28 Mart 2018 günü, Bor­deaux üniver­sitesin­den şu notu yazıy­or­dum : “Devlet san­sürü ve şid­de­ti­ni yıl­lar­ca yakın mesafe yaşamış muhalif biri gazete­ci olarak geldiğim “özgür­lük­ler ülke­si” Fransa’­da da, aktif ve aktivist gazete­ci­lik yap­manın bir bedeli varmış…”

Bildiğiniz gibi Fransa, Macron döne­mi ile bir­lik­te yeni bir baskıcı “kap­i­tal­ist restorasy­on” döne­m­i­ni yaşıy­or. Fran­sız halkının emek­le mücadele ile kazandığı hak ve özgür­lük­leri­ni hedef alan bu dönem, Fran­sız öğren­ci işçi ve emeklilerin hak­ları baş­ta olmak üzere, Fransa’­da yaşayan göç­men­lerin sosyal hak­larını da hedef almak­ta. Genel ekolo­jik sosyal sorun­ların kay­nağı olan Kap­i­tal­izm, yer küre için her gün daha fazla çözüm­süz sorun üret­mek­ten baş­ka bir güce ve yeteneğe sahip değil artık.

Kap­i­tal­iz­mi besleyen bütün yer yüzü kay­nakları artık bir daha ken­di ken­di­ni yenileye­meye­cek bir evrenin içinde ve devletler ken­di yarat­tık­ları bu endüstri batak­lığının içinde debe­lenip dur­mak­ta­lar. Avru­pa devlet­lerinin o çokça övündük­leri “ekonomik sosyal zengin­lik ve refah toplumu” saf­sa­tası, kap­i­tal­izmin ken­di iç dinamiz­mi açısın­dan da bir şey ifade etmiy­or artık. Sonuç olarak, bugün bütün Avru­pa devlet­leri bu çık­mazın içinde kendi­leri için en güven­siz ve en çare­siz bir yol­da, hal­ka karşı uygu­ladık­ları baskı, şid­det ve yasak­lalar­la ayak­ta kalma telaşı için­del­er. Ancak ne şaşalı medy­atik seçim kam­pa­nyaları ne par­la­men­to­ları­na seçtirdik­leri “eğitim­li genç ve dinamik” lib­er­al ikti­dar elit­leri ve ne de onların eller­ine tutuş­tur­duk­ları “reform paket­leri” Avru­pa devlet­lerinin ekonomik ve sosyal açma­zları­na çare olamamaktadır.

Bor­deaux Üniver­site — Mart 2018 ©Sadık Çelik

Macron, hüküme­tinin fark­lı sek­tör­lerde hazır­ladığı reform­lara karşı mücade­lenin ilk ve sıcak merkezi­ni öğren­ci hareket­leri oluş­tu­ruy­or. Hükümetin gözünde pat­la­maya hazır bir molotof kok­teyli olan öğren­ci mücade­le­si “Öğren­ci Başarı Yön­lendirme­si” (ORE) adı ver­ilen yeni yasa düzen­leme­sine karşı gerçek­leştir­iliy­or ve bir çok şehire yayıldı. Özel­lik­le Bor­deaux, Lille, Greno­ble, Toulouse ve Mont­pel­lier’de protesto gös­ter­i­leri, işgaller sürüy­or. Para­lel olara polis müda­helelerinin şid­det oranı da hızla yükseldi.

