Geçtiğimiz ay, İtalya Fransa sınırın­da, Bri­ançon — Clav­ières hat­tın­da yaşanan mül­te­ci akın­larını gözlem­le­mek ve bura­da oluşan mül­te­ci dayanış­mAsı­na katıl­mak üzere sınır boy­ların­da uzun bir yol­cu­luk yaptım.

Gözlem ve deney­im­ler­i­mi sizler­le bölüm­ler halinde yayın­lay­a­cağım bir yazı serisi ile pay­laş­mak istiyorum.

1 | 2 | 3 | 4 |56 | 7


2 | Sınır boylarında • Irkçı bariyerler ve dayanışma

Griye çalan bir gökyüzünün parçalı bulut­ları altın­da, görkem­li Alp dağlarıy­la çevrili bir vadide yeşili ikiye bölen siyah bir asfalt yol­da, çakar çak­maz oto­mo­bil­im­i­zle ilerliyoruz…

Bir ağaç tüne­line girdiğimizde, başımı cama yaslayıp tıp­kı bir film şeridinde hızla ve ahen­kle geçip giden ağaçların o büyü­leyi­ci geçi­di­ni izliy­o­rum… Bir süre son­ra Kul­li arka baga­j­dan sıyrılıp, özlem­le yanı­ma soku­luy­or. Başını göğsüme yaslayıp bir süre öylece bana eşlik ediy­or. Ara­da yüzümü yala­mayı da ihmal etmiy­or tabii. Meğer pek özlemişiz birbirimizi…

Yağ­mur çiseliyor…
Kararan
parçalı bulut­lu gökyüzü,
birdenbire
dolu dolu
hüngürleyerek,
şimşek şimşek
ağla­maya başlıyor…

CD çalarımız­da­ki o hüzün­lü roman şarkısı ve alp dağlarının silüet­ler­ine düşen şimşek­ler eşliğinde, çıl­gın bir yağ­murla sar­maş dolaş yolu­muza devam ediyoruz.

Hep der­im ya, “ben bir yağ­mur adamım, git­tiğim yer­lere yağ­mur taşırım”. İşte yine sırıl­sık­lam yağıy­o­rum. Bar­dak­tan değil, Alp dağların­dan süzülerek boşalıy­o­rum… Başım, sert yağ­mur damlalarının dövdüğü cama yaslı, yol boyu hızla akıp geçen beyaz yol şer­it­ler­ine bakıy­o­rum, bakıy­o­rum dalıyorum…

sınır

Kek­ou’­nun,“Hey Cama­rade! işte Bri­ançon! ” seslenişiyle uyanıy­o­rum. Yağ­mur geçmiş, güneş gelmiş…

Altın ışık­lı bir Bri­ançon vak­ti, şırıl şırıl akan bir ırmağın kıyısın­da, sırt çan­ta­larımız, uyku tulum­larımız, bat­taniy­ler­im­iz ve yiye­cek erza­kımı­zla bir­lik­te çakar çak­mazımız­dan salkım saçak iniy­oruz… Kul­li, “kılavuzunuz ben­im beni takip edin” der gibi önden gidiy­or yine… 2016’da Navar­ra dağları­na katır ve eşek­ler­le yap­tığımız o uzun ekoy­ol­cu­luk­da olduğu gibi, yolu kok­la­yarak önden gidiyor.

Bri­ançon, yük­sek kar­lı dağlar­la çevrili derin bir vadi. Şehir merkezin­den yürüy­erek mül­te­ci dayanış­ma kollek­ti­fi işgal evinin bulun­duğu tep­eye doğru çıkıy­oruz. Yürürken, dağlar­dan şehre inen küçük su yol­ların­da, şırıltıy­la akan su ses­leri eşlik ediy­or bize.

Ve işte devletlere inat sınırsız, sınıf­sız bir sev­gi ve dayanış­ma ile işgal edip özgür­leştirdiğimiz, küçük yur­du­muz. Bri­ançon’u panoramik bir bakış açısıy­la gören bir yamaç­ta, tipik Bri­ançon mimarisi ile (taş ve ahşap donanım­la) yapılmış, bahçe­si bostanı olan iki katlı, eski tar­i­hi bir ev burası.

