanke’de yağ­mur yağdığın­da hemen su gölet­leri oluşuy­or ve sokak­lar çamur­dan geçile­mez hale geliy­or­lar. Kam­plara ziyare­timizi işte böyle yağ­murlu çamurlu bir hava­da yap­tık. Çadır­lar Şen­gal­li Mül­te­cil­er­le doluy­du. Kamp­ta DAEŞ’ten kur­tulup kaçan bir genç kız olduğunu duy­duk. Kız­cağızın kim­seyle konuş­madığını, tüm­den içine kapandığını ve her daim siyah elbisel­er giyindiği­ni söylediler.

Su gölet­leri üzerinden atla­yarak, çamurlu yol­lar­dan geçerek genç kızın bulun­duğu çadıra vardık. Genç kız bizi götüren rehberi ter­sley­erek, “Ben size ‘buraya gelmeyin!’ demed­im mi?” dedi.

Ezidi

Bermal

Rehber onu konuş­maya ikna etme­mi iste­di. Çocuk­cağızın ailesin­den çekindiğin­den biz­im­le rahat konuşa­madığını fark ediy­o­rum. Aile fert­lerinin yüzünde derin bir çökün­tü var. Üvey anne ile konuşup onu bir çeşit ikna ediy­o­rum ve Bermal’le dışarı çıkıp konuş­maya başlıy­oruz. İlkin hiçbir şey söylemiy­or. “Evet” veya “hayır” cevap­ları dışın­da soru­ları­ma hiçbir yanıt alamıy­o­rum. Mis­afir olduğu­muz çadıra varın­ca Bermal ile yal­nız konuş­ma fır­satı buluy­o­rum. Ona ken­di hay­atım­dan söz ediy­o­rum. Kuzey Kürdis­tan’­dan, Diyarbakır­lı olduğu­mu söylüy­o­rum, ve neden buralar­da olduğu­mu anlatıyorum.

Bermal’in çehresinde bir­d­en gülücük­ler oluşuy­or. Anlat­tık­larım ilgi çeki­ci ola­cak ki bu kez o bana peşpeşe soru­lar sor­maya başlıy­or. Ara­da odaya girip çıkan­lar oluy­or. Başkalarını gördüğünde Bermal’de aynı sesi­z­lik ve somurtkan­lık baş gösteriyor.

Bermal esirken yaşadığı küçük düşürülmeyi ancak ses­siz kalarak yenebile­ceği­ni düşünüy­or. Böylece geçmiş şimdi­ki var­lığı­na bulaşmayacak.

Bermal özsaygısını ses­siz kalarak koruy­a­cağı­na inanıy­or. Bunu anlar anla­maz odaya başkalarının girmesi­ni istemiy­o­rum. “Neden hep bu siyah eski elbiseleri giyiy­or­sun? Bu yaş­ta yaşlı bir kadın gibi giy­in­menin anlamı ne?” diye soruy­o­rum. Bana, “annem DAEŞ Fermanı’nda dağa ulaşa­bilen guru­plar­dan birindey­di” diy­or. Annesi şek­er has­tasıymış, dağ­da yiye­cek birşey bulun­madığın­dan orda ölmüş. “Anne­min o şek­ilde ölmüş olması bana çok ağır geliy­or. Ben­im DAEŞ’e esir düşmem ve yaşadık­ları­ma ek yaşanan­lar çok ağır şeyler. Dediğiniz gibi giyin­sem, mut­lu davransam çevre bana, anasının yasını bile tut­madı diye­cek.” diyor.
DAEŞ’in esaretinden, ölümü göze alarak kaçıp kur­tu­lan Bermal, çamur ve su gölet­leri içinde yağ­mur sızdıran bir çadır­da yaşıy­or. Üste­lik çadırın etrafı­na örülü toplum­sal değer yargıları, yaşamış olduk­larını anlat­tığın­da ona yaşa­ma hakkı tanı­may­a­cak. Öyle bir gerçek­liği var Bermal’in ve ancak susarak yaşayabiliyor.

Toplum­sal değer yargılarının ağır pençe­si esaret­ten kur­tu­lan Ezi­di kızlarının üstünde karan­lık bir kafes gibi duruy­or hala. Ulus­lararası kurum­lar bu kızların reha­bil­i­ta­sy­onu için neden pro­jel­er geliştir­miy­or­lar? Bu çocuk­ların sözde özgür­lük koşulların­da bile hala özgürce soluk ala­ma­maları­na, yarın­larının karan­lık bir kabus içinde yaşar gibi yok olup gitme­sine isyan ediyorum.

Bermal kulak­larımı söz söyle­meğe değer bul­muş ola­cak ki devam ediy­or anlat­maya. “Dokuz yaşın­da olan kardeşim H. ile dayımın evine bayram ziyare­tine git­miştik. Tank, top, ağır silahlar­la bu köye saldırdılar. Bulun­duğu­muz köy Ezi­di ve Ara­plar­dan oluşan toplu bir köy­dü. BAAS tarafın­dan 1975 lerde strate­jik amaçlar­la oluş­tu­ru­lan bu kar­ma köy­lerin nüfusu çok kal­a­balık­tır. Zaman­la aramız­da kirve­lik bağları oluş­muş­tu. Ara­pların bazıları babamın yanın­da çalışır­lardı. Evimize gelir, konuk olurlardı. DAEŞ bize saldırdığın­da bun­ların tümü bir gecede DAEŞ’in etrafın­da top­landılar ve DAEŞ’li oldular.

Köy­den bizi kaçırıp Beac’a , oradan da Şen­gale götürdüler. Yaşlıları bir tarafa genç kızları bir tarafa ayırdılar. Yaşlıların çoğunu öldürdüler. Bazı evli genç kadın­ları da kendi­ler­ine aldılar. Biz bekar genç kızları döverek saçlarımız­dan çek­erek zor­la trak­tör­lere bindirip Telafer­’e götürdüler. Bura­da büyük salon­lara doldur­du­lar. Güzel sarışın kızları seçip kendi­ler­ine zor­la aldılar. Esmer olan­lara daha az rağ­bet vardı. Bizi seçmesin­ler diye bazen bul­duğu­muz çamur ve kiri yüzümüze sür­er yüzümüzü kara yapardık.

Onlara diren­e­meye­lim diye verdik­leri suya dahi uyuş­tu­ru­cu katar­lardı bazen.

Beni ilk kırk yaşın­da­ki Suu­di Husin Ebu Mustafa aldı. Ara­pçasın­dan hiç birşey anlamıy­or­dum. Bizi cariye olarak alan DAEŞ’li erkek­ler aynı zaman­da din hocalarımız oluy­or­lardı. Biz­leri müs­lü­man­laştır­ma öde­v­leri vardı. Bu adama karşı çok direndim. Sonun­da eller­i­mi ve ayak­larımı zin­cirle­di, tecavüz etti. Bana hay­van gibi davranıy­or­du, her defasın­da eller­i­mi bağla­yarak bana sahip oluy­or­du. Bazen operasy­on­lara gider, üç ay gelmez­di. Bir operasyon­da bana öldüğü söylendi.

Son­ra beni Baac’da babamın yanın­da çalışan ve beni tanıyan bir Arap aldı. Aile­mi tanıdığı için beni fazla zor­la­madı. Her git­tiği çatış­ma alan­ları­na yakın beni de götürürdü. Daha son­ra beni ken­disiyle Suriye de ki Min­biç’e götürdü. Git­tiğimiz köyün Min­biçli YPG Komu­tanı Feysal Ebu Ley­la’nın köyü olduğu söyleniy­or­du. Ebu Ley­la’nın kardeşi Yusuf bu köyde DAEŞ tarafın­dan vurul­muş­tu. Min­biç’te çatış­malar devam ederken, bizi Telafer­’­den tanıyan, eski aile dos­tu­muz ben­le kardeşi­mi YPG kon­trol nok­tası­na yakın bir yere getirip bırak­tı. ‘Gidin onlara tes­lim olun’ dedi. Ben ve kardeşim bu şek­ilde YPG ye tes­lim olduk. ” 

Bermal, Rojava’­da onları iyi karşıladık­larını, aileler­ine ver­mek üzere Güney Kürdis­tan’a tes­lim ettik­leri­ni söylüyor.