En eski kap­i­tal­ist devlet geleneğine sahip olan Fransa bu konuda­ki en uç poli­tikalara imza atmak­ta bugün. Üniver­sitel­erde­ki eğitim sis­tem­ine getir­ilen sözde “reform” paketi ile üniver­sitel­er yal­nız­ca sis­teme ente­gre elitlere açık hale gele­cek, halkın çocuk­ları ise, sis­temin çalışan köleleri ola­cak­lardır. Ancak unut­tuk­ları bir şey var : Fransa en eski devlet geleneği yanın­da, hak ve özgür­leri için ihti­laller yapan bir halk geleneğine de sahip. Dolayısıy­la kazın ayağı öyle olmay­a­cak. Fran­sız devri­mi, Paris Komünü, halk ceph­esi ve 68 öğren­ci yak­lan­ması gibi bütün kıta­ları etk­ileyen bir başkaldırı geleneğine ev sahipliği yapan­lar, kül­lerinden yeniden doğan bir kıvıl­cım olmaya devam ediy­or­lar. ZAD işgal hareketi ve “Gece ayak­ta’ hareke­tinin dinamizminin yarat­tığı moral değer­ler bütün diğer toplum­sal kes­im­lere; işçilere, köylülere emeklilere, ken­di hak ve özgür­lük­leri için yeni bir savun­ma alanı yaratıy­or. Kap­i­tal­ist­lerin, Fran­sız devri­mi, Paris komünü, halk ceph­esi ve 68 öğren­ci ayak­lan­ması ile kazanılan ekonomik sosyal hak­ları gaspet­m­eye yöne­lik hazır­ladığı bu “reform paketi” bir nevi tar­i­hi rövanş niteliği taşı­mak­tadır ve asıl kırıl­ma nok­tası da bura­da başla­mak­tadır. Dolayısıy­la Fran­sız halkı, öğren­ci­lerin, işçi­lerin ve emeklilerin ekonomik sosyal hak­larını tır­pan­lay­a­cak bu yasa tasarıları­na karşı topy­ekün diren­meyi meşru bir hak olarak görüy­or ve sokak­lar aşındırıy­or. Fark­lı kentlerde, sokak­ları, üniver­siteleri işgal eden­leri dur­du­ra­mayan devlet, kend­ince yeni bir saldırı strate­jisi ile öğren­ci hareke­ti­ni bastır­maya çalışıy­or. Mont­pel­li­er üniver­sitesinde 22 Mart 2018 tar­i­hinde gerçek­leşen faşist milis saldırısı, bu yeni strate­jinin iç yüzünü açığa çıkardı.

22 mart 2018 günü, Mont­pel­li­er şehrinde, ikib­in kişinin katıldığı bir gös­teri yürüyüşün­den son­ra, elli civarın­da öğren­ci Hukuk fakül­tesi­ni işgal etti. Elleri sopalı, maske­li, ve bazıların­da taşeron aleti bulu­nan bir grup toplan­tı yapılan anfiye saldırarak öğren­ci­leri dağıt­maya çalıştı.

Ama umduk­larının aksine, saldır­gan milis gurup öğren­cil­er tarafın­dan dışarı atıldı. Bu müda­hele kalkış­masının güven­lik görevlilerinin yardımıy­la gerçek­leşmiş olduğu bil­gisi, kamuoyu­na ışık hızı ile yayıldı. Olayın yük­sek dere­cede tep­ki alması üzer­ine, müda­hel­eye destek veren oku­lun duayeni Philippe Pétel ve eğitim görevlisi Jean-Luc Coro­nel de Bois­se­zon’un görev­leri Yük­sek Öğren­im ve Araştır­ma Bakan­lığı tarafın­dan don­durul­du. Ardın­dan duayen isti­fa etti ve iki görevli gözaltı­na alındı. Nadir olarak rast­lanan bu gelişmelerin yanın­da, aynı bakan­lık, Bor­deaux’­da­ki Vic­toire Üniver­site’sinde öğren­cilere saldıran polisi kına­ma gereği görmedi…

Bugün üniver­sitel­erde öğren­ci işgal­ler­ine saldıran­lar yarın işçi grev­ler­ine ZAD gibi işgal hareket­ler­ine de saldıra­cak­lardır. Bunun bir örneği­ni, 2016’da Sivens ZAD’ının, yoğun tarım­cılık sendikası üye­si faşist mil­isler tarafın­dan boşaltıl­masıy­la gözlem­lemiştik, ki bu döne­mi Sivens ZAD’ı otu­ranı olarak, ben biz­zat yaşadım… Kısacası fran­sız siv­il faşist mil­is­leri devletin yeni kan­lı elidir. Şu anda üniver­sitelere gire­meyen polise bir maşa lazımdı ve faşist mil­isler bu rolü üstlendi.

