30 Haziran 2018 tarihindeMarsilya’da gerçekleşen SOS Méditerannée basın konferansında, mülteci kurtarma gemisi Aquarius ekibinden Ludovic’in etkileyici tanıklığı…
Vidéo Sadık Çelik — Kedistan
Çeviri Kedistan
Artık sayılardan bahsetmeyi bırakmamız gerek. Söz konusu olanlar insan, insan!! İnsanlar boğuluyor, ciğerlerine sular doluyor! Biz bunu görüyoruz. Ve bugün bize engel olunuyor. Yardım etmemize engel olunuyor. Denizciliğin birinci kuralı denizde tehlikeli durumda olan insana, kim olursa olsun yardım etmektir. Ve bugün bizim bunu yapmamıza engel olunuyor.
Şimdi size anlatacağım, az önce bahsedilen kurtarma operasyonunu. Şokta olan insanlarla Kuzey’e doğru yol aldık. Ve iki gün boyunca, 630 kişi ile, Malta ile Sicilya arasında, 40 derece sıcaklık altında seyrettik… Bir damla rüzgar yok. Güvertede o kadar çok kişi var ki, yürümek bile imkansız. İnsanlar çelik taban üzerinde uyuyor ve sıcaklık 40 derece…
Yemek dağıtmaya çalıştığımızda, sıra geminin bir ucundan tur atıyor, geri arkaya geliyor. Üç saat… üç parça ekmek ve energy-food için, üç saat kuyruk… Tuvalet ihtiyacı ayrı. Bizim sadece 3 erkek bir de kadın kabinimiz var, 630 kişinin sabah tuvalete gidebilmesi için iki saat gerekiyor.
Ben bu insanlara teşekkürü borç biliyorum, sabırları, toleransları için. Çünkü şok durumunda, 24 saat denizde sürüklendikten sonra, öleceklerinden emin oldukları anlar geçirdikten sonra, gecenin ortasında parçalanan bir gemiden her yere yakıt akarken, kardeşlerini, arkadaşlarını kaybettikten sonra, biz geldiğimizde, bir de bu zorlukları onlara yaşatmak zorunda kaldık… Onlara teşekkür ederiz. Sabırları için teşekkür ederiz.
Bir ara iki İtalyan sahil koruma gemisinin geldiğini görüyoruz. Libya transferlerini yapan aynı gemiler… Tahmin edin, o insanların hissedebileceği korkuyu. Libya’ya gönderilme korkusunu, tecavüz korkusunu, esir olarak satılma korkusunu…
Kurtarma yapılalı üç gün olmuştu. Akdeniz’i geçmemiz gerekiyordu. Üç gemi yapıyor bu yolu. Güvertede uyuyan insanları paylaştırıyoruz. Biz 106 kişi alıyoruz. Korunma gerektiren insanları alıyoruz. Kadınlar, çocuklar, hastalar ve tecavüz gibi saldırılar yaşamış olanlar. Sonunda biraz konuşabileceğiz diyoruz. Tanışacağız, hikayelerini dinleyebileceğiz, anlamaya çalışacağız…
Bu kez kötü hava şartları başlıyor. 35 knot hızında rüzgar, 4 metrelik dalgalar. Bir anne düşünün sol yanında bebeğini emziriyor, sağ yanına kusuyor… Kurtarmalara engel olan insanlar bunun farkında mı? Karşınızdakiler insan! Bunlar biz olabiliriz. Benim çocuklarım olabilir. Benim ailem…
Kadınlar geminin güvenli iç bölümünde, erkekler dışarda. Dalgalar güverteyi yaladığında, herkes tam kusmaya bitirdiğinde, ellerinde plastik torbalar, bir karar almaya çalışırken ne duyuyoruz?… Düşünün, bu insanlar Libya’yı yaşamış, gemilerinin batmasını yaşamış, kurtarıldıktan sonra 230 kişi üst üste iki gün yaşamış, bir de kötü hava şartları, deniz tutması… “Gemi gezmelerini ne zaman bitireceklerine hala karar veremediler” dendiğini duyuyoruz. Bunu duyunca hepimiz içimize bir öfkenin yükseldiğini hissettik. Politika, istatistik, sayılar içinde değiliz, insanla karşı karşıyayız. Ciğerlerine su dolmuş insanlar.
Bu öfke anından sonra, hava şartları düzelmeye başladı. Valence’a yaklaştık. Ancak o zaman insanlar, sonunda konuşmaya, ağlamaya, dua etmeye başladı. Bir insanlık duygusu hissettik. Ben, daha önce hiç bir yerde hissetmediğim bir sıcaklık, bir duygu zinciri hissettim aramızda… trans gibi bir şey. Bu insanlar geldiğinde her şeyden yoksunlar; çıplaklar. Biz ise, onlarla, insanı ilişkilerimizde çıplağız. Bu muhteşem bir yaşam anı… Filitre yok aramızda. Bakışlar var, kişiler var, insanlar var.
Sayıyla düşünenler, kapıları kapatanlar, geri itenler, insanlığı silenler, onları insan yerine koymayarak insanlığı kirletenler, hele bir gelsinler. Çünkü ayak basmadıkları için yaşadıkları cehennemi anlamıyorlar, ama bir yandan, tarif etmeye çalıştığım, birliktelik anındaki muhteşemliği de anlamıyorlar.
Valence’a ulaşmamız, bizim için acı verici bir an. Çünkü biliyoruz ki, deniz üzerinde 9 gün geçirdiğimiz insanlardan ayrılacağız. Hayal kırıklıkları, öfke hissettik, ama biz denizciyiz. Denizciler, kimseyi suda terketmez.
Limanda dinlendik, malzemelerimizi toparladık. Az önce arkadaşların anlattığı gibi, bu kez de yardım etmemize engel olunduğuna tanık oluyoruz. Kurtarmaya engel olunuyor. 29 bin kişinin tanıklığı var, hepsi, ama hepsi aynı şeyi söylüyor. Libya’da tecavüz, soyulma, şiddet, esaret… Ve biz, bu insanların bütün bunlara geri yollandığına sahip oluyoruz. Bu deniz kanunun çiğnenmesi demek. Ve.. ve insan haklarının…
Sonra buraya Marsilya’ya geliyoruz. İnsanlar orda ölmeye devam ediyor. Biz burdayız. Bu sarsıcı birşey. Burada, karadaki gönüllülerle tanışıp konuşma imkanı buluyoruz. Biz denizciyiz, ve bir geminin içinde kapalıyız, karada neler olduğunu tam bilemiyoruz. Ben bir şeyin bilincine vardım, denizci olmanın onuru. Bakın, Paris’e gittiğimizde yürürken, insanların üzerinden atlayarak geçiyoruz. Denizde bu yapılmaz. Düşen kimse orda bırakılmaz. Ve SOS Méditerranée, bu görevi karaya taşıyor. Önemli olan, “ötekinin kabulü”. Kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin. Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun benim için önemli olan bu değil, önemli olan seni boğulmaya terketmemek. Şu anda SOS Méditerranée’nin bunun karadaki uygulaması olduğunun bilincindeyim, burada olmak güzel ama yerimiz burası değil.
Kurtarmalara devam edebilmek için çözümler bulmak gerekiyor.
Burada bir Fransız olarak bulunmak da tuhaf. Çünkü bana Fransa Cumhuriyeti okullarında, vatandaşlık derslerinde, “özgürlük, kardeşlik, eşitlik” ilkesi öğretildi. Ve bana “Neşeye Övgü“nün sözleri öğretildi. Avrupa’nın marşı… Olanları biz görüyoruz. İlkelerin, marşların dediği gibi değil. Öyle değil, hiç değil…
Bu yazıyı da okuyabilirsiniz : 1 | Sınır boylarında • Ölmek ya da ölmemek