Bu kadar hay­a­ta kapalı olan bu genç kızın Feysal Ebu Ley­la’­dan bahsederken gözbe­bek­leri par­lıy­or. onu DAEŞ karan­lığın­dan kur­taran­lara karşı manevi bir bağlılık ve sem­pati duyuyor.

Kadın örgütleri, uluslararası kurumlar bu drama daha ne kadar seyirci kalacak?

Konuş­manın sonun­da Bermal’i kap­kara yaşlı kadın elbiseleri­ni terk etm­eye ikna ediy­oruz. Bir­lik­te çarşıya gidip yeni elbisel­er almayı kab­ul ediy­or. Mağaza­ya ilk girdiğimizde istek­siz. Ancak mağaza­ya girip çıkan, sürgün edilmiş, kaçırılmış ve son­radan geri dönüp yaşamın akışı­na ken­di­ni bırak­mış ken­di yaşıtı Ezi­di kızları gördükçe Bermal’in utan­gaçlığı aza­lıy­or. Ona siyah ren­kli her­han­gi bir şey almayı yasaklıyoruz.

Ayakkabı için girdiğimiz dükkan­da pem­be ren­kli ala­calı çiçek­li bir ayakkabı çok hoşu­na gidiy­or ve onu satın alıy­oruz. Fakat arabaya kız kardeşinin yanı­na dönünce kararını değiştiriveriy­or. Ayakkabıyı daha kapalı bir renge değiştire­ceği­ni söylüy­or, çünkü daha tutul­ması gereken yaslar var…

Bermal henüz 19 yaşın­da, aca­ba ömrünün daha kaç yıl­lını bu toplum­sal yası tut­mak için geçire­cek? Bizler daha ne kadar Bermal’in bu yası tut­ması­na seyir­ci kalacağız?

Bermal’e elbise almaya evin­de kaldığımız Şey­h’in kardeşi Nes­rin’le bir­lik­te çık­mıştık arabayı o kul­lanıy­or. Musul’­da İngiliz Dili ve Ede­biy­atı Bölümü son sınıf öğren­cisi. Kendine güve­nen, mod­ern ve çok güzel bir Ezi­di kızı. Arabayı Xanke yol­un­da sür­erken Ezi­di erkek­leri, kızları onu hayran­lık­la izliyor.

Nes­rin’e dönüp, “keşke senin gibi Ezi­di kızlarımız çok olsa ve bu toplumu değiştirip dönüştüre­bilsel­er” diy­orm. Nes­rin şöyle cevap veriy­or; “Biz Ezidil­er ve kadın­larımız için 3 Ağus­tos 2014, bir milat oldu. Yaşa­ma Ezi­di Enfali önce­si ve son­rası diye bölerek bakıy­oruz. Ben ve ben­im gibi birçok genç kadın Fer­man öncesinde bu kadar serbest değildik. Biz Şen­gal’de iken kadın­larımız genelde içeri kapanır ve örtünürdü. Hat­ta uzun elbisel­er giy­er­ler­di. Pan­tolon giyen bir kız göre­mez­di­niz. Kızlar genelde oku­tul­mazdı. Kızları bırak erkek­ler­im­iz de fazla oku­mazdı. Toplum­sal baskı ve yaşlıların kaideleri geçer­li kural­lardı. Bu tab­u­lara karşı çık­mak da zordu.

3 Ağus­tos 2014 Şen­gal Fer­manı herşeyi kök­ten sarstı. Toplum­sal düzen ve sis­temimiz alt üst oldu. Geçmişin değer yargıları sarsıldı, yeni yeni değer­ler ortaya çık­maya başladı.

Kızlarımız YJŞ çatısı altın­da savaşan kızları gördüler. Onların kızlı erkek­li DAEŞ’e karşı savaşım­ları­na tanık oldu­lar. Onları görmek, cesaret­ler­ine tanık olmak kendi­ler­ine de özgüven aşıladı.”

Çarşı­da yürürken Ezi­di Kürt kızlarının güzel­liği dikka­ti­mi çekiy­or. Hep­si moda halinde saçlarını uza­tıp tam başlarının üstünde tepe­den top­uz yap­mışlar. Hemen hemen hep­si saçlarını sarı ve ton­lar­da boy­amış, çoğu streç pan­tolon giyiy­or. Güzel giy­in­m­eye çalışarak, yaşa­ma sev­inç­leri ile Ezi­di Jeno­si­dinin etk­i­leri­ni inat­la üzer­lerinden atmaya çalışıy­or­lar. Oku­lun dağıl­ma saatinde kızlı erkek­li öğren­cil­er okul­dan kam­plar­da­ki evler­ine doğru yol alırken çok mod­ern ve çağcıl görünüyorlar.

Hevi ve Sıradışı Ailesi

Rehber­im­iz bize yakın kam­plar­dan birinde DAEŞ’in elin­den kur­tu­lan Hevi adın­da bir Ezi­di kızı olduğunu söyle­di. Alman yardım kuru­luşun­da­ki yöneti­cil­er­le kam­pa vardık. Bin­lerce Ezi­di ailenin yaşadığı bu kamp diğer­ler­ine göre daha der­li toplu. Kamp­ta aile sayısı­na göre çadır tah­sis edilmiş ve daha tem­iz görünüyor.

Ezidi

Hevi

Hevi’nin aile­si bizi güler yüzle karşılıy­or. Daha son­ra ken­disi ile de tanıştık. Henüz 21 yaşın­da olan Hevi, nar­in, sevim­li bir kızdı. İnce bir ses tonuy­la konuşuy­or. Kısa özgeçmişi­ni, yaşadık­larını anlatırken Ketrin kısa not­lar alıp ona zarf için­den 50 Bin Dinar çıkartıp veriy­or. Ve öte­ki kızlar­la daha önce yap­tığı gibi fotoğraflar çektiriyor.

Ben­im de Hevi ile konuşa­cak zamanım oluy­or. Aile­siyle bir araya geldik­ten son­ra onlar­la tekrar mut­lu­luğu yakalaya­bilmiş miy­di aca­ba? Ailesinin ona karşı tutu­munu mer­ak ediyordum.

Hevi’nin anne ve babası o henüz küçükken ayrılmışlar. Hevi amcasının nüfusuna kayıtlı. Ama ken­di­ni hep onların gerçek kızı gibi gördüğünü söylüy­or. “Kuzen­im­le kardeş gibi büyüdük. Şim­di onun­la bırak­tığımız yer­den devam ediy­oruz. Bana çok yardım­cı oluy­or” diyor.

Hevi amcasıy­la beraber DAEŞ’e esir düşmüş. Esir düşme anlarını şöyle anlatıy­or; “Ağır silahlar­la köyü bastılar. Bizi dövdüler ve alıp yer­lerde sürük­ledil­er. Her tarafta ölüler ve yaralılar vardı.O man­zaradan çok kork­muş­tuk. Bizi ara­balara doldu­rup, bilmediğimiz yer­lere doğru götürüy­or­lardı. İlkin Beac’a götürdüler. Bura­da genç kızları ve yaşlıları gru­plar halinde ayırdılar. Beni Tılke­ser’e götürdüler. Son­ra da Tıl­bı­nan­t’a. Köy­ler­im­iz­den toplayıp getirdik­leri biz, otuz Ezi­di kızını bir yere kap­at­tılar. Hiçbir­im­iz bir­bir­im­izi tanımıy­or­duk. Son­ra da bizi bir­bir­im­iz­den kopardılar.

Her defasın­da bir­im­izi göz­ler­ine kestiriy­or. Sürüye dalan vahşi kurt­lar gibi çığlık­lar içinde alıp götürüy­or­lardı. Son­ra beni İnfethiye’ye götüdüler. Oradan da Hatim­i’ye götürdüler. Son­ra da Rem­boz­i’ye götürdüler. Bu say­dık­larım hep­si Ezi­di köy­leriy­di. Bizi hep o karakoldan bu karako­la kendi­leriyle bir­lik­te gezdirdil­er. Gördüğüm DAEŞ’lilerin çoğu Şen­gal’de­ki Sün­ni Ara­plardı. İçl­erinde tek tük yabancılar da vardı. Beni ilkin Deha Mah­mud adın­da biri cariye olarak götürdü. Bir yıl onun­la kaldım. Şen­gal’de bir çatış­ma­da öldürülünce beni Yasin Uwayd Mah­mud aldı. Bana nikah yap­madı. Evliy­di, bana cariye muame­le­si yapıyordu.