Bütün bun­lar tesadüf değil. Küre­sel ekonomik sosyal kri­z­leri aşa­mayan kap­i­tal­izm, ikin­ci el seçenek olarak siv­il faşist terörü devr­eye sok­mak­ta. Kap­i­tal­ist hay­dut­lara ve onların paramiliter faşist mil­is­ler­ine karşı anti kap­i­tal­ist, anti faşist mücadele den baş­ka seçeneğimiz yok.

Aktivist gazeteciyim, halkın haber alma özgürlüğünün takipçisiyim

90’lar Türkiye­si’nde haber­ci­lik yap­mış bir foto muhabiri olarak objek­ti­fi­mi hep hak ve özgür­lük­leri için sokak­lara çıkan­lara çevirdim. Çünkü ben de onlar­dan biriy­dim. Üste­lik basın özgür­lüğü, san­sür ve yasak­lar­la anılan bir ülkede haber­ci olmanın bedeli, devletin yaşa­ma hakkını elin­den aldığı yüzlerce muhal­ifin yaşadık­ları o “tra­jik son“lara hep bir adım mesafedey­dim. Yani kaçırılan, kaybe­dilen, infaz edilen, suikaste uğrayan, yıl­lar­ca hapsedilen, gazeteleri, dergi­leri kap­atılan, bom­bal­anan ve sonu gelmez soruş­tur­malara uğrayan o sayısız gazete­cil­er­den biri olarak bu “sakın­calı” haber­cil­iğin gird­abın­da yaşa­mak zorun­day­dım. Muhalif olun ya da olmayın, 90’lar Türkiyesinde gazete­ci­lik yap­mak san­süre, ceza­ya, ceza­evine ve ölüme hep yakın olmak­tı. Baş­ka tür­lü gazete­ci­lik yap­mak nerdeyse imkan­sızdı. Ve nitekim bu ağır fat­u­rayı bu yıl­lar­da vuru­larak kırılarak hapsedil­erek öde­m­eye mahkum edilmiştik.

Ahmet Şık, 2013 — Gezi

Yıl­lar son­ra bugün yeniden ve bel­ki de en ağır saldırı ve cezalar­la karşı karşıya Türkiyeli gazete­cil­er. Ancak ne yazık ki bugün artık bu saldırı ve cezalara karşı direnebile­cek cesaret­ten ve gazete­ci­lik etiğin­den yok­sun, esarete ve icazete day­alı bir gazete­ci­lik var Türkiye’de. Bir diğer dey­işle, ikti­dar için himaye edilmiş bir basın özgür­lüğü var. Üzülerek söyle­mem gerekirse, 90’ların “sakın­calı haber­cil­er” kuşağın­dan yal­nız­ca bir avuç ide­al­ist gazete­ci kaldı. O yıl­ların ateş kan ve barut kokan sokak­ların­da “koşar adım” haber­ci­lik yapan foto muhabir­lerinden Ahmet Şık bu kuşağın geride kalan son Mohikan’ı gibi, gazete­ci­lik onu­ru­muzun dire­nen son sem­bolüdür bugün.

Tıp­kı 40’lı yıl­lar­da Amerika’­da­ki McCarthy döne­m­ine karşı mücadele eden ABD’li gazete­ci, haber spik­eri ve rady­ocu, Edward R. Mur­row gibi… McCarthy’­cil­iğin 2018’deki aleni tekrarı olarak ifade ede­bile­ceğimiz bugünkü devlet ikti­dar­larının uygu­la­maları son derece bir­birine ben­z­er bir rol oyna­mak­ta. Hele bir bakın devletler tar­i­hine, bütün devlet ve ikti­dar budalaları ve onların zaval­lı soy­tarıları hep aynı tar­ih­sel reza­letin misy­onunu oynamışlardır…