Kapı­da, ışıl ışıl göz­leri ve kar beyazı diş­leriyle gülen siyahi bir genç karşılıy­or bizi. Önce Kek­ou ve Miguel ile son­ra da ben­im­le tokalaşıp sım­sı­cak kucak­laşıy­or. Kek­ou, bu evin ilk emek­tar dayanış­macı işgal­ci­lerinden biri olarak, onların “biri­cik kardeşliği“ni çok önce­den kazan­mış durum­da. Ken­di kim­liğin­den çok onlar­dan biri gibi ade­ta. Bu çok hoş bir farkın­dalık. İmr­enerek ve kıska­narak “işte, anarşist­lerin kardeş­lik ve dayanış­ması” diy­o­rum içim­den. Salona geçip diğer ev sakin­leriyle tanışıyoruz.

Collectif Briançon

Bri­ançon Kollek­ti­fi, Chez Mar­cel

 

Bri­ançon Kollek­ti­fi, Chez Mar­cel

Yak­laşık yir­mi kişi var kollek­tifte. Çoğun­luğu Afrikalı mül­te­cil­er­den oluş­mak­la bir­lik­te kollek­tifte­ki devam­lılık ve yasal işler­lik gibi durum­lar­da insiy­atif misy­onu olan kimi Fran­sız arkadaşlarımız da var. Hat­ta onlar­dan biri dört yaşın­da­ki oğlu August ile bir­lik­te, kollek­tifin asma katın­da­ki yurtluk­ta diğer mül­te­cil­er­le bir­lik­te kalıy­or. Salon­da­ki mut­fak­ta beraber­im­izde kollek­tif için getirdiğimiz erza­k­lar­dan ortak bir yemek hazır­lıy­oruz. Bu ara­da Kek­ou, temel­leri İki yıl önce atılan Bri­ançon işgal kollek­ti­fi pratiği­ni ve yaşanan kimi zor­lu süreç­leri aktarıy­or. Bugün artık ken­di otonom kim­liğiyle, alter­natif yaşam ve dayanış­ma pratiğiyle Fransa-İtalya sınır boy­ların­da karşılık­lı (İtalyan — Fran­sız) dayanış­ma ile yaratılan mül­te­ci savun­ması, Bri­ançon ve Clav­ière’de­ki diğer mül­te­ci dayanış­ma kollek­ti­fleri ve dernek­leriyle sürek­li bir eşgüdüm halinde çalışmakta.

Gitar, Kekou, Miguel ve dans…

Kadın, erkek, gay, lez­bi­en bütün kim­lik­ler­den ren­garenk bir kardeş­lik sofrasın­da yediğimiz kollek­tif ilk akşam yemeğinin ardın­dan Miguel’in gitarı Kek­ou’­nun neşeli şarkıları eşliğinde dans ediy­oruz. Son­ra çocuk­ların uyku saati uyarısıy­la gecenin en derin uyku saat­leri­ni yıldı­zlara asıp, bahçe bostana iniy­oruz. Bri­ançon vadisi­ni çevreleyen yük­sek Alp dağlarını aydın­la­tan dol­u­nay ve sayısız yıldızın altın­da, genç mül­te­cil­er­le yap­tığımız kısa bir soh­betin ardın­dan nihayet, saba­ha karşı uykuya çek­iliy­oruz… Öğl­eye doğru, yüzümde şapur süpür koca bir dil ile uyanıy­o­rum. Kul­li’nin klasik sabah uyandırışı… Ran­za­lı oda­da ona en yakın yatak­ta ben olduğum için önce beni uyandırıy­or. Kek­ou ve Miguel üst ran­zalar­da uyu­maya devam ediy­or­lar. Kalkıp, odanın bahç­eye açılan kapısını Kul­li için aralıy­o­rum. Kuyruğunu sal­la­yarak çabu­cak çıkıy­or kapı­dan… Ardın­dan fotoğraf mak­i­namı alıp, bende bahç­eye çıkıy­o­rum. Biraz genel plan görün­tüsü kaydetmeliyim.

Bugün sınıra, İtalya-Clav­ières’ye gide­ceğiz. Asıl güz­er­gahımıza yani… Orayı heye­can­la mer­ak ediy­o­rum. Yük­sek rakım­lı bir tır­manış bizi bek­liy­or anlayacağınız.