Biz Ezi­di kızlarını genelde cariye ve bir­in­ci eşler­ine hizmetçi olarak alıy­or­lardı. Yasin Uwayd beni bütün operasy­on­lar­da ken­disiyle bir­lik­te gezdir­di. Kaldığı bütün karakol­lar­da beni yanın­da tut­tu. Son­ra o da öldürüldü. Telafer operasy­onu yapıldığın­da aile­si beni Haş­di Şabi’ye tes­lim etti. Bu şek­ilde esaret­ten kur­tul­dum. Onlar da beni aileme tes­lim ettil­er. Şim­di ailem­le hay­atımı kaldığım yer­den devam ediy­o­rum. Ailem bana çok yardım­cı oluyor”.

Yanıtlaması Çok Zor Bir Soru…

Ona kim­s­enin duya­may­a­cağı şek­ilde, “senin ora­da hiç çocuğun oldu mu?” diye soruy­o­rum. İlkin inkar ediy­or. Son­ra ısrar edince, “evet bir kızım oldu adını Ayşe koy­du­lar” diy­or, “onu adamın aile­sine tes­lim ettim, ora­da güvendedir”… 

Konuş­tuğum bir çok Ezi­di kızı ora­da doğum yap­tık­larını çocuk­ları olduğunu inkar ettil­er. Kızlar DAEŞ’in elinde esir kaldık­ları döne­mi, kir­lendik­leri bir dönem olarak görüy­or­lardı. Kir­len­menin meyvesi­ni anlat­mak, onlara ağır geliyordu.

Şengal Yolunda

Grup­tak­il­er, Xanke Köyün’­den Şen­gal’e nasıl geçilebile­ceğinin planını yapıy­or­lardı. Ben Irak’ta yaşadığım­dan her­han­gi bir bürokratik enge­lim yok­tu. Almanya’­dan gelen­ler içinse Irak Merkezi Hükümeti’nin izni gerekiy­or­du çünkü Kürdis­tan Böl­ge­si’nin pas­aport­lara vur­duğu mührü Irak Merkezi Hükümeti tanımıy­or­du Musul ve Şen­gal de Merkezi Hükümetin dene­ti­mi altın­da­ki böl­gel­er­di. Şeyh özel ilişk­i­leri üzerinden, yol güz­er­gahını güven­lik­li bir şek­ilde geçmem­izi sağla­mak için uğraşıy­or­du. Sonun­da Şeyh, Hay­dar Şeşo’­nun gücün­den bize bir rehber gön­der­di. Rehberin arabası ile bir­lik­te iki ara­ba yola koyulduk.

Duhok sınırın­dan çıkıp Musul sınırı­na girdiğimizde bize gizli DAEŞ hücreler­ine hedef olmamız için, başımızı ört­mem­iz söylen­di. Musul yol­u­nun tümünü Irak ordusu ve Haşti Şabi tutuyordu.

Hayalet şehir Musul

Dicle Nehri’nin sol tarafın­dan Musul şehrine giriy­oruz. Dicle’nin bu bölümü Sad­dam döne­minde kalbur üstü semt­lerinden biriy­di. Eski­den Musul bur­ju­vazisinin yaşadığı bu bölümde nehir boyun­ca lüks vil­lalar, köşk­ler dizili. Bazı tepecik­lerin üzerinde ihtişam­lı Arap tarzı yapılar görünüy­or. Şehrin bu bölümü ağaç­landırılmış ve nis­pe­ten daha yeşil. Ortalık oldukça sesiz ve sakin, çok az sayı­da açık dükkan var. Şehrin tüm sakin­leri ya göçmüş ya da sesiz bir uyku­da uyuy­or­lar­mış gibi geliy­or insana.

Koal­isy­on ve Bağ­dat Merkezi Hükümeti Musu­la saldırı başlat­tığın­da şehrin bu tarafı hiç diren­meden ve savaş­madan tes­lim olmuş. Böylece fazla hasar görmemiş. Duvar­lara Irak seçim panoları asılı. Çok sayı­da erkek aday içinde tek tük aşırı makya­jlı kadın adayın fotoğrafları da gözüküy­or. Savaşın viran ettiği boş şehird­e­ki bu demokrasi skeçi ve panolar gülünç duruyorlar.

Dicle üzerinden şehrin sağ tarafı­na geçiy­oruz. DAEŞ’in uçur­duğu köprüler yeni onarılmış. Bu taraf yok­sul Musul olarak kab­ul ediliy­or. Aynı zaman­da DAEŞ’e gönül­lü katılım­ların en yoğun olduğu yer. DAEŞ sis­tem­i­ni bura­da kurum­sal­laştırdığın­dan Musul savaşının tümü neredeyse bu bölümde geçmiş. Aman­sız savaşın ardın­dan şehrin bu mahal­leleri tama­men enkaza dönüşmüş. Özel­lik­le havadan atılan bom­balar taş üstünde taş bırakmamışlar.

Musul

Musul hava operasyonunda 400 Ezidi rehine Kürt kadın ve çocuk katledildi

Şoförümüz H. bizi Musul için­den, Cumhuri Has­ta­hane­si’ne yakın bir yer­den geçiriy­or. Tama­men yıkın­tı haline gelen has­tane Musul’un en büyük has­tane­siy­di. DAEŞ ve Irak güven­lik güç­leri buraya yakın mesafe­den çatış­maya başlar başla­maz DAEŞ 400 Ezi­di kadını, çocuk ve yaşlıyı bu has­ta­han­eye kap­atıp can­lı kalkan olarak kullanmış.

Irak güven­lik güç­leri rehin­lerin var­lığın­dan hab­er­dar olduğu halde, rehineleri kur­tar­maya gerek duy­mamış. Koal­isy­on güç­leri de sivil­lerin hay­atını kur­tar­mak için her­han­gi bir adım atmamış. Musul Cumhuri Has­ta­hanesi­ni içerde­ki siviller­le beraber bom­bala­ma kararı almışlar. Yer­le bir edilen has­ta­hane içinde 400 Ezi­di kadın çocuk yaşlı ölmüş. H. derin bir iç çek­erek, “Biz Ezi­di Kürt­leri tama­men sahip­siz­iz” diy­or.

Şen­gal güz­er­gahın­da bize eşlik eden­ler­den biri de Keke Ferman’dı. Yir­mili yaşların­da­ki bu genç adam Irak Özel Güç­lerinde görevliy­di. DAEŞ hücrelerinin hala faal olduğunu ve sürek­li tutuk­la­malar yapıldığını söylüyor.

Fer­man, Musul’­da yaşanan­lara ilişkin korkunç ayrın­tılar aktarıy­or. “Musul Nuri Cami’nin alt katı geniş bir bodrum­dur. DAEŞ yüzlerce Ezi­di kadın ve çocuğu bura­da esir tutuy­or­du. Onları gün­lerce aç ve susuz bırak­tı. Kur­tu­lan bazı Ezi­di kadın­lar onlara bu bodrum­da bazı gün­ler sadece pişmiş et ver­ildiği­ni bunu nedeni­ni anlaya­madık­larını söylemişler. DAEŞ’liler daha son­ra kadın­lara, aslın­da onlara ken­di çocuk­larının eti­ni yedirdik­leri­ni söylemişler. Han­gi gün, han­gi kadının çocuğunu kesip ona yedirdik­leri­ni bile söylemişler. Bir çok kadın bu bodrum­da ya çıldır­mış ya da kahrın­dan ölmüş. Bunu o bodrum­dan kur­tu­lan tanık­lar­dan biz­zat din­led­im”. diyor.