McCarthy’­ci­lik ya da İki­nci Kızıl Panik, ABD’de 1940’ların sonun­da başlayıp 50’lerin sonuna değin sür­müş antikomünist kuşku­cu­luğunu belirt­mek­te­dir. İki­nci Kızıl Tehlike olarak da anılan ter­im, adını ABD sen­atörü Joseph McCarthy’­den almak­tadır. Bu dönemde, pek çok aydın, yazar, gazete­ci, bil­im insanı, komünist ya da komünist duygu­daşı olmak­la suçlan­mış, özel ve devlet kurum­ların­ca saldır­gan soruş­tur­malar­la karşı karşıya kalmışlardır. Bu döne­min mağ­du­ru birçok insan, işten kovul­malara, işy­er­lerinin yok edilme­sine ve tutuk­lan­malara maruz kaldık­ları gibi pek çoğu da ülkeleri­ni ter­ket­mek zorun­da kalmışlardır .

Halktan ve haktan yana gazetecilik

Gazete­ci­lik, hal­ka karşı yasak­ların, hak­sı­zlık­ların, adalet­si­z­lik­lerin ve eşit­si­z­lik­lerin olduğu bir dünya da halk­tan yana taraf olmaktır.

Dünyamız bugün dört kıta­da bir­d­en devlet­lerin hal­ka karşı çıkardık­ları olağanüstü yasaların ve savaşların kıskacın­da. Böyle­sine hay­ati bir dönemde ikti­dar ve güç ekseni dışın­da özgür bir gazete­ci­lik yap­mak zor olduğu kadar ive­di bir zorun­lu­luk­tur da. Basın özgür­lüğü ihlal­lerinin Avru­pa’nın özgür­lükçü yasaların­da bile tartışılır hale geldiği bir dönemde gazete­cil­iğin tanımını yeniden yap­mak gerekiy­or. Devlet ve ikti­dar ilişk­i­lerinin doğru­dan ya da dolaylı payan­dası olan basının bu eksenden çık­ması zor görünüy­or. Ama yine de sendikal alan­da­ki basın özgür­lüğü mücade­le­si bu konu­da bir duyarlılık ve ivme kazandıra­bilir. Bu işin bir tarafı. Bir de basının ken­di için­de­ki mesle­ki etik baş­ka açma­zları var tabii ki. Bu açma­zların en başın­da ise, basın sek­töründe yaşanan teknolo­jik değişime para­lel, diji­tal sis­temin haber­ci­lik anlayışı­na getirdiği “gerçek” ile “haber” arasın­da­ki yabancılaş­ma gelmek­te­dir. Bil­gisa­yar teknolo­jisinin doğru­dan hedef kitle­si olan basın alanı, hızlı teknolo­jik değişimin de ana merkezi haline geldi.

Kopyala yapıştır” gazeteciliği

Diji­tal ortamın şaşırtıcı zengin­liği basının ade­ta başını döndürdü. Daha öte­si, basın bu “teknolo­ji harikası“na koşul­suz bir sadaka­tle adapte oldu. 2000’li yıl­lar boyun­ca yaşanan hızlı dig­i­tal değişim baş­ta masa üstü yayıncılık olmak üzere gün­de­lik yaşa­ma bütünüyle hakim oldu. Bu hızlı değişim beraberinde ken­di lit­er­atürünü ve teknik-sosyal for­matını da yarat­tı. Haber­cil­iğin fizy­olo­jik ve psikolo­jik doğal­lığı bozul­du, ve bam­baş­ka bir gazete­ci­lik nes­li oluş­tu. Daha da ileri gidil­di ve ken­di­ni diji­tal devrim­in baş döndüren nimet­ler­ine kap­tıran ve onun köle­si olan bir gazete­ci­lik kültürü yaratıldı. Böylece küre­sel Kap­i­tal­izm, küre­sel dig­i­tal ana akım medyaya da hakim oldu. Ancak yaratılan bu sanal dig­i­tal ortam ile hay­atın gerçek­leri arasın­da son­suz uçu­rum­lar vardı ve bu gazete­cil­iği doğru­dan etk­iliy­or­du. Ayak­ları yere bas­mayan; sokak­ların kar­maşık doğasını solumayan mekanik ve son derece diji­tal­ize edilmiş yani “for­mat­lan­mış” gazete­cil­er vardı artık.