Yola çıkış…

Mont­genèvre’de­ki Fran­sız sınır karakol nok­tasın­dan geçtik­ten son­ra­ki bu kar­lı dağlar­la çevrili İtalyan kasabası­na gitmeden önce, bölgede yaşanan son kri­tik süreçten bahsedey­im biraz.

Bilindiği üzere Avru­pa’­da son yıl­lar­da yaşanan ekonomik sosyal krizin içe ve dışa dönük en önem­li ayağını, giderek için­den çıkıl­maz hale gelen ve sosy­olo­jik tabanı sağ­dan sola pek çok toplum­sal yel­pazeyi barındıran ulusal­cı ve ırkçı, ya da “ikisi bir ara­da” soslu, mül­te­ci poli­tikaları oluşturmakta.

Yal­nız bu ara­da kap­i­tal­ist sis­temin ağır­lık­lı olarak AB eks­eninde yaşanan bu krizinin neden­leri­ni ve sonuçlarını ird­ele­mek başlı başı­na ayrı bir yazı konusu olmak­la bir­lik­te ben daha çok bugün ve şu anda çok somut olarak yaşadığım tanık olduğum sonuçlara ; Fransa İtalya sınır boy­ların­da Fran­sız ve italyan devlet­lerinin işbir­likçi ırkçı faşist orga­ni­za­sy­on­lar eliyle anti mül­te­ci saldır­gan­lık­ları nasıl geliştirdik­ler­ine dikkat çek­mek istiyorum.

Avrupa’da yeni tip paramiliter faşist örgütlenme:
“Génération İdentitaire” ve “Defend Europe”

Defend Europe

Généra­tion İdent­it­aire” ve “Defend Europe“un ide­olo­jik şefliği­ni eski bir neo nazi grup­tan bugünkü FN (Front Nation­al — Mil­li Cephe par­tisi) danış­man­lığı­na gelen Nice şehrinden Philippe Var­don yapıy­or ve baş­ta FN ve çevre­si olmak üzere Avru­pa’­da­ki diğer faşist uzan­tıları tarafın­dan finanse ediliy­or. Bu örgütlen­me 2013’te sadece “Fran­sız köken­li” evsi­z­lerin yarar­lanacağı bir yardım kam­pa­nyası düzen­lemiş, 2016’da da Mont­pel­li­er kentin­de­ki sığın­macı merkezinin gir­işine duvar örmüştü.

Geçen yaz ise, anti mül­te­ci faaliyet­leri­ni kiral­adık­ları bir gemi ile Akdeniz’e taşımış ve “Avrupa’yı Savun” slo­ganıy­la Akdeniz’i geçm­eye çalışan sığın­macıları kur­tar­mak için çaba har­cayan mül­te­ci dayanış­macılarını engelle­m­eye çalışmıştı.

Defend Europe C‑Star gemisinin künyesi­ni mer­ak edip inter­net üzerinden bir tara­ma yap­tım ve bakın nel­er bul­dum: Gemi, Doğu Afri­ka kıyısın­da güven­lik hizmet­leri için kuru­lan Deniz Glob­al Servis Ltd. şir­ke­tine ait görünüy­or. Gemi sahibi, armatör Sven Tomas Egerstrom ise, 2002 yılın­da dolandırıcılık suçla­masıy­la iki yıl hapisle ceza­landırılmış. Geçtiğimiz yıl ise Kıbrıs Magosa’­da müret­ta­batıy­la bir­lik­te evrak sahteleme ve tedavüle sürmek suçla­masıy­la gözaltı­na alın­mış, 1 gün tutuk­lu kaldık­tan son­ra tutuk­suz yargılan­mak üzere beraberinde­ki müret­te­bat­la bir­lik­te sınır dışı edilmiş. Thomas Egerstrom — Jakob­sson’la ilgili en çarpıcı bil­gi ve bel­gel­er “Equal­i­ty for Africa” adlı blog­da yer almakta.