Yine Keke Fer­man, Musul’a ilişkin şun­ları belir­tiy­or, “Hed­ba Camii mey­danın­da ve Cuma Pazarın­da Ezi­di kadın­larımız satıldı. Badoş Ceza­e­vi eski­den Irak’ın en büyük ceza­ev­lerinden­di. DAEŞ, burayı Ezi­di halkı için yeni bir ceza­evine dönüştürdü. Bin­lerce Ezi­di kadın, çocuk, yaşlı buralar­da tutul­du, açlığa, susu­zluğa her çeşit işkenc­eye ve vahşete tabi tutul­du” diyor.

Cezalandırmalar

Şu anda Musul’­da hemen her yerde par­mak­ları kesik erkek­ler­le karşılaş­mak mümkün. Zira DAEŞ, sigara içen­leri böyle ceza­landırıy­or­muş. Namaz saatinde dışar­da olmak da yasak­mış. İns­anl­ar sokak ve cad­del­er­den zor­la namaza götürülüy­or­muş, git­meyen­lere ise işkence yapılıyormuş.

DAEŞ’in ın kara çarşaflı kadın ele­man­ları şehrin içinde devriye gez­erek kim nasıl giyiniy­or, ne konuşuy­or nasıl davranıy­or diye isti­h­barat topluy­or bun­ları toplum poli­sine bildirip ceza­landırıy­or­lar­mış. Erkek­lerin Afgan tarzı kısa entari ve alt­ta şal­var, ayak­ları açık ter­lik giymeleri mecburiymiş. Yine bıyık­ların kesik, uzun saçlı ve sakallı olmak zorundaymışlar.

Sigara satan­ların kafası kesilir­miş. Buna rağ­men kara bor­sa­da bir sigara paketi 100 dolara gizli­den satılıy­or­muş. Erkek­lerin çalış­ması yasak­lan­mış. Savaş ve cihat için eği­til­erek savaşa girmeleri zorun­lu­luk haline getirilmiş.

Tar­i­hi Musul kentin­den geçerken ikiye ayrılmış şehrin görün­tü­leri pencere camın­dan sesizce akıp gidiy­or. Yıkın­tılar­la dolu bu ıssız şehrin cen­neti de cehen­ne­mi de gördüğünü düşünüy­or­sun. Ancak bura­da cehen­nem daha uzun sür­müş gibi duruy­or… Duvar­lar dile gelse dünyaya anlat­a­cak­ları cehen­ne­min hikayesi olur­du hiç şüphesiz.

Ve Şengal…

Musul’­dan Şen­gal’e Telafer üzerinden geçiy­oruz. Yol üstün­de­ki ova köyler­den geçerken savaşa dair her­han­gi bir yıkın­tı dökün­tü göremiy­oruz. Telafer’de DAEŞ ve Irak Güven­lik güç­leri arasın­da çatış­ma yaşan­madığı hissediliy­or. DAEŞ’in buralar­dan anlaş­may­la çek­ildiği söyleniy­or. Görüştüğümüz mağ­durlar da söyle­nen­leri doğru­luy­or. Onları esir tutan DAEŞ ‘lil­er aileleriyle beraber HAŞDİ ŞABİ ye diren­meden tes­lim olmuşlar.

Şen­gal’in Telafer tarafı düz ovalar­dan oluşuy­or. DAEŞ yap­tığı katliam­da böl­genin coğrafi kon­u­mu önem­li bir rol oynamış. Ova boyun­ca önümüzde irili ufak­lı köyler sıralanıyor.

Sin­uni sınır hatı­na doğru ilerledikçe Şen­ga’lde­ki kar­maşık güç duru­munu yan­sı­tan güven­lik nok­ta­ların­dan geçiy­oruz. İlk güven­lik nok­tası HAŞDİ ŞABİ, son­ra­ki Irak askeri ya da Irak özel güç­lerinden oluşuy­or. Genelde Şengal’de yaşayan Ezidil­er bu görev­leri icra ediy­or­lar. Fakat bun­ların içinde çok az sayı­da Arap da var. Bura­da yine Hay­dar Şeşo’ya bağlı Hiza Parastı­na Ezidix­an da mevcud­uyeti­ni alıy­or. Şen­gal’in kur­tu­luşun­da çok önem­li rol oynayan Kürt-HPG güç­leri bölge­den çek­ilmiş. YJŞ güç­leri ise HAŞDİ ŞABİ güç­leri içinde res­mi biçimde yeniden düzen­lemişi. Eski YJŞ tama­men yer­el ve Şen­gal Ezidi­lerinden oluşmaktaydı.

Seçim çalışmaları

Şehir Merkezinde ilkin Hay­dar Şeşo Güç­leri ile görüştürüldük. Merke­z­leri genişçe ve büyük bir bina­da kuru­lu. Gir­er girmez hemen havada­ki yoğun­luk göze çarpıy­or. Ziyare­timiz tam da Irak genel seçim­leri döne­m­ine denk geldiğin­den bura­da da seçim çalış­maları yürütülüyor.

Yemeğin ardın­dan Sin­uni Nahiye­si Müdürünü ziyarete gidiyoruz.

Sinuni : Bir çeşit halk yönetimi
ve maaşsız nahiye müdürü

Ezidi

Nahiye Müdürü Xudi­da Çuke Hesen

Sin­uni Nahiye­si Müdürü Xudi­da Çuke Hes­en’i il makamın­da ziyarete gidiy­oruz. Bina gir­işinde bize yol gösteren görevli dikka­timizi çekiy­or. “Bu kim?” diye soruy­oruz. Nahiye müdürü olduğunu söylüy­or­lar. Müdür bizi makam odası­na dav­et ediy­or. İçerde her­han­gi bir amblem, siyasal tem­sili içeren hiçbir işaret yok. Irak bayrağı dışın­da gözümüze çarpan tek şey nahiye müdürünün isi­minin yazıldığı bir şilt. Müdür yaşa­ma sıkı tutun­maya çalışan bir miza­ca sahip. Bize nasıl nahiye müdürü olduğunu anlatıyor.

Ben­im asıl mesleğim mühendis­lik. Yıl­lar­ca bu mesleği yap­tım. DAEŞ Şen­gal’e saldırdığın­da ben iki yıl YJŞ ile bir yıl­da HEŞTİ ŞABİ ile bir­lik­te Şen­gal savun­masın­da aktif olarak yer aldım. Şen­gal DAEŞ’ten alındık­tan son­ra eski devlet görevlilerinin hiçbiri Şengal’e dön­mek istemedil­er. Eski nahiye müdürü de bun­lar­dan biriy­di. Halk bak­tı bu makam boş olmuy­or. Bazı rutin işlerin yapıl­ması lazım, çarçabuk bir seçim yap­tılar ve beni yeni müdür olarak seçtil­er. Hiçbir yer­den maaş almadan sadece halkın res­mi idari işlerinin aksama­ması için bu göre­vi gönül­lü olarak yürütüyorum.

Görüy­or­sunuz tek bir göre­vim yok. Bur­da­ki çay­cı da ben­im akrabam ben­im­le bir­lik­te bedavaya çalışıy­or. Irak merkezi hükümeti de ben­im göre­vi bu yön­tem­le devr aldığım­dan hab­er­dar. Onlar­la bel­li düzeyde ilişk­i­ler­im­iz de var. Ancak nedense nahiyem­iz için talep ettiğimiz temel ihtiyaçlar konusun­da hiçbir başvu­ru­muza yanıt vermediler.

Örneğin Sin­uni Devlet has­ta­hane­si müdürsüz. İdared­en bir görevli talep ettik ver­medil­er. Buralı bir Ezi­di dok­torun ise on yıl görev yap­ması gerekiy­or ki, buraya müdür olarak atan­abilsin. Maale­sef Ezidil­erde 10 yıl­lık tecrü­be­li dok­tor bul­mak zor. Tecrü­be­li olan­lar da zat­en yurt dışı­na çık­mışlar buralara dön­mek istemiyorlar.

Ben bütün güçlere eşit mesafedey­im. Taraf tuta­cak hal­im yok. İki Kürt par­tisi bur­da bir­birine gir­di az kalsın çatış­maların arasın­da ben gide­cek­tim. Çok zor da olsa onların bir­bir­ler­ine zarar ver­meleri­ni engelledim.