Sanalın dışın­da­ki sokak­lara doku­nan bir gazete­ci olarak bu yeni tip sanal haber­ci­lik anlayışının sorgu­lan­ması gerek­tiğine inanıy­o­rum. Örneğin haber kay­nakları üzerinde gerek­li ön araştır­ma ve titi­zliği göster­mek­sizin doğru­dan haber yorum yazan gazete­ci­lerin çok­luğu ibret veri­ci. Bu bil­gisa­yar menşeili gazete­cil­iğin sis­temin toplum­sal hay­at üzerinde­ki etk­i­leri­ni sorgu­la­ma biçi­mi­ni, haber-anal­iz yeteneği­ni ve sunumunu sorun­lu buluy­o­rum. Bu ara­da belirt­mek ister­im: Bütün bu yak­laşı­malarım­dan bil­gisa­yar teknolo­jisi­ni tama­men red­det­tiğim sonu­cu çıkarıl­masın. Bil­gisa­yar teknolo­jisi­ni önce­lik­le bir gazete­ci olarak ken­di etik değer­ler­ime uyarla­mak­tan yanayım. Kul­lanım alanı­ma kat­tığı işlevsel yönü beni hay­at­la olan ilişkim­den kopar­madığı sürece, bil­gisa­yar teknolo­jisi ben­im için de önem­li bir ter­ci­htir. Bu konuyu bel­ki daha son­ra baş­ka bir yazı­da başlı başı­na ele almam gereke­ceğin­den şimdi­lik bura­da nok­talıy­o­rum ve tekrar asıl kon­u­muza dönüyorum.

Bordeaux Üniversitesi işgali ve basın özgürlüğüne saldırı

Yak­laşık yir­mi gündür ulus­lararası basın kartı ile Bor­deaux üniver­sitesin­de­ki öğren­ci işgali­ni izliy­o­rum. 28 Mart 2018 günü öğren­cil­er barışçıl bir gös­teri gerçek­leştirdil­er. Üniver­site önün­de­ki sokak­ta bir kor­tej oluş­tu­ran öğren­cil­er ana cadd­eye doğru yürüyüşe geçtil­er. Yürüyüşü hem cep tele­fonu, hem de pro­fesy­onel fotoğraf mak­i­nam­la kaydediy­or­dum. Yürüyüş kor­te­ji tam ana cadde çıkışı­na geldiğinde polis kalkan­ları, copları ve gaz silahlarıy­la kor­te­je müde­hale de bulun­du. Polisin ilk müda­hale­si, (o sıra­da kor­te­jle polis barikatı arasın­da görün­tü kay­det­m­eye çalışıy­or­dum) ben­im cep tele­fon­u­ma yapıldı. Tele­fon­um kalkan­lı ve coplu bir polis tarafın­dan ani bir reflek­sle alındı. Ulus­lararası basın kartımı havaya kaldırıp defalar­ca, “Ben gazete­ciy­im. Tele­fon­u­mu ala­mazsınız! Geri verin! ” diye bağır­ma­ma rağ­men polisler beni “defol!” diy­erek, sağa sola savu­rarak uza­k­laştırıl­maya çalıştı. Bu esna­da polisin copların­dan biri alnı­ma “isa­bet etti”. Fotoğraf mak­i­nası çan­tamı koruyan yağ­murluk polis tarafın­dan çek­iştir­ilip alındı. Ayrı­ca Fotoğraf mak­i­nam itip kak­ma esnasın­da bloke oldu ve görün­tü kay­dı yapamadım.