Detaylı bilgi için “Equality for Africa” adlı blog incelenebilir.
Defend Mediterranea’nin basın açıklaması (Fransızca)
“La Horde Mechamment Antifasciste” adlı sitede de detaylı bilgilere ulaşılabilir:
Croisière raciste en mer, enfer libyen et politiques migratoires mortifères
İtalya ile Fransa arasındaki krizin perde arkası
Oxfam: Fransa polisi göçmen çocukları, ayakkabılarını parçalayıp İtalya’ya gönderiyor

Sınır boylarında

İtalya-Clavières’de bir mülteci sığınağı:
“Chez Jesus — Rifugio Autogestito” kollektifi

Öğle­den son­ra Kekuo, Clav­ière mül­te­ci kollek­ti­fi, Chez Jesus — Rifu­gio Auto­gesti­to’­dan gelen iki İtalyan genç kadın anarşis­tle tanıştırıy­or beni. Onlar­la önce sınır boy­ların­da­ki son durum­lar üzer­ine kısa bir soh­bet yapıy­oruz. Daha son­ra da hazır­lanıp iki araç halinde Mont­genèvre ve Clav­ières’e doğru yola çıkıy­oruz. Bri­ançon çıkışın­dan İtalya sınırı­na kıvrılarak giden yük­sek dağ yol­unu tır­manıy­oruz. Vadiye bütün görke­mi ile bakan dağın kar­lı zirve­sine geldiğimizde ise Bri­ançon, zirvesinde koş­tu­ran deli rüz­gar­larıy­la, göz­ler­im­izde giderek uza­k­laşan derin mi derin bir vadidir artık…

1860 metre son­ra, işte Montgenèvre…

Karşılık­lı kar­lı dağ sil­sile­si arasın­da uza­yıp giden yolu­muzun son ilk durağı­na yani Mont­genèvre’e geliy­oruz. Burası tur­is­tik bir kayak merkezi aynı zaman­da. Tele­ferik, kayak pist­leri, hediye­lik eşya ve kayak alışver­iş mağazaları vs.. Yol­un sağ tarafın­da üzerinde hala yer yer büyük kar kütleleri olan küçük bir ırmak… Dağlar­dan eriy­erek inen kar sularının buluş­tuğu bu ırmak Bri­ançon’a doğru akıy­or. Geride, kar beyaz düzlük ve hemen ardın­da dağlara doğru uzanan kar­lı bir orman. Bu kar­lı beyaz boş düzlüğü hatırlıyorum.

Göz­ler­im, kar beyaz düzlüğe asılı kalıy­or bir süre. Göz­ler­im­in önünde, beni buraya getiren o son antifaşist gös­teri­den karel­er geçiy­or… Kar beyazın­da özgür­lük­le kol kola, omuz omuza, yan yana, ard arda, çığlık çığlığa yürüyen bir çığ gibi… Sınırsız bir dünya için sınır­ları yıkıp geçen o unutul­maz dayanış­ma yürüyüşü, özgür bir yer yüzü iz düşümü gibi yeniden göz­ler­ime doluy­or… Öyle ki sınır kon­trol karakol­u­nun önün­den yavaşla­yarak geçtiğimizi ve jan­dar­maların kulü­belerinden çıkıp aracımıza doğru dikka­tle bak­tık­larını bile görmüyorum.

Yak­laşık beş kilo­me­tre son­ra nihayet yerinde yeller esen o eski İtalyan güm­rüğünün yük­sek tabelasının altın­dan geçip Clav­ière’e varıy­oruz. Önümüzde giden diğer araç az ilerde yol­un sağın­da­ki küçük kilis­enin yanın­da­ki par­ka girip duruy­or. Bizde arkasından…

Ve işte, Chez Jesus — Rifu­gio Auto­gesti­to yani gerçek adıy­la, La Chapelle Sainte Elis­a­beth. Etrafa bakınıy­o­rum. San­ki terk edilmiş bir kasa­ba görünümde Clav­ières. Ölü bir ses­si­z­lik, işsi­z­lik var. Bel­ki de Mont­genèvre gibi tur­is­tik bir kayak merkezi olmasın­dan kay­naklı. Kar sezonu bit­tiği için, kasaba­da pek kim­sel­er kalmamış gibi… Görünüşe bakılır­sa polis ve jan­dar­ma da yok.. Aracımızın baga­jın­da­ki sırt çan­ta­larımızı alıp kilis­eye doğru yürüy­oruz. Az iler­im­izde, biz­im­le bir­lik­te gelen diğer aracın sürücüsü Costan­za arabasının baga­jını kap­atıp, yanın­da­ki arkadaşıy­la bir­lik­te gülüm­sey­erek yanımıza yak­laşıy­or ve “Evimize hoş gel­di­niz” diyor.