Halkımızın her tür­den sorun­larını birey­sel olarak çözmek için elim­den geldikçe yardım­cı olmaya çalışıy­o­rum”.

Kürdis­tan yer­el Hükümeti’nin Şengal’den ayrıl­masının ardın­dan Irak merkezi hükümeti tümüyle buraya yer­leşe­cek gibi dur­muy­or. Bu kaos duru­mu Şen­gal ve Ezi­di halkının sorun­larını ağır­laştırıy­or. Görüştük­ler­im­in ağır­lık­lı bir kes­mi Şengal’in Ezi­di Kürt­leri tarafın­dan yönetilmesi­ni, statü olarak özerk kalmasını istiyorlar.

Halk Ezi­di Kürt­lerinin bir­leşmesi­ni istiy­or. Ezi­di güç­lerin parçalara bölün­mesin­den, bir­birine karşı sert tutum­ların­dan oldukça rahat­sız. Görüştük­ler­im, “Kürt örgüt­lerinin temel kaygısı, yok olmak­la karşı karşıya bir halk olarak Ezidi­lerinin korun­ması olmalı. Ezi­di toplumunu parçalara bölmemeli çok acı çeken bu hal­ka kan kay­bet­tirmemelil­er” diyorlar.

Kısıtlı imkanlarla ayakta duran bir hastane

Sin­uni Devlet Has­ta­hane­sine geçiy­oruz. Bur­da gönül­lü hemşire ve dok­tor­lar çalışıy­or. Şen­gal’de bürokra­side yaşanan kaos duru­mu en fazla ken­disi­ni halkın sağlığı konusun­da dışa vuruy­or. Dok­tor sıkın­tısı olmasa da başhekim sorun­ları var.

Ezidi

Sin­uni devlet has­tane­si hemşire­si Ş.

Has­ta­hane kapısın­dan içeri girdiğimizde hasta­ların yoğun­luğu göze çarpıy­or. Kapı­da­ki hemşire bizi karşılıy­or. Oldukça gir­işken ve özgüven­li bir genç kadın. Bizi odası­na dav­et ediy­or. Katrin ve Keke has­ta­han­eye getirdik­leri ilaçları tes­lim etmek için maliye­den sorum­lu kişi ile baş­ka bir büroya geçiyor.

Hemşire bana ilkin Şen­gal hakın­da bil­gi veriy­or. “Şu an Şengal’in içinde 4500 aile yaşa­mak­ta. Biz­im nahiye Sin­uni’de 12507 aile yaşıy­or. Şen­gal halkı çok zor koşullar­da yaşamını idame etm­eye çalışıy­or. Sağlık sorun­ları da baş­ta gelen sorun­lar­dan biri. Has­ta­ha­nenin kap­a­site sorunu var. Ağır hasta­ları maale­sef bura­da tedavi edemiy­oruz. Bura­da ameliy­athane bölümümüz de yok. Hiçbir teknik donanı­ma da sahip değiliz.

Ağır hasta­larımızı Beac’a, Telafer veya Musul’a da gön­deremiy­oruz çünkü buralar­da res­mi olarak DAEŞ olmasa dahi ruh­ları hala alana hakim. Ezi­di hasta­larımızı oraya gön­derirsek bir şek­ilde onların ölümüne yol aça­cak­ların­dan şüphe duyuy­oruz. Zat­en halk da oralara güven­mediği için oralara nakil yapıl­masını istemiyor.

Hasta­larımızı çok zor koşullar­da Rojava’ya Kamış­lo ve Hes­ek­i’ye gön­deriy­oruz. Halk bazen ken­disi ambu­lans kiralayıp hasta­ları için getiriy­or­lar, bazen ken­di ara­balarını bunun için kul­lanıy­or, bazen de ambu­lanslara kendi­leri ben­zin koyup hasta­larını o şek­ilde Rojava’ya geçiriyor.

Has­ta­hanede doğum ünite­si yok. Doğum için gön­derdiğimiz kadın­ların çoğu hay­ati tehlike yaşıy­or, yol­da doğum yapan­lar da oluyor.

DAEŞ’ten kur­tarılan bazı kadın­ları da biz tedavi ediy­oruz. Bir çoğu yaşa­mak istemedik­leri­ni söylüy­or­lar. Bazılarının psikolo­jik sorun­ları çok ağır. Özel reha­bil­i­ta­sy­on pro­gram­ları­na alın­ması gerekiy­or. Maale­sef bur­da öyle bir imkan yok.

DAEŞ’ten alı­nan kızlar hiç birşey yaşan­mamış gibi aileler­ine tes­lim ediliy­or. Bu konu­da karşılaştık­ları zor­luk­lar bil­in­miy­or. Bu kızlar, kadın­lar için bir merkez kur­mak istiy­oruz . Bu konu­da bizi ekonomik olarak destekleyen güçler yok. Yaşadık­ları trav­ma çok büyük. Bazılarının gizli gizli sabah namazı­na kalk­tığı­na tanığım. Bu konu­da bir kafa karışık­lığını yaşa­ma durum­ları var. Bazı kızların on onbeş erkeğe satıldığı vakalar olmuş. Kızların cid­di sağlık sorun­ları var. Biz mev­cut imkan­larımı­zla bu tarz sorun­ların çözümünü sağlay­a­cak kap­a­sit­eye sahip değiliz. Eski DAEŞ üyelerinden hamile kalan kızlar geliy­or. Bu çocuk­ları istemiy­or­lar. Aileler­ine dönemedik­lerinden biz­im yanımız­da doğum yapıy­or­lar. Bu çocuk­ları ya Kamış­lo, ya da Hewler merke­zli yuvalara veriyoruz.”

Zorava Köyü

Has­ta­hane ziyare­tinin ardın­dan akşam kon­akla­mak için Zora­va köyüne doğru yola çıkıy­oruz. Köye vardığımız­da gün karar­mak üzere. Düz bir ovaya kurul­muş köyde, evler arka arkaya dizilmiş ve oldukça iç içe. Evlerin tama­ma yakını yıkık ve dökük bir halde. DAEŞ burayı aldığın­da bütün evleri yakıp yık­mış. Bu neden­le de savaş­tan son­ra eski sakin­ler evler­ine dön­memişler. Dönen­ler ise yardım kuru­luşların­dan aldık­ları yardım­la kapı ve pencereleri­ni tamir edip yerleşmişler.

Kala­cağımız evin sahibi görme engel­li. Evli ve üç çocuğu var. Çalışa­cak duru­mu veya sosyal bir yardımı olmadığın­dan çok zor koşullar­da yaşıy­or. Nasıl geçindiği­ni sor­duğu­muz­da çok zor şart­lar­da, ailesinin, sınır­lı olarak yardım ettiği­ni belir­tiy­or. Akşam evin­de köy­den gelen mis­afir­ler­le soh­bet etme imkanı yakalıy­o­rum. Yine bur­da Ezi­di kadın­ların dur durak bilmeyen çalış­maları­na tanık oluyorum.

Ezidilerde Misafirperverlik

Ezi­di kültüründe mis­afir kut­sal bir yere sahip­tir. Hemen hemen git­tiğimiz bütün yer­lerde gördük, mis­afir için evlerinde ne varsa, sofraya konu­lur, sofra çeşitlendirilir. Mis­afir­ler yatın­caya kadar sofra yerde kalır ve sofra üzerinde soh­betler edilir, içe­cek­ler içilir, koyu soh­betlere dalınır. Yat­ma saati geldiğinde mis­afir­ler onlar için hazır­lanan yer­lere alınır uyu­tu­lur. Kadın­ları mis­afir uykuya dalın­ca gece geç saatlerde bulaşık­ları yıkar, etrafı toplar, çocuk­larını ve herke­si yatırır­lar. Herkes uyku­nun bilmem kaçıncı evresindeyken, Ezi­di kadın­ları hala uyanık­tır, hala çalışır­lar. Sabah­sa daha gün doğ­madan, herkesten evvel kalkar ve yeniden işe koyulurlar.

Ezi­di kadın­larının günü doğur­duk­ları” söyle­mi, kadın­ların bu yaşam tarzın­dan geliy­or. Kadın­lar henüz kim­se­cik­ler uyan­madan erk­enden kalkıp hamur yoğu­rur, may­alan­maya bırakılan hamur pişir­ile­cek kıva­ma gelince tandır­da ya da saç­ta pişirir­ler. Ezi­di kadın­larının pişirdiği ekmeğin tadı çok güzel olur. Büyük ihti­malle gelenek­sel may­ala­ma ve ekmek yap­ma sanatını miras olarak analı kızlı bir­bir­ler­ine aktardık­ları için ekmek­lerinin tadı bu den­li güzel oluyor.

Sabah kah­valtısı içinde ser­ilen yer sofrasın­da evde ne var ne yok hep­si önümüze konul­muş. Kaldığımız evde evin büyük kızı dışın­da, hiçbir kadın biz­im­le sofraya otur­muy­or. “Neden?” diye soruy­oruz “Biz erken­ciy­iz, kah­valtımızı yap­tık” diyorlar.

Gezi­den çıkardığım sonuç, çok mis­afir­per­v­er bir Ezi­di kültürü var. Bu zal­im dünya içinde Ezidil­er çok tem­iz kalmışlar…

Ezidiler’de Kutsal Renk : Beyaz

Yakın­larını kaybe­den beyaz elbiseli yaşlı ezi­di kadın­ları kut­sal hırkayı giyerken

Sabah mağ­dur kadın­lar­la bir evde buluşuy­oruz. Çok sayı­da yaşlı kadın ve eşi DAEŞ tarafın­dan öldürülen dul kadın­lar­la karşılaşıy­o­rum. Yaşlı kadın­ların tümü beyaz elbiseli ve beyaz tül­bentli. Neden beyaz giy­dik­leri­ni sor­duğum­da, “Biz Ezidi­lerin geleneğinde kadın­ların elbiseleri beyaz olur. Beyaz biz­im din­i­mizin saflığını tem­i­zliği­ni ve arın­masını simgel­er.” dediler.

Yaşlı kadın­ların elinde geniş dik­ilmiş ince beyaz bir hır­ka vardı, üzer­ine sarı desen­ler işlen­mişti. Sıray­la bu hırkayı giyip, res­im çek­tirdik­leri­ni gördüm. Giy­dik­leri hırkayı sor­dum “Bizde bu tarz hırkalar kut­saldır” dediler.

Toplanan kadın­ların çoğun­luğu­nun eşleri DAEŞ tarafın­dan öldürülmüştü. Ezi­di kadın­ların üzerinde­ki ağır yüke savaşla beraber bir de yetim çocuk­larını doyur­ma ve geçindirme yükü bin­miş. Kocasını bu savaş­ta yitiren bir kadı­na Katrin çıkarıp 50 bin Dinar verdiğinde kadın ses­li bir şek­ilde ağla­maya başladı “bu kadar çok çocuğu­mun han­gi ihtiy­acı­na bu paray­la cevap vere­bilir­im” dedi.

Ezi­di kadın­larının yaşadığı bu çare­si­zliği anlat­mak ve dünyaya duyur­mak gerek. Ezidil­er için ulus­lararası kurum­lar büyük bütçel­er ayırdık­ların­dan söz ediy­or­lar oysa Şen­gal’de yaşayan Ezi­di kadın­larının mağ­duriyeti­ni görüldüğünde gerçeğin hiç de öyle olmadığı anlaşılıy­or. Dünya kamu oyu­nun, medy­atik söylem­ler, içi boş BM orga­ni­za­sy­on­ları, Angeli­na Jolie, Amal Coolonie tarzı imaj şar­la­tan­lık­larıy­la oya­landığını bilmek gerekiyor.

Ezidi Jenosidi üzerinden rol kapanlar

Bu konu­da arkadaşım Nes­rin Ezi­di ile ken­di aramız­da konuşuy­oruz. Neden buraya yardım­ların adaletli şek­ilde gelmediği­ni soruy­o­rum. Nes­rin kız kardeşinin yaşadığı bir gerçek olayı bana anlatıy­or. Kız kardeşi bir yardım kuru­luşu­na bağlı olarak çalışıy­or. Kurum DAEŞ’ten kur­tu­lan, kadın­ların el emeği­ni değer­lendiren bir pro­je yap­mış. Kızkardeşi bu pro­jeyi tem­silen alan­da çalışan mev­cut orga­ni­za­sy­on­ları bir araya getiren bir toplan­tıya katılmış. Ezidil­er­le ilgili çalışan orga­ni­za­sy­on­ların hiçbirinde maale­sef Ezidil­er tem­sil edilmiy­or. Ortalık­ta bir al gülüm ver gülüm ilişk­isi var. Herkes bu konudan ekmek yiy­or. Ancak Ezidil­er sefalet içinde yaşıyorlar.

Bir kez daha ulus­lararası yardım kuru­luşlarının Ezidi­lerin sorun­larını esas alan hiçbir çalış­ma yürütmedik­leri­ni görüyorum.

Esir düşme anı

Sin­uni’nin baş­ka bir köyüne geçiy­oruz. Konuk olduğu­muz evin büyük salonu­da kal­a­balık bir kadın gurubu tarafın­dan karşılanıy­oruz. Grup­ta her yaş­tan kadın ve çocuk­lar var. Hemen hep­si DAEŞ tarafın­dan esir alın­mış kadın­lar. İçl­erinden ayağı ters dön­müş yaşlı­ca bir kadı­na dikka­ti­mi çekiy­or. “Sen de mi esir alındın?” diye soruy­o­rum. “Biz Ezidil­er­den kim varsa hep­si­ni toplayıp götürdü DAEŞ” diy­or. “Bu engel­li, bu has­ta, bu yaşlı demediler”.

Burada­ki kadın­ların tümünün ortak bir hikayesi var. Hep­si aynı yerde kalmış ve DAEŞ ten toplu bir biçimde kaç­mayı başar­mışlar. içlerinden biri ilgi­mi çekiy­or. Ellerinde iki demet halinde nüfus cüz­dan­ları olduğunu görüy­o­rum. Bunun ne anla­ma geldiği­ni önce­ki görüşmel­er­den biliy­o­rum. “Allahım bu kim­lik destelerin altın­dan yine büyük tra­jedil­er çık­masın” diyorum.

Diğer yerdek­il­er­den fark­lı olarak gördüğüm bu kadın gurubun­da bir ruh bütün­lüğü var. Araların­da çok samim­i­l­er ve dayanış­ma halinde konuşuy­or­lar. Bazen biri birşey anlat­tığın­da diğeri bunu bir espiriye bağlayıp hep bir­lik­te gülüşüyorlar.

Ezidi

Xemse ve oğlu

Yanım­da­ki Xemse ile konuşuy­o­rum ilkin. Xemse, iki ayrı elinde kim­lik­ler tutan kadın. Soruy­o­rum “nasıl oldu esir düş­m­eniz?” diye. “DAEŞ’in bize doğru geldiği­ni duy­duk” diy­or Xemse, “eşim Xelef, hemen çık­mamız gerek­tiği­ni söyle­di. Yanımıza sadece kim­lik­ler­im­izi aldık, ara­balarımıza binerek Şen­gal Dağı’­na kaçtık. Dağa vardığımız­da çok kişi orday­dı. Bulun­duğu­muz yerde her kafadan bir ses çıkıy­or­du. Çok bil­gi kirlil­iği vardı. Kimisi Kürdis­tan yol­u­nun açık olduğunu, kimisi DAEŞ’in bütün köylere giremediği­ni söylüy­or­du. Eşim, ‘madem Kürdis­tan yolu açık, biz de Kürdis­tan’a gide­lim’ dedi. Ara­balarımı­zla Şen­gal dağının aşağısı­na iner inmez etrafımız DAEŞ tarafın­dan sarıldı. Bizi taradılar ve çem­bere aldılar, son­ra da esir düştük. Bizi Xane­sor Geliye Sılo’ya, bur­dan da Şengal’e götürdüler. Bur­da beni eşim ve çocuk­larım­dan ayırdılar. Biz kadın­ları Telafere ve Musul Bedoş zin­dan­ları­na götürdüler. Buralar­da bizi aç susuz ve üst üste nerdeyse isti­flen­miş bir şek­ilde tutuy­or­lardı. Bazen gelip kızlarımızı döve döve götürüy­or­lardı. Biz kadın­lar ne kadar pis­lik bul­duysak yerde yüzümüze üstümüze sürdük, aylar­ca banyo yap­madık ki bizi almasınlar.