Olay­dan son­ra ben­im­le aynı akı­bete uğrayan bir arkadaşım­la bir­lik­te has­tan­eye gidip bir gün­lük iş göre­mez raporu aldım. Ardın­dan da gerek­li bütün bel­gel­er­le bir­lik­te avukatım­la görüştüm ve komiser­liğe ve savcılığa suç duyu­rusun­da bulun­dum. Bu ara­da çalıştığım inter­net der­gisi Kedis­tan ve üye­si olduğum gazete­ci­lik sendikası SNJ-CGT polisi ve bir gazetecinin haber yap­ma özgür­lüğünün çiğ­nen­mesi­ni kınayan bir açık­la­ma­da bulun­du. Para­lel olarak, reporterre.net. Ve Rue89 Bor­deaux gazeteleri de da haber desteği ile dayanış­ma­da bulun­du. Ancak yine de baş­ta Bor­deaux olmak üzere konudan hab­er­dar olan ama sevim­siz bir ses­si­z­lik halinde kalan diğer meslek­taşlarımızın ilgi­si­zliği genel bir tür oto­san­süre işaret. Umarım bu olağanüstü sıkıyöne­tim koşullarının yarat­tığı manipülasy­on ortamı bu dost­larımızı mesle­ki etik değer­ler­im­iz­den tama­men uzaklaştırmaz.

Şunu da ekle­mek ister­im. Geçtiğimiz gün­lerde, Fransa Dış işleri bakanının, Afrin operasy­onu konusun­da fran­sız basının­da zat­en kesif bir ses­si­z­lik sür­erken, Suriye’ye gazete­ci yol­la­ma pro­je­si olan medyaların, pro­jeleri­ni dur­dur­masını “tavsiye” etmesi, ve hat­ta alan­da bulu­nan gazete­ci­lerin haber­ler­ine itibar edilmemesi­ni “öner­me­si” tep­ki çek­miş ve 18 Mart’­da SNJ, Snj-CGT, CFDT-Jour­nal­istes, gazete­ci sendikalarının ortak yayın­ladığı, okkalı bir kına­maya neden olmuştu.

Bu örnek­ten yola çıkarak altını çizmek iste­diğim şey, konu ne olur­sa olsun, devletin ken­di ikti­darını tehlik­eye sokan konu­ları sus­tur­mak için, haber alma özgür­lüğünü ayak­lar altı­na alarak, bakan­lık açık­la­ması yap­maya kadar gitmesi örneğinin Fransa’­da olması. Kısacası, devlet her yerde devlet…

28 Mart saldırısın­dan çıkarıl­ması gereken asıl sonu­ca gelirsek. Saldırının esas amacı, tele­fon­ların gasp edilip kaybe­dilmesin­den çok doğru­dan haber kay­naklarını ele geçirm­eye, engelle­m­eye yöne­lik olmasıdır. 

Dolayısıy­la bu saldırı esas olarak haber yap­ma, haber alma hakkı­na yapılmış bir saldırıdır.

Türkiye | Fransa

Oysa demokratik hak ve özgür­lük­lerin en başın­da gelen basın özgür­lüğü, halkın haber alma hakkı­na day­alı evrensel bir hak­tır. Ancak genel olarak bütün devletler bu hakkı kağıt üzerinde bırak­mayı yeğler­ler. Çünkü, demokrasi ve özgür­lük­ler, devlet­lerin icazet sınır­ları içerisinde kalındığı sürece vardır. Bu yüz­dendir ki, hak ve özgür­lük­leri önce devletler ihlal eder.

Bor­deaux üniver­site­si öğren­ci­lerinin gös­teri ve yürüyüş hakkı­na müde­hale eden polis aynı zaman­da basın özgür­lüğüne de müda­hale etmiştir. Aslın­da işin aslı şudur : fran­sız öğren­ci hareketi ve işçi hareke­tinin eş zaman­lı gelişen muhale­feti, fran­sız devle­tinin tar­ih­sel rövanşının önünü kesmek­te ve bu onlar için büyük bir kabusa dönüşmek­te. Yani, ard arda dal­galar halinde gelen grevler, işgaller, bur­ju­vaların cici çocuğu Macron’un “reform” tasarılarının önünde cid­di bir barikat oluş­tur­mak­ta. Bu durum Kap­i­tal­izmin beşiği Fransa’­da, devletin sürdürülebilir­liği açısın­dan olağanüstü tehdit olarak algılanıy­or. Bu yüz­den sıkıyöne­tim­ler döne­mi bir tür­lü kapan­mak bilmiy­or. Korku ve telaş, fran­sız devle­ti­ni daha sıkı güven­lik poli­tikaları­na yönlendiriyor.