Hep bir­lik­te kilis­enin diğer tarafı­na, kollek­tifin işgal ettiği bölüme geçiy­oruz. Kul­li yine en önden fır­lıy­or. Kuyruğunu sal­laya sal­laya kilis­enin arka kapısı­na doğru koşuy­or ve son­ra da köşe başın­da durup bizi bek­liy­or. Kilis­enin arka tarafın­da küçük bir bahçe teras burası.  Etrafı ağaç­tan çitler­le çevrili çimen­lik bir alan. Karşı­da görkem­li kar­lı dağlar, hemen aşağı­da bir tele­ferik merkezi ve kapı­da sigara içen, yorgun siyahi mül­te­cil­er… Çitlerde salkım saçak asılı ter­li ıslak mül­te­ci giysi­ler­ine ve yerde tek sıra halinde güneşe ser­ili ıslak yorgun ayakkabı ve bot­lara takılıy­or göz­ler­im. Tur­is­tik bir kayak merkezin­de­ki bu görün­tüler bana çok ironik geliy­or. Ve nihayet kapı­da sigara içen siyahi mül­te­cil­er­le dayanış­ma duygu­ları içinde selam­laşıp kucaklaşıyoruz.

Böylece bura­da onlar­la yak­laşık iki haf­ta süre­cek olan mül­te­ci dayanış­ma yol­cu­luğum da başlamış oluyor.

BriançonRéfugiés BriançonRéfugiés BriançonRéfugiés BriançonRéfugiéssınır

Yal­nız bun­dan son­ra­ki yaza­cak­ları­ma geçme­den önce, bura­da mekan içi ve mekan dışı yaşadık­larımı biraz güven­lik nedeniyle biraza da bu yazının kap­sama alanının getirdiği zorun­lu tasar­ruf nedeniyle bire bir uzun detay anlat­mak yer­ine özet bir anlatım tarzını ter­cih ede­ceği­mi belirt­mem gerekiyor.

Kilis­enin sığı­nağın­da Afrikalı bir anne bebeği­ni umut­la emziriyor.

Savaş yıl­ların­dan kalma bir kilis­enin sığı­nağın­da, kadın ve çocuk­ların çarşaf duvar­lar­la ayrıştığı bir oda­da, erkek­lerin ise kilis­enin sahne plat­for­mun­da yan yana dizili yer yatak­lar­da uykuya çek­ildiği bir gecenin koynundayım.

Bir bebeğin kulak­larımı çığlık çığlığa tır­malayan ağla­ma sesiyle uyanıy­o­rum. Annesinin kısık ses­li bir afri­ka nin­nisi ile emzirdiği bebek, çabu­cak susuy­or. Gecenin koy­nun­da yanın­dakiyle fısıl­daşan, hor­layan sayık­layan, inleyen, osuran bi dolu yol yorgunu, umut yorgunu ile aynı yerde aynı serüvenin içindey­im.. Onların o ken­di dil­leriyle konuş­tuk­ları, ken­di düş­leriyle yaşadık­ları toprak­ları terk ettik­ten son­ra­ki düş­leri­ni mer­ak ediy­o­rum. Ama son­ra ken­di kendime, “Oysa tah­min etmen çok zor değil. On üç yıl önce sis­li ve gizem­li o İst­anb­ul sabahın­da sürgüne doğru yola çık­tığını hatır­la. Bir balıkçı takasıy­la ulaştığın, açık­ta demir atmış seni bekleyen İtalyan bandıralı gem­i­nin çapa odasın­da, okyanus­lar boyu çal­ka­landığın yol­cu­luğu ömrünün o en uzun, en kabus­lu ama yine de en umut­lu düşler­le dolu gündüz ve geceleri­ni hatır­la” diy­o­rum.