Küçük kızımı zor­la cariye olarak götürdüler. Son­ra beni Telafer’de sürü işlerinde görevlendirdil­er. O zaman istek­te bulun­dum eşi­mi göre­bildim. O da biz­im­le bir­lik­te sürüde görevlendiril­di. Bizi Telafer­’in Ey Xıdra köyüne yer­leştirdil­er. 1200 koyun sürüsünü bize tes­lim ettil­er. Biz 20 kadar sayı­da kadın vardık. Biz kadın­lar süt sağar yoğurt ve ayran yapardık, yağ çıkartırdık. Sabahları erk­enden, saat 4’te kalkar çoban­lara kah­valtı hazır­lardık. Çoban­lar da biz­im Ezi­di erkek­lerinden seçilmişti. Sürüyü erk­enden alıp, otlat­maya götürür­ler­di. Gündüz 12 de geri köye sürüyü getirir­ler­di. Biz kadın­lar yeniden sürüyü sağar ve sütü yoğurt yapardık. Çoban­lar iki saat evde kaldık­tan son­ra tekrar­dan sürüyü otlat­maya götürür­ler­di. Akşam saat 4 yada 5’te sürüyle bir­lik­te dön­er­ler­di. Biz kadın­ların öğlen­den önce temel görev­ler­im­iz­den biri, ekmek yap­mak, yemek hazır­la­mak tem­i­z­lik yap­mak çocuk­ları yıkayıp doyurmaktı.

Kadın­lar ken­di aramız­da soh­bet eder, çocuk­larımızı anlatır, toplu olarak çocuk­larımız için otu­rup ağlardık. Kadın­lar hep ken­di aramız­da bir­bir­im­ize hep yardım­cı oluduk”.

Kaçış Anı

Bu köyde Ocak’­tan Nisan son­ları­na kadar kaldık. Bir gün evler­den birinde bir tele­fon bul­duk, akra­balarımı­zla iletişime geçtik kaçış planı yap­tık. Bu ara­da DAEŞ’in ben­den zor­la aldığı kızım için adama haber yol­ladım kızımı özlediği­mi söyled­im, kızımı bana ziyaret amaçlı gön­der­mesi­ni iste­d­im, gön­der­di. Kızımın geldiği gece kaç­ma planımızı uygu­ladık gece saat 9 da kaç­mak için yola koyul­duk. Yol çok karan­lık ve zor­du. Bel­li bir saat­te belir­lenen yere ulaş­mamız gerekiy­or­du. Bir­bir­im­ize yardım ederek Musul Keske’ye ulaştık. Orda bizi almaya gelen guru­pla, çok başarılı bir biçimde planı tamamladık.

Gördüğünüz gibi bu sağ elimde­ki kim­lik­ler kur­tu­lan çocuk­larımın, sol elimdek­il­er esir çocuk­larımınkil­erdir. X. oğlum 1993, H. 1994 , P. 1995, A. 2000 doğum­lu. Bu çocuk­larım ne haldedir? Yaşayıp yaşa­madık­larını, nerede olduk­larını bilmiy­o­rum” diy­or ve o güleç ve şakacı yüz yeniden yas havası­na bürünüyor…

Şengal Merkez

Ovanın toprak yol­ları­dan geçerek Şen­gal Merkez’e doğru yol alıy­oruz. Ovalık köy­lerin ardın­dan bir­d­en dağlık yeşil bir cen­net çıkıy­or karşımıza. Rüz­garın taşıdığı oksi­jen, Şengal’in dağ havası, Hewler’in sıcak ve kir­li havasın­dan son­ra bir cen­net gibi geliyor.

Karslı ve Digorlu YJŞ’li kadınlar

Yol üstün­de­ki lev­halar­da köy­lerin isim­leri yazıy­or. Kars köyü yazılı lev­hayı görünce şaşırıy­o­rum. Aynı zaman­da Dig­or köyü de olduğunu öğreniy­o­rum. Osmanlı’nın son döne­minde Kuzey Kürdis­tan’­da bin­lerce Ezi­di yapılan soy kıyım­lar­dan kaçıp buralara sığın­mış. Sığı­nan­ların torun­ları ken­di aile tar­i­hi­ni anlatırken bizler de bu tar­ih­sel tra­jediyi öğren­miş oluyoruz.

Şen­gal’e doğru yol alırken, YJŞ’li (Şen­gal Kadın Bir­lik­leri) kadın güç­lerinin kon­trol nok­ta­ların­dan geçiy­oruz. Biz kadın­ları araba­da görünce yüz­ler­ine bir güleç­lik geliy­or. Çok genç ve çok dinamik­ler. Saçları ya kısa kesik ya da toplu. İçl­erinden kısa saçlı olanı henüz çok genç, saçları dağınık ve çok sem­patik. Sadece selam verip, geçiyoruz.

Yol üstünde küçük dükkan­lar sıralan­mış. Türkiye’nin en kalite­siz abur cuburları bura­da satılıy­or. Dükkan sahip­ler­ine, “bun­lar, Türkiye’nin en ucuz mer­di­v­en altı ürün­leri” diy­o­rum. “Ne yapalım bütün yol­lar üzer­im­ize kap­atılmış. Biz de bula bula bu tor­tu gıdaları buluy­oruz” diyorlar.

Dağlık alanın en üst kıs­mı­na çık­tığımız­da fark­lı bir askeri üssün olduğunu görüy­oruz. Şen­gal’in en üst ve en strate­jik nok­tası burası.. Yıl­lar önce Sad­dam Hüsey­in’in İsr­ail’e füze attığı bu tepe, YJŞ tarafın­dan Amerikan güç­ler­ine bırakılmış. Şim­di Şen­gal’in neden bütün güçler için önem­li olduğunu ve savaş alanı­na dönüştürüldüğünü daha iyi anlıyorum.

Şengal’in gir­işinde Irak asker­leri tarafın­dan dur­du­ru­luy­oruz. Kon­trol nok­tasını geçmem­ize izin ver­ilmiy­or. Bizi saatlerce ora­da bek­letiliy­or­lar. En son bir tele­fon görüşme­si ile geçişimize izin veriliyor.

Yanım­da­ki arkadaş, “Görüy­or­sun ken­di toprağımız­da yabancı muame­le­si görüy­oruz.” diy­or. “Aslın­da biz Kürtler bir­lik kur­madığımız müd­de­tçe bunu hak ediy­oruz” diye ekliyor.

Kon­trol nok­tasın­da aşırı bek­letildiğimiz­den ran­de­vu­muza çok geç yetişe­biliy­oruz. Yine bir evde toplanan DAEŞ mağ­du­ru kadın­lar­la beraber­iz. Burada­ki kadın­lar arasın­da zor­la alıkonu­lan Ezi­di kızların ulus­lararası yüzü olan Nadya Murad’ın bir yakını da var. Alman yardım heyetinde­ki Katrin ve diğer Alman kadın daha çok onun­la ilgileniy­or­lar. Ben de bir köşede yal­nız otur­muş genç kadın­lara doğru yöneliy­o­rum. Aynı dili konuş­mak acıyı ünlü ve ünsü­z­ler­ine ayır­mıy­or, bağışıksızsın…

Civan : Koltuk altı tüylenmiş bütün erkekleri öldürdüler

Biz Ezi­di kadın­larının her zamankinden daha fazla konuş­ması gerekiy­or” diy­or genç bir kız. “Daha çok konuş­malıyız ve anlat­malıyız ki dünya, DAEŞ’in bize uygu­ladığı vahşeti bilsin. Jenosid suçlu­larını, katil­leri ve tüm suç ortak­ları cezalandırılsın”.

Ben­im adım Civan Şen­gal” diye devam ediy­or genç kız. “3 Ağus­tos 2014 fer­manın­da henüz 8. Sınıf öğren­cisiy­dim. Babam erken yaş­ta vefat etmişti. Biz 6 erkek, 5 kız çocuk­lu bir ailey­dik. DAEŞ’in geldiği­ni duy­duğu­muz­da amcamın aile­siyle bir­lik­te köy­den kaç­maya çalıştık. Kıne köyünde DAEŞ tarafın­dan dur­du­rul­duk. DAEŞ’li biri yanımıza gel­di ve ‘beyaz bayrak kaldırın size hiç bir şey yap­may­a­cağız’ dedi.

Son­ra bir grup DAEŞ’li etrafımızı sardı. Kadın­ları, çocuk­ları, genç ve yaşlıları ayrı grublara ayırdılar. Genç­lerin özel­lik­le 12 ve 16 yaş arasın­dak­i­lerin koltuk alt­ları­na bak­tılar. Koltuk altı tüylen­miş olan­ları çocuk­lar­dan ayırdılar. Erkek­leri hemen kurşu­na dizdil­er. Üç kardeşim, iki amcamın oğlunu ora­da kurşun­ladılar. Araların­dan sadece kardeşim C. ölü numarası yaparak yaralı olarak kur­tul­du. Amcalarım Bereket ve Xıdır öldürür­lü. Abim Cemal 34 yaşın­day­dı, Sahır 28, Samir 20 yaşın­day­dı. Hep­si öldürüldü. Diğer bir abim 40 yaşın­day­dı onu da Koço Köyü’nde yakalayıp öldürdüler. Gelin­i­miz Ş. 19 yaşın­day­dı kızı İ. 3 yaşın­day­dı. Ş. esir düştüğünde hami­ley­di. DAEŞ’in elinde esirken doğum yap­tı. Daha son­ra bu çocuğun ismi­ni Şıvan koyduk.

Biz kadın­ları içeri götürüp üzer­im­izde­ki par­aları altın­ları ve tele­fon­larımızı zor­la aldılar. Bizi ara­balara doldu­rup Şen­gal’e götürdüler. Ordan Telafer­’e ordan da Musul Bedoş zin­danı­na götürüldük.

Güzel olan kızları hemen biz­den ayırdılar ve onları Suriye”ye gön­derdil­er. Bun­ların içinde büyük ablam ve amcamın kızı da vardı. Biz 40 kadar kız vardık. Bizi Baac’a getirdil­er bur­da bir eve koy­du­lar. Bizi döverek zor­la bany­oya koy­maya çalıştılar. İlkin zor­la Cey­lan adın­da bir kızı koy­du­lar. Cey­lan bany­o­da bilek­leri­ni kesti ken­di­ni öldürdü. Bany­o­dan çık­mayın­ca ablası mer­ak etti. DAEŞ’lil­er banyo kapısını açın­ca ken­di­ni öldürdüğünü söyledil­er. Bat­taniy­eye sarıp götürdüler bir çöplüğe atıp cese­di­ni köpeklere yedi­re­cek­leri­ni söyledil­er. Gerçek­ten de dedik­leri­ni yap­tılar. Bize bu şek­ilde kendimizi öldürürsek son­u­muzun Cey­lan gibi ola­cağını söylediler”.

Kadın bedenine karşı sınır tanımaz barbarlık

Bu olay­dan son­ra hep­imizi kura sis­te­mi ile ken­di araların­da pay­laştılar. Ben kura­da Ebu Ğazi diye bir Suriyeliye düştüm. Cin­sel­lik nedir hiç birşey bilmiy­or­dum henüz. Suriyeli silah zoruy­la ben­im­le bir­lik­te oldu. Bana hay­van gibi yak­laştığı için cin­sel organımı parçal­adı. Aşırı kana­madan dolayı bayılıp düşmüşüm, göz­ler­i­mi açtığım­da Musul has­ta­hanesindey­dim. Beni Şedadiye ailesinin yanı­na götürdü. Ken­disi Şen­gal’de bir çatış­ma­da öldürüldü. Babası beni bir Irak­lıya 800 dolara sattı.

Beni alan Musul­lu 20 yaşların­da Abdul­lah isminde biriy­di. Bana, ‘Seni Müs­lü­man yapacağım, aynı zaman­da sana yeni kim­lik yapacağım sen ben­im nikahlı eşim ola­cak­sın’ dedi. İsm­imi Cen­net diye değiştir­di. Evlilik sözleşme­si yap­tı. Bir yıl onun­la evli kaldım. Abdul­lah Musul’­da inti­har eyle­mi yap­tı ve öldü. Ben de beni aile kim­s­eye sat­masın diye dur­madan onlara hizmet ettim ve hizmetçi­lik yap­tım. Bir gün DAEŞ’lilerin giy­diği siyah elbisel­er­den giy­dim sokağa çık­tım ve kaçtım. Önüme gelen bir evin kapısını çaldım. ‘Beni kur­tarın, ben Ezidiy­im, beni zor­la kaçırdılar’ ded­im. Ordan abime tele­fon açma­ma izin verdil­er. Abim­le konuşurken beni 16 bin dolara geri vere­bile­cek­leri­ni söyledil­er. Abim de beni 16 bin dolara satın aldı. Ordan Duhok’a geldim.”

Civan gördüğüm en güçlü kızlar­dan biri. Anlatın­ca gözyaşlarını içine akıt­tığını görmemek mümkün değil Özel­lik­le “ben yaşadık­larımın tümünü anlat­a­cağım ki bir kez daha böyle vahşet ve jenosid yaşan­masın” sözü beyn­imin her köşe­sine kazındı.

Şen­gal, Şex­an ve Xanke tarafın­da tam bir haf­ta kaldım. Bu bir haf­ta içinde işit­tik­ler­im bana çok ağır gel­di. Oradan ayrıldığım­da, yaşayan bir ölü gibi hissediy­or­dum. Gün­lerce ken­di kendime hıçkırık­lar­la ağladım. Geceleri kabus­lar görüy­or, uyuyamıy­or­dum. Ben bu hale bir dinleyen olarak gelirken bu vahşetin asıl mağ­durlarının yaşadık­larını tah­min bile edemezsiniz.

Şen­gal halkının ve kadın­larının yaralarının sarıl­ması­na acilen ihtiyaçları var. Yardım kuru­luşları yardım­ları direkt Ezi­di halkı­na yap­madığı için yardım­ların asıl yer­ine gerek­tiği gibi ulaşmıyor.

Soykırım mağ­du­ru bir halkının mül­te­ci kam­pların­da tutu­larak yaralarının sarıla­may­a­cağını herkesten önce BM’nin idrak etmesi gerekiy­or. Ezi­di halkının öz toprak­ları­na huzur içinde dön­mesi, öz kay­naklarını ken­disinin yönetmesi gerekiy­or. Ezi­di halkı son derece çalışkan ve becerik­li bir halk. Ken­di yaralarını sar­ması için bu hal­ka destek olun­malı. Halkın kollek­tif siyasal hak­ları tanı­narak Ezidi­lerin özerk­liği ulus­lararası güvenc­eye alınmalı.

Ruken Hatun Turhallı


Ruken Hatun TurhallıRuken Hatun Turhallı
İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan yazar 1991 yılında Yeni Ülke gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1991’de kurulan Yurtsever Kadınlar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı.
Uzun yıllar Avrupa ve Ortadoğu’da kadın hakları konusunda mücadele verdi. Kürt kadınlarının yakın tarihiyle ile ilgili çalışmalarını sürdüren yazar Erbil’de serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.

Bu röpor­taj Gazete Duvar’­da üç bölüm halinde yayınlanmıştır.
Fran­sız­ca, İngilizce, İsp­anyo­lca ya da baş­ka dillere çevirm­eye gönül­lü arkadaşlar varsa lüt­fen biz­im­le iletişime geçiniz.

Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias.
Auteur(e) invité(e)
Auteur(e)s Invité(e)s
AmiEs con­tributri­ces, con­tribu­teurs tra­ver­sant les pages de Kedis­tan, occa­sion­nelle­ment ou régulièrement…