Kasım 2015’teki Işid saldırılarının ardın­dan, terörizm­le mücadele bahane­si ile ilan edilen olağan üstü hal duru­mu dolayısıy­la polise tanı­nan hak­lar genişletil­di. OHAL bir çok kez uza­tıldık­tan son­ra 1 Kasım 2017’de bitir­il­di. Ancak, “güven­lik önle­mi” adı altın­da, OHAL’­den son­ra da kalıcılığını devam ettire­cek ted­bir­ler gün­lük hay­a­ta gir­di. Nisan 2016’da, özel harekat (BAC — Brigade anti-crim­i­nal­ité) polis­lerinin, “teror­izm­le mücadele” için,  5.56 kali­bre­li HKG36 mod­el, savaş tüfek­leri ile silahlandırıl­ması da bun­lar­dan biri… Biber gazı tüfeği, taser ve flash-ball kul­lanım­ların­da can kay­bı­na kadar giden “kaza“ların altını çize­lim. Göz­leri­ni kaybe­den yüzlerce kişiyi unut­madık. Siven­s’i hatır­lay­alım… Rémi Fraisse’i unut­madık…

Ben bu satır­ları yazarken sokak­ta, yani şim­di, şu anda, bura­da, Bor­deaux üniver­sitesinin bulun­duğu zafer mey­danın­da, ağır silahlı polisler dolaşıyor…
Aşağı­dakine ben­z­er görün­tüler belirm­eye başladı bile. Ta ki bir kurşun nam­lu­dan çıkana kadar bu tehdit ve şid­det ortamı devam edecek…

Bu görün­tü­lerin uyandırdığı düşüncel­er beni 1 Mayıs 89’a götürüy­or. Önde pankartı tutan çocuk Mehmet Akif Dal­cı. O gün polis tarafın­dan vuru­larak katledil­di. Ben de o gün pek çok meslek­taşım gibi, TAYAD kor­te­ji­ni takip eden gazete­cil­er­den biriy­dim. Şişhane Yokuşu’n­da, kurşun­lar kulağımızın dibinden vızıl­da­yarak geçti ve az ilerde­ki ter­sane duvarının önünde kendi­leri­ni taş atarak savu­nan genç çocuk­lar­dan marangoz işçisi Mehmet Akif Dal­cı’yı, alnın­dan vurarak ölümüne neden oldu. O anı foto muhabiri arkadaşımız Sebati Karakurt görün­tüle­meyi başardı ve o fotoğraf 1989 1 Mayıs’ının sem­bolü oldu.

28 Mart 2018’de yaşanan olağanüstü saldırının peşin­den üniver­sitel­er, gös­teri ve yürüyüş güz­er­gahları silahlı polis kuvvet­lerinin git­tikçe büyüyen tehdi­di altın­da artık…

Bun­dan son­ra daha baş­ka ne olur, bunu hep bir­lik­te yaşa­yarak göre­ceğiz. Ancak kesin olan şu ki, sokak­tak­i­lerin yük­se­len sosyal tan­siy­onu asla düşürülemeyecek.

Bor­deaux üniversitesi
Sadık Çelik

Bor­deaux Üniver­site — 1 Nisan 2018 ©Sadık Çelik


Konu fotoğrafı : Bordeaux Üniversite Mart 2018 ©Sadık Çelik
Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Por respeto hacia la labor de las autoras y traductoras, puedes utilizar y compartir los artículos y las traducciones de Kedistan citando la fuente y añadiendo el enlace. Gracias.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.