On üç sürgün yılı öncey­di… Uzak diyarlara giden bir yük gemisinde 9 “sakın­calı” mül­te­ciy­dik. Okyanus­ta her yıldız vak­ti, gemi ambarın­dan güvert­eye tır­manan bir yıldız hırsızıy­dım. Her gece çıl­gın dev dal­gaların ucun­da salınırken, zifiri karan­lık çapa odasın­dan firar edip, gemi ambarın­dan güvert­eye uzanan mer­di­veni tır­manıy­or ve o üzer­im­ize kapalı mel­on kapağını pat­latıy­or­dum. Göz­ler­im­iz ay karan­lık gecenin yıldı­zlarıy­la dol­sun diye…

Eksi derecede karla karışık mülteci akşamları ve dayanışmAnın gücü…

Şim­di ise, Akd­eniz seviyesin­den 1,760 rakım yük­sek­te, yaban kar­lı dağlar­la çevrili bir kilis­enin sığı­nağın­da, yıldız yer­ine kar doluy­or gözlerimize…

İtalya’d­aki mül­te­ci kam­plarının kap­atıl­ması ile bir­lik­te, her gün onlar­ca mül­te­ci İtalya’d­an Fransa tarafı­na doğru zor­lu bir yol­cu­luğa çıkıy­or. Devlet­lerin bilar­do masaların­da oradan oraya savur­duğu mül­te­ci­lerin yağ­mur, çamur, soğuk, kar ve ölüm yük­lü bu sınır yol­cu­luk­ların­da, onların tek dos­tu, tek sığı­nAğı ise, işte bu, sınırın iki yanın­da yal­nız­ca sev­gi ve kardeş­lik­le oluş­tu­ru­lan “dayanışmA“ağlarıdır.

İtalya’nın Tori­no şehrine bağlı Clav­ières kasabasın­da mül­te­cil­er­le dayanış­mak için işgal edilen ve dayanış­mAcıların “Chez Jesus” adını verdik­leri bu kilisede, her akşam gru­plar halinde gelen yorgun mül­te­cil­er ağırlanıyor.

Sınırsız, özgür bir yeryüzü kardeşliği için mücadele eden yeryüzü dost­larının sıcacık yürek­leriyle karşıladığı mül­te­cil­er, bura­da yemek, içmek, uyu­mak, din­len­mek ve giy­in­mek gibi temel ihtiyaçlarını gider­menin yanı sıra baş­ka bir şeyi daha farkediyorlar.Yani ırkçı devlet poli­tikalarıy­la ote­lendik­leri, hor­landık­ları hır­pa­landık­ları şu dünyanın içinde, herş­eye rağ­men kendi­ler­ine dost-kardeş baş­kA bir dünyanın da var olduğunu anlıyorlar.

Yani burada­ki o, daha önce hiç görmedik­leri, tanı­madık­ları bir avuç gönül­lü genç insanın olağanüstü bir adan­mışlık­la her gün, her gece, büyük bir koor­di­nasy­on ve eşgüdüm­le mül­te­ci­lerin ihtiyaçları ve güven­liği için nasıl çalıştık­larını doğru­dan yaşa­yarak kavrıyorlar.

Tıp­kı SOS Méditer­ranée — Aquar­ius mül­te­ci dayanış­ma gemisinin devlet­lerin bütün ibret veri­ci iti­ra­zları­na, ilgi­si­z­lik­ler­ine rağ­men akd­enizde her gün yüzlerce bin­lerce mül­te­ciyi kur­tarıp onlar için en sağlık­lı ve en güven­li ortam­lar için nasıl çabal­adık­larını, nasıl çır­pındık­larını gördük­leri ve anladık­ları gibi…

Devamı gele­cek..

| Sınır boy­ların­da • Ölmek ya da ölmemek
2 | Sınır boy­ların­da • Irkçı bariy­er­ler ve dayanışma
3 | Sınır boy­ların­da • Par­mak ucun­da yürümek
4 | Sınır boy­ların­da • Özgür­lüğün diğer adı ölüm
5 | Sınır boy­ların­da • S O S …— …
6 | Sınır boy­ların­da • Pusu­lar ve kadın dayanışması
7 | Sınır boy­ların­da • Dayanış­ma suç değildir!


Başlık fotoğrafı: Chez Jesus — Rifu­gio Autogestito

